Bugün bir mektup yazmak geldi içimden. Yıllar evvelinden tutunda, günümüzde her şekli mubah kılınan bir gerçeğin acı nidasını aksettirmek istedim, nedense demeyeceğim çünkü belli bir nedene sadık kalarak… Aldatmak, aldatılmak! Artık televizyonlarda dizilerden taşıp, realite şovlara hatta haber programlarına damgasını vuran bu gerçeğin, yüz karası rezaletinin empatiyle dışa vurumundan bahsetmek amacım.Aldatan sapkınların vicdansızlıklarına dem vurup, aldatılan muzdariplerin yarasına tuz basmak olacak belki de ama gönüllere çelme takan milyonlarca aşk hikâyesinin mutsuz sonla noktalanmasını satırlara dökmek istedim içim burularak… Daldan düşmüşün halinden ancak o dalın azizliğine uğrayan anlar elbette ama bir kadınsanız, o kadınlığa bahşedilen duygusallığın rehberliğinde, olayın kahramanının yerine oturmanız pek güç olmuyor aslında. Bende oturdum ve affolunası bir cesaretle karaladım birkaç satır, aldatılan kadın ağzından.

Sponsor Bağlantılar

Sevgilerin en büyüğü ve en unutulmazı eşim,

Bundan on beş sene evvel sessiz bir bakışın yüreğime ılık ılık akışı ile kesildi ayaklarım yerden. Sözlerin hükmü ortadan kalkıp da, gözler ve tebessümlerin rehberliğinde yol almaya başladığımda, hayatımın en çarpıcı romanını yazmak üzere bana gönderildiğin gerçeğine kaptırmam güç olmadı kendimi bu sebeple. Önce birbirimizi tanıma çabasıyla adımladığımız yollar ve belki de ara ara pes etme noktasına getiren didinmeler, sadece romanımın en güzel sonla noktalanması arzusuyla tatlı geldi, yorgunluk ve inatları kırarcasına. Defalarca dillendirilen; “her insanın diğer yarısı” sözlerine dair arayışımı sonlandıran sen olurken; ben diğer yarımı bulmamın verdiği mutlulukla tuttum ellerini bütün olma hevesiyle. Ve sonrasında bir dolu koşturma ve harala gürelerin eşliğinde erdik muradımıza, diğerlerine kerevetini bırakarak… Günler israfına çekinilmemiş bir su gibi akıp giderken, her günümde bir şükür ekledim, seni bana verene. Öylesine tutkun, saygılı, fedakâr ve sadıktın ki; Nasıl bir iyilik karşılığında bana bahşedildiğini başladım düşünmeye.

Yediğimiz bir lokma ekmeği yarıdan bölmek ve içtiğimiz suyu bir bardaktan yudumlamak bize göre aşkların ve mutluluğun en güzel yanı iken, çevre dediğimiz hengâmenin sorgulamalarına boyun büktü bir oluşumuz. Ve ilk olarak henüz sahibi olamadığımız şeylere özlem duyuşunun haykırışı ile koptu yüreğimin şah damarı. On üç senedir sırtlandığımız sevda heybesine, bir meyve yükleyemediğimizden muzdaripliğin, mızrak gibi kondu hüznümün bam teline. Oysa bir sorun yoktu biliyorduk bunu ikimizde… Sadece Rabbimin rahmet ve lütfuna muhtaç olan dualarımızın süzüldüğü arştan gelen nazı, sineye çekmekten başka yapacak bir şeyimiz de yoktu. Ama duadan dilinle birlikte kalbini de mahrum bıraktığında terk ettin ellerimi de… Rahmet yolları taşlıdır ey gözleri ceylan bakışlım ama varamadın bir türlü bu gerçeğin idrakine. Yılların yenik düştüğü sevdamızı mahkûm ettin, mazinin hoş olduğu kadar tadı damağımda kalan huzuruna. Sonrası çorap söküğü gibi geldi de ne dikişler, ne yamalar fayda etmez olduğunda yedim, sen, can pınarımdan ikinci çimdiği… Bitti dediğin gün, bitti sanki mantığımın hayatıma dair tüm rolleri ve kalbim sadece olması gerektiği gibi alışagelmiş bir atışla devam etti gümbürdemesine.

Bitti dedin ama ben neyin bittiğini anlayamamıştım bile. Ne bitmiş olabilirdi ki? Yirmi sene kendimi sana saklayışımın ardından; gözümü ilk sende açışım, kalbimi ilk senin yüreğine teslim edişim ve telli duvaklı baba ocağından ayrılıp senin yuvanı mesken tutuşum mu bitmişti? Yanımdayken dahi özlem duyuşum olabilir mi? Ya da bilmem, belki de son zamanlarda ağzından dökülen son derece kırıcı yakınmalar, söylenmeler veyahut eda ve tavırlarındaki memnuniyetsizlik ve bedenin yanı başımdayken dahi ruhunun beni terk edişleri mi bitmişti? Ama sendeki bitiriş keskin bir bitirişti ve ne kadar anlamamaya gayret ettiysem de, o tatlı dillim diye sevdiğim dilin en acı feryadımın sebebini fısıldamıştı işte…

Bundan böyle başka bir yüreğe akacakmış bakışların ve dilin en güzel sevda türkülerini başka bir kulağa fısıldayacakmış. Ellerin o başkalarının ellerini sımsıkı kavrayacak ve canının, can arayışına merhem olacakmış büyük aşkın! Yeni bir hayatın, yeni heyecanlarına kapını aralarken, eski karalama defterleri yakıp; üfleyecekmişsin küllerini boşluğun en koyu karanlığına…

Canıma can katıp, canımı tenden eden hayat arkadaşım,

Oysa iyi ve kötüye, hastalığa ve sağlığa dair ilk yeminimizi verdiğimiz masa başında öylesine emindim ki sana emanet edildiğim ve senin ise emanete sadık bir bekçi olduğundan; ara ara baş gösteren isyan dürtülerine kayıtsız kaldım sanırım bu sebeple. Sen benim olmadığım hayallerle göklere çıkarken, ben yalnızca senin yanında olduğumla avundum durdum acınası bir acziyetle. Ancak ellerinin boş bıraktığı ellerimi böğrümde kavuşturduğumda hissettim, terk edilişin o üşüten soğuğunu ama nafile. Geri dönüşümü olmayan bir müsrifliğin önderliğinde yok oldu sabır, tevekkül ve güvende…

Evime reis, gönlüme neşe diye hayatıma soktuğum hüzün pencerem,

Sana gel demediğim gibi, gitme demenin de faydasız olduğunu biliyorum. Şimdi sen kendince haklı olduğun bir muhteşem gelecek rüzgârına doğru savrulurken; ben hayatımın en zor ama bir o kadar da tatlı sam yelinin hediye eylediği yeni başlangıcımın yollarını gözlemekteyim. Bana yaşattığın tüm güzellikler için çok teşekkür ederim. Mahkeme koridorunda sormuştun ya son bir şey diyecek miyim? diye. Ne diyebilirim ki? Ne olsun? Sana uğurlar olsun, yolun açık, bahtın gönlünce olsun… Şey bir de unutmadan; belki bilmek istersin, yedi aylık yoldan ufacık bedenli, koskoca bir misafirim var haberin olsun.
Selam, sevgi ve dua ile… ESKİ hayat arkadaşın!

Öznur Yılmaz KİRENCİ
16.11.2011