Yazar: YUNUS SEBA

Türkiye-Suriye İlişkileri ve Diplomatik Çıkmaz

Suriye – Türkiye ilişkileri tarihten beri her zaman problemlerle dolu ilişkiler içerisinde olmuştur. Suriye,  Osmanlının 400 yıla yakın hakimiyeti altında kalmış ve Osmanlı yıkılma sürecine girmesiyle birlikte artan Arap milliyetçiliği hasebiyle Osmanlıya her zaman ‘’olumsuz’’  bakmıştır. Öyle ki Osmanlının egemenliğini Suriye’nin sorunları olarak görmüştür.Tarihten günümüze kadar olana Suriye ilişkilerimiz her zaman problemli olmuş ve gelinen son noktada da ilişkilerde kısa bir bahar havası esmesinden sonra yerini kaos hatta savaş ortamına bırakmıştır. Suriye ile ilişkilerimizi geçmişe dönerek kısaca inceleyelim; HATAY MESELESİ: Hatay’ın Türkiye ye katılması Suriye’nin asla kabul edemediği bir durum oldu. Ancak bağımsızlığını kazandıktan sonra tüm platformlarda Hatay meselesini gündeme getirdiler. Öyle ki Hatay’ı Suriye kendi siyasi haritası içerinde gösterdi. Hatay meselesi Suriye’nin resmi ideolojisi haline geldi. Dolayısıyla Hatay meselesi Türkiye- Suriye ilişkilerine olumsuz olarak yansımış oldu. SU MESELESİ:  Türkiye Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde güneydoğu Anadolu kapsamında barajlar yapmaya başlayınca Suriye bu durumdan rahatsız oldu. Ve bunu Arap liginde ve katılabildiği uluslararası arenada devamlı dile getirdi ve Türkiye lehinde de kararlar çıkardı. PKK MESELESİ: 1980’lerin sonunda Öcalan’ın Suriye’ye gitmesi, Suriye’nin PKK’ya lojistik desteği  gibi konular gergin olan Türkiye – Suriye ilişkilerini daha gergin bir hala getirdi. Suriye’nin PKK’ya kucak açması ve lojistik destek dahil olmak üzere Türkiye’yi zora sokacak bütün alanlarda PKK’ya destek vermesi durumu daha da vahim bir noktaya getirmiştir. Suriye’nin PKK’ya destek vermesindeki amacı Türkiye’yi zora sokarak su konusunda Türkiye den taviz almasıydı. Ancak bu mümkün...

Devamını Oku

Türkiye Avrupa Birliği İlişkileri

Avrupa birliği düşüncesinin tarihine baktığımızda: Saint-pierre ve Victor hugo’ nun  birleşik ‘Avrupa devletleri’ kurulmasına ilişkin planlarını, İmmanuel kant’ın ‘sonsuz barışın sağlanmasına ilişkin projesini ve entegrasyon ya da birlik projelerini Avrupalı düşünürler ve entelektüeller her dönemde projelendirmişlerdir. Bu projeler 17. 18.19 ve 20. yüzyıllarda değişerek dile getirilmiş ve Avrupa birliği projesinin temelleri 19. yüzyılda atılmaya başlanmıştır. 19. yüzyılda Alman Gümrük birliği ve İtalyan birliği Avrupa’nın entegrasyon ve birleşmesinde öncü niteliği taşımaktadır. Birinci dünya savaşından henüz çıkmış olan Avrupa kendini toparlayamadan ikinci dünya savaşının içinde bulmuştur kendini. İkinci dünya savaşının ekonomik, siyasi ve insani bakımdan kayıplarla dolu bir savaş olmuştur. Bazı kaynaklara göre Avrupa ikinci dünya savaşında 40 milyonu aşkın kayıp vermiş ve ekonomisi de çökme noktasına gelmiştir. Avrupa bu dönemde siyasi istikrarsızlığında kıskancında olmakla birlikte ve ikinci dünya savaşının tahribatıyla uluslar arası güvenlik konusunun gerekliliğini damarlarına kadar hissetmiştir. Avrupa acil olarak savaşın etkilerinden kurtulmak için hızlı bir ekonomik kalkınma ve herhangi bir savaş tehlikesine karşı birleşme  ve iş birliğini güçlendirme yoluna gitmiştir. Bunun yolu da Avrupa devletler topluluğu olarak karşımıza çıkacaktır. Avrupa ilk olarak 26 Haziran 1945’de BİRLEŞMİŞ MİLLETLER cemiyetini kurmuştu. Ancak birleşmiş milletler cemiyetin kurulması Avrupa’yı tatmin etmemişti. Çünkü geçmişte yaşanan BİRLEŞMİŞ CEMİYETLER örneği vardı. Birleşmiş cemiyet ikinci dünya savaşının çıkmasına engel olamamış bundan dolayıdır ki Birleşmiş milletlerin kurulması Avrupalı devletleri tatmin etmemişti. 1950 yılına kadar çeşitli denemeler olmuştur ancak tam bir Avrupa birliği sağlanamamıştır. Bu gün Avrupa birliği...

