Benim sorularımdan birkaçına paralel bir görüş aslında. İnsan nedir? Neler yapabilir? Nereden gelmiştir? İnsan vücudunun muazzam bir enerji barındırdığını söyler dururlar, eğer bu enerjiyi doğru kullanabilirsek, insanlık türünün çeşitliliğinin artacağı ve fizik kurallarının alt üst olacağını söylerler. Bu düşünceyi savunanların sayısı az bunu kabul ediyorum. Ama kendimi sabit bir oluşum olarak görme fikri bana rahatsızlık veriyor.
Evrimcilerin insanın bir primatın evrimleşmesi sonucu bu hale geldiği düşüncesine karşı, “Neden İnsan kadar aşırı gelişmiş başka bir canlının olmadığı” sorusu ile karşı çıkabilirim. Eğer bir primatın evriminden sadece bir tane düşünce ve karakter sahibi tür ortaya çıkıyorsa bu tez yanlış demektir. Paralel evrim süreçlerinde de benzer özelliklerin bulunduğu bir canlı türü olmalı. Evrimcilerin düşüncelerini böyle çürüttüğümüzü varsayalım.
Sıra yaradılışçılarda. Bu biraz daha zor… Çünkü Din kelimesinin altına toplanan birden fazla görüşe sahip insanlar var. Belkide çoğu Din’in ortak yanı insanın bir yaratıcı tarafından özenle hazırlandığı fikrine sahip olmasıdır.
Yaradılışçılara göre ilk insan Adem’dir. Ademin doğumunu gerçekleştiren yumurta yaşamın en önemli iki temeli öğesi toprak ve suyun birleşmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Yani canlı bu yumurtanın doğumu bizim bataklık olarak nitelendirdiğimiz ve günümüzde de birçok yaşam türüne ev sahipliği yapan çamurdan oluşmuştur. Peki şimdi neden olmuyor? Şimdi de bir çok bataklıkta bahsi geçen ortamlar sağlanıyor fakat herhangi bir insanın dünyaya gelişi bulunmuyor. Bunun yaratıcının dokunuşu olarak kestirip atmak kolaydır. Önemli olan bir defa bile olsa bunu açıklayabilmektir. Oluşan o yumurtaya nasıl can verildi?
Aslında durumu çözebilecek ve daha ilginci ise Havva’nın yaradılış, kuşakların bugüne geliş süreci, Adem’in yaradılışını kabul etmek pek akıl işi gelmiyor bana. Ama oldu ki ettim. Peki Havva? Burada bir yazıdan alıntı yapmak istiyorum;
“Nisa Sûresinin 1. ayet-i kerimesinde bu yaratılış, “O insandan eşini vücuda getirdi” mealindeki cümlesiyle ifade edilir.
Meşhur tefsirlerde bu ayet açıklanırken şöyle denilir: Cenab-ı Hak, Havva`yı Hz. Adem`in sol kaburga kemiğinden yarattı. O sırada Hz. Adem`i hafif bir uyku tuttu. Bir müddet sonra uyandığında Hz. Havva`yı gördü. İlk anda şaşırdı, sonra çok sevindi. Kalbi hemen ona ısındı ve aralarında bir ünsiyet ve ülfet meydana geldi.”
İnsanların inanışlarına saygı duyduğumdan yukarıda tefsire yorum yapmayacağım. Sorulması gereken soru;
– Havva yaratılırken Adem kaç yaşındaydı?
Havva yaratıldığında Adem’de ünsiyet ve ülfet meydana gelmesi için aklının bir takım şeylere erebilmesi gerekir. Yani Havva’nın yaratıldıktan hemen sonra Adem ile tanışıp arkadaş olduğu tefsir edilmiş. Ya Havva yaratıldığında aklı salim ve genç bir insadı, ya da Havva’nın yaratılışında Adem’in aksine yumurtadan doğum değil direk birey olarak meydana getirme var. En azından bebek veya cenin dönemine ait herhangi bir açıklama yok.
Katı davranmak istemiyorum ama bu fikirlerin ikisinin de doğruluğu zayıf. Farklı bir şey var ve insanlık birgün nereden nasıl geldiği ve sınırları hakkında detayli bilgiye sahip olabileceğine inanıyorum. Umarım o gün yaşıyor olurum ve aklımı kurcalayan bu ve benzeri sorularıma cevap alabillirim.
