Demokrasiye inanan herkes, yasaksız, özgürlükçü bir toplum ister. Demokrasi ve Özgürlükler bir devletin vazgeçilmez aygıtlarıdırlar, Cumhuriyeti Cumhuriyet yapan demokrasi ve özgürlüklerdir. Başkalarının haklarına ve özgürlüklerine müdahale edilmediği sürece özgürlüklerin sınırsız olması bir devlet için en ideal olandır.

Sponsor Bağlantılar

Tüm insanlık ister ki mutlu olsun, kimse kimseye karışmasın, özgürlüklerin herkes için eşit seviyede olmasını iser. Bu bağlamada Türkiye de ki baş örtüsü yasağı da, özgürlükçü toplum anlayışıyla ters düşmektedir.

Türkiye’de başörtüsü yasağı mevcuttur, bu mevcudiyet toplumun büyük bir kesimi tarafından içselleştirilememiş ve toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir hal almasına neden olmuştur.

Türkiye de türban sorununun olduğunu laik kesiminden, dindar kesimine kadar, Kemalist in den anti Kemalist ine kadar tüm ideoloji ve mevcut düşünce gruplarına kadar bilinmekte ve aynı zamanda önemsenmektedir. 2010 Türkiye sinde toplumun tüm katmanları tarafından türban sorununun bir sorun olarak algılanması bile büyük bir gelişmedir. 2000 in Türkiye sinde türban sorununu sorun olarak bile görmeyenler hiç azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünürsek, bu büyük bir gelişmedir.

Şimdi türban sorununun tarihsel sürecine kısaca değinelim…

Osmanlı devleti Tanzimat fermanı ile batının üstünlüğünü resmen kabul etmiş oldu. Tanzimat fermanı ile kabul edilen kanunlar Osmanlı devletinde  bir çok toplumsal dönüşümün yaşanmasını zorunlu kılıyordu. Batının modern görüntüsüne sahip olabilmenin önceliği kılık-kıyafetten geçmekteydi. Tanzimat döneminde kılık-kıyafet değişikliğinden en fazla etkilenen kadınlar olmuştur. Erkek egemen toplumda her zaman olduğu gibi önce kadınlardan başlanarak değişimler yapılmıştır.

CUMHURİYET DÖNEMİ

Cumhuriyet ilan edildikten sonra hızlı bir şekilde  kanunlar çıkarılıyor ve batılaşma, modernleşme yolunda Türkiye adım adım ilerliyorudu. Bu dönemin en göze çarpan olayı ise LAİKLEŞTİRME çabaları olmuştur. bu  dönemde bir çok yenilikler olmuştur. Cumhuriyet Kurulmuş, halifelik kaldırılmış, diyanet işleri kurumlu, ve en önemlisi tevhid-i tedrisat kurulmuş(öğretim birleştirilmiş)batılaşma çabaları hız kesmeden devam ederken kılık-kıyafet konusu unutulmamış ve şapka kanunu çıkarılmıştır. Artık batılaştığımıza göre herkes şapka takma mecburiyeti getirilmiş, fesin yerini şapka almıştır.

Şapka kanunu ile Türban sorunu da işte tam bu noktada kendini göstermiştir. Çünkü şapka kanunu ile çarşafın kanunen yasak olmamasına karşı toplumsal baskı(mahalle baskısı) neticesinde çarşaf giyen bayanlar artık çarşaf giyemez hale getirilmiştir. Aslında şapka kanunu ile  amaçlanan: kadınlarında erkekler gibi giyinmesi hedeflenmiş yalnız o zaman ki yöneticiler bu düşüncenin halk tarafından benimsenmeyeceğini varsayarak bu düşüncelerini söylenmeden icraat e dökmüş ve bunun için gayret sarf edilmiştir. Devlet memurları, eğitimciler, siyasi elit gibi toplumun önde gelenleri ve topluma yön veren elit kesim, giyimleri ile, konuşmaları ile, yaşam tarzları ile modern, çağdaş, uygar kadının nasıl olması gerektiğini gösteriyordu

Cumhuriyet ile birlikte. Yeni bir kadın modeli amaçlanıyordu. Kadına biçilen yeni model:batılaşmış, modern, çağdaş, ulusalcı, milliyetçi, laik bir modeldi, ne yazık ki yine kadına verilen bu yaşam tarzı erkek egemen toplumun erkek düşünürleri tarafından bir kaftan gibi  bir model biçilmesiydi. Bu dönemde kadınlar  vatansever, kültürüne bağlı, namuslu ve vatana iyi evlatlar yetiştirme gibi özelliklerinden çıkartılarak, artık balolara katılan, başları açık olan özelliği Türk toplumuna bir özenti aracı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır.

