Yazar: Önder

Mekteb-i Dırar

Milli Eğitim Bakanlığı 2014 yılı yatırım bütçesinin yarısını imam hatip lisesi yapmak için ayırmış. İmam hatiplere bu kadar yatırımın sebebi nedir? Sınıf mevcutları mı fazla? Fazla ise derslik başına kaç öğrenci düşüyor? Diğer okullarda durum ne? Örneğin meslek liselerinde derslik başına düşen öğrenci sayısı kaç? Devlet çocuklar arasında ayrımcılık yapamaz. Türkiye’de liselerde derslik başına kaç öğrenci düşüyorsa tüm okullarda ortalama bir sayı olmalıdır. İmam hatiplerde derslik başına yirmi, diğer meslek liselerinde elli öğrenci düşüyorsa devlet o elliyi yirmi yapmak için çalışmalıdır. Öğretmen açığı denilen dünya eğitim literatürüne biz Türklerin armağanı olan bir kavram var. İmam hatiplerde öğretmen açığı belki hiç yok ancak diğer okullarda öğretmen açığı utanç duyulacak seviyede. Kaynakları kendi halkınız arasında ayrımcılık yapmak için değil, öğretmen alımı için kullanın. Özellikle varoş bölgelerdeki okullarda öğretmen açığı en kısa sürede kapatılmalıdır. İmam hatiplerin öğretmenleri tam olup diğer okullarda korkunç derecede öğretmen açığı varsa bilin ki bunun sorumluları insanlık suçu işlemektedirler. Bir çocuğun, gencin eğitim eksikliği nasıl telafi  edilebilir? Kimse bir genci imam hatibe gitmiyor diye cezalandıramaz. Okullarda ücretli öğretmen denilen köleler var ve maaşları aynı işi yapan kadrolu bir öğretmenin maaşının üçte biri kadar. Hiçbir özlük hakları yok. Bütçenizi bu insanları atamak ya da hiç değilse  kadrolu öğretmen kadar maaş vermek için kullanın. Aynı okulda aynı işi yapan kişiler de böylece bir parça eşitlenmiş olurlar. Altından imam hatip okulları olsa, öğrenciler özel limuzinlerle okula taşınsa bu yapılan basit bir...

Devamını Oku

İrtica

Bu ülkede eğitimin ne kadar önemsendiği milyonlarca çocuğun eğitimi için kurulan milli eğitim bakanlığına getirilen kişilerin eğitimle hiç ilgileri olmamasından belli. Aynı hükümetin farklı bakanlarının bile eğitimi yapboz tahtasına çevirdiği, birbirinden farklı uygulamalar yaptığı ve iktidara oy verenlerin bu nasıl iş diye sormadığı bir ülke burası. Herkesin çocuğu çok kıymetlidir ancak eğitimi önemseyen pek yoktur. Önemsesek de gerekli bilgi birikimimiz olmadığından bedava dağıtılan kitaplara bakıp, çocukların başörtüsü ile okula gidebilmesine bakıp eğitimde çağ atladığımızı sanırız. Okullarının lavabolarını temizleme sorununu bile çözememiş kişiler okullarda tablet dağıtıyoruz diye hava basar,ahali alkışlar. Türkçe mezunu ingilizce dersine ücretli olarak girer. Ücretli öğretmen aynı işi yaptığı kadrolu arkadaşının üçte bir fiyatına çalışır ancak adaleti isim yapmış partiler bu sistemi sürdürür. Bu kadar adaletsizliğin olduğu bir yapıdan ülke ve insanlığa hayır gelirse gelsin bakalım. Bir avrupa ülkesinde eğitimle ilgili bir sistem kabul edilmiş acak uygulaması bu yıl okula başlayan bir çocuk üniversiteden mezun olunca başlayacakmış. Delirmiş bunlar! Bugün karar verip, bir ay içinde tekme tokat komisyondan geçmeli ve alkışlarla mecliste yasalaşmalıydı.Aynı okula iki tabela asılmalıydı. Bir kapıdan girince ilkokul, öbür kapıdan girince ortaokula giriyorsun. Sabahın yedisinden akşamın yedisine eğitimin! Sürdüğü adı ikili eğitim olan bir muhteşem! yapı. Okulların beş katlı olduğu,çocukların teneffüste otuz saniyede en üst kattan bahçeye ya da kantine inmek için koşuşturduğu bir ülkedir burası. Çocuklarına okul yeri bile bırakamayacak denli bilgisizlik, ahlaksızlık ve vicdansızlığın yaşandığı ülkenin adıdır Türkiye. Zenginin çocuğu en iyi...

Devamını Oku

Diktatör

Ben yerel seçimin yaklaştığını kaldırımların yenilenmesinden anlarım. Bir de muhtar adaylarının değme siyasetçilere taş çıkartan poz ve afişlerinden. Seçimlere iki ay kala özellikle seçim kampanyaları hızlanır. Bir yalanlar olimpiyatı izleriz adeta. Yalanlarla umut pompalanır. Şehrimizin daha iyi olacağına inanırız ancak değişen bir şey olmaz. Bu sefer gelin İstanbul’u yönetecek belediye başkanı değil tam yetkili bir diktatör seçelim. Ne dersiniz? Madem ki halk olarak tek kişinin bizi cennete kavuşturacağına inanıyoruz o halde  sorunları devasa haldeki bu şehir için tek kurtuluş umudu bir diktatör. Ne yapacak bu diktatör? Nasıl çalışacak? Öncelikle eline kırmızı keçeli bir kalem ve bir İstanbul haritası alacak. Her tarafa harita üzerinde geniş yollar çizecek ve bu hemen uygulanacak. Kimsenin gözünün yaşına bakılmayacak. Göz kararıyla her tarafa büyük yeşil alanlar ve parklar çizecek ve uygulanacak. Yenibosna semtindeki gibi iki aracın zor sığdığı sokakların bir tarafı iptal edilecek, yıkılacak. Yerine yeşil alan ve otopark yapılacak. Yeni yapılacak evlerde kat sınırı iki olacak. Apartman yasaklanacak. AVM’ler üniversite olacak. Bütün kaynaklar raylı sisteme harcanacak. Kiptaş gibi rant kurumları kapatılacak. TOKİ’ye İstanbul’a giriş yasağı konulacak. Avrupanın en büyük kent ormanı kurulacak ve adı da gezi ormanı olacak. Şehrin siluetini bozan gökdelenler traşlanacak. Üçüncü köprü ve havaalanı projesi iptal edilecek. Halka eğitim seminerleri ve Cuma hutbeleriyle her toprak parçasının arsa olmadığı, evin bir yatırım aracı olamayacağı, imarla zenginleşmenin bir nevi hırsızlık olduğu öğretilecek. Tüm bunlar hukuka aykırı diyenlere ‘Hukuk bir şehrin yaşanmaz hale...

Devamını Oku

Fetva

Osmanlı döneminden bazı fetvalar… ‘Müslim olan Zeyd’e ne millettensin diye sual olundukta Millet-i Muhammed Saliyullah- Teala Aliyye Sellem dimek mi gerekir yohsa Millet-İbrahim Aleyüsselamdanım dimek mi gerekir? Elcevab: Milleti Muhammed saliyullahu Teala ve aliye ve selem dimek gerekir. ***** Zeyd lanet Medine’ye ve Medine ahalisine deyip Bekir neden lanet edersin Hazret-i Resulullah-tealau aleyhim ve selem andadır dedikte Zeyd isterse olsun dese Zeyd’e ne lazım gelir? Elcevab: Bila tehir katlolunur. ***** Bir karyenin imamı olmayıp ahalisi ezan ve camaat ile namaz kılmayı terk eylesele ahali-i mezbure imam ittihazına ve cemaate müdavemete icbar olunur mı? Elcevab: Olunur eba ederlerse katilleri meşrudur. ***** Ateş ile yahut havanın hareketinden eriyen kar suyu ile gasletmek caiz olur mu? Elcevab: Olur ***** Zeyd-i Müslim ramazanda alenen saim iken tav’an ve mutemeda şarap hamr eylese Zeyd’e ne lazım olur? Elcevab: Katlolunur. ***** Zeyd sekiz yaşındaki kızı Hind-i sagireyi şu kadar akça mihr temsisiyle Ömer’e tezvic ettikten sonra zifaf vaki olup lakin Hindule(zayıf,takatsiz) cima’a mutayyıkad olmamakla vaty bulunmadan Ömer Hind’i tatlik eylese Ömer’e mihri müsemmanın nısfı mı lazım olur yohsa tamamı mı? Elcevab: Nıfsı. ***** Istakos ve kerevid ve istiridye ve midyenin ekli şer’an helal olur mu? Elcevab: Kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. ***** Zeyd cariyesi Hind’in oğlu olup beş altı yaşında olan kulu Ömeru sağiri Hind’den bigayrı bak ayırıp ahıra bey etmek caiz olur mu? Elcevab:Lakin mekruhtur. ***** Tayyıb türünden olan amberin ekli helal midir? Elcevab: Helaldir....

Devamını Oku

Bayram

Yaşadığım mahalle İstanbul’da tem denilen otoyolun yanında. En büyük zevklerimden biri kala kala yol kenarlarında kalan birkaç ağaç ve birkaç on metrekare yeşil alanda oturup gelen giden araçları seyretmek. Günün her saatinde yoğundur bu yol. Çarpık kentleşmenin getirdiği bir sorun. Neyseki bir istanbullu olarak biraz sabredersek 2019’da kurtulacakmışız bu dertten. Minnettarız doğrusu… Yine bize hüsran ve sabır… Başkalarına rant ve yağma düştü… Adaletin bu mu dünya diye ithal bir ağacın altında kendi kendime dertleşirken yanıma tahta arabasını güçlükle ittiren bir hurdacı geldi. Selam dedi. Neyse ki artık insanları altta üstte, ezen ezilen, yoksul ve zengin diye sınıflandırmam gerektiğini geç de olsa öğrendiğimden selamına karşılık olarak’ merhaba’ dedim. Yanıma çimlerin üstüne oturdu. – Ne olacak bu ülkenin hali diye sordum. Gözlerinde inanmış bir insanın parıltısı ile– iyi olacak dedi.– Ben karamsarım dedim.– Olma dedi.– Niçin dedim. Anlatmaya başladı: – Şu yola bak. Her bayram bu kent anadoluya akar. Hiç düşündün mü bu insanlar niçin giderler anadoluya? Oradan yiyecek getirmek için mi? Akraba ziyareti için mi?– Akraba ziyareti öncelikli. Malum bayram, sevaptır dedim. Güldü, başını salladı;– İşte ezberlenmiş bir düşünce dedi.– Bence bayramlarda insanlar akın akın anne babalarını görmeye gidiyorlar. Bu davranışlarında dinsel bir yön de vardır dedim.– Bu yadsınamaz elbette ancak yeterli bir açıklama değil dedi… ve devam etti:– Bu insanlar her fırsatta Anadoluya giderler. Çünkü bu kentte yaşarken bazı değerleri unuturlar. Anadolu’ya bu değerleri hatırlamaya giderler. Bol bol insani...

Devamını Oku

Ahlak Nedir?