Bahsi geçen cümle sadece tevatüren halk içinde yayılmış, bir cümledir. Ama dikatli bir araştırma yapılabilirse ve bu cümlenin kulanılışının ışık hızının farkına varıldığından daha eskiye dayandığı tesbit edilebilirse, ilk kulananların çok isabetli bir şey yaptığı anlamına gelir. Tabiki bu bilgi Kuran-ı Kerimde geçen ve insanlarında doğruluğuna inanması şart olan bir cümle değildir. Makalede de zaten sadece fikir oluşturmak için verilmiştir. Eğer şöyle derseniz şu sonuca ulaşırsınız şeklinde bir örnekleme tabi tutulmuştur. İkinci örnek olarakta Kaynağı beli olan Erzurumlu ibrahimin meleklerin şimşek hızındadır dediği cümledir. Nihayi gayem ise zamanında yaşayan bazı insanların çağlar ötesine bile hitap edebilecek cümleleri hem o günün insanlarının anlayabileceği bir dile söylerken hem de ileride incelendiğinde insanlara başka mesajlar verebilecek cümleleri özel mesaj paketleri adını koyabileceğimiz sembol diline müracat edebileceklerinin mümkün olduğunu göstermektir. Ve buradan hareketle, eğer insan bunu yapabiliyorsa; Yüce Yaratanın kendi kelamında, eğer tercihine girmiş ise çok kolay yapabileceğine dikat çekmektir. Ayrıca Ali imran suresi 7. ayeti kerimede “Bizim öyle ayetlerimiz vardır ki ancak metin olanlarınız anlayabilir” derken bazı ayetlerin ancak metin olmak gibi bazı özelikleri taşıyan insanlarca anlaşılabileceğini görüyoruz. Bu durumda bu tarz insanlarda kendi anladıklarında muhtemelen idiacı olmamak ve yüce kitabımızı sınırlamamak adına bu ayet böyle diyor yerine kendi görüşlerine işte ben denize ait şu yorum şu görüş diye aktarırken ileride haklılıklarını ortaya koyabilecek şifreleri cümlelerine katabilecektir. Nitekim geçmişte yaşamış bazı kişilerin cümleleri öyle manalar verebilmektedir ki bizler bazen onların hak derinliğinde ilerlemiş ve haktan aldıklarını bizim dilimizle bize aktarmış diye düşünürüz. Mesela ata sözlerinin hiç yanılmadan sürekli doğru yolu göstermesi böyle birşey olabilir. Son olarak çok rica edeceğim ki benim yazılarımın çalışılmış birer bilimsel yazı gibi değil de bir meraklının kendi beyin labaratuarında düşünceleri olarak algılayınız. Ben nadiren internete girdiğim için gecikebiliyorum şimdiden özür dilerim. Umarın bir nebze acizane düşüncelerimi açabilmişimdir. Saygılar.
@Ali Sekulu
“Mekr” ile ilgili cevabınız için teşekür ederim.
“Şeytan bile bir kere Alah deyince dünyayı yedi buçuk tur atar”
Bu cümlenin kaynağı beli midir?
Öncelikle mükemel sorunuz için çok teşekür ederim. Yüce Alahımdan duam sizin gibi dikatli arkadaşlarla birlikte hatalardan kurtulmak ve en doğruya yaklaşmak. Ama kaleme alırken ki düşünceme gelince; Alahın hile yapan şeytanı tabiki bildiği ve onun hilesine süre tanıdığı anlamındadır. Tabiki benim beynimi de okuduklarım ve dinlediklerim şekilendiriyor. Aşağıdaki diyanet çalışmasıda sanırım benzer bir çalışma göze çarpmaktadır.