Tam bu noktada başörtüsü sorunu başlamıştır. Bu nokta da artık başı örtülü olan kadın geri kalmış, çağın gerekliliklerini yerine getirmeyen, çağa ayak uyduramayan bir kadın görüntüsü noktasına ulaşmıştır.

İsmet İnönü dönemi….

Mustafa Kemalin ölümünden sonra, Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü , laikleştirme(batılaştırma) ve dinsizleştirme çabalarına hız kazandırmış ve bunu eylemleriyle desteklemiştir. İnönü dönemi, din alanına yapılan sınırlamalar ve baskılarıyla halkın hafızasına kazınmıştır. Bu dönemde İsmet paşanın dindarlara karşı baskıları asla ve asla sorgulanamaz hal gelmişti. İnönü ve arkadaşları tarafından laikliği koruma endişeleri ve bunun getirmiş olduğu baskıcı rejime halk daha fazla dayanamayıp, muhalif parti ve dernekler kurarak seslerini yükseltme eğilimi içinde olmuşlardır. Daha sonraları bu muhalif parti ve kuruluşlar bir güç haline gelecek İnönü nün laikliği koruma politikalarını gözden geçirme eğilimine gitmesine neden olacaktır.

DEMOKRAT PARİ VE “ILIMLI İSLAM”

İsmet İnönü’nün, ‘’laikliği’’ koruma çabaları, halkı’’batılılaştırma’’ girişimleri, ve bunları halka rağmen yapma eğilimleri ismet İnönü’nü iktidardan edecektir.

İsmet İnönü döneminde iktidar ve halk arasındaki makas açılmış, bürokrasi ve halkın dili farklılaşmış, devlet ve halk arasındaki iletişim kopma noktasına gelmiştir.

Bu noktada halk faturayı iktidara kesmiş ve ismet İnönü dönemine son vermiştir.

1950 yılına gelindiğinde halkın teveccühü demokrat parti  olmuş ve iktidara getirmiştir. DP yıllarca yaşam biçimleri hor görülen, ötekileştirilen, cahil, eğitimsiz muamelesi yapılan, ve çoğu şehirden uzaklarda yaşayan Müslüman halkın değerlerine sahip çıkan, onlara haklar veren, insan onurunu hatırlatan, insanın insanca yaşamasına olanak sağlayan, politikalarıyla halkın büyük çoğunluğunun desteğini sağlamıştır.

Kuran kurslarının açılması, ezanın tekrar Arapça okunması, imam hatip okullarının yaygınlaştırılması, herkesin istediği gibi giyinmesi ve buna kimsenin karışmaması, tesettüre hoş görü Müslüman halk tarafından sevinçle karşılanmış ve taban bulmuştur.

Ancak bu coşku aynı zamanda gerilimin habercisi olmuştur. Türkiye Cumhuriyet ininin kuruluş felsefesi ‘’laiklik’’olmuştur. ’’batılı’’olmanın göstergesi her zaman olduğu gibi kılık-kıyafet üzerinden yapılmaktadır. Batılı olmak laik yaşantıyı benimsemek kadınların giyim-kuşamından geçmekte ne kadar ‘’açık’’ giyinen o kadar çağdaş  ve batılı, ne kadar ‘’kapalı’’ giyinen o kadar geri ve eğitimsiz olarak görülmekteydi.

1950 den 1960 a gelindiğinde İslam karşıtı görüşler tüm dünyada artmış ve bu Türkiye’de de taban bulmuştur. Batılaşmayı kadınların kılık-kıyafetinden, tesettüründen geçeceğini sanan zihniyete de gün doğmuştur. Dünya gelişim gösteren olaylar Türkiye de kutuplaştırıcı etki yaratmış, bir taraftan solcular bir taraftan sağcılar olarak ülke ikiye bölünmüştür. Türkiye artık iki kutupludur. İki kutupta kavgasını türban noktasında vermiştir.

