*Babacığıma ithafen…
Canımın dünyaya teşrifime vesile olan, yüzündeki her bir çizgide yılların hikayesini taşıyan babam…söze nerden başlamalıyım yardım et dondum kaldım. Soracak olursan bir sıkıntım yok İyiyim, bahtiyarım ama nedir bu yaşantıma tuz katan doyulmaz tadın. Artık her daim yanı başında, çekyatının bir ucunda, gözlerinin önünde değilim. Hayatımın belli bir kısmını geçirdiğim baba ocağından alınıp da bambaşka bir yere, bambaşka insanlarla, hiç bilmediğim yeni bir tarza adım attım. Her yavru kuşun gün gelip de yuvasını terk ettiği gibi bende araladığın ellerinden kayarak uçuverdim yeni bir maceranın peşine. Sense belime bağladığın kurdelenin rengiyle yarışırmış gibi ağlayan yüreğindeki kan pıhtıları, belki de tarifsiz bir sızının eşlik ettiği gözlerindeki mutlulukla kucaklaşmış hüzün yaşları ve dilinle yüreğinin hemfikir olduğu en güzel dualarla uğurladın beyaz güvercinini çıktığı kapının ardından boynu bükük ve gururla.
İçimde kendime ait bir yuva kurmanın mutluğunu yaşarken, geçmişimi karşıma aldım; yüzüme iç çekişli gülümseme konduran geride bıraktıklarımın büyüsüne daldım. Zihnimde fotoğrafladığım her bir karenin en merhametli köşesinde ben seni ve yine seni buldum. Az buz bir zaman değildi kalplerimizin aynı evde attığı. Adı belki aydı, belki yıl ama bize aitti ve saniyesi asırlara bedeldi. Şimdi bana sevmelerin değil, kaş çatmaların bile bir başka kıymetli. Hani sıcacık avuçlarının içerisine alırdın da ellerimi gezdirirdin istediğim her yeri, hani evlat baba ikileminden sıyrılıp da arkadaşmışçasına ederdik ya sohbetleri, hani birbirine katar, sevgi yumağı yapar, kartopu misali atar tutardık ya kahkahalarımızla süslediğimiz neşeleri…Ne yapsam silemem ben gönlümden hiç birinin özlemini.
Uykunun en tatlı yerinde tiz sessiyle bangır bangır başında öten çalar saatine inat, sırf kuzucukların uyanmasın temennisiyle parmak uçlarında hazırlanıp, kapıda sadece bir “çıt” sesi bırakarak gidişin var aklımın ücra bir köşesinde. Eve bir gıdım ekmek, bir parça katık getirmek uğruna saatlerce yok olmaların hafızamda. Hani işin gereği parmak izlerin bile kararırdı da yıkardın ha yıkardın ama nafile… Kimi zaman utanırdın ve belki de saklama gereği duyardın içten içe. Benim helal lokma yediğimin, içtiğim suyun helalinden geldiğinin şahidi olan o izlerle ben gurur duyardım babam. Akşamları kurulu sofra başında, pencerenin pervazında gözlerdim yollarını. Kapıdan girişinle sarılırdım yorgunluktan pers düşmüş ama yıkılmamak için direnen ulu bir çınar gibi bedenine. Boynuna fütursuzca atlayışım, bir kaba birlikte kaşık daldırışım ne büyük bir lütufmuş bana.
Merhametini deli kanıma yoldaş eyleyen adam. Asi çağımın en doruk noktalarında dünyaya meydan okurken ben, henüz birkaç kere giydiğim kazağıma burun bükerken, evde ince belli bardağıma renk katan çayımın yanında;duygu yüklü aile bireylerim yerine kafelerin, alışveriş merkezlerinin hayalini kurarken;sen eminim düşünüyordun kara kara ay sonunu nasıl getirsem?
Tek damla göz yaşımı dünyalara değişmeyen babam. Dünyaya gönderilirken tercih yapmam istenseydi eğer ben yine ömrümü senin huzur kokan göğsünde geçirmeyi niyaz ederdim. Durmaksızın akıp giderken bize ayrılmış zaman; Son birkez kaygısızca uzansam, yorgunluktan çökmüş dizlerine başımı koysam. İleriye doğru değil de geriye doğru aksam, küçülsem, ufalsam. Şefkat ve sevginin sırdaş olduğu yüreğinle saçlarımı okşasan. Tekrar tekrar seçmece yapmadan yaşadığımız her anı yaşasam. Ve nasırlaşmış olmasına rağmen bana pamuklardan yumuşak, misk-i amber kokulu ellerinin arasında, ben büyüdükçe büyüyen dertlerimden sıyrılıp hıçkıra hıçkıra ağlasam.
Şimdi sözlerin bitipte alfabenin tükendiği yerde ver elini öpeyim yine. Ama sonrasında götürme hemen cebine. Kalsın dudağımın ucunda, alnımın ortasında, kalbimin köşesinde. Çekme ne olur kalsın öylece…
Öznur Yılmaz Kirenci
05.11.2010
canım kardeşim yazın çok güzel.o eski tıfıl günlerimiz ve babamın ramazan ayında bizi gezdirmek için elimizden tutuğu günleri hatırladım.Birlikte sahura kalkışımızı ibadet etiğimizde alnımıza koyduğu sıcacık ödülü hatırladım.