Türkiye’de memur ücretlerinde bir tercihin olduğuna inanmışımdır hep. Fazla zam yapılmaması bir tercihtir. Bunda bütçe imkanlarının yetersiz olduğuna inanacak kadar saf olmadığım için kendimi mutlu sayıyorum. Ağustosta yapılan görüşmelerden sonra yine bildik durum ortaya çıktı. Her türlü hükümet desteğiyle yetkili olan sendika kendini önemli hissetti. Bakanla poz verdi ve çok sayın sendika yetkililerinin anneleri oğullarıyla gurur duydular. Gördün mü bey oğlumuzu, televizyonda bakanla birlikte, artık ölsem de gam yemem! demişlerdir herhalde… Yani sendikacılarımızın hükümetle görüşmesi bu işe yaramaktan öte bir anlam taşımıyor.
Bunun yerine ne yapılabilir? Acaba diyorum. Tüm sendika temsilcileri bir araya gelseler, bir heyet oluşturup IMF’ye kadar gitseler ve orada memurlarımızın halini anlatsalar. Biraz yalvarsalar ve Türkiye’den götürdükleri hediyeleri takdim etseler nasıl olur? Sonra da Obama’ya… Belki bir sonuç alınır. En azından hükümetle görüşmekten iyidir. Ya da diyorum, bir gizli örgüt kursak, tıpkı Polat Alemdar gibi bir adam yetiştirsek ve o ileride başbakanlığa kadar yükselse… Düşünebiliyor musunuz? Memurların adamı bir başbakan… Ne muhteşem olurdu!
Bu çözüm de uzun vadeli gelirse o zaman geriye tek bir seçenek kalıyor: Başbakanın gözüne girmek. Ona yalvarmak. Emin olun daha iyi sonuç alınır. Yalakalık yapalım, nasılsa memurlar çalıştıkları kurumdan alışkındırlar yalakalığa. Gidilsin ve yalvarılsın. Ey yüce efendimiz, bize acıyın densin. Biraz da dini motiflerle yaklaşılsın meseleye. Şiirler okunsun Mehmet Akif’ten. Damardan girilsin. Tüm bu yöntemlerin mevcut yöntemden daha iyi olmadığını ileri süreceklere sadece gülerim…
Beyler sendikacılık öyle pek dini ve milli hassasiyetlerle yapılmaz. Selamun aleyküm sayın bakan, bize zam verin, Allah razı olsun sizden başımızdan eksik etmesin sizi gibi bir yaklaşımla sendikacılık yaptığınızı sanıyorsanız kargaların da güldüğünü hatırlatırım size.