Dinimizin İslam dini olduğu bana aşılandığından beri sanırım herkes deki gibi çok özel bir yeri olmuştur, kalbimde, gönlümde. Sürekli ilgimi çekmiş ve her yeni duyduğum şeyinde İslam’a uygun olup olmadığını tartmışımdır kendimce. Fakat zamanla gelişen İslami duygu ve düşüncelerimin paralelinde yerli yersiz okuduklarım, duyduklarımla beraber bilgi birikimim de tuhaf bir gelişim göstermiştir. Tabi ki tuhaflığın aslını güzel dinim değil, tuhaf bir bilgilendirme tarzı ya da gelişi güzel bombardımanlar oluşturmuştur. Bu gelişi güzel bombardımanlar asla bilinçli bir taraf, şahıs ya da gurubun özel çabası değildir.Bu sadece benim her davranışın altında belki doğru belki yanlış bir refleksle dini kıyaslamalar arayışına giren düşüncelerimden kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum. Eğer öyleyse üzerimde yer alan tuhaflık, beni değil bizleri şekillendirmeye çalışan özel bir taraf olduğu için değil, olmadığı için türeyen bin bir çeşit olgunun tuhaflığıdır.

Sponsor Bağlantılar

Tuhaflık diye isimlendirdiğim bu olgular sadece bende değil aslında fark etsin etmesin neredeyse herkes de vardır. Çünkü hayatın akışında zaman, zaman dini sohbetlere girdiğinizde insanların büyük bir kısmının çok özel bir konuya girdiklerini ses tonlarına kadar her şeyden anlayabilirsiniz. Oysa aynı insanın yaşarken sergiledikleri hiç de konuştuğunuz zamandaki gibi değildir. Sanki düşündükleri ile yaşadıkları arasına bir perde var gibidir. İncelenmeye değer bir perde. Geri kalan insanların büyük bir kısmı da ses tonlarında bile olayı hafife alan nağmelerle konuyu kapatarak, bir türlü akıl erdiremedikleri bu ürkütücü meseleden kaçarlar. Kimse kötü olmak niyetinde değildir. Kötüler zaten kötüdür. Kaçış kendini nereye götüreceği meçhul olan muhtemel dini yargılardır. Çünkü bombardımanlar diye nitelendirdiğim olgular korkutmaktadır.

Bombardımanlar aslında ekseri düzenli bir dini yaklaşım içinde tutulmamamız veya maksatlı kişilerce hedef alınmamız, bazen de hiçbir kötü amacı olmayan komşu annelerin, amcaların bozulmaya muhtaç ezberleridir. Mesela üst, üste sıkıntılar geçirdiğim bir dönem de bana başımın üstünden ekmek çevirerek vermemi tavsiye etmişlerdi. Aslında eski bir Yahudi geleneği olan bu harekette belki de Hz. Musa döneminden kalma gerçekler gizlidir. Bana bunu tavsiye eden insanlar ekmeği başımızın üzerinde çevirmemizden medet ummanın doğru olacağını düşünmektedirler. Eğer onlara bu bir Yahudi geleneğidir derseniz, imanınızdan şüphe duyabilirler. Ya da düşük bir ihtimal olsa da kanıtlarla, ayetlerle, delillerle değil ama ( kolay, kolay yapamazsınız çünkü bu haliyle ikna olana pek rastlamadım ) onların kalbini kazanarak ikna etseniz bile bu sefer de Yahudilerin âdeti olduğu için korkarak, ekmek vermek dâhil bu işten komple vazgeçecektir. Peki, ama Allah Yahudilere de zamanında Tevratı indiren aynı Allah değil midir? Hâşâ! Yahudiler bu Allaha inanmışlar, öyleyse biz inanmayalım mı diyeceğiz? Ben olaya şöyle bakmayı tercih ediyorum; Ekmek vermek güzeldir, tapmaya değer Allah hangi dinde olursa olsun bundan hoşnut olabilir. Ekmeği başımızda çevirmek, bizim anladığımız manada bir kazanç sağlamıyor gibi gözüküyor. Bu davranış Yahudilerin bize göre tahrif olmuş dinlerinden de kaynaklanıyor olabilir. Belki de içinde benim anlamadığım bir gerçeği gizliyor da olabilir. Ama bildiğim kadarı ile en son geldiğine ve tahrif edilmediğine inandığım dinimde ekmeği başının üzerinde çevir diye bir tavsiye yoktur, öyleyse ihtiyaçta yoktur. Bu olay basit bir şekilde boş ver diye de geçiştirilebilir. Oysa Rabbimizi anlama çabaları böyle başlayacaktır. Hâlbuki benim henüz bilemediğim bir yerde dinim ekmeği başında döndür diyorsa bile, olayın içinde Allahın rızasını aramış oldum. Belki de en büyük dini yaklaşımda Allahın ne istediğini anlama çabasıdır. Bu örnekler çoğaltılabilir. Arabana kurban kestin mi? Hayır. O zaman sen kaza yaparsın. Hâlbuki kaza oranı bizden çok az olan Japonya da, Almanya da sanırım araçları için kurban kesme oranı da çok azdır. Parkta otururken bir arkadaşım bana, bunlar düzgün Müslüman olsalardı araçları düzgün park ederlerdi, trafik de düzgün olurdu, dedi. Oysa trafiğin daha düzgün olduğunu düşündüğümüz Avrupa da Müslüman çok azdır. Bu ezber yaklaşımlarla olayları ne kadar çözümleriz? Doğruları nereye kadar çözebiliriz? Bu yüzden bu bölümde ezber bozma çalışmaları yapmaya çalışacağım. Bu bazen benim daha önce bozduğum kendi ezberlerim olabilir, bazen de yazarken çalışarak bir ezberimi bozabilirim. Ezber bozmaktan maksadım sizinde anlayacağınız gibi inattan çıkıp imanı tatmaktır.