ENFAL SURESİ
BİSMİLAHİRAHMANİRAHİM
30. Hani kafirler seni tutuklamak veya öldıürmek, ya da çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlar. Alah da tuzak kuruyordu. Alah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Diyanet meali)
Âyeteki “Alahın tuzak kurması” ifadesi mecazî olup, “Alahın, kurulan tuzağı bozması” veya “tuzak kuranları cezalandırması” anlamını ifade eder. (Diyanetin bu ayeti kerime için dip notu)
Yorumlarınızı satır satır dikatle okudum;
@Ali Sekülü, Müslümanlık konusunda en azından benden daha bilgili olduğunuz aşikar. Ancak takıldığım bir nokta var bir makalenizde ve yorumunuzda “Alah mekir sahibidir, Şeytan bile bir kere Alah deyince dünyayı yedi buçuk tur atar” şeklinde bir cümleniz var. Bu cümlenin kaynağı beli midir? Yani Kur’anda bir ayete mi geçmektedir? Ayrıca benim bildiğim Mekir (Mekr) “Hile” demektir çeviride bir hata yok ise rica etsem anlatılmak isteneni açıklayabilir misiniz.
@Berkay, yazım sadece zihnimin içerisindeki birkaç soruya kendimce bulduğum cevapları anlatmaktadır. Ve orada evrim teorisi-ki bir teori bile değildir- çürütmedim, “çürütüğümüzü varsayalım” dedim. Yani asılı kalmış bir soru öncelikle bunu bilmenizi isterim, bizden daha gelişmiş bir canlı olsaydı ondan gelişmiş bir canlıyı sorgulayamazdım keza o zaman evrim süreci bir gerçek olurdu ve insanın o canlıya doğru evrilmesi beklenirdi. Sorduğum soruya verilecek cevap bu olsaydı yine tatmin edici olmazdı.
“Adam ışınlandı sonra sol kaburgasından bi kadın yaratılıyor” benzetmenizi ben uydurmadım, bu sizin insan beynine ait olmadığını düşündüğünüz Kur’anda yer alıyor ve o alıntı diyanet işlerinin sitesinde bir müftünün benzer bir soruya verdiği cevaptır.
Kur’an-ı Kerim’ i okuduğunuzu söylüyorsunuz umarım türkçe mealini okumamışsınızdır, çünkü bazı filerde yanlışlık olabiliyor. Dilimizi çok severim ama önemli bir eseri okuyacaksam kendi dilinde okumayı isterim. Bu yüzden Kur’anı arapça okudum. 15-20 sene önce düşünmez, sadece yapardım. Ama beynim olgunlaşıp sorgulamaya başladığı zaman cevaplarıma yanıt bulmakta sıkıntı çektim.
Baba beni kurtar
“Alah, Âdem babamızı yaratmış, onun sol kaburgasından, Hava anamızı var etmiş. Cenete mutlu bir yaşam başlamış. Yasaklanan tek özel bir ağaç ve meyvelerinden yememek koşulu ile ebedi bir mutluluk vadini vermiş. Ama melun şeytan, bir yolunu bularak Cenete sızmış, sahtekârlık yaparak, yasak her ne ise, onlara tatırmış. Şeytan Cenete nasıl girmiş? O zamanlar ayakları üzerinde, bir binek hayvanı olarak yaşayan yılan, onu üzerinde taşımış, Cenete. Tabi bunun sonucu olarak da, cezalandırılarak, Ceneten kovulduğu gibi, ayaklarından mahrum bırakılarak, yaşadığı sürece sürünmeye mahkûm edilmiş.”
Âdem aleyhiselam, bize göre “kün” emri içinde var oldu. Onun ve kıymetli anemizin var oluşu yaradılışın zamansal süreci içinde, sırası gelince açığa çıkmış ve sahnede yerini almıştır. Bizlerde buna, belki de ifade güçlüklerinden veya zihinlerde karışıklıklara sebebiyet vermemesi için kısaca yaratıldılar diyoruz. Her şey zaten yaratıldı. Fakat bizim burada dikat etmemiz gereken husus, bütün her şey beli bir tek emrin içinde oluştu. Yani ayrı, ayrı yaratmalar düşünemeyiz. Daha doğrusu bir yaratma sürecine başlayabilmek için önce başlanılanın bitmesini, sonra sıradaki yaratma işleminin başlamasını düşünemeyiz. Çünkü kitabımızda bize noksan sıfatlardan beri olduğu haber verilen Alahımız var. Bir iş çok geleceği için azar, azar yaratacağını düşünemeyiz. Bu eksiklik olur ve Ona ( hâşâ! ) hakaret olur. Ama hüküm onun değil mi? İsterse, daha sonra tekrar bir yaratma daha yapabilir. Şeklinde kurulan bir cümlede ancak bizi aldatır. Alahın daha sonra ne isteyeceğini, daha önce hatırlamaması mümkün müdür? Hâşâ! Aklına gelince bir daha yaratsın, sanki unutmuş gibi. Ona bu sıfatları yakıştıramayız. En az onun kadar önemli olanı da bir kere O zamandan münezehtir, bağımsızdır. Bütün bu olanlar bizi birer oldubitiye getirilmemesi için, zamana bağlandı, diye düşünüyorum.