Devamını Oku

Türk Dış Politikasının Dünü Bugünü

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRK DIŞ POLİTİKASI Türk dış politikasının temel amacı, gerek Türkiye de, gerek bölgesinde, barış ve refah üzerine kurulu, istikrarlı, işbirliğine dayalı ve beşeri kalkınmayı sağlayacak bir ortamın yaratılmasını sağlamaktır.Türk dış politikası geleneksel olarak, ülke güvenliğinin sağlanmasını, ülke çıkarlarını koruma, kalkınma ve refah için gerekli dış kaynakları kullanmayı, dostluklar ve müttefikler edinmeyi, Türkiye in çağdaş ve modern bir ülke olabilmesi için gerekli dış bağlantıları sağlamayı, muasır medeniyetler seviyesini hedef edinmiş ve başta  komşuları olmak üzer, tüm ülkelerle iyi ilişkiler ve iş birliğinin tesisi, uluslararası ilişkileri, istikrarı ve güvenliği ve refaha katkıda bulunmak amacıyla ilişkilerini bu düzlemede belirlemiştir. Şimdi Türk dış politikasını cumhuriyetin kurulmundan bu güne değişimleri, gelişmeleri ve yeni dünya düzleminde inceleyelim. ATATÜRK DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA Atatürk dönemi dış politikanın temel amacı yeni türk devletini milletler arası arenada tanıtmak olmuştur. Türkiye in bir devlet olarak uluslararası alanda meşrutiyet kazanması LOZAN  konferansı ile olmuştur. Atatürk dönemi dış politikasında çok fazla sorun olmasına rağmen Türk dış politikasının temel ilkesi bağımsızlıktan ödün vermemek olmuştur. Atatürk dönemi dış politikanın temel amaçlarında birisi ise modern ve çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmak olmuştur. Atatürk dönemi dış siyasetinin temel özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz… 1. GERÇEKÇİLİK Atatürk dış politikada gerçekçilik ilkesini benimsemiş ve hayalperestlikten ve maceracı bir siyasetten uzak kalmıştır. 2. BAĞIMSIZLIK Atatürk hem dış siyasette hem de iş siyasette bağımsızlık olgusu asla ve katta vazgeçilmez amaçtır. Bağımsızlık:siyasi, iktisadi, mali, askeri ve kültürel açıdan bağımsızlık olmuş ve...

Devamını Oku

Geçmişten Günümüze Başörtüsü Meselesi 1

Demokrasiye inanan herkes, yasaksız, özgürlükçü bir toplum ister. Demokrasi ve Özgürlükler bir devletin vazgeçilmez aygıtlarıdırlar, Cumhuriyeti Cumhuriyet yapan demokrasi ve özgürlüklerdir. Başkalarının haklarına ve özgürlüklerine müdahale edilmediği sürece özgürlüklerin sınırsız olması bir devlet için en ideal olandır. Tüm insanlık ister ki mutlu olsun, kimse kimseye karışmasın, özgürlüklerin herkes için eşit seviyede olmasını iser. Bu bağlamada Türkiye de ki baş örtüsü yasağı da, özgürlükçü toplum anlayışıyla ters düşmektedir. Türkiye’de başörtüsü yasağı mevcuttur, bu mevcudiyet toplumun büyük bir kesimi tarafından içselleştirilememiş ve toplumu kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı bir hal almasına neden olmuştur. Türkiye de türban sorununun olduğunu laik kesiminden, dindar kesimine kadar, Kemalist in den anti Kemalist ine kadar tüm ideoloji ve mevcut düşünce gruplarına kadar bilinmekte ve aynı zamanda önemsenmektedir. 2010 Türkiye sinde toplumun tüm katmanları tarafından türban sorununun bir sorun olarak algılanması bile büyük bir gelişmedir. 2000 in Türkiye sinde türban sorununu sorun olarak bile görmeyenler hiç azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünürsek, bu büyük bir gelişmedir. Şimdi türban sorununun tarihsel sürecine kısaca değinelim… Osmanlı devleti Tanzimat fermanı ile batının üstünlüğünü resmen kabul etmiş oldu. Tanzimat fermanı ile kabul edilen kanunlar Osmanlı devletinde  bir çok toplumsal dönüşümün yaşanmasını zorunlu kılıyordu. Batının modern görüntüsüne sahip olabilmenin önceliği kılık-kıyafetten geçmekteydi. Tanzimat döneminde kılık-kıyafet değişikliğinden en fazla etkilenen kadınlar olmuştur. Erkek egemen toplumda her zaman olduğu gibi önce kadınlardan başlanarak değişimler yapılmıştır. CUMHURİYET DÖNEMİ Cumhuriyet ilan edildikten sonra hızlı bir şekilde  kanunlar çıkarılıyor ve batılaşma,...