Ahlak kavramı en çok istismar edilen kavramlardan biridir. Dinsel açıdan sadece kul ile Allah arasında olan ve toplumu asla ilgilendirmemesi gereken ne kadar günah, sevap varsa bunu ahlak kavramıyla açıklarız da nedense birebir toplumu ilgilendirenleri ahlakla açıklamayız. İçki içeni ahlaksızlıkla suçlarız. Kimi ilgilendirir? Belki karısını, çocuklarını, belki de düzgün içerse kimseyi? Oysa zalimi desteklemek nedir? Bizim hacı amca için böyle bir günah da yoktur, duymamıştır da. Zalimin peşinden gitmek ve zulmü desteklemek en büyük ahlaksızlıktır oysa… Kamu malı çalmak, yolsuzluk yapmak, rüşvet ahlaksızlık mıdır? Bir cami avlusuna gidin, sorun bakalım, cami cemaatinde böyle bir literatür var mıdır? Siyaset yapma derler, namazda okuduğun maun suresinin anlamını oku dersen de zındık olursun. Liderine tapar, yanlışlarına yanlış bile diyemez, her türlü bizans oyununun içindedir ancak en büyük ahlak şampiyonu da kendisidir. Neden? Namaz kılar, zinhar içki içmez de ondan. Hayatında bir kez olsun bir toplumsal meselede bir gösteriye katılmamıştır, zulme rıza göstermiştir, ne eliyle ne diliyle ne de kalbiyle bile zulme isyan etmez ancak ne ahlaklı adamdır diye onu överler! Yalanları sıradanlaşmıştır, ilahi bir gaye kılıfıyla her türlü haltı yer ancak ahlakı tekeline almıştır. Kiracısı vardır, ezer de geçer… Altın ve gümüşü yığmıştır. Ahlaklıdır tabii… Çünkü hacca, umreye gitmeyi spor haline getirmiştir hazret… Ahlak yapılınca/yapılmayınca toplumsal bir zararı/yararı olan davranışlarla ilgilidir sadece. Kavramların içini boşaltırsanız doğru...

Devamını Oku

Etik Sözleşmesi

Meğer bizde kamu görevlileri etik sözleşmesi bile varmış: Şöyle diyor: ‘Kamu hizmetinin her türlü özel çıkarın üzerinde olduğu ve kamu görevlisinin halkın hizmetinde bulunduğu bilinç ve anlayışıyla; * Halkın günlük yaşamını kolaylaştırmak, ihtiyaçlarını en etkin, hızlı ve verimli biçimde karşılamak, hizmet kalitesini yükseltmek ve toplumun memnuniyetini artırmak için çalışmayı, * Görevimi insan haklarına saygı, saydamlık, katılımcılık, dürüstlük, hesap verebilirlik, kamu yararını gözetme ve hukukun üstünlüğü ilkeleri doğrultusunda yerine getirmeyi, * Dil, din, felsefi inanç, siyasi düşünce, ırk, yaş, bedensel engelli ve cinsiyet ayrımı yapmadan, fırsat eşitliğini engelleyici davranış ve uygulamalara meydan vermeden tarafsızlık içerisinde hizmet gereklerine uygun davranmayı, * Görevimi, görevle ilişkisi bulunan hiçbir gerçek veya tüzel kişiden hediye almadan, maddi ve manevi fayda veya bu nitelikte herhangi bir çıkar sağlamadan, herhangi bir özel menfaat beklentisi içinde olmadan yerine getirmeyi, * Kamu malları ve kaynaklarını kamusal amaçlar ve hizmet gerekleri dışında kullanmamayı ve kullandırmamayı, bu mal ve kaynakları israf etmemeyi, * Kişilerin dilekçe, bilgi edinme, şikayet ve dava açma haklarına saygılı davranmayı, hizmetten yararlananlara, çalışma arkadaşlarıma ve diğer muhataplarıma karşı ilgili, nazik, ölçülü ve saygılı hareket etmeyi, * Kamu Görevlileri Etik Kurulunca hazırlanan yönetmeliklerle belirlenen etik davranış ilke ve değerlerine bağlı olarak görev yapmayı ve hizmet sunmayı…’ Tamamen soyut, uygulanma imkanı olmayan işgüzarlık örneği… Asıl madde unutulmuş: * Hiçbir şekilde hırsızlarla mücadele etmeyeceğimi taahhüt ederim. Şeklinde bir maddeyi de mutlaka içermeliydi ki hem uygulama ile tutarlı olsun hem de...

Devamını Oku

Kardeş Şehir

Konserve kutusu gibi şehir: Kowloon Walled City Bu ‘içi dolu fıçıcık’ yerde yaşayanlar, 30 katlı binalarda tıkılıp kalmıştı. Bir zamanlar dünyada nüfus yoğunluğunun en fazla olduğu yerin burası olduğu düşünülüyordu. Kanadalı fotoğrafçı Greg Girar ise Ian Lamboth ile birlikte beş yılını, orada yaşayanlarla yakın ilişkiler kurabilmek için harcamış ve o sırada da bu kareleri çekmişti. 1993’te yıkılan Kowloon Walled City’de o dönemde tam 33 bin hane vardı. Sadece kalabalık oluşu değil; Kowloon genelevleri, casino’ları, kokain ve afyon satıcılarıyla da ünlüydü. Kowloon köpek eti servis eden yiyecek bölümleri, hastalarına uyguladığı yanlış tedaviden hiçbir cezai sorumluluk üstlenmeyen diş doktorlarıyla doluydu. Kowloon’un çocukları, oyun oynamak için sokakları değil çatıları tercih ediyordu. Çünkü en rahat nefes alabildikleri yer çatılardı. Aslında Çin’e ait bir askeri kale olan Kowloon Walled City, Hong Kong topraklarının hemen bitişiğindeydi fakat burası daha sonraları tartışmalı bölge haline gelmişti. 2. Dünya Savaşı yıllarında Japonya’nın Hong Kong’u işgal etmesiyle Kowloon’un nüfusu önlenemez bir şekilde arttı. Çin’in de İngiltere’nin de sorumluluğunu almak istemediği kent, ölçüsüz bir şekilde yoğunlaştı. 1987 yılında Hong Kong yönetimi şehrin yıkımına kara verdi ancak mahkeme süreci nedeniyle yıkıma ancak Mart 1993’te başlanabildi ve Nisan 1994’te tamamlandı. Kowloon halkı, o dönemde yıkıma karşı çıkarak o koşullarda yaşamaktan mutlu olduklarını söylemişlerdi. Ancak Hong Kong hükümeti bunu dinlemedi. Daha sonra 1995 Aralık ayında aynı yerde Kowloon Şehir Parkı açıldı. Burada, eski şehirden kalma bazı yapılar hâlâ muhafaza ediliyor. *** Kowloon Walled...

Devamını Oku

Çalım

Nasıl da çalımlı yürüyorsun. Elbisen gıcır, ayakkabılar boyalı ve parlatılmış. Kravat desen o biçim. Saçlar taralı, sakal tıraşın da güzel. Bıyıklar muntazam, bir kıl bile aykırı değil. Omuzlar dik. Koltuk altına ise  karpuz sığmaz. Başka bir alemden gelmiş, ruhani bir kişilik gibisin. Öylesine yukarılarda, öylesine uçmuşsun. Halin itten beter, çalımın beyde yok ama. Be hey kukla. Piyon… Sen ne zamandan beridir adam oldun? Piyonlar ne zamandır şah gibi çalım satar oldu? Sen ki yetkini kullanıp dürüst insanlara zulmedersin. Sana emir verirler, gelirsin. Vatansever insanlar sana güvenir, derdini anlatır. Dinler gibi yaparsın. Ancak sahiplerinin dediğini yapacaksındır. Emri almışsındır bir kere. Alçakça hüküm verirsin. O kıldığın namazlar da ne? Cami sorarsın, seccade istersin. Dini bütün görünürsün. Demek ki tüm bunlar bir örtüymüş. O örtülerin ardında atan Yezid gibi, Haccac-ı Zalim gibi plan kurarmışsın. Şu kısacık ömürde bir duruşun olsun be zavallı. Bir sahibin de olmasın. Sen insan değil misin? Niçin başkalarına uşaklık edersin? Beni dinledi, cevap vermedi. Yüzü de kızarmamıştı. Yüzüne tükürmedim,...

Devamını Oku

Ey Oğul!

Bir gazete haberi… ‘Tozlu yolda eski püskü kıyafetler içinde görülen bu adamın ne iş yaptığını tahmin edin bakalım. Dışarıdan bakıldığında bir baba ya da sıradan bir çiftçiyi andırıyor. Ama o bir ülkenin devlet başkanı Uruguay Devlet Başkanı Jose Alberto Mujica’nın tek mal varlığı ise 1987 model “kaplumbağa” olarak bilinen Volkswagen aracı. Latin Amerika’nın en mütevazı liderlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Eski bir gerilla olan Mujica, 2010 yılında oyların yüzde 50’den fazlasını alarak devlet başkanlığı koltuğuna oturdu. Devlet Başkanı José Mujica’nın aylık 12 bin dolar geliri var. Ama o gelirinin yüzde 90’ını hayır kurumlarına bağışlıyor. Mujica, alışılmışın dışında giyim tarzıyla da dikkat çekiyor. Genç yaşlarında ülke halkı için gerilla olan Mujica, iki kere hapse girdi ve altı kere hapisten kaçma teşebbüsünde bulundu. Hepsinde de vuruldu. Mujica’nın yaşadığı yeri koruyan sadece iki görevli var. İnsanlardan farklı olmadığını göstermek için fazla sayıda korumayla dolaşmıyor.’ Mütevazi… Tek mal varlığı bir eski püskü bir araba… Maaşının yüzde doksanını bağışlıyor… Pahalı giysileri yok… Halkı için türlü fedakarlıklarda bulunmuş ve eline geçen ilk fırsatta bunun faturasını halkından tahsil etmiyor… İnsanlardan farklı olmadığını göstermek amacıyla çok sayıda korumayla dolaşmıyor… Jose bey ülkemizde siyaset yapsa başarılı olma ihtimali sıfıra yakın. Çünkü; Bizde mütevazilik sökmez. Gürleyeceksin. Ezeceksin. Parlak olacaksın. Fakirlik edebiyatı yapmayacaksın. Ne yani komünist misin birader derler. Bizde siyasetçiysen zengin olacaksın. İşini bileceksin. Hem iş yapacak hem de götüreceksin. Çevrene de bir faydan olacak. O zaman sevilirsin. Başın...

Devamını Oku

Millet Sevgisi

Aziz milletimizi çok seviyoruz! Bir milleti sevmek ya da sevmemek nasıl olur? Bir devlet adamı mesela, ben milletimi sevmiyorum diyebilir mi? Diyemez o halde lafla milletini sevdiğini söylemek bir siyasetçi için anlamsızdır. Biz ancak onun yaptıklarına bakarak bir karar verebiliriz: Bir halkın kültür seviyesi, eğitim düzeyi düşük olabilir ama sen bu seviyeyi yükseltmek için mücadele verirsin. Bunu yaparken popülist olmazsın, günübirlik davranmazsın hatta yapacağın şeyler aleyhine de olabilir siyaseten… Millet sevgisi böyledir. Bir millete en büyük kötülük o milletin önderleri olan siyasetçilerin yolsuzluğu örtbas etme girişimleridir. Hiç bir millet buna müstehak değildir. Eğer bir ülkede bazı devlet adamları aleyhine rüşvet, yolsuzluk vb. iddialar varsa ve buna rağmen bu konu örtbas edilmek isteniyorsa o ülkeye atom bombası atılmasına gerek yok. Adalet bir ülkeyi ayakta tutar, gökdelenler değil çünkü. Bir ülkede adı demokrasi olan tek adam idaresi varsa orada birileri halkını adam yerine koymuyor demektir. Bunlara bir çoban lazım, bunlar kendi temsilcilerini önseçimle belirleyemez ben belirlerim, onlar da oy verir dediniz mi artık siz ağzınızla kuş tutsanız millet sevginiz palavra olur. Millet ya da halk tüm bunların idrakinde olmayabilir, çok küçük bir azınlık farkındadır belki ama siz milletinizin gerçekten çıkarına davranırsınız. Dışarıdan bakan biri sizin tüm yanlışlarınıza rağmen halkın size olan teveccühü karşısında milletinizi aşağılayamaz böylece. Milleti sevmek… Milletinin ortalama yaşam standardına göre yaşamaktır mesela. Çocuklarının geliri aynı yaştaki yaşıtlarına göre olur. Kızını hep holding çocuklarına vermezsin. Bir kızın da bir...