60’lı yıllarda İslam karşıtı muhalifler ve Kemalist ideoloji ye sahip bir kısım ‘’batılı’’demokrat partiyi ortadan kaldırma planı gütmüş ve peşi sıra ordunun da yardımıyla darbe yapılmıştır. Aslında darbe hükümete değil darbe kılık-kıyafete-başörtüsüne-çarşafa yapılmıştır. 1960 Türkiye cumhuriyetinin tarihine bir kara leke olarak düşecek ve Adnan menderes idam edilecek ve Demokrat Parti ortadan kaldırılacaktı.

Türban sorununun en aşağılayıcı dönemi de  60 döneminden sonra başlayacaktı.

Tesettürlü kadınların yapmış  oldukları her eylem  sorgulanacak, baskı ve sindirme politikalarıyla ‘’batılaşma’’ adına çarşafları ve
türbanları ellerlinden alınmaya çalışılacak ve bunları çeşitli kampanyalarla hayata geçirilecektir. Mahalle baskısı bu döneme de çarşaflı ve türbanlı kadınlarda uygulanacak , psikolojik harekat başlatılacaktır. Kadınların yaşam tarzları bu dönemde çok ciddi bir şekilde sorgulanacak ve 1968 li yıllara kadar bu böyle devam edecek. 1968  kadar olan dönemde başörtülü kadınlar hiç olmadığı kadar aşağılanacak ve hiç olmadığı kadar sessiz kalacaklardır. Yapılan tüm zulme, haksızlığa, çifte standart a , ellerinden alınan özgürlüklerine ses çıkaramayacak hale getirilecek ve türban artık aşağılanma simgesi olarak görülecektir.

1968 yılların sonlarına doğru Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi Hatice babacan derse girmek istemesi sonucu Hocası, hey! sen baş örtülü dersime giremezsin sözleri üzerine Hatice babacan baş örtüsünün siyasi bir simge olmadığını ve başörtüsünün dini inancı gerekliliğini yerine getirmek için taktığını söylemişse de bu savunmasında başarılı olamamış ve dersten zorla çıkarılmıştır. Bu durumu içine sindiremeyen bir gurup ilahiyatçı üniversitenin bu durumunu protesto etmiştir. İşte Hatice babacanının bu direnişi baş örtülü kadınlarda bir direnç noktası oluşturmuş, susma, zulme uğrama karşısında seslerini çıkarma ve özgürlük haklarını kimseye vermeme kararı almışlardır. Bu tür örnekleri Hatice babacan olayından sonra  çokça görmek mümkün olacaktır.

12 EYLÜL YASAKÇI DÖNEM…

1980 Askeri müdahalesi ile Türk toplumu politikadan arınma sürecine sokuldu. bu süreçte devlet toplumu hemen  her alanını totaliter bir biçimde etki altına alıyordu. 1960 yılında başlayan sağ ve sol kutuplaşma 1980  yılına gelindiğinde ayrışma çatışmaya dönüşmüş ve Askeri darbeyle çatışmalar toplumun tüm katmanlarında meşrulaştırılıyordu. Askerin darbeye meşruluk kazandırması sağ ve sol kesimi sözüm ona’’ düzeltiyordu’’. Bu dönemde üniversite ve üniversite gençliğinin de üzerindeki baskılar her geçen gün artarak devam etmekteydi. 1980 üniversitelerinde en fazla baskı ve haksızlığı  her  zamanın ‘’günah keçileri’’başörtülü gençlerimiz görmekte, eğitim hakları teker tek er ellerinden alınma planları kusursuz şekilde  işletiliyordu. Bu noktada 1980 darbesinin baş  mimarı olan, Kenan Evrenin ilk yaptırımlarından biri  okullardaki ‘’ irtica’’ tehlikesini başörtülü kızların kampus e alınmamasını sağlayarak bertaraf etme düşüncesi olmuş ve nihayetin de başörtülü kızlar kampüslere alınmamıştır. Kenan Evren bu uygulamanın hiçbir yasal karşılığı olmamasına rağmen böyle bir karar almış ve bunu hayata geçirmiştir. Anayasa mahkemesi de 1989 da aldığı karar ile türbanının üniversiteler de yasak olduğunu kanununa bağlamış ve Kenan evren diktatörlüğüne meşruluk kazandırmıştır. Bu sorunun gün yüzüne çıkması ‘’irtica geliyor’’ korkusu ile yaşayan statükocu zihniyetin keyfi uygulamaları ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin  vazgeçilmez organı olan ‘’yargı’’nın keyfi uygulamalara meşruluk kazandırması olmuştur.

