“Ben bir gizli hazineyim, bulunmayı arzu ettim” diyen Allah, kendi Ruh’undan üfleyerek yarattığı ve mahlûkatın en şereflisi olarak, nitelendirdiği insanı var etmiştir. İnsana verdiği bedenle, parmak izine kadar[i], bütün insanların birbirinden ayrılmasını, seçilmesini, farklılaşmasını murat eden Yüce Yaratıcı onu nefs ve akıl gibi olgularla, manevi ve iç âleminde de anlaşılması çok zor ve yine hepsini birbirinden farklı, çeşitlilik arz eden bir hale büründürmüştür.
Bu haliyle insanların hepsi, birbirinden çok farklı noktalarda bulunmaktadırlar. Ama “Bütün yollar Roma ya çıkar” sözünün verdiği anlam gibi, adeta her farklı noktada bulunan insanın bulunduğu yerden, Allah’ın bulunduğu yere, yani o insanın kendi kalbine başka bir deyişle de aslında bütün insanların buluştukları, toplandıkları, bir oldukları yere varmalarını istemiştir.

Sponsor Bağlantılar

İnsanlar dış görüntü itibarı ile birbirinden ne kadar uzak mesafeler de yaşarlarsa yaşasınlar, farklılaşmalarına sebebiyet veren nefs olgusunu kaldırdıklarında, kendi kalplerinde var olan Allah da bir olduklarını öğrenirler ve teklikte buluşurlar. Aslında insanlar arasında ki gerçek mesafeler, zamandan ve mekândan münezzeh ruh ile değerlendirildiğinde, galaksiler arası mekân ya da çağlar boyu zaman değildir. Gerçek mesafe onun farklılaşmasını sağlayarak, tekrar Allah’ı arama ve bulma gayretini göstermesi için, sıladan ayrılmasına vesile edilen ve Allah ile arasına çekilen nefs perdesindeki farklılıklardır. Aradaki bu perdelerin kaldırılarak, Allah’a ulaşmayı amaç edinen insanlara Allah’ın yardımının ulaşmayacağı düşünülemez.

Ancak âşık olduğu nefsini tercih ederek orada onunla kalmayı düşünenler, hakikatte âşık oldukları sılalarından, Allah’tan ayrı kalmaya kendilerini mahkûm etmiş olurlar. Bu ayrılıksa, gerçeklerin en geç ahrette farkına varıldığında, nedamet ve özlem ateşiyle yakarak, anladığımız cehennemi aratacak hale getirecektir. Üstelik bir fani olan nefsi bile artık göremeden.

Nefsin etkisi ile gerçek vatanından, Allah’tan uzaklaştırılmış olan insan, bu uzaklık ve mesafenin herkeste farklı farklı olmasına rağmen, ortak bir yoldan yürüyerek Allah’a yaklaşırken, farklılığından doğan sebeplerle de, yol içinde kişiye özel usul ve tarzlara ihtiyaç duymaktadır.

Yüce Allah bize, en açık şekilde sırat-ı müstakim, yani dosdoğru Allah’a götüren bir yol, kendilerine nimet verilenlerin yolunu zikretmiştir. Bu zikredişi, hemen Kuran-ı Kerimin en başındaki Fatiha-ı şerifte görebiliyoruz.

Fatiha Suresi

6  – 7 – Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğramışların yoluna da, doğrudan sapmışların yoluna da değil. ( Diyanet meali )

Ancak, toplumca bugünlere kadar bu işin ilmini okuyanlardan ve okuyup, duyup kendi sezgi ve akılımızla da tarttığımız düşüncelerden hareketle, bu yolun içine adım attıktan sonra sadece kendi bildiklerimizle yürümenin imkânsız olduğunu anlıyoruz. Öyle hiç kimseyle, sanki zaten her an Allah’la berabermişiz gibi, Allah’la aramıza birisi girerde uzaklaşır mıyız acaba diye endişelenerek görüş alış verişinde bulunmadan gidilebilecek bir yol olmadığını da anlayabiliyoruz. En azından, Allah’tan bir yetki alarak bizi yolumuzdan şaşırtmaya çalışacak olan şeytan, bu yolun çeşitli yerlerine tuzaklarını kurmuştur. Ayrıca ana hatları ile belirlenen bu yoldan yürümeye çalışırken, nefsimizde ki Allah’tan uzaklaşmaya sebep verecek boyutlar ise başlı başına karışık ve tehlikeli hale gelmektedir.

İnsanın bu sonu selamet olan ancak içinde güçlük ve tehlikeler barındıran yollardan, emin olarak yürüyebilmesinin oldukça zor olacağı kesindir. Bu yüzden, bu yol üzerinde mevcut bulunan ve kendilerine nimet verilenler diye anılan kulların delil edilmesine, bu harika Mevlanaların kılavuzluğuna ihtiyaç duyulmaktadır. Zaten Yüce Yaratıcımızda “kendilerine nimet verdiklerinin yoluna” şeklinde zikrederek adeta bu nimet verdikleri kulları ile yolu birbirine endekslemiş, derç etmiştir. Özel nimetle, özel yolda Allah’a karşı yürüyen kullar çok özel imkânlarla donatılmış olmalı. Allah, o yol üzerine oltasını atmış şeytana bile ne yetki ve salahiyetler vermiştir. Öyle ise kendisine nimet verdiklerim diye, bize örnek gösterdiği kulların mahzun bırakılacağı düşünülemez.

Allah’a ulaşmak için, Allah’a giden yolda  Kuran-ı Kerimde zikredilen kendisine nimet verilmiş kulların nezaretinde, onları örnek alarak yürümek gerekmektedir. Allah cümlemize Allah’a ulaşmayı ve ayrılık ateşi ile sonuna kadar yanmaktan halas olmayı nasip eder inşallah. Allah korktuklarımızdan emin, umduklarımıza nail etsin.


[i]

75 Kıyame Suresi

3 – İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya getiremeyeceğimizi mi sanır?
4 – Evet bizim, onun parmak uçlarını bile düzenlemeye gücümüz yeter. ( Diyanet meali )