Devamını Oku

Üsküdar ve Yargı

Türkiye yargısı atı alan Üsküdar’ı geçinceye kadar bekler. İstanbul’un göbeğine iki adet asumanhıraş (Gökdelen) dikiliyor. Gökdelenler bitiyor, paralar cepte. Bir de bakılıyor ki bu ucubeler tarihi yarımadanın siluetini bozuyormuş meğer. Yani o kadar kanun, kural, imar planı, mühendislik, mimarlık bilimi işe yaramıyor. Fotoğraf çekiyoruz, bir de bakıyoruz ki siluet bozulmuş. Bu arada atı alan Üsküdar’ı da geçmiş o hızla. Bir pişmanlık hepimizde. Bozulmayan bir silueti kalmıştı aziz İstanbul’un. Ne yapalım, bunlar nasıl insan, bu silueti niçin bozdular, traşlasınlar bari diye müteahhite küsüyoruz. Zamanla alışıyoruz ama. Bozulan siluet olsun, ülkemiz kalkındı, gelişti, kapitalizm artık abdestli hale geldi. Biz başardık bunu diye gururlanıyoruz. O kadar ki o ucube asumanhıraşların dibinde milyonlarca insanı toplayıp miting bile düzenliyoruz. Ülkemizi ne kadar sevdiğimizi, zenginleştirdiğimizi falan anlatıyoruz. Mitinge gelenler de yahu şu müthiş mimari eserden bir dairecik almak için kaç yıl çalışmam gerekir, ülke zenginleşti ancak ben neden hala fakirim diye düşüneceğine basıyor alkışı. Ve bir gün… Yüce yargımız karar veriyor. Bu binalarda kamu yararı yoktur, traşlansın, siluet bozulmasın. Oldu mu şimdi? Abdest aldırdığımız kapitalizmin abdest mi bozuldu acaba. Ya şu yargı da olmasa abdesti daha da sağlam olacak, daha bir kalkınıp gelişeceğiz de!… Abdestli kapitalistler kızacak ama böyle yargı düzeni, idari sistem olmaz. Bu binalar daha yapılmadan yargıya taşındıysa hemen inşaat durdurulmalıydı. Yargı kararına göre ya devam ederdi, ya da hepten dururdu. O vakit hem bu ucube asumanhıraşlar dikilmemiş olurdu hem de biz o...

Devamını Oku

Kutlama

Kalk! dedi kırbaççı gür bir sesle, elinde kırbaç. Tüm salon ayağa kalktı. Kapıdan içeriye yüce amir girdi. Hızlı adımlarla oturacağı koltuğun önüne geldi. En öndeki birkaç çatık kaşlı kişi, -onlar da ileri gelen kimseler olmalıydı, ile tokalaştı ve yerine oturdu. – Otur dedi kırbaççı, kırbacını yere vurarak. Tüm salon aynı anda oturdu. Sunucu gündemi okudu. Sahneye ilk olarak yaşlı, emekli bir öğretmen çıktı. Öğrenci velilerinden yediği dayakları ne kadar özlediğini anlattı. Konuşması bitti, tüm dişleri gözükecek şekilde güldü ve baş selamı verdi yüce amire. Kırbaççının gür sesi duyuldu o anda: – Alkışla… Tüm salon alkışladı. – Gül, diye bağırdı. Tüm salon aynı anda gülmeye başladı. – Dur dedi kırbaççı ve gülmeler kesildi. Aferin işareti yaptı kırbaççı. Sahneye bu sefer çalışan bir öğretmen çıktı. Ak saçlı, ucuz takım elbiseli ve beli bükülmüş biriydi. – Emekli olsam açlıktan, olmasam sınıfta kalp krizinden öleceğim dedi. Sahnenin ortasına geldi. Güldü, baş selamı verdi ve yerine geçti. Salon komutla aynı anda alkışladı ve güldü. – Şimdi de konuşmalarını yapmaları ve bizi onurlandırmaları için çok sayın yüce amirimizi sahneye davet ediyoruz dedi sunucu. Yüce amir yerinden kalktı, ağır adımlarla kürsüye geldi. Salonu şöyle bir süzdü. Tüm salon aynı anda alkışladı ve ardından da güldü. – Eğitim öğretmene bırakılamayacak kadar ciddi ve önemli bir iştir. Mutlu olun, gülün, bugün sizin gününüz dedi. Salon bu sefer daha çok alkışladı ve daha çok güldü. Kırbaççı gururluydu. Tören bitmişti....

Devamını Oku

Eğitimde İcat

Bir dizi filmde evin babası icat çıkarmayın diyor. Bu sözü MEB’e söylememiz lazım. Dünyada bizim MEB kadar icat çıkaran bir bakanlık olmasa gerek. Son icat sekizinci sınıflara ortak sınav uygulaması. Tüm ülkede öğrenciler aynı gün ve saatte belli derslerden sınava alınacak. Bu nedenle okullarda belli konuların belli bir takvimde işlenmesi zorunlu. Zorunlu da bu zorunluluk eğitimin temel ilkelerine aykırı. Yani Hakkari’nin bir ilçesindeki öğrenci ile Ankara’nın Çankaya ilçesindeki öğrenci aynı konuyu aynı hızla öğrenecekmiş bizim icatçılara göre. Bir idealist öğretmen öğrenciler konuyu tam özümsemeden yeni konuya geçmezse yani eğitimin en temel ilkesini uygularsa ne olacak? Hayır, herkes aynı konuyu aynı hızla öğretecek ve öğrenecek diyor bakanlığımız. Olay bu kadarla da sınırlı değil. Okullarımızın önemli bir bölümünde bazı dersler boş geçti. Bazı okullarda ücretli eğitim emekçileri bu ortak sınav derslerine giriyor. Tüm bu olumsuz faktörler varken ne diyor bizim icatçılar? Bana ne, öğrensinler, hem de aynı zamanda ve aynı hızda öğrensinler. Aslında bu kadar icadı sindirebilmek için sağlam bir bünye şart. Eğitimden az buçuk anlayanlarsa çoktan beyin travması geçirdiler bile. Adeta icat rekoru kırılıyor. Tam bitti, bu son icatlarıdır herhalde diye düşünürken bir bakıyoruz yeni bir icat. Hadi bakalım bu icadı sindir, hazmet, hooop arkasından yeni bir...

Devamını Oku

Milli ve Manevi Değerlerimiz

Geçenlerde bir belediyemizin bir büyük projesinden haberdar oldum. Nasıl sevindim bir bilseniz! İstanbul genelinde ‘Milli ve İnsani Değerlerimiz’ başlığı altında, ‘İstanbul, Fatihine 1453 Şükran Mektubu Yazıyor’, ‘Gençlerden, 250.000 Çanakkale Şehidine 250.000 Şükran Mektubu’, ‘Milli ve İnsani Değerlerimiz Kompozisyon Yarışması’, ‘Milli ve İnsani Değerlerimiz Resim Yarışması’, ‘Milli ve İnsani Değerlerimiz Lise Öğrencileri Arası Fotoğraf Yarışması’, ‘Milli ve İnsani Değerlerimiz Lise Öğrencileri Arası Karikatür Yarışması’ başlıklı 6 yarışma yapılacakmış. Bu büyük proje bir yarışma festivali şeklinde olacakmış. Üçlü imzaya bakınca işte gençliği kurtaracak yüce insanlarımız diye geçirdim içimden. Değerlerimizi yarışmayla öğretme fikri kime aitse alkışlamak gerek. Özelikle çocuklar bu festivalle tarihimizi daha iyi öğreneceklerdir muhakkak. Baksanıza: İstanbulun fatihine 1453 şükran mektubu. Yani; Söyle bakalım kızım İstanbul ne zaman fethedildi? 1453’te hocam. Aferin yarışmacı kızım. Geçtiğimiz yıl İstanbul’un fethi için okullardan Fatih, Sultan ve Mehmet isimli çocukların listesi istenmişti. Bu yarışma daha yaratıcı olmuş. Peki sen arkada cep telefonuyla oynayan çocuğum. Söyle bakalım Çanakkale şehitlerine niçin ikiyüzelli bin şükran mektubu yazıyoruz? Hocam çünkü Çanakkale’de o kadar şehit vermişiz. Aferin evladım. Oturma, zaten ayağa kalkmadın ki! Böylesine bir belediyeciliği alkışlamamak olmaz. En az ikiyüzelli bin kez alkışlıyor ve bindörtyüzelliüç kez saygıyla eğilip ellerinden öpüyor ve alnıma koyuyorum. İşte en yüce değerimiz. Özellikle kompozisyonda gençlerin ne yazacaklarını merak ediyorum. Farklı sese gaz bombası atmak ne türden bir değerdir? Hiç bir şiddete başvurmayan insanlara baskın düzenleyip insanları kışkırtmak nedir? Milli değer mi? İnsani değer mi?...

Devamını Oku

Figüran

Eski Yeşilçam filmlerini severim. Özellikle halkın doğal figüran olduğu sahneler çok ilgimi çeker. Cüneyt abimiz kötü adamı sokakta yakalar. Döver ve tam öldüreceği sırada polis gelir. İşte o esnada sokakta halk toplanmıştır ve sahneyi izlerler. Kıyafetleri, duruşları, kameraya bakışları çok eğlencelidir. Ben Cüneyt abimizden ziyade onları seyrederim. O döneme ilişkin fikir verirler. Bazen şimdi bunlardan kaçı yaşıyordur ve nerelerdedir diye düşündüğüm olur. Son zamanlarda bu hobime yeni bir hobi daha ekledim. Bir devlet büyüğümüz (-ki demokrasilerde devlet büyüğü, devletin zirvesi olur mu? İslamda olur mu? Peygamberimiz otururken biri gelmiş ve hanginiz Muhammed diye sormuş, yani peygamberimiz o kadar halktan, o kadar sıradanmış. Ümmiymiş yani) gazetecilere ayaküstü demeç verirken, ben artık arkasında duran figüranlara bakıyorum. İlginç oluyor. Gazeteci kızımız haddini aşıp! Birazcık zor bir soru sorunca arkadaki figüranlardan bazıları kaşlarını çatıyor. Kimi mağrur… Sen de kimsin bize halk oy verdi der gibi. Kimi, devlet büyüğümüze bu kadar yakın olabildiği için gururlu… Anne babam, akrabalarım beni şimdi seyrediyor mudur acaba? diye düşünüyor gibi. Kimi sorulan soruları fazla basit buluyor olmalı ki bıyık altından gülüyor. Kara cahil, efendimize sorduğu soruya da bak, koskoca efendimizi böyle basit konularla meşgul eder mi insan? O zaten hep iyiyi bilir, iyiyi yapar. diyor sanki… Kimi büyüğümüzün yanında hava basıyor demesinler pozunda… Umursamazmış gibi duruyor. Kimi de devlet büyükleriyle birlikte yürürken öylesine havalı ki… Küçük dağları yaratmış gibi… İnsanın figüran olası...