Künfekan sırına ermek ne hacet bize
Aşka ermektir muradım nam-u nişan istemem
Salihbaba
Fakat birinci paragrafta, bu cümlelerden sonra bizim dilimizle çözülemeyecek gibi duran çünkü düz mantığa aykırı cümleler ve dolayısıyla sorular baş göstermektedir. İlk paragrafta geçen cümlelerin bazılarının yılar içinde değişime uğramış olabileceklerini düşünsek bile, tamamının değişime uğradığını idia etmek, en azından bazı âlimlerin hışmını üzerimize çekmek olur. Bu durumda da yine sembol dilinin çalışmaya başladığını düşünebiliriz. Rumuzlu, çifte manalar ve cümle paketleri içine sıkıştırılmış mesajlar. Neden mi? Bin sene önce yaşayan birine, şeytan ışık hızında hareket ediyor diyemezsiniz. Ama “Alah mekir sahibidir, Şeytan bile bir kere Alah deyince dünyayı yedi buçuk tur atar” derseniz, o gün yaşayanların zihninde bir şey uyanır. Bu gün yaşayanlarsa dünyanın çevresi olan 40 000*7,5 hesabını yaptıkları zaman 300 000 rak***** ulaştıklarında, bir kere Alah diyene kadar yani bir saniyede 300 000 km yol aldığını bulurlar. Sonrada demek ki şeytan ışık hızında hareket ediyormuş derler. Ne de olsa ateşten yaratıldı. Hata ışık hızı bilinmeden önce dünyanın çevresini bilen bilim adamları böyle bir bilgiyi cidiye alsalardı, peşine düşeceklerinden, ışık hızını daha önce bile bulabilirlerdi. Ya da meleklerin hızı kendisine sorulan Erzurumlu İbrahim hakı hazretlerinin “yıldırım hızındadırlar dediğini” Marifetname adlı eserinde okuyabilirsiniz. Ama Azrail aleyhiselamın hızını düşünecek olursak, ya da kâinata var olan bildiğimiz, bilmediğimiz bütün canlıların rızkını dağıtmakla görevli Kasım-ül erzakı düşünecek olursanız, başka hız viteslerine de sahip gibi duruyorlar. Ayrıca bana bunlar şunu da hatırlatıyor ki, Eğer Alah, düşmanlık eden şeytana bile bu ve benzeri özelikleri vermişse, acaba yaratılanların en mükemeli dediği insan aşağıların aşağısından kurtulup da, övüldüğü makama erişirse neler yapar? Belki de hiçbir şey yapmadan teslimiyeti, yani tamamen Alahın emrine terk edebilme faziletini gösterir. Manisalı merkez efendiye sorulan eğer Alah olsaydın neler yapardın sorusuna verilen cevap manidardır. “Zaten bir Alah var, o ne yapıyorsa yine onlar yapılırdı” diyor ve işleri merkezinde topluyor.
