Tavan yapmış tutku ve heyecan, öyle bir kör eder ki insanın gözünü, ne yaşadığımız yalanın farkına varırız, ne de karşıdakinin geçiciliğine… Bir ilişki de yaşanılası her şeyi bir çırpıda yaşayıp, heyecanı zirveye taşıyanlar, en fazla ne kadar zirve de tutabiliyorlar ki heyecanı ya da ne kadar süre daha ayakta kalabiliyor ilişkileri.
Her biten ilişkinin ardından elbette yenisi başlıyor. Kimi bekler uzun süre toparlanmak için. Kimisi beklemez içinde ki tutkuyu kaybetmemek için.
Oysa her şey bir rüyadan ibaret değil mi? Yaşadığın o mükemmel bir günün ikincisi olmadı hiç bugüne kadar. Her yaşanılan an, yaşadığın an için güzeldir. Tekrarlanması zaten mümkün değildir. Ama yaşanılan o mükemmel günün ardından, aynı insanla yaşanılan başka mükemmel gün var mı diye sormalı insan kendine. Verilen cevap çoğunlukla hayır olmuştur. Bu sefer sorulacak tek soru vardır. ‘Neden?’ işte bu sorunun yanıtı her zaman için tektir. ’Gecelik ilişki’.
Hangimiz çoğu zaman kontrollü hareket ediyoruz ya da hangimiz dürtülerimize yenik düşmüyoruz. Konuşmaktan hoşlandığın bir insanla görüştüğümüz gece, yaşayabileceğimiz şeylere hangimiz engel olabiliyoruz. Engel olamıyoruz çünkü istiyoruz. Zaten uzun zamandır ilişkisi olmayan bir insan için, o gece yaşanılanlar özlemdir, tutkudur. Dokunmayı özlemiştir, koklamayı, tenin uyumunu… İki tarafında yaşadığı heyecandan, ertesi güne ne kalıyor peki? Koca bir ‘hiç’.
İşte bu yüzden ilişki ister uzun sürsün, ister tek gecelik olsun, sonuçta bitiyor. Ve her şey ya hatırlanmaya değecek, yeniden olmasını isteyecek kadar güzel ya da yaşanılan günlere lanet edilesi kadar kötü bitiyor.
Unutulmayacak ilişkilerin yeniden alevlenme şansları vardır aslında. İlişki güzel gidiyorsa zaten güzel bitmiştir. Saygı duyuluyorsa, iki olgun insan gibi bitirilmiştir ilişki. Bir insana yakışacak şekilde yani. Ama ya gecelik ilişkiler. Başlamayan bir ilişki var ortada. İki arkadaş tarafından yaşanılan tutku…
Gece yaşanılan her şey, asla konuşulmaz. Araya mesafe girer. Taraflardan biri uzaklaşır. Arkadaşlıkları ayakta tutmak için çabalarlar elbette ama ipler bir yerde kopar bir süre sonra…
Hâlbuki aynı şeyler tekrar yaşanılabilir. Zaten o gece yaşanmışsa iki tarafta birbirini istiyordur. Bunun önüne ne geçebilir ki? Ama tabi böyle düşünülse bile bir çekingenlik olur.
Belki de yaşanılası daha güzel günler, geceler olacak ama şans verilmediği, umursanmadığı için hep bir taraf üzülmüştür. Eğer bir de olmayan bir kavrama yani aşka inanmaya başlarsa o gece, o zaman onun vay haline!
Neden ben vay haline dedim biliyor musunuz? Çünkü o geceden sonra eski arkadaşlık bile kalmıyor. Oysaki âşık olduğuna inanan taraf, onun arkadaşlığına bile razı oluyor. Çünkü başka çaresi kalmıyor. İlgi bekliyor, tekrar görüşmek istiyor. Bunları istiyor ama elindekileri de kaybediyor. Bir süre sonra da karşı tarafın varlığından bile habersiz oluyor.
Üç gün, beş gün, bilemedin on beş gün inanıyor aşka. Ama tabi sonra o da anlıyor öyle bir şeyin olmadığını.
Peki ya uzun süren ilişki hiç mi yok? Yıllarca evli kalan insanlar yok mu? Ömürlerini birbirlerine adamış çiftler yok mu?
Var elbette. Ama aşk değil onların yaşadığı. SEVGİ, SAYGI, ALIŞKANLIK…
O ilk heyecan, tutku geçer elbette. Ama sevgi bitmez. 40 yıl, 50 yıl boyunca evli kalan çiftlerin ilişkileri nasıl ayakta kalıyor sizce? Birbirlerine duydukları sevgi ve saygı onları birbirine bağlamış yıllar boyunca. Hiç mi kavga etmiyorlar ki. Kavga etseler bile birbirlerini incitmiyorlar. Birbirlerini üzmüyorlar. Bunu başarabilen az sayıda çift var gerçekten.
Ama önemli olan geçmişte ne olduğu, kimleri kaybettiğin değil, bundan sonra kimlerle ne olmasını istediğindir.
Bu yüzden, ders almalı insan yaşadıklarından, kaybettiklerinden. En önemlisi pişman olmamalıdır. Zaten ne yaşanmışsa, o ortama kendi zemin hazırlamıştır. Bir insan kendi yaptığı bir şey için keşke dememeli. Kötü keşkeler her zaman için insanın zaaflarıdır. İyi keşkeler de yeterince istenmediğindendir.
Bir şekilde keşke sözcüğünü hayatından çıkartmalı insan. Zaten keşke sözcüğünü hayatından çıkaran insan, hayatın zevklerini yakalamaya bir adım mesafededir. O zaman ne aşka inanır insan, ne de hayalperest olur.
Uzun süren ilişkiler olsun, gecelik ilişkiler ya da kısa süreli ilişkiler olsun… Yaşanılan heyecan, tutku, nefes kesen saatler dışında, elbette kötü anlar da olmuştur. Ama her şeye rağmen yaşadıysan, sen istemişsindir. Bu yüzden; geçmişte yaşanılan her şey zamanına aittir. Keşkeler ile geçmişi bugüne getiremezsin. Yâda pişmanlık duyduğun zamanları hayatından silme çabası boş olur.
Hayatın sana sunduğu fırsatlar değil de, senin o fırsatları nasıl değerlendirdiğin önemlidir her zaman. Bir ilişkinin yolunda gitmesi çiftlerin elindedir ya da gecelik ilişkilerden sonra arkadaşlıkların devam etmesi. İnsan hayatı boyunca ne isterse onunla karşılaşır. Her zaman mutlu olacağını zanneder. Ama hâlbuki bu oyunda mutluluk kadar üzülmekte rol oynar. İşte bu yüzden insan ne yaşıyorsa hak ediyordur.
Mutluluk, üzüntü, gözyaşı, pişmanlık, ‘aşk’ sandığımız duygu… Bütün bunlar geçicidir. Tıpkı sürekli olgunlaşan ve farklılaşan düşüncelerimiz gibi.
Bu yüzden insan kendinden asla vazgeçmemelidir. Kaybolan zamanda yaşamaya devam eder gibi!
canım makalen süper olmuş,harika bi yazı keşfetmişsin..her insanın taşıdığı duygular ve gerçekleri aktarmışsın…başarılarının devamını dilerim:::
merhaba ben seher.sizinle atatürkün 2 sözünü paylasıcam ve sözler şöyle:”bizim yontemimiz akıl,mantık ve zeka ile dawranmaktır” ve ”sanatsız kalan bir miletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”(:)(:)