Devamını Oku

Fakirlerin Devleti

Bu ülke insanına atılmış en büyük kazıklardan biri devletin ekonomide olmaması ve ekonominin özel sermayeye devredilmesi fikrinin yıllarca empoze edilip ilahi bir kanun gibi insanların zihnine kazınmasıdır. Eskiden bu ülkede devletin sahip olduğu şirketler, işletmeler vardı ve adına kit denirdi. Bunlar yıllarca hep zarar ettirilerek, özelleştirme fikri insanlara kabul ettirildi. Oysa buralarda emekçiler devlet garantisi altında ve kısmen patron zulmü olmadan çalışıyorlardı. Evlerine ekmek götürüyorlardı. Sonra ne oldu? Bu işletmeler özelleştirildi ve işçiler kapıya kondu. İnsanımız da devletin sanayide olmaması gerektiğine inandırıldığından kapıya konan işçilere sahip çıkan olmadı. Oysa bu işletmeler gerçekten özerk bir yapıda olsalar ve adam gibi yönetilselerdi zarar da etmezler ve o insanlar da işsiz kalmazlardı. Bunun yerine sermayenin ve üstteki sınıfların dediği yapıldı ve kitler haraç mezat satıldı. Sonuçta bugün devlet artık sanayide çok az var ama işçilerin haklarını koruyan yok. Sendikalar güçsüzleşti. Taşeronluk denen modern kölelik meşru hale getirildi. Devlet alt sınıflara iş sağlayan konumdan çıktı, zenginlere rant sağlayan bir konuma düştü. Devlet sanayiden çekildi de ne oldu? Özel sektör ülkemizi uçurdu mu? Fakir Anadolu’ya yatırım mı yaptı? Bunların hiçbiri olmadı. Devlet artık zengin sınıfların oyuncağı, fakirlere de sus payı olarak makarna dağıtıyor. Bu durumdan kurtulmalıyız. Devlet denen organizasyon alt sınıfların, ezilenlerin ve fakirlerin haklarını koruyan bir yapıya evrilmeli. Fakirlerin devleti...

Devamını Oku

Esasında

Esasında meydanlarda ağaç olmaz demiş bir büyüğümüz. Esasında bir şehirde insanların yaşam alanında bu kadar beton olur mu? Esasında bir şehrin sokaklarının bu kadar dar olmasının sebebi nedir? Esasında bir şehrin imar planı büyükşehir belediye meclisinde bizdeki kadar kolay değiştirilebilir mi? Esasında topraktan bu kadar rant elde etmek islama uygun mudur? Esasında hiç yolları genişletmeyip her boş alana beton ucube dikmek nedir? Esasında bir kent kendi sakinleri tarafından nasıl yağma edilebilir? Esasında çocukların oyun alanları, okul bahçeleri nerede? Esasında metroyu on senedir niçin yapmadın? Gökdelen dikmekten vakit mi kalmadı? Esasında 2019 metro projesini İstanbul’u yöneten asıl başkana sordun mu? Esasında sana 2019 metro değil, 2019 her ilçeye bir gökdelen projesi yakışır. Esasında 2019 dolmuş – minibüsle bir ömür… projesi daha uygun düşer. 2019 her sıradan sokakta araç kuyruğu projesi… Esasında Atatürk havalimanı oradan taşınsa o bölgeye avm, cazibe merkezi, gökdelen, uydu kent kurulabilir. Çok da yakışır esasında… Esasında Florya sosyal tesisleri kapatılıp avm yapılsın. Uzay kenti gibi bu İstanbul esasında. Beton, gri, ruhsuz…...

Devamını Oku

Hırsız Kedi

Çocukluğum otuz kırk haneli küçük bir anadolu köyünde geçti. Her köy çocuğu hayvanlarla büyür. Benim de en güzel çocukluk anılarım hayvanlarla ilgilidir. Her bahar gelişinde rahmetli ninem yumurta dökme denilen birşey yapardı. Anne olacak tavuk yumurtaların üzerine yatar ve yumurtalardan civcivler çıkıncaya kadar kalkmazdı. Bu süreç biz çocuklar için çok heyecanlı geçerdi. Yumurtalardan kaç civciv çıkacak diye merakla beklerdik. Ninem bu sefer senin şansına yumurtaları döküyorum dedi mi heyecanımız bir kat daha artardı. Hele bir de dökülen tüm yumurtalardan civciv çıkarsa ayrıca gururlanırdık da. Bununla övünürdük. Gördünüz mü benim şansıma daha çok civciv çıktı, sizinki daha az diye… Tam yılını hatırlamıyorum tabiki, yine bir ilkbaharda ninem yumurta döktü benim şansıma. Derken civcivler de çıktı. Sadece bir yumurtadan çıkmadı ki bu gayet iyi bir skordu benim için. Civcivler zamanla büyüdü ve annelerinin arkasında gezmeye başladılar. Biz çocuklar da okuldan sonra mutlaka civcivlerin yanına gider onları seyrederdik. Akşama doğru ninemle birlikte kümese getirir kapıyı da iyice dayaklardık ki kedi, köpek gibi hayvanlar çalmasın. Yine böyle bir akşamın sabahında ninem kümesi açmış. Bir de ne görsün? Civcivlerden ikisi yok. Nasıl oldu, nereye gitti diye söylenirken birden kümesin deliğini farketmiş. O delikten giren her neyse civcivleri çalmış. Biz abimle okuldan gelince anlattı ve bize bir görev verdi: Hırsızı yakalamak. Biz de akşam yemeğini yiyip nöbete başladık. Uykumuz gelinceye kadar nöbet kolaydı da ondan sonrası Allah kerim diye düşünürken bizim hırsız göründü. Bu komşunun...

Devamını Oku

Eğitimde Adalet

Eğitim devletin halka sunmak zorunda olduğu bir hizmettir. Bu hizmeti sunarken eşitlik ve adalete riayet etmelidir. Oysa ülkemizde eğitim, eşitsizliklerin en çok olduğu, adaletin ise hiç uğramadığı bir alandır. Nasıl mı? Öğretmen açığı örneğin: İstanbul’un bir ilçesinin merkez mahallelerinde okullarda norm kadro açığı birkaç kişiyi geçmez. Neden? Çünkü o okullara ayrı bir özen gösterilir. Ne yapalım buraları öğretmenler tercih ediyor diye pis bir kapitalist yaklaşımla izah edilmeye çalışılsa da bilenler iyi bilir ki o okullarda öğretmen açığına izin verilmez. Çünkü oralarda muktedirlerin, üsttekilerin, zenginlerin çocukları okumaktadır. Aynı ilçenin varoş bir mahallesinde ise norm kadronun yarısı boştur ve ücretli öğretmen denilen çağdaş kölelerle eğitim kotarılmaya çalışılır. Alttakilerin, ezilenlerin ve mustazafların çocukları gider o okullara. Anne babalar ya gerekli kültürel birikimden yoksundur ya da eğitimle ilgilenmeye zamanları yoktur. Oysa devlet o insanlar farkında olmasalar da, önemini anlamasalar da eğitim imkanını önce onlara sağlamalıdır. Devlet eliyle çağımızın en önemli üstünlük araçlarından biri olan eğitim, zenginlerin lehine ve yoksulların aleyhine yapılandırılmış durumdadır. Her yıl bu iki kesimin çocuklarını aldığı eğitim hizmetinde uçurum daha da artmaktadır. Bu ülkede öğretmen açığı hiç olmasın. Ama eğer bu açık varsa devlet elindeki öğretmen kadrosunu halkın alt sınıflarının lehine kullanmalıdır. Eğitim yatırımlarını toplumun alt kesimlerine yapmalıdır. Zenginler ve üst sınıflar eğitimde devletin desteğine hiç de muhtaç değiller...

Devamını Oku

Komisyon

Komisyon toplandı. Ülkenin en önemli meselesi hakkında çok önemli bir karar vereceklerdi. Verecekleri karar ülkenin geleceğini etkileyecek ve etkisi yıllar boyu sürecekti. Komisyon başkanı toplantıyı açtı. Saygı duruşu ve milli marştan sonra gündem oylandı ve kabul edildi. Gündem tek maddeydi. Ülkenin çocukları liseye geçerken nasıl bir sistem uygulanacaktı? Üyelerden biri söz aldı: “Eskiden OKS vardı, SBS vardı. Bunlar uygulandı. Ancak kazanan hep dershaneler oldu. Bu sistem böyle gitmez. Bu dershanelerin önünü kapatmalıyız. Bence altı, yedi ve sekizde altı ana dersten her dönem birer sınav yapalım. Böylece tek bir sınavla bir çocuğun geleceğini inşa etmekten kurtulmuş oluruz.” dedi. Bu öneri üyelerin tepkisini çekti. Ülkede binlerce öğretmen açığı vardı ve dersler ücretli öğretmenlerle dolduruluyordu. Bırakın şehirler arasındaki eşitsizliği, aynı ilçenin farklı okullarında bile uçurum vardı. Eşit eğitim imkanı vermediğin çocuklara hangi akılla eşit sınav uygulayacaksın kardeşim dedi bir komisyon üyesi. “Haklı, dünyada adalet olacaksa tavşanla kaplumbağayı yarıştıramazsın.” dedi bir başka üye. Öneri komisyonun ortak kararıyla reddedildi. Öneri sahibi ayıplandı ve eğitimden anlamamakla suçlandı… Tam bu esnada toplantı odasının kapısı açıldı. “Ne yapıyorsunuz lan burada? Temizlik bitti mi? Çabuk olun biraz. Önemli bir toplantı olacak burada.” dedi genel müdür. Hizmetliler hemen işe...

Devamını Oku

Göz Zevki

Geçenlerde işten eve dönerken bir varoş mahalleden geçtim. Her taraf bayraklarla süslenmişti. Halk neşe içinde sokaklarda kutlama yapıyordu. Özellikle çocukların sevinci görülmeye değerdi. Acaba ne oluyor burada, bu insanlar niçin seviniyor diye düşünürken susadığımı fark ettim. Arabamı kenara park ettim. Yandaki bakkala doğru yürürken ileride bir bankta birkaç yaşlı amcanın oturduğunu gördüm. Hem biraz konuşmak hem de kafamı dağıtmak amacıyla yanlarına gittim. Selam verdim. Selamımı aldılar. Yanlarına oturdum. Bu kutlamalar da neyin nesi diye sordum. İçlerindeki en nur yüzlü olanı ‘Ne olacak kutlama yapıyoruz dedi. Amca kutlamayı ben de görüyorum ama bugün ne dini ne de milli bir bayram değil. Bu neyin kutlaması böyle? diye sorunca nur yüzlü ihtiyar şöyle dedi:  – Bizim mahallemizi görüyorsun evlat. Yıllardır şu tozlu yollarda çile çektik. Altyapımız yapılmadı, tapularımız bile yok. Ancak bize de talih gülecek galiba dedi. Ben daha da meraklandım. Ne oldu? İmarınız mı çıktı, kentsel dönüşüm mü olacak burada? diye sordum. Amca gülerek, – Yok evladım daha da iyisi oldu. Şu karşıdaki araziyi görüyor musun, orada çok lüks bir site kuruluyormuş. Ee size ne bundan dedim. Amca devam etti. – Bize ne olur mu? Bu ülkede ya zengin olacaksın ya da zenginlere yakın yaşayacaksın. O zaman hizmet alırsın. Adam yerine konulursun. Mahalleli işte bu yüzden bayram yapıyor, dedi. Yanındaki yaşlı amcaya döndü, değil mi hacı? dedi. – Hizmet gelir ama niçin? Hizmet zenginlerin göz zevki bozulmasın diye gelir. Bizi sevdiklerinden,...