‘’Batılı’’Çağdaş’’Laik’’Modern’’ çevrelerin özgürlükler noktasında okumak isteyen kızların hakları ellerinden alınıyor denildiğinde ‘’okumak mı istiyorlar? Açsınlar başlarını okusunlar. ’’bu da yasakçı ve statükocu zihniyetin ne denli pervasızlaştığını göstermektedir

BAŞÖRTÜLÜ KADINLARIN SİYASETE KATILIMI VE 28 ŞUBAT DARBESİ

1980 DEN 1990 lara gelinildiğinde ülke, başörtüsü meselesi ile alakalı olarak her gün yeni sorunlar ile karşılaşıyor ve buna bağlı olarak başörtülü kadınlar bir çıkış noktası bulmak istiyordu. Başörtülü kadınlar artık seslerini duyurmak, siyasi otoriteye karşı koyabilmek adına, haksızlığa, çifte standart a , özgürlükçü olmayan özgürlüklerine karşı siyasi hayata geçmek istiyorlardı. Tamda bu noktada Refah Partisi siyasi arenaya çıkacak ve başörtülü kadınlar refah partisinde kendilerine yer bulacaklardı. Kadınlar Refah Partisinin kadın kollarında etkin rol üstlenecek ve seslerini duyurma imkanları bulacaklar. Kadın kolları çok aktif çalışacak ve refah partisini 1995 yılında birinci parti çıkmasında etkin rol üstlenecekti. Başörtülü kadınlar artık mücadelelerini sadece eylem yaparak değil meclis çatısı altında haklarını arayacaklardı. Fakat bu mücadele uzun sürmeyecek , Merve kavakçı olayı ile başörtülü kadınlar yeniden haksızlığa uğrayacak ve milletin seçtiği vekili meclise almayacaklardı.

Başörtülü kadınların sesi haline gelen Refah Partisi hükümeti de bu baskıdan payını alacak ve 28 şubat darbesine maruz kalacak, 28 şubat sürecinde anti demokratik müdahalelerle refah partisi kapatılmıştır.

Askeri tehditlerle karşı karşıya kalan Erbakan, Başörtüsünü yasaklayan maddeyi imzalamak zorunda bırakılmıştır. Bununla birlikte muhafazakar ve İslami kesimde Refah Partisiyle başlayan umut kısa sürecek ve umutsuzluk başlayacaktır.

28 şubat süreci ile  birlikte yasaklar hız kazanmış ve tüm üniversitelerde Başörtüsü yağsı uygulanmaya başlanmıştır.

11 mart 1998 yılında gönderilen bildiride artık sadece başörtülü kızlar değil, sakallı olan öğrencilerde üniversitelere alınmayacaktı.

28 şubat ve sonrasında yasaklar başörtüsü  meselesiyle kalmayıp, düşünce özgürlüğüne de sirayet etmiş ve pek çok öğrenci bu dönemde ‘’düşüncelerinden dolayı’’ eğitim haklarından mahrum bırakılmışlardır.

Bu yasakların mimarı ve uygulayıcısı olarak bilinen Kemal Alemdaroğlu  nun ismi muhafazakar kemsin hafızasında yer etmiştir.

Eğitim haklarından mahrum bırakılan kızlar okullarını bırakmak zorunda kaldılar. Maddi imkanları olanlar ise yurt dışında okumak zorunda bırakılmışlardır. Ne gariptir ki halkının %99 u Müslüman bir ülkede başörtüsüyle okuyamayan gençler, ülkelerinden kilometrelerce uzakta olan Hıristiyan okullarında başörtülü okumuş ve hiçbir baskı ve düşünce kısıtlamalarına maruz kalmamışlardır.