Sanırım içinde bulunduğum zorluk ve tehlike ise, çok hassas, çok narin, çok kıymetli olan değerlerimiz üzerinde kafa yoruyor olmam! Bu sebeple de ülkem ve dinim hakkında yazdıklarımda bir başka insanı karanlıklar içine itmemek adına çok ama çok dikkatli davranmalıyım. Peki, bu aşırı dikkat yanlış yaparsam cehenneme giderim korkusu ile benden başka söyleyenleri olduğu gibi onaylayıp bütün sorumlulukları onların sırtında bırakmak mı olmalı? Ben bilmem ağam bilir diyerek, sorumluluktan kaçanlar cennet kapıları ile mi karşılaşırlar? Saçma sapan yalanlarla uydurmalarla kendini ve insanları kandırmak yerine aslında ben bilmem demenin güzel olduğunu fakat yetersiz kaldığını düşünüyorum.

Ülkem hakkında, dinim hakkında bir şeyler düşünmek için kesinlikle uzman olmak şart mıdır?

Yüce kitabımızın anlamlarını kendi dar görüşlerimizle sınırlandırmak mümkün değildir. Şu ana kadar anlaşılmış ve anlaşılmayı bekleyen kim bilir daha nice manaları saklamaktadır. Ben tabii ki yeni, yeni manalarını keşfedeceğimi asla söyleyemem. Ama dinlediğim sohbetler, okuduğum kitaplar doğrultusunda kalbime gelen manaları da düşünmenin Kuran-ı Kerimin bir emri olduğuna inanıyorum. Kitabımızdan hüküm çıkarabilmek için sıralı bazı şartların yerine getirilmesi açıktır. Yetkili âlimlerce çıkarılmış hükümler bizim için asıldır. Benim satırlarımın hoş seda bırakanların arasında bir parazit oluşturmamasını ümit ediyorum.

Bu satırlarımla da dinimizi sadece Kuran-ı Kerimle sınırlamak niyetinde değilim. Kitap, sünnet, icma-i ümmet, kıyası fukuha denilen

“Bilinmez âlemin sırrı nihandır

Dört şahın hükmüyle dönen cihandır.”

                                            Salih baba

Satırlarıyla da aslını bulduğum şahlara inanıyorum. Sünneti seniyye’nin ancak bizi kurtaracağı inancı ile herkesi araştırmaya davet ediyorum.

Bu bölümde; Ezber bozmayı irdelemek, öğrenmek ve bu konuyu daha önce hiç düşünmemiş olanları düşünmeye davet etmek istiyorum. Ama düzen bozmak, sistem bozmak aslında bozmak kesinlikle değil. Yanlış anlaşılmalar sonucunda oluşan yanlışları görmeye çalışmak.