Devamını Oku

Balon Makam

Protokol kuralları bir makamın ağırlığını korumak içinmiş. Törenlerde bir makam ve sahibinin ismi belli bir sırada okundu mu, ona sayınla başlayan methiyeler düzüldü mü bilmeliymişiz ki o makam ağırdır… Oysa… Makam ağırlığından bahsetmek için ilk şart o makama gelirken nasıl gelindiğinin hangi kurallara bağlı olduğudur. Makama gelmek için hangi donanımda olmak, hangi basamakları çıkmak gerekir? Bu kurallar herkes için de uygulanır mı? Hukuki, görünen kuralların dışında da bazı kurallar mı vardır? Bu sorular bir makamın ağırlığının korunmasının ilk şartıdır. Ancak bu yeterli değildir. Yukarıdaki şartları olumlu yönden taşıyan biri bir makama geldi. O makamda kalmak için ne yapması, nasıl çalışması gerekir? Adil, dürüst, tarafsız, ceketiyle gelip ceketiyle gidecek şekilde mi yoksa… Dolayısıyla bir makamda kalabilme koşulları da o makamın ağırlığını belirler. Yukarıdaki bu saptamalardan sonra maalesef ülkemizde makam ağırlığından değil, hafifliğinden bahsedilebilir ancak. Balon makamlar… Hafif ve pamuk ipliğine bağlı balonlar… Kendisini gökyüzünde zanneder ama ağırlığı balonunki kadardır ve kaderi pamuk ipliğine bağlıdır çok sayın...

Devamını Oku

Çocuklara Yer Yok

Öylesine çağdaş bir kent ki!İnsanlar otuz katlı binalarda yaşıyor. ’İstikbal göklerdedir’ derken bu kasdedilmiş olamaz sanırım. Türk-İslam kültürüne, eski osmanlı evlerine ne oldu? Rant tatlı mı geldi? Öylesine çağdaş bir kent ki!Her sokaktan sadece bir araba geçebilir. Karşıdan bir araç gelirse önce kötü bir bakış… Sonra kim galip gelirse… Öteki geri vites… Öylesine çağdaş bir kent ki!Yeşil alan kent dışındaki ormandır. Git gidebilirsen. Kent içinde kazara apartman dikilmemiş birkaç dönümlük bir yer varsa orası da cep-parktır. Artık kaydıraktan kaymak için yavrucaklar ne kadar bekler bilinmez! Öylesine çağdaş bir kent ki!Otopark, çocuk parkı ve bahçe daire fiyatlarını katlar. Öylesine çağdaştır yani. Öylesine çağdaş bir kent ki!Araba alırsın. Çocuklar top oynamasın diye dua edersin. Öylesine çağdaş bir kent ki!Bu kent çocuğu olmayan ya da olmayacaklar için kurulmuş gibidir. Bu kentte çocuklar düşünülmemiş. Öylesine çağdaş bir kent ki!Seksen metre kare 2+1 tavuk kümesi kaç lira? İkiyüzelli bin liracık… Ama kümes dedik !? Öylesine çağdaş bir kent ki!Karşıdan karşıya geçerken yakınlarınızla helalleşmenizde fayda vardır. Herkesin acelesi vardır bu kentte… Özellikle toplu ulaşım yolu denen ralli pistlerinden geçmek pek bir heyecan vericidir… Öylesine çağdaş bir kent ki!Dağın başına yirmi katlı binaları niçin yaptınız? Ama ev denilince apartmanı öğrendik biz. Başka ne yapalım ki? Öylesine çağdaş bir kent ki!Okullar tıklım tıklım. Yollar tıklım tıklım. Kaldırımlar tıklım tıklım. Apartman ve araçlardan arta kalan deliklerden de insanlar ürkerek kaçışıyor… Fareler...

Devamını Oku

Sınav

İktidar, sınava alındı. Hoca, yazılı kağıdını iktidara uzattı. İstediği sorudan başlayabileceğini ve vaktinin süresiz olduğunu söyledi. Sınavda şu sorular sorulmuştu: PKK ile ilgili olarak; – Bir yıl önce bu konuda şiddetten yanaydınız. Ne oldu da değişti politikanız? Cevap yok. – Kan dursun ama önce özerklik sonra da bölünmeye gidecek bir süreci nasıl önleyeceksiniz? Cevap yok. – Bu politikayı size ABD ve AB mi dayattı? Cevap yok. – Bu süreçle geri dönülemez bir adım attınız. Ya başarılı olamazsanız? Siz iktidardan giderseniz bu müzakere süreci ne olacak? Cevap yok. – PKK Türkiye’den çekilip Suriye ve İran’a karşı kullanılacak diyen uzmanlar var. Ne dersiniz? Cevap yok. – PKK’yı tüm kürtlerin temsilcisi olarak tanıdınız. Bunu hangi saikle yaptınız? Cevap yok. Askeri vesayet bitti ancak; – Askeri vesayet bitti ancak hukuk eliyle ordunun yıpratıldığı, ordusu zayıflatılan bir ülkenin bu coğrafyada ayakta kalamayacağı ve bu durumun bir ABD planı olduğu iddiası var? Cevap yok. – Askerlere yapılan operasyonların Batı karşıtı olanlara yapıldığı iddiasına cevabınız? Cevap yok. – Askeri vesayet bitti. ABD ve AB vesayeti de bitecek mi? Cevap yok. – Askeri vesayet bitti ama demokrasi güçlenmedi. Neden? Cevap yok. – Askerlerin demokrasiye müdahalesini engellemek için hukuku bir silah olarak kullanmak ne kadar doğrudur? Cevap yok. Suriye’de çocukları öldüren zalim Esed ile savaştığınızı iddia ediyorsunuz; – Irak’ta çocukları katleden ABD’ye ne yaptınız? Cevap yok. – Arabistan’da demokrasi mi var? Oraya neden arap baharını taşımıyorsunuz? Cevap yok....

Devamını Oku

Devrim

Bu ülkede niçin devrim olmaz? Bu sorunun cevabı halkımızın günlük hayatında karşılaştığı sorunlara verdiği tepkilerden kolayca anlaşılabilir. Büyük kentlerimizde halkın işe giderken sürekli kullandığı toplu ulaşım araçlarına bir bakalım: Bu araçlarda özellikle işe gidiş ve işten dönüş saatlerinde tam bir insanlık dramı yaşanmaktadır. İnsanlar tıklım tıklım araçlarda işe gitmeye ya da evine dönmeye çalışıyorlar. Bu sorun yıllardır sürer gider. Halk bunu bir kader olarak görmektedir. Şehir büyüktür, nüfus kalabalıktır ve biz bu şekilde yaşamak zorundayızdır. Toplu taşıma her zaman kalabalıktır, bu kaderdir ve herkes bu araçlara tıkışmalıdır. Sorgulama yok, isyan etme yok, hesap sorma yok. Güçbirliği yapmak, örgütlenmek yok. Peki ne var? Sabretmek var. ’Nasılsa cennette en hızlı araçlara sahip olacağız, bu dünyada ne kadar sabredersek öbür tarafta o kadar rahat edeceğiz.’ diye düşünür insanımız. Tıklım tıklım araçlarda şoföre, yetkililerine kızmaz, ilerlemeyen, boşlukları doldurmayan kişilere kızar. Kendi aralarında tartışır ve olayı çözmeye çalışır. Bu yıllardır böyledir. Dolayısıyla bu kafa yapısına sahip insanların yaşadığı bir ülkede devrim olmaz. Halk yanlış bir din algısıyla bu dünyada sabrederse öbür dünyada cennete gideceğine inanır. Oysa sabır, haksızlıklarla mücadele etmekten vazgeçmemektir. Mücadeleye devam etmektir. Kabullenerek susmak...

Devamını Oku

Mülk

Hakkını arayan mazlum, karşısındaydı. Tek başına… Hakkını arıyordu. Kimsesizdi… Ben haklıyım, hakkımı verin diye haykırdı. Güç ve yetkiden şımarmış bay muktedir, hakkını arayan mazlumu dinledi… Ve, Düşündü… Ölçtü… Kahrolsun nasıl da ölçtü… Canı çıksın nasıl da ölçtü… Çevresine bakındı, kaşlarını çattı. Surat astı. Sonra sırtını döndü ve küstahça böbürlendi. Mazlum dışarı çıktı. Hakkını alamadan… Karşı duvarda ‘Mülk...

Devamını Oku

Ütopya

Son gözüaç kapitalist son parasını da istiflediğinde… Son mustazaf son banka kredisini kullandığında… Son yoksulun son göz yaşı da kuruduğunda…Son din bezirganı son kez dinle aldattığında… İstismar edilecek son kutsal değer de bittiğinde… Son işçi son maden kazasında ölüp kaderdir dendiğinde… Son antiemperyalist de susturulduğunda… Son alçak son alçaklığını yaptığında… Son mazlumun adalet duygusu da yok edildiğinde… Son yeşil alan da ucube bir apartmanla talan edildiğinde… Son karmati isyanı bastırıldığında… Son vatansever de sürgüne gönderildiğinde… Ve… Son hançer son sırta...

Devamını Oku

Burası Türkiye

Karşısında idim ve içim yanıyordu. Bu yaşlı kişi beni anlar diye düşündüm. Beni buyur etti. Oturdum kapıya bakan koltuğa. O koltuğa oturmak protokolde önemli bir şey bildiğim kadarıyla. Benden önce odada bulunan ve meramını anlatan genç kişi ile biraz daha konuştu makam sahibi.Olmaz dedi, yapamam dedi. Görev ahlakıyla bağdaşmaz dedi. Ümitlendim. İşte kafa dengi bir yaşlı makam sahibi dedim içimden. İsteği geri çevrilen kişi çıkınca sıra bana geldi. Tam o anda  sekreter girdi içeriye. Elinde evrak. Makam sahibi gayet hızlı ve özensiz imzaladı evrağı. Dakikalar içinde bitirdi, talimatlar verdi. Ben hem olan biteni izliyor hem de ne diyeceğimi düşünüyordum. Sekreter çıktı nihayet. Bana haksızlık yapıldı dedim ve olan biteni kısaca anlattım. Yapılan haksızlığı düzeltmesini istedim. Dinledi ve yavaşça ayağa kalktı. Bu görüşme bitti demekti. Birkaç kelime daha edecek oldum, bana umursamaz bir edayla baktı ve ‘Burası Türkiye, burada işler böyle yürüyor’ dedi. Kendimi dışarıya zor attım. Kusmaya başladım… Karşı duvarda ‘Adalet mülkün temelidir’...

Devamını Oku

Türk İdari Sistemi

– Sayın bay hoş geldiniz, bize kendinizi tanıtır mısınız? – Elbette, ben alçak oğlu alçağım. – Alçakoğlu alçak bey ne iş yaparsınız?– Namussuzluk ve üçkağıtçılık yaparım. – Zor mudur işiniz? – Çok kolaydır. Her namussuz ve alçağın çok ahbabı vardır bu ülkede.Bize yardımcı olurlar. – Nasıl yani? – Bize göz yumarlar, bize yaklaşım gösterirler.Başımız derde girmez.Bizden herkes çekinir çünkü. Derde girse de koruyucu alçak dostlarımız hemen yardıma koşarlar. – İşinizle ilgili bir örnek verir misiniz? Bağışlayın bay alçak… Mesleğiniz pek bilindik değil de… – Bizim işimiz farklı farklı olsa da ortak nokta alçak olmamızdır. Bir okulda idarecilik yapar görünürüz ama asıl işimiz namussuzluktur mesela. Ne yaparız? Okulu ticarethaneye çeviririz.Kaynaştırma öğrencileri artırırız. Payımızı da alırız.Okul servislerine el atar parsayı toplarız. Namussuzluklarımızı da bol bol sırıtarak ve piar çalışmasıyla adeta örteriz. Her devrin adamıyızdır biz. Dindara dindar, solcuya solcu görünürüz. Kimileri gelir meyhanede ağırlarız, kimileri gelir birlikte camiye gideriz. Onlar da alçak dostlarımızdır zaten. Biri tekerimize çomak mı soktu hemen karalama kampanyamız hazırdır. Eliyle, diliyle ve kalbiyle haksızlıklarla uğraşmaktan aciz bir çok etkisiz eleman arkadaşımız yanımızda olurlar. Alçakoğlu alçağa arka çıkarlar. – Devlet nasıl müsaade ediyor peki size bay alçakoğlu alçak? – Devlet sorun çözmez bizde.Sorunların üstünü örter. Üsttekiler için tek kriter alttan kendilerine sorun gelmemesidir. Sorun gelmedi miydi değmeyin keyiflerine. Başını kuma gömen bir devekuşu gibidirler. Ta ki alçakoğlu alçak olmayan bir babayiğit gelene dek saltanatımız sürer. Gün gelir bir...