Devamını Oku

Karabağ Meselesine Bakış

Ermenistan, Azerbaycan topraklarının %20’ini işgal ederek iki ülke arasındaki savaş sonucu bir milyon Azeri’nin topraklarından göçüne neden olmuş. 20 bin ölü ve 50 bin yaralı vermesini sağlamıştır.Hali hazırda Ermenistan işgalci politiklarından vazgeçmeyerek 7 şehir de Rus silahlı kuvvetleriyle ile birlikte işgale devam etmektedir. Buna  bağlı olarak  zaman zaman sınır bölgelerinden silah sesleri duyulmaktadır. Her iki ülke de elleri tetikte,savaş yarın olacakmışçasına hazırlıklarını devam ettirmektedir. Azerbaycan Karabağ meselesinde yılmadan diyalog görüşmelerini devam ettirmek istemektedir.Ancak Ermenistan’ın diyalogdan yana olmaması işgalci tutumunu devam ettirmesi, Azerbaycan’ın bu çabalarını boşa çevirmektedir. Son günlerde Azerbaycan yönetimi bu siyaset ve diyalog çabalarının bir sonuç vermediğini gördüğünden devamlı savaş sözünü kullanmaya itmiştir. Hükümet ‘‘Karabağ savaşılmadan alınmaz’’ sözüne inanmaya başlamıştır. Azerbaycan devleti, silahlı kuvvetlerinin güçlendiğini. Azerbaycan’ın eski Azerbaycan olmadığını her ortamda dile getirmektedir. Azerbaycan zengin petrol ve doğal gaz yataklarıyla ekonomik ve iktisadi yönden güç kazandığı şüphesizdir ve ekonomisinin büyük kısmını silah alımında kullanmaktadır, bu da Karabağ konusunun  Azerbaycan için vazgeçilmez olduğunun göstergesidir. Halk ve devlet Karabağ meselesinde bir birine kenetlenmiş ne yapılması gerekiyorsa bir an önce yapılsın mesajını tüm dünyaya vermektedir. Azerbaycan her platformda Karabağ meselesinin siyaseten çözülmesini istemiş ve bunun için hiçbir sonuç elde edilemeyen AGİT Minsk Grubu görüşmelerine katılmaya devam etmektedir. Bunun ile birlikte Azerbaycan hükümeti de çok iyi bilmektedir ki Azerbaycan sorunu sadece Azerbaycan’ın sorunu değildir. Bu gün Azerbaycan sorunu Rusya’nın, Kafkasların hatta deniz aşırı ülkelerin sorunudur. Bu topraklar ( Kafkaslar) var oluşundan bu...

Devamını Oku

Ermeni Sorunu

SSCB in dağılmasından sonra 23 eylül 1991 de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, Türkiye ye yönelik ‘‘sözde soykırım’’ iddialarını devlet politikası haline getirmiştir. Ermeniler zulüm ve haksızlığa uğramış imajı yaratarak, dünya kamuoyunu başta ABD VE FRANSA olmak üzere belli başlı devlet ve uluslar arası kurum ve kuruluşları Ermeni davası lehine çekmeye çalışmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da başta Türkiye cumhuriyeti devletinden yüklü  miktarda tazminat ve uluslar arası arenada saygınlık kazanmak, daha sonraki aşamada ise Türkiye cumhuriyetinin sınırları içinde bulunduğunu iddia ettikleri sözde Ermeni topraklarını iadesi ve son aşamada  BÜYÜK ERMENİSTAN kurma politikası izlemektedirler. Ermenistan bu amaç doğrultusunda uluslar arası arenada ve devletler düzeyinde girişimlerde bulunmaktadır. sözde soykırımın tanınmasını destekleyen girişimler özellikle Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturalya, Lübnan, Yunanistan, Kanada, Rusya, ABD ve Arjantin de  yoğunlaşmış ve bu ülkelerde ardı ardına soykırım anıtları dikilmeye başlamıştır. sözde soykırım anıtıyla yetinmeyen devletler okullarında sözde soykırımı ders olarak okutmaktadırlar. Ermenistan cumhuriyeti soykırım iddialarını devlet projesi haline getirmiş ve uluslar arası arenada bunun savunuculğu’nu çok ciddi bir şekilde yapmaktadır. . Ermenistan ın uluslararası arenada bu denli etkin olmasının en önemli sebebi özellikle ABD ve FRANSA da bulunan lobisidir. Fransa ve ABD de bulunan lobi her fırsatta sözde ermeni soykırımını kabul ettirmek için gerek devlet bürokrasisin de gerek is yerel düzeyde çalışmalarını yoğunlaştırmış ve etkin rol almıştır. özellikle lobi bulunmuş oldukları ülkelerin bürokrasisine yön verecek güç e sahip olmuştur. bunun örneği olarak: 29 Mayıs 1998 de Fransa meclisinin...

Devamını Oku