Yurt dışı eğitimine gidemeyen ve okullarını bitirmek zorunda olan bayanlar içinde sağ olsunlar bir çözüm bulunmuştu…

İKNA ODALARI…

‘’Senden sadece başını açmanı istiyoruz’’

Bakalım ikna odalarının baş mimarlarına:Nur Serter, Türkan saylan, Canan arıtman, Kemal Alemdaroğlu, Necla arat, gibi ‘’Çağdaş’’, ’’Batılı’’, ’’Avrupalı’’, ’’Türk kadınının temsilcileri’’

‘’İkna odalarında’’ neler yapılıyormuş…

Psikolojik Bir İşkence Metodu Olarak İkna Odaları adlı kitabın yazarı Gülşen Demirkol Özer

‘’Etkileme, Yalan, İddia, Övgü, Tehdit, Tecrit, Teklif, Seçime zorlanma, Düşman tespiti, Otoriteye sığınma’’gibi… özetlemektedir.

Şimdi bu kitaptan bazı bölümler okuyalım…

‘’Senden sadece başını açmanı istiyoruz’’ dendiğinde kendime geldim. Bende ne istediklerini anladım. Kadın sürekli konuşuyordu. Kafam karıştı. O sırada kameranın cızırtısını fark ettim. ’’bu kamera neyi çekiyor’’ dedim. Şenliği çekiyor. ’’diye yanıtladılar. ’’bu şenlik mi? Evet, şenlik’’işte o an kan beynime sıçradı. Bağırmaya başladım. susun, çekmeyin istemiyorum. Kendimi dışarı atmaya fırsat bulamadan, beş altı kişi etrafımı sardı. araların da polis
de vardı.

‘’demek gerçekten zorla baş açtırıyorlar’’ diye düşündüm’’

Evet ikna odalarında başörtülü kızlara baskı kurmak için çeşitli yöntemler kullanılmakta ve genel felsefeleri şu şekildedir..

‘’Yazık değimli? Son sınıfa gelmişsin. Ne güzel mezun olacaksın. Kariyer yaparsın. Bir başörtüsü için değer mi? bunca sıkıntıya. Eğer başını açarsan çok önemli yerlere gelirsin vb.. ’’

‘’Nasıl örtündün, kendi isteğinle mi?, yoksa aile baskısıyla mı?

‘’Sağlığın için iyi değil başörtüsü, D  VİTAMİNİ senin için gerekli’’

‘’Sana burs veririz, bu okulda sana daha iyi bir gelecek sağlarız, iş imkanları sağlarız, senin adına rektör ile konuşurum ‘’ gibi tamamen kandırmaya yönelik psikolojik uygulamalarla, zorba yöntemlerle baskı ile, özgürlüklerinden vazgeçmeleri isteniyor bu yetmez miş gibi aileleri araştırılıyor, Fişlemeler yapılıyor, inançları yargılanıyor.

‘’bu kararları biz koyduk, sizlerde uyacaksınız’’ deniyor. Bu ülkenin sahibi gibi davranıyorlardı.

Bu örneklerde olduğu gibi ikna odaları, başörtülü kadını ’’çağdaş’’ kadın seviyesine getirmek için Kemalist zihniyetin 50 li yıllarda olduğu gibi daha ‘’modern’’olabilmesi için tesettürlü kadınlara kendi metotlarını hediye ettiği gibi şimdi de baş örtülü kadınları daha’’ Çağdaş, daha Modern, daha Batılı, daha Avrupalı’’yapabilme adına başörtülü kadınlara zulüm yapılmaktaydı.

Kemalist zihniyetin amacı başörtülü kadınları, başörtülerinden kurtarmaktı. Ancak ortada bir sorun vardı, baş örtülü kadınlar tesettürlerinden kurtulmak istemiyorlardı.

Kemalist zihniyet kadınların başörtüsünü alarak kadınları özgürleştireceğine inanıyordu ve bun ideoloji adına tüm zorba ve baskı yöntemlerini uyguladılar. Ama bu da ters tepti kadınları daha çok özgürleştirme düşüncesiyle çıkılan yolda kadınlar dipsiz bir kuyuya hapis edildi. Kadınlar siyasi bir rant haline geldi, kadınlar hiç olmadıkları kadar özgürlüklerinden mahrum kaldılar, kadınlar kısıtlı şekilde siyasi hayatta yer buldular, baş örtülü kadınlar okul yerine evlerine gönderildi, işte Kemalist zihniyetin ‘’hükmedebilme’’, ‘’bu ülkenin gerçek sahipleri biziz’’ adına topluma yaptıkları zul bundan kaynaklanmaktadır.