Devamını Oku

Diyemedim ya la!

Eğitimin sorunlarını alt alta sıralasak kıyafet en sona düşer ya da listeye bile giremez. Yönetmelik yazmak kolay değil mi? Bravo! Çok güzel yazılmış, yazanların eline sağlık. Özellikle bu yönetmeliğe uymayan okul idarecilerine yaptırım uygulanacak denmesi ilk kez oluyor sanırım.Asıl sorunları da yönetmelik yazarak çözebilsek hiç sorunumuz kalmazdı vallaha. Sabah karanlığında akşam karanlığında okullar açık, ne oluyor? Savaşta tüm okullar yıkıldı da geçici bir süre ikili eğitim mi var? Ne oluyor? Anlatsanıza bir zahmet… Bu çocuklar neyin cezasını çekiyor? Geçen gün bir okula gittim, yanıma gaz maskesini almayı unutmuşum. Bu okullarda niye hep bir koku var? Temizlenmiyor mu? Paraları mı yok? Niçin? Yönetmelikle çözelim. Şu müteahhitlere bir okul yaptırsak: Okul 1453… Mümkünse elli katlı. Her ilçeye bir tane okul… Ne gerek var öyle değerli arsalara okul yapmaya… İsraf… Tüm okulları tek bir kulede topla, öğretmenleri de en üstte rezidansa koy… Ne muhteşem olurdu be! Bizim çocuğun öğretmeni ücretliymiş… Nasıl yani? Diğerleri ücretsiz mi çalışıyor acaba? Allah Allah… Fransa’da, İngiltere’de böyleymiş. Norveç’te şöyleymiş. Dünyadaki istatistiklerden inşallah bir gün ülkenin gerçeklerine sıra gelir. Tek tip kıyafet kötüymüş… Tek adamlık nasıl mesela… Diyemedim ya...

Devamını Oku

Devrim

Bugünlerde milli eğitimde devrim gibi bir adım atıldığını duyduğumda heyecanlandım. Acaba ne oldu? İkili eğitim mi bitiyor, öğretmen açığı mı kapanıyor yoksa okul binaları az katlı ve büyük bahçeli mi yapılacak diye ümitlendim. Ancak bir de ne göreyim! meğer devrim bunlar değilmiş. Ya neymiş devrim? Öğrenci andı kaldırılacakmış…Devrim buymuş. Öğrenci andını kaldırmak devrim mi? Devrim yukarıda saydıklarım. Öğrenci andını kaldırmakla bu ülkede kürt çocuklarını ayrımcılıktan kurtarmıyorsunuz. Çünkü bu and okullarda bir düzen ve disiplin aracı olarak kullanılır. Hiçbir türk ya da kürt çocuğu bu andı okuyarak bilinçlenmez ya da tam tersi. Bu and pedagojik değildir çünkü o yaştaki çocuklara and okutarak ne milli bilinç uyandırabilir ne de milli bilincini yok edebilirsiniz. Anlasanıza çocuklara uzaktır bu işler. Onlar sıraya geçmeyi, askercilik oynamayı, bağırmayı ve yaramazlık yapmayı severler. Arkadaşından ya da yan sınıftan daha çok bağırmak peşindedirler ve böylelikle öğretmenden aferin almayı düşlerler. Bu andla biliçaltına da bir şey olmaz merak etmeyin. Ben size asıl ayrımcılıktan bahsedeyim. Örneğin varoşlarda okuyan çocuklarla, zengin semtlerde okuyan çocuklar arasındadır asıl ayrımcılık. Zengin her türlü imkanla çocuğunu yetiştirirken, varoş insanına hem hizmet götürmeyip hem de okula para vermeyin demektir ayrımcılık. Çünkü fakirin çocuğu okumasındır amaç ve asıl ayrımcılık budur… Halkın karşısına geçince son model pırlanta dişlerle sırıtıp, sizleri seviyoruz deyip, kapalı kapılar ardında bırakın ya, ne halleri varsa görsünler, gönderin sürgün öğretmenleri, stajyerleri demektir ayrımcılık. Birileri öğrenci andı ayrımcılıktır derken asıl ayrımcılıkları örtüyordur sadece. Bu...

Devamını Oku

Randevu

Sınırsız bir mutluluk sardı memleketi. Mevlitler okundu. Dualar edildi. Nafile namazlar kılındı yüzlerce rekat. Otobüslere bayraklar asıldı. Şehirlerin küçücük meydanlarında dev konserler verildi. Borsa yükseldi. Faiz ve döviz kuru düştü. Memurlar zam beklentisine girdi. Köprü ve otoyollar ücretsiz yapıldı. O günün tatil edilmesi teklifi sunuldu meclise. Modacılar onun için özel giysiler bile hazırladılar. Ne giyerse daha etkili olabilirdi? Kıravatı nasıl olsundu? Dişlerini yaptırsa daha iyi mi olurdu? Şöyle biraz da kilo verse. İletişim hocaları kuyruğa girdiler: Efendimiz şöyle yaparsanız, vücut dilinizi böyle kullanırsanız daha etkili olur dediler. Ülkenin dört bir yanından hediyelikler yağdı. Ne götürseydi acaba? Tulum peyniri mi, elma mı, ya da… Bir beklenti oluştu. Bir çıkış ümidi. Nihayet oluyor muydu? Kurtuluyor muyduk? Yaşasın mıydı? Bir yanda yeşeren ümitler diğer yanda da bir kıskançlık hali. Rakipler kıskanıyordu. Onlar da başarabilirdi bunu. Hem çok daha kolay ve hızlıca. Ne vardı bu kadar büyütülecek böyle? Yeni seçilen bay başkan altı ay bekletip vermişti randevuyu…...

Devamını Oku

Konuşmacı

– Gördün mü ne güzel giyinmiş! – Evet gerçekten kıyafeti bir harika. – Yürüyüşünü gördünüz mü? – Evet, gerçekten ne endamlı yürüyor be! Helal olsun…– Sahneyi gördünüz mü? – Ne muhteşem hazırlanmış bir sahne! Ya o ses ve ışık gösterileri! Yakışır gerçekten. – Saatini gördünüz mü? – Bu saate bakarak bize daha iyi hizmet ediyor demek. Dakikliği oradan geliyor. Şimdi anladım. – Ya şu ayakkabılar? – Ayakkabılar İtalyan malı olmalı. Ne de olsa çok çalışıyor ayağı rahat etmeli ki bize daha çabuk ulaşabilsin. Yardımımıza hemen koşabilsin. – Şu ses tonuna bir bakın hele, ne vurgulu, ne coşkulu bir ses bu böyle canım! – Dünyada en güzel, en vurgulu konuşan hatip bence. – Ya şu alkışlayanlarla kurduğu göz teması? – Evet, en çok takdir edilecek yanı. Taraftarlarıyla sanki bütünleşiyor canım. Ara sıra duruyor, alkışı bekliyor, alkışları yönlendiriyor ve konuşmaya öyle devam ediyor. Bu şekilde bir yaklaşım yani seyircisiyle bütünleşen bir tutum! Ne takdir edilecek bir meziyet bu böyle! – Ya o şiirler? – İnanın kendimi edebiyat dersinde zannediyorum. Var mı la dünyada bu kadar güzel şiir okuyan bir önder? Olabilir mi? Bu tarihsel kişilik ancak bu topraklardan çıkar. Şiirine yandığımın… – Postaları? – Evet işte alkışlanacak bir meziyet daha. Ne güzel posta koyuyor. Sanki ölümsüz. Dünyanın anasını satan bir özgüven! Öyle mıymıntı adam yakışır mı bize? Bu büyük millete büyük posta koyucular lazım. Sanki gök gürlüyor. Ne kadar şükredip namaz...

Devamını Oku

Siyasal İslam

Siyasal İslam devlet aygıtının İslam dininin emirlerine göre dizaynını hedef alan bir ideoloji olsa da gördük ki ve biliyoruz ki artık, bu ideoloji dinsel kavramları gayet seküler bir model için istismar ediyor. Nasıl peki? Mesela iman… Bir Müslüman için Allah inancı sorgulanabilir mi? Hayır. Siyasal İslam’da da siyasal öndere iman edilir. O sorgulanamaz, eleştirilemez ve hatadan münezzehtir. Dolayısıyla dindeki iman olgusu siyasal islamda karşımıza tam itaat ve bağlılık olarak çıkıyor. İkinci konu cennet. Bir Müslüman için cennet tıpkı dünya gibi kesinliği olan bir olgudur. Cennete nasıl gidileceği bellidir ama zamanı belirsizdir. Biz Müslümanlar biliriz ki cennet vardır ve salih amel işlersek oraya gideceğiz. Siyasal İslam’da da cennet dünyevi zenginleşmedir. İman ettiğimiz siyasal önderimiz bizi cennete kavuşturacaktır ama ne zaman olduğunu bilmiyoruz. Bir iktidar dönemi geçer cennete kavuşamayız. Bir iktidar dönemi daha geçer yine cennet ortalarda gözükmez. Ancak bizim gibi iman etmiş kullar siyasal öndere itaat etmeli, Salih amel işlemeli yani oy vermeli ve sabretmelidir. Cennete kavuşulacaktır mutlaka. Yukarıdaki iki örnekten de anlaşılacağı gibi siyasal İslam dinsel kavramları istismar eder. Onları seküler bir iktidar aygıtı ve bu iktidarın devamlılığı için kullanır. Dinsel olan dünyevi olanın emrine...

Devamını Oku

Amele Pazarı

Kamyonet amele pazarının kurulduğu sokağa girdiğinde ameleler heyecanla kamyonete koştular. Kamyonet ani bir frenle durdu. Şoförün yanındaki adam camı açtı ve yavaş olun lan başlarım sizin gibi ameleye diye bağırdı. Ameleler korkarak kenara çekildiler ve başlarını öne eğdiler. Kamyonetten inen adamlar, sıraya geçin diye uyarınca ameleler birbirlerini iterek sıraya geçtiler.Bu esnada bir erkek amele düştü ve kolunu incitti. Düşenin arkadaşı bir başka ameleyi sorumlu tuttu ve taraflar kavgaya girişti. Diğer amelelerin araya girmesiyle kavga bitti ve sıra tekrar oluşturuldu. Şoför küçümseyerek amelelere baktı ve aferin lan, dayanışmayı öğrendiniz dedi. Amele arayan kişi, içinizde matematik branşından olanlar bir adım öne çıksın diye bağırdı. Üç kişi öne çıkarak adama baktılar. Adam bir okulda hizmetliydi ve amele seçmeye gelmişti. Matematikçi amelelerin saçlarını inceledi. Müdür bey kel olmasın diye emir vermişti. Üç kişiden biri keldi ve o elendi. Büyük bir hayal kırıklığı içinde sıraya geri döndü amele ve seçilemedim diye ağlamaya başladı. Kalan iki kişiden biri kadındı. Hizmetli kadına baktı. Kaç yaşındasın sen diye sordu. Otuz iki dedi kadın. Sen gel dedi kadına. Kadın sevinçle kamyonetin kasasına atladı. On günlük iş ona ilaç gibi gelecekti. Bu ayın kirasını henüz ödeyememişti, bu işle kirasını ödeyebilirdi. On günün sonunda yine amele pazarı onu bekliyordu ama olsundu. Bu ülkede öğretmen olup on günlük iş bulmak da meseleydi. Kamyonet pazardan uzaklaşırken geride kalan ameleler tartışmaya giriştiler… Bu matematikçiler şöyleydi… Sınıfçılar böyleydi… Şu sendika da falanca hükümet zamanında...