“Ameller niyetlere bağlıdır.” Diyen Peygamberimiz, efendimizin bu sözüne sığınıp iyi niyetle yol almak istiyorum.

Bir kandil gecesi, oda da tek başıma Kuran-ı Kerimin Arapça yüzeyini, sonra Latin harflerle yazılmış yine Arapça metnini sonra da Türk dilinde mealini yavaş, yavaş okuyordum. Herhangi bir şey, koca bir okyanustan minik bir katre yaratanın lütfu ile alabilir miydim acaba? Bunlar zaten âlimler tarafından daha önce açıklanmış, ne gereği var oku Arapça metini geç. />
Ben anlamadığım halde okursam bile alt benliğimde bir şeyler kımıldatacağına kesinlikle inanıyorum. Ayrıca alt beynimin kuşdili dâhil bütün dilleri, sembolleri, rumuzlar, şifreleri, kriptoları kavradığına da inanıyorum. Nedir kuşdili? Neml suresi on altıncı ayeti kerimede yaratan “mantıkuttayr (kuşdili )” diye zikrediyor. Ama alt beyinlerimizle ya da kalplerimizle anladıklarımızın daha süratle üst beyne çıkması için, üst beynimizin kullandığı dillerle de okumamız gerektiğini düşünüyorum. Aslında zaten çoğu sohbetler, atasözleri ve diğer kibar kelamlar, kitabımızın, hadisi kutsilerin, hadisi şeriflerin üst beynimizin anlayabildiği bizim dilimize meali değil, tefsiridir diye düşünüyorum. Aman dikkat demiyorum, düşünüyorum. İsterseniz sizde öyle düşünebilirsiniz. Ancak ne yazık ki Kuran-ı Kerim dışındaki tüm eserler Yüce Allahın korumasının dışındadır. Yani bildiğimiz kadarı ile Allah bize Kuran-ı Kerim dışında bir yazılı metini koruyacağına dair söz vermemiştir. Bu da bize zaman, zaman çok kuvvetli âlimlerin çok özel metotlarla meal ve tefsirleri hatta rumuzlu, sembolik, mantıkut tayr şeklinde yazılmış olması muhtemel iç manalarını açıklama gerekliliğini göstermektedir. Çünkü daha önce yapılan açıklama ve hükümlerin en azından bazılarının çeşitli nedenlerle yetersiz kalabileceğinin işaretidir. Çok önemli birçok konunun diyanetçe garanti altına alındığına da eminim. Ama din bir yaşam tarzı olduğuna göre, fıkıhi konuları ezbere bilmesek bile anlayış tarzını kavramak zorundayız. Açarız Ömer Nasuhi Bilmen İslam ilmihalini, açarız diyanet ilmihalini kuralları görürüz. Fakat İslam’ın özünü anlama gayreti başka bir şeydir ve bize aktarılanların doğruluğunu da tespit edebilme yeteneği vermelidir. Bu işi sadece âlimlere bırakmak, sanki âlimlerin cennette yalnız kalmalarına razı olmak gibidir. Allah cümlemize sırat-ı mustakim de olanlar la beraber olmamızı nasip etsin.

İşte bunlar ve benzeri nedenlerle, tabii ki keyif de duyduğumdan yukarıda bahsettiğim, Kuran-ı Kerimi bir katre nispetinde olsa da anlayabilme çalışmamı yaparken, yan odada mevlit dinleyen büyüklerimden birisi:

“Ahkâm kesmeyi pek bilirsin gel de mübarek gece mevlit dinle”  dedi.

Allah’ım ne çok konuşuyorum haklılar bezdirmişim demek ki garipleri. Neyse, ne yaptığımı, bu işinde sevap olabileceğini anlatmaya çalışsam da nafile, ezberi bozamadım. Biri ortaya çıkmış çok güzel bir şey yapmış. Ama o artık bizim tabumuz olmuştu. “ Kandilde mevlit ilahilerinin dışında bir şeyle uğraşmak faydasızdır, geceyi kaçırmaktır! ” Peygamberimiz tabuları yıkmak, ezberleri bozmak için gelmişti. Şimdi bu ezberleri kim bozacaktı? Tabi ki ben bozmayacağım, bozamam, ben sadece farkına varabildiğim kendi ezberlerimi bozmaya çalışıp muhtemel okuyuculara da sunacağım.