AKP VE BUGÜN…

28 Şubat etkileri ve halkın kendini baskı altında hissetmesi Türkiye’nin ve siyasi otoriterin değişmesine sebep oldu. Bu değişim AKP  nin %34 oy almasıyla tescillenmiş oldu. Türkiye de ki statüko ve statüko yandaşları AKP in tek başına iktidarı ile büyük bir hezimete uğradı. AKP in tek başına iktidarı, halkın statükoya tepkisi olarak değerlendirildi. Özellikle Muhafazakar, Özgürlükçü, Liberal ve Demokrat kesimin Türkiye in değişimi ve dönüşümü noktasında AKP iktidarına desteği bu neticeyi çıkardı.

AKP iktidarlarından  seçmenlerin beklediği en önemli girişimlerden birisi de başörtüsü sorunuydu. AKP in iktidarı ile birlikte başörtüsü mücadelesi sivil siyasetten meclis siyasetine dönüşmüştü. AKP yola çıkarken İslami kesimin en önemli argümanı olan başörtüsü sorununun çözüme sözü vermişti. İslami kesimde bu söze güvenerek sivil eylemden vazgeçmiş ve bu sorunu meclise bırakmışlardı.

AKP Başörtüsü meselesini iktidarının ilk yıllarında gündeme getirmemeye çalışıyordu. Bu surunu kendi haline bırakarak toplumun hazır olduğu dönemlerde gündeme getiriyordu. İslami kesimde AKP in bu siyaseti ne güveniyor ve sesini çıkarmamaya özen gösteriyordu.

AKP 8 yıllık iktidarı dönemlerinde başörtüsü meselesini zaman zaman gündeme getirse de bunda pek başarılı olamıyordu. AKP iktidarı bu meseleyi ‘su akar, yatağını bulur’ mantığıyla kendi haline bıraktı bir dönem. Çünkü bu meselenin toplumsal mutabakat ile  çözüleceğine hem halk hem de iktidar aynı noktada buluşmuştu.

Başörtüsünün politikaya dahili en çok AKP döneminde gerçekleşiyordu. Kemalist zihniyet de bundan rahatsız oluyordu.

Başörtü meselesinde AKP ve Kemalist zihniyetin bu denli  ilk restleşmesi Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde gerçekleşecek ve Türkiye sert tartışmaların, muhtıraların gölgesinde kalacaktı.

Kemalist zihniyet Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde köşke başörtülü ‘first lady’ çıkmasına tüm güçleriyle karşı çıkmış ve Cumhuriyet mitingleri ile seslerini güçlü bir şekilde duyurmuşlardı. Asker de bu durumdan rahatsız olacak ve 27 nisan muhtırası ile de bilinen E muhtıra yayınladı.

Bir yandan Cumhuriyet mitingleri, bir yandan muhtıralar , baskılar olmak üzere  hükümetin üzerinde baskı oluşturuldu ve hükümet genel seçime gitti.

2007 seçimlerinde AKP % 47 oy alarak yeniden tek başına iktidar oldu.

AKP in bu denli yüksek oy alarak iktidar olası statükocu zihniyetin seçilmiş hükümete karşı anti demokratik girişimlerine tepki olarak değerlendirildi ve muhafazakar kesimin bütün halinde AKP ve AKP politikalarını desteklediğini göstermişti.

2008 yılında AKP ve MHP bir anayasa değişikliği ile başörtüsü meselesini meclise getirdi. Bu yasa:kız öğrencilerinin eğitim hakkının kılık-kıyafet ile ellerinden alınamayacağını söylüyordu. 2008 yılında getirilen anayasa değişikliği ile birlikte kız öğrenciler atık başörtüleriyle birlikte üniversiteye girebileceklerdi.

Anayasa 411 oy ile mecliste kabul gördüyse de CHP bu anayasa değişikliğini anayasa mahkemesine gönderdi. Anaysa mahkemesi de konuyu esastan görüşerek (esastan görüşmemesi gerekirken) bu teklifi reddetti. 10 şubat 2008 tarihinde bu olayı 411 el kaosa kalktı manşetiyle veren gazete statükonun çözümsüzlüğünden yana olduğunu bir kez daha göstermiş oluyordu.