Devamını Oku

Bu Toplantıdan Niçin Çözüm Çıkmaz?

Saygı duruşu ve milli marştan sonra müdür bey toplantıyı açtı. Sorun masaya yatırıldı. Her katılımcı dimdik oturdu. Bacak bacak üstüne dahi atmadan. Bakışlarını müdürden ayırmadılar. Kafalarıyla onaylama hareketi yaptılar büyük bir özenle. Müdür bey çözümleri söyledi.Herkes bu çözümlerle sonuç alınacağına inanmasa da onaylar gibi yaptı. Söz alan bazıları heyeti saygıyla selamlıyoruz demeyi unutmadılar. Bu çözümlerin ne denli işe yarayacak çözümler olduğunu anlattılar. Otururken ceketlerinin düğmesini de açtılar. Toplantı bitti. Çoğunluk hızla uzaklaşırken bazı katılımcılar kalıp müdür beyle çay içmeye çıktılar. Mesai başladı tekrar. Sorunlar aynı. Günler geçti. Yeni bir toplantı yapılacağı duyuruldu. Heyet büyük bir ciddiyetle yine yerini aldı. Gündem okundu. Saygı duruşu ve milli marştan sonra toplantı başladı. Müdür anlattı. Heyet dinledi. Kafalar onayladı, eller not tuttu. Herkes bu zaman diliminde orada olmanın bir görev olduğuna inanmış halde görevini yaptı. Çözümler nasılsa müdür beyin işiydi. Toplantı bitti. Çoğunluk ayrıldı, bazı katılımcılar müdür beyle çay içmeye çıktı. Mesai başladı. Sorunlar aynı. Günler geçti. Toplantı kararı duyuruldu. Üst makam uygun gördü, onayladı ve heyet toplantıda tam kadro hazır bulundu. Saygı duruşu ve milli marştan sonra gündeme geçildi. Sorunlar masaya yatırıldı. Müdür bey anlattı, heyet dinledi… Büyük bir ciddiyetle…...

Devamını Oku

Çağdaş Köle Pazarı

Yıllardır ülkemizde bir kavramın hakimiyeti yaşanıyor: Öğretmen açığı… Tıpkı terör gibi, işsizlik gibi. Bu şekilde öğretmen açığı da diğer sorunlardan bir sorun gibi sıradanlaşıyor ve halkın kafasına kazınıyor. Oysa her sorun kabul edilebilir ama öğretmen açığı gibi bir sorun kabul edilemez. Öğrenci var, okul var ama öğretmen yoksa devlet de yok. Devletin birinci görevi eğitimdir. Bunu yapamıyorsan yoksun. Diğer tüm sorunlarda başarılı olsan da önemi yok. Asker sayısı az olsun, postahanede memur olmasın ama öğretmen nasıl olmaz?Okullar bu yıl da ilçe milli eğitim müdürlüklerince oluşturulan çağdaş köle pazarından seçilen kölelerle dolacak. Köleyi seç, telefonla ara ve isminin başına efendisinin adını yaz da diğer köle arayıcılar yanlışlıkla satın alınmış köleye talip olmasınlar. Köle ticaretinde resmi düzen! Hepsi yediyüz-sekizyüz liraya çalışmaya hazır ve üniversite mezunu. Köle statüsüne kavuşmayı mutluluk sayıyorlar. Bu bir ülke için dip noktasıdır. Kadroluya ikibin beşyüz liraya yaptıracağın işi çağdaş bir köle pazarı kurup üçte bir fiyatına yaptır. Nasılsa halk bunu görmeyecek. O yine gelip okul idarecisine kafa tutacak, olmadı şikayet edecek. Benim çocuğumun öğretmeni niye köle pazarından seçilmiş diye hesap sormayacak ya da sorsa da yanlış kişiden soracak. Bu arada, köle seçerken kadın köle seçin. Onlar nasılsa ya evli ya da babasının yanında kalıyorlar. Aldıkları ücret ek gelir gibi. Erkek köleler ise aldıkları ücret nedeniyle mutsuz ve uyumsuz oluyorlar. Yanlış köle seçip eğitimin kalitesini düşürmeyin ha! Soruşturmayı yersiniz...

Devamını Oku

Otobüse Binen Başbakan

Başbakan otobüse bindi. Elindeki kartı okutmaya çalıştı ancak beceremedi. Şoför ters ters baktı. Sırada bekleyen gece çalıştığı belli olan işçi ya bunun ne işi var burada gitsene makam arabanla be diye düşündü. Derken şoför lütfen çabuk olun abi dedi. Özür dilerim akbilim bitmiş dedi başbakan. Şoför içeriye sorun o zaman ama çabuk dedi. Başbakan akbili olan var mı diye kısık bir sesle sordu. Kimse duymadı.Lütfen akbili olan var mı diye tekrar sordu sesini biraz daha yükselterek. O esnada sırada bekleyen işçi bir omuz darbesiyle başbakanı itti ve kartını okutup geçti. Başlayacağım senin gibi başbakana lan dedi dudağının ucuyla. Akbili yok,başbakan olmuş bir de dedi bir diğer yolcu. Başbakan yüzü kızarmış halde kendisine akbilini veren elindeki kitaptan öğretmen olduğu belli olan genç kadına teşekkür ederek ücreti uzattı. Kadın almak istemese de üsteledi başbakan. Şöyle bir baktı etrafına. Karşılıklı ikişer koltuk şeklinde duran koltuklardan biri boştu arabanın ön kısmında. Ancak boş koltuğa oturunca ters gidecekti. Evladım dedi sen buraya geçebilir misin, benim midem bu şekilde yolculuğa dayanmıyor, bulanıyor. Saçlarını kirpi gibi dikmiş genç çocuk tamam abi demek zorunda kaldı istemeyerek de olsa. Bu ne biçim başbakan lan dedi içinden genç. Niçin otobüse biniyor? Yolculuk başladı. Hava sıcaktı. Otobüsün kliması çalışmıyordu. Şoför bey klimayı açarmısın ya diye bağırdı ter koktuğu yanında oturan yaşlı teyzenin rahatsız tavırlarından anlaşılan kirli sakallı bir adam. Klima açık ama kendiliğinden kapanıyor kardeşim diye cevap verdi şoför. Lan...

Devamını Oku

Yolun Sonu

Umutsuzca gezindi… Parklarda, caddelerde… Kaza namazı kıldı… Dua etti… Sokak kedilerini besledi… Denizi seyretti uzun uzun… Martılara ekmek attı… İstemiyordu, kabullenemiyordu… İsyan etti… Tevbe etti… İyiyim dedi… Unutmaya çalıştı… Unuttu… Hatırladı… Olmaz dedi…Özür diledi karısından… Aldattığı için onu… Kızını düşündü… Okutmuştu onu… Kocasıyla mutluydu… Avundu… Yıllar önce ölen anne babasının fotoğraflarına baktı… Hasretle… Günleri… Saatleri saydı… Dakikaları… Ve… O akşam… İyi hissetti… Sevdiği diziyi izledi… Çay içti yavaş yavaş… Bitmesin bu keyif der gibi… Sabah ezanı okundu… Kalkamadı…...

Devamını Oku

Son Günah

Ölüm döşeğinde yatarken… Gözleri kısık, ağzı kurumuş ve alnı terlerken… Yanında kızı Kur’an okuyor… Ve karısı sessizce ağlıyorken… Dışarıdan bir horoz sesi… Sabah olmuş…Gözleri birden açılıyor… Kızına bakıyor hüzünle ve elini tutmaya çalışıyor… Babacım ne istiyorsun diye soruyor kızı… Son bir günah daha işleyebilmek diyor adam… Pişmanlıkla… Yüzünde acı bir tebessüm… ÖNDER...

Devamını Oku

Timsah İle Ördeklerin Performansı

Kapitalizm timsahlarla ördeklerin aynı suda yüzdürülmesidir diye güzel bir tanım vardır. Biz Türkler timsah ve ördekleri aynı suda yüzdürmeyi öyle seviyoruz ki eğitim sisteminde bile kullanır hale geldik. Nasıl mı? Son günlerde eğitim camiasında bir performans  anlayışıdır gidiyor. Tam olarak ne olduğu ortaya konmasa da biz şimdiden bu projenin bir ördek-timsah yaklaşımı olduğunu belirtelim.Okullar tamamen somut kriterlerle yarıştırılacak ve bir performans sistemi oluşacakmış. Bir tarafta üç bin kişilik okul, diğer yanda altıyüz kişilik… Bir yanda tecrübeli öğretmenlerin olduğu bir toplu konut okulu, diğer yanda aday öğretmenlerle dolu bir okul… Bir yanda varoş kesimin kültür fakiri velileri, diğer yanda toplu konutlarda ikamet eden kültürlü veliler… Bir yanda temizlik giderlerini bile karşılamakta zorlanan okullar diğer yanda kasasında yüzbinlerce lira olan adeta holding okullar… Ülkemizdeki okullarda en düşük seviyede bir standartlaşma dahi başarılamamışken performanstan ne beklendiğini anlamak imkansız. Eğitim sisteminde bir verimsizlik olduğu aşikar ancak bunun çözümü ifrat tefrit şeklinde uygulamalar değil. Performans sisteminde sonuç baştan belli: Timsahlar ördekleri yiyecek. Öte yandan tabiatta güçlülerin ayakta kaldığını savunan bir materyalist yaklaşımı da uygulamış olacağız. Sonuçta timsahlara yem olan ördeklerin ardından ne diyeceğiz? Allah rahmet...

Devamını Oku

Hurda

Profesöre sormuşlar: – Hocam, modern dünya hurda ve çöp dünyası biraz da. Sizce de öyle değil mi?Profesör gülmüş: – Hangi çöp ve hurdalardan bahsediyorsunuz? Öğrenciler şaşırmış: – Hocam hangi çöpler, hurdalar olacak? Teknolojik atık ve hurdalar… – Çok sığ bir düşünce demiş, profesör ve devam etmiş, doğru… Modern üretim ve tüketim alışkanlıkları dünyayı bir çöplüğe çevirmek üzere. Ancak sadece teknolojik çöp ve hurdalardan bahsedip, çöp ve hurda kişiliklerden, ruhlardan hiç bahsetmemek de modern bir tutumdur. En önemli sorun teknolojik hurda ve çöpler değil, hurda kişilik ve...