Bu dönemde YÖK de bakmak gerektiğini düşünüyorum. YÖK ün yanlış politikaları, statükodan yana olan tavrı ve yasakçı zihniyeti tüm kesimin dikkatini çekmiştir.

Erdoğan Teziç başkanlığında da bu böyle devam etmiştir.

Hatta daha da ileri gidilerek

İslami Din üzerine eğitim veren İlahiyat Fakültesi öğrencilerin de bile başörtüsü yasağı uygulanmaya başlanmıştır.

Üniversiteler de başörtüsü yasağına karşı yapılan gösterilere katıldığı tespit edilen kız öğrenciler okullarından atıldılar.

Kayıt yaptırırken peruklu gerekçesiyle bazı öğrencilerin kaydı yapılmamıştır.

Sönen Hayaller, yıkılan Umutlar, son Şans olarak görünen Üniversite…

İşte bunların hepsi Rektörlerin, Dekanların, Öğretim görevlilerinin hatta güvenlik görevlilerinin keyfi uygulamaları sonucu maalesef kızlarımızı ya yurt dışına göndermek zorunda kaldık  ya da evlerine mahkum ettik.

Tüm bunların sebebi neydi? ‘Batılılık’, ’Çağdaşlık’ uğruna mı yapıldı?

Evet tüm bunlar Batılı olabilmek, Çağdaş olabilmek  uğruna yapılmıştı. Ama kimse sormadı başörtülü kadınlara siz batılı görünmek uğruna tesettürünüzden vazgeçermisiniz? Diye

Kimse sormadı çağdaş görünmek uğruna kendi Örf, Adet, Geleneklerinizden vazgeçermisiniz? diye.

Belki Batılı olmak istemiyorlardı!!. Belki onlar Anadolu kadını olmak istiyorlardı!

Ama sormadılar. Kemalist zihniyet için ‘Örümcek Kafalıların’, ’Kara Fatmaların’

‘Sıkma Başlıların’ düşünceleri önemli değildi.
çünkü:Onlar kendi yaşam tarzlarını, kendinden olmayanlara dayatıyor ve başkalarının yaşam tarzlarına da tahammül edemiyorlardı.

Çünkü:Kemalist zihniyet en iyisini bilirdi.

Çünkü: Kemalist zihniyet baş örtüsünün Araplara ait olduğunu ileri sürerek ‘Batı’ ya karşı Araplaşmak istemiyorlardı.

2010 Türkiye sine geldiğimizde aslına değişen pek fazla bir şey yok.

Yeni YÖK başkanı Yusuf ziya Özcan başkanlığında İstanbul üniversitesinde bir kız öğrencinin şapka ile derse girmesi ve bu şapkaya bile tahammül edemeyen öğretim görevlisinin kız öğrenciyi dersten çıkarması sonucu yeni bir tartışma başlamıştır.

Kız öğrencinin YÖK  şikayeti sonucu YÖK bir genelge göndererek kimseyi kılık-kıyafetinden dolayı derslerden atılamayacağını söylemiştir. YÖK başkanının bu çıkışı sağduyulu bazı üniversite yönetimler tarafından da uygulanmaya başlamış ve kız öğrenciler en azından kampuse girme hakkı kazanmışlardır.

Ancak bu çözüm olmadığı gibi yeni sorunlara da gebedir.

Artık Türkiye in bu denli ‘sığ’ tartışmalarla kaybedecek ne zamanı ne de gücü kalmıştır.

Bu problem Türkiye in problemidir. Bu problemi Türkiye halk bazında büyük ölçüde kendi içinde çözmüştür.

Ancak bu sorun siyasetin çözmesi gereken bir sorundur. Burada da kilit nokta CHP’dir.

Ancak CHP üzerine düşen görevi yapamamaktadır. Çünkü: CHP içinde 21. yy da hala statüko dan yana olan düşünceler oldukça fazladır.

Artık Türkiye bu sorundan kaçamaz. bir an evvel bu sorunu çözmek gerekmektedir. Türkiye artık bu prangadan kendini kurtarmalıdır.