Devamını Oku

Yüksek İdeal

Yüksek ideal kapıdan içeri girdiğinde üzgün ve düşünceli görünüyordu. Yıllardır bir türlü derdine çare bulamamıştı. Son ümidi Genç Bilge idi. Buyur etti misafirini Genç Bilge.– Benim sorunum, dedi Yüksek ideal, sürekli yerlerde sürünmek. Layık olduğum itibarı göremiyorum. Durumum kötüden betere doğru gidiyor. Ne olur bana bir yol gösterin, ben de hep hak ettiğim gibi yükseklerde dolaşayım. Misafirini dikkatle dinleyen Genç Bilge şöyle cevap verdi: – Siz Yüksek idealsiniz ama sizi sahiplenenler yüksek karakterli kişiler değil anladığım kadarıyla. Bu nedenle yerlerde sürünüyorsunuz. Çözüm sizi taşıyacak yüksek karakterli kişiler bulmanız. Çünkü yüksek idealleri yüksek karakterli kişiler hak ettiği noktaya taşır. Zayıf karakterlilerin elinde hep yerlerde...

Devamını Oku

Sırt

Minibüs her zamanki gibi kalabalıktı. Ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Gideceğim mesafe kısaydı ve acelem yoktu. Aslında yolculuk etmek zor olsa da severim bu araçları. Topluma ayna tutarlar. Filozof yaparlar beni. Neyse…Bir köşe başında beş, altı kişi birden inince ben de oturabildim. Bir sevindim ki sormayın! Yanına oturduğum yaşlı amcaya ‘Nasılsın amca?’ dedim. Deyiş o deyiş! Başladı anlatmaya: Yıllarca sırt ağrısından çekmiş. Gitmediği hastane ve doktor kalmamış. Gençlik ve orta yaşlılık dönemleri bu ağrıyla geçmiş. Zamanla alışmış bu hale. Ağrı ve hayat… Kendince çözümler bulmuş. Ağrıyla yaşamayı öğrenmiş. Derken günlerden bir gün ,- ki bu yaşlılık dönemlerinde olmuş, ’Son bir doktora gideyim. Şu yaşlı halimle ağrı çekmem zor oluyor. Belki bir çözüm bulunur.’ diye düşünmüş. Günlerce internetten randevu almak için uğraşmış. Bir torunu başarmış randevu almayı ve çıkmış bir doktorun karşısına. Anlatmış derdini. Doktor gülmüş ve şöyle demiş: – Amca, yıllarca boşuna ağrı çekmişsin. Senin derdinin devası çok basit: Sırtını sağlam bir yere dayamak. Yaşlı amca konuşmaya devam edecekti ama ben ineceğim yere gelmiştim. İndim araçtan… Sırtım ağrıyordu benim...

Devamını Oku

Statüko

Eğitimdeki eşitsizlik en büyük statükodur bu ülkede. Değişmeyen, değiştirilemeyen… Varoş, kasaba, köy ya da az gelişmiş bir yerde doğmuşsanız okuma olasılığınız İstanbul Atakent’teki yaşıtınızdan kat be kat daha azdır. Toki inşa ettiği her üç apartmanın ortasına bir son model okul yapar. Oysa varoşlarda üç bin kişilik okullar vardır ve öğrenciler sabahın yedisinde yollara düşer. Doğuştan avantajlı olan yine avantajlıdır. Doğuştan mağdur kara çocuklar yine bir sıfır mağluptur. Bu statüko değişmez. Varoşlarda okullar ücretli eğitim köleleriyle doldurulur. Doğuştan avantajlı beyaz çocukların okullarında ise öğretmen açığı düşünülemez. Ne yani? O kıymetli çocuklara ücretli öğretmen verilir mi? Varoş çocuğunun sokağı çamurdur. Parkı yoktur. Spor alanı yoktur. Sosyal yaşamdan söz edilemez. Okula gelir. Okulu kalabalıktır, eskidir. Bahçesi dardır. Spor alanı yoktur. Olan tek alan askeri düzenle sıraya geçtiği yerdir. Sırası eskidir. Tahtası da… Bu statüko hiç değişmez. Değiştirilmez ya da...

Devamını Oku

Kazıkçı

Dedemle sohbet etmek, onun anılarını dinlemek en büyük zevkimdi bir zamanlar. Yaşı seksene dayandığı için onu dinlerken aslında ülkenin tarihini de öğrenmiş olurdum. Bir gün bana çok ilginç bir konudan bahsetti: Ülkenin kazık yeme serüveni… diye başlayan kitabında özetle şunları anlatıyor genç yazar: Kazık atma imtiyazı Ülkede bir zamanlar kazık atma imtiyazı sadece bir kesimin elindeymiş. Bu kesim yıllarca elinde tutmuş bu imtiyazını. Halka kazık atarken bunu öyle bir sunarlarmış ki kazık yediğine memnun olurmuş halk. Kazıkçılarını el üstünde tutar ve onlara toz kondurmazmış. Yeni bir kazıkçı kesim türüyor Uzun yıllar süren bu dönemde kazık atma imtiyazını elde etmek isteyen yeni bir kesim ortaya çıkmış. Yıllar içinde yenilen kazıklar onlara kazığın nasıl atılacağı konusunda bir fikir vermiş haliyle. Bu kazıkçılar nasıl atıyorsa kazığı biz de o yollarla atalım demişler ve girişmişler propagandaya. Biz kazığı bunlardan daha güzel atarız, demişler. Her türlü ikna yöntemini denemişler. Halk inanmamış bunlara. Ne yaptılarsa olmuyormuş bir türlü. Moralleri bozuk, kara kara düşünürlerken birden akıllarına sembol bir kazıkçı bulmak gelmiş. Aramışlar taramışlar en sonunda bulmuşlar sembol kazıkçıyı. Halen halka kazık atan kesimin sembol kazıkçısıyla benzer bir dil kullanıyormuş bu kişi. Değişen kazığın mahiyeti Büyük gösteriler düzenlemeye başlamış bu iki kazıkçı. Bir yanda ülkenin imtiyazlı kazıkçıları diğer yanda bu imtiyazı ele geçirmek isteyen yeni kazıkçılar. Aylar sürmüş kazık toplantıları. Sonunda seçim yapılmaya karar verilmiş ve ülkede genel imtiyazlı kazıkçı seçimleri yapılmış. Seçim sonunda yeni kesim kazık...

Devamını Oku

Kör

O parlayan gözleri iyi tanırım. O gözlerin sahipleri bu ülkede zaman zaman değişir ama o gözlerin ışıltısı hiç değişmez. Parlaklığını güçten alır o gözler ve şımarıklıkla karışık bir kibirlenme içindedirler. Siyasi güce sırtını dayamanın verdiği rahatlıkla muhatabını dinler gözükerek biz zaten haklıyız ama bak yine de senin değersiz fikirlerini dinleyebiliyoruz der gibidirler. Bir vakitler sırtını askere dayamıştı o gözler ve hoyratça onuncu yıl marşı diktası kurmuşlardı. O marş söylenirken devrin parlak gözleri etrafı tarar ve gönülden söylemeyenleri bulmaya çalışırlardı. Bugün de durum farklı değil. O gözler iş başında yine. Sanki bir peygamber gelmiş, kurtuluş reçetesini sunmuş ve herkesten biat beklerken o gözler etrafı tarıyor yine. Karşısındakine bakıyor kibirle. Hey sen gerçeği göremeyen zavallı. Acıyorum sana, gel şu siyasi peygamberin reçetesine inan, diyorlar. Ve ben zamanında o gözlere nasıl inanmamışsam bugün yine inanmıyorum. Bu hoyratça şımarıklık ve kibir itiyor beni. Bakamıyorum o...

Devamını Oku

Kuyruğuna Basılan Kedi

Yıllar önce on daireli bir apartmanda yaşadım. Apartman sakinleri olarak en çok hırsızlardan şikayetçiydik. Öyle ki hırsızlar adeta staj yapıyordu apartmanımızda. Hırsızların girmediği daire kalmamıştı. Her hırsızlık vakasından sonra komşular olarak gerekli tedbirleri almamız gerektiğini söylüyorduk. Bu kadar aciz miyiz biz diyorduk.. Hemen bir kamera sistemi taktırmalıydık apartman girişine. Kararlıydık hırsızları engellemeye. Ancak birkaç ay içinde yine bir daire soyuluyordu. Biz yine aynı tepkileri veriyor ve ateşli ateşli konuşuyorduk. Zamanla bu durumu kanıksar oldum. Yine o yıllarda İsrail yılda bir kaç kez Filistinlileri bombalıyordu. Her katliamdan sonra İslam dünyası ayağa kalkıyordu. İsrail çizmeyi aşmıştı artık. İyi bir ders verilmeliydi bu İsrail’e. Büyük gösteriler düzenleniyor, cuma namazı çıkışı cemaat İsrail bayraklarını yakıyor ve BM göreve çağrılıyordu. Ancak bir kaç gün içinde ortalık sakinleşiyor ve bir dahaki İsrail saldırısına kadar gündem değişiyordu. Bu her defasında tekrarlanıyordu ve ben zamanla apartmanımızdaki tedbir alınamayan hırsızlık olayıyla Filistinlileri katleden İsrail arasında bir benzerlik olduğunu anlamaya başladım. Neydi o benzerlik? Kuyruğuna basılan kedi… Bizler yani hırsızlığa önlem alamayan apartman sakinleri ve İsrail her Filistini bombaladığında İsrail’i lanetleyen bizler kuyruğuna basılan kediydik. Kuyruğuna her basıldığında feryat eden ama kuyruğuna basılmasını engelleyemeyen bir kedi… Bugünlerde sanırım bir kuyruğumuz da kalmadı...

Devamını Oku

Fatura

Müdür sabah erkenden kuruma geldi. Karmaşık duygular içindeydi. Bugün kurumdan ayrılıyordu. Üç yılda kuruma önemli hizmetler vermişti ancak yine de içinde kurumdan ayrılmanın verdiği bir hüzün vardı. Canını sıkan asıl konu ise üst kuruma gönderdiği faturanın kabul edilmemiş olmasıydı. O yüzden bugün müfettişler gelecekti. Şu iş uzamadan bir hallolsa, diye düşündü. Masasını önceki gün toplamıştı. Koltuğuna son bir kez oturdu. Bilgisayarını açtı. Çayının gelme saatiydi ancak bir gecikme vardı. Alışmıştı bu gecikmelere. Çalıştığı her kurumdan ayrılırken son gün mutlaka personel tavır değiştirirdi. Zile bastı, çay istedi. Çayını yudumlarken faturayı düşündü. Niçin kabul edilmemiş olabilirdi? Bir anlam veremedi. Derken müfettişlerin geldiği kendisine bildirildi. Müfettişleri ayakta karşıladı ve gülümsedi. Gelenler de en kibar hallerini takınmışlardı. Bir şey içer misiniz diye sordu. Çaylar geldi ve çalışma masasına geçtiler. Fatura önlerindeydi. Kıdemli müfettiş söze başladı: Sayın müdür dedi, kurumumuza gönderdiğiniz fatura kabul edilmedi. Sorunu birlikte çözelim ki siz de rahat rahat terfi ettiğiniz göreve başlayın. Öncelikle sayın müdür kuruma katkılarınızı maddeleyelim: Kurumda personeli eğittiniz. İş disiplinini sağladınız. Her yıl yaptığımız rutin denetimlerde doksan ve üzeri puan topladınız. Kurumdan hizmet alan değerli halkımızın sunduğu raporlarda yüzde seksenbeş lehinize görüş var. Özellikle önceki yönetim döneminde var olan gizli rüşveti kaldırmanız takdire şayan. Bu saydıklarım kuruma katkılarınızdır, dedi. Teşekkür ederim sayın müfettiş dedi müdür, yaptığım hizmetleri eksiksiz saydınız ancak ben faturanın kabul edilmemiş olmasını hala anlayamıyorum. Bu sefer sözü genç müfettiş aldı. Sayın müdür dedi genç...

Devamını Oku
  • 1
  • 2