Gelelim ilk paragrafa, sol kaburgasından Hava anamız var oldu? Neden önce bir ane ve onun doğurduğu bir adam değil? Hikmetinden sual sormuyoruz. Sadece düşünüyoruz acaba rumuzlu manalar olabilir mi diye? Aslına sadığız ve Alah neyi nasıl dilemişse öyle olduğuna inanıyoruz. Ayrıca meselenin tamamı da iman meselesi değildir. Bu bizim daha önceki konularda da değindiğimiz erkek ve kadının bir kuşun kanadı gibi Alaha yükselmeliler, beraberce, ahenk içinde, kadını görmemezlikten gelmeyerek, dediğimiz meseleye de uyuyor sanki. Kadın anedir ama önce eştir deniyor belki de bize. Erkek ve kadın olgun beraberliklerinin neticesinde erkek ve kadın olmalı önce, sonra olgun, Alaha ulaşmaya aday, geleceğin erkek ve kadınlarına anelik ve babalık yapmalı. Yani karı ve kocalık, ane ve babalıktan daha önemli, güzel çocuklar yetiştirebilmek için. Bence hostesler doğru söylüyor, eğer acil durumda yaşamsal kaynaklara önce kendimiz ulaşmazsak, oksijen maskesini önce kendimiz takmazsak, çocukları da kurtaramayız. Böylece olgun ve yeterli bilgiye sahip olmayan ebeveyn züriyetini kaybedecektir. Sanki burada alınması gereken gerçek mesaj bana eşleriniz sizin diğer yarınızdır. Peygamberlerin hanımları da onlar gibi kutsaldırlar. Onlar bu işi bildikleri için hanımlarına olması gereken hasasiyetleri göstermiştir. Hanımlarına bu hasasiyete kusuru olanlar tek kanatla Alaha uçmaya niyetlenmesinler. Belki de peygamberimizin evlenin demesinin sebeplerinden biride budur. Gerçi hanımlarla ilgili meselelerde biraz ileri giderek onları ilahe yapanlar olduysa da, güzel dinimiz “la ilahe” diyerek bu meseleyi noktalamış görünüyor. Ama belki de yine, buda OZİR (Türkçe kökenden özdür) ve İSİS gibi Alahın esmalarını hakıyla öğrenenlerin, zamanla sapıtanlar tarafından tapılır hale getirilmesiydi. Bu tip konuların evelini, ahirini, zahirini, batınını Alahtan başka kimsenin hakıyla bilemeyeceğini düşündüğüm için kati bilişler ve fetvalar asla değildir. Bu sebeple “belki” leri sıkça kulanıyorum. Amacım hayra vesile olabilecek düşüncelere geçebilmek. Bu konuya da böyle bakınca elimde olmadan şu diyanet takviminde okuduğum, “Sizin en hayırlınız, ailesine en hayırlı olanınızdır” hadisi şerifini tekrar hatırlıyorum.
İlk paragraftaki birkaç cümleyi, sol kaburgadan gelişi asla inkâr etmeden, kazasız, belasız atlatık. Kendi zihnimizde makul gerekçeler üretik. Üretemeyebiliriz de. Bu olayların böyle olmadığını ya da cümlelerde mesaj olmadığını göstermez. Biz bir yanıt bulamadığımızda, amena Alah öyle dediyse aslı da odur diyerek, sorular soralım. Bu arada, ülkemizde zaman, zaman kimi çevrelerde rastladığımız, belki de kökünü tam bilemediğimiz davranışlar vardır, bilenler olacağı gibi. Bazen yeri denk geldiğinde, o anki aktör her kimse, sağ elini, sol koltuğunun altına koyar yani sol kaburga kemiğinin üstüne, sonra elini oradan bir kılıç gibi çekerek “biz onu koltuğumuzun altından çıkarırız” der. Mesela; Mükemel bir profesörü yetiştirmekte olan ordinaryüs gibi! Bu işin babası, ustası veya iş ortağı, yetiştireni benim, der gibidir. Bu hareketin aslını veya kökenini bileniniz varsa, beni de bilgilendirmenizi rica edeceğim. Ya da meni kaynağının aslında, sol kaburga altında olduğunu bilenlerden bir cevap beklerim. Ben yinede bu konuda bir şeyler öğrenmeye çalışacağım.
Cenet emin bir âlemdir. Öyleyse şeytan huzuru nasıl bozmuştur? Şeytan, Cenete kimden gizlice girmiştir. Cenete hayvan var mıdır ki yılan oradadır. Yoksa cenet, iradeyi cüzinin serbest bırakıldığı, Alahın müdahale etmediği bir mekân mıdır? Yoksa o zaman mı öyleydi? Kaynaklarımıza dönelim, bence bu en iyisidir, eğer Alahın yardımı ulaşırsa.
Bakara suresi 30-44
Hani, Rabin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti. Onlar, “Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz sana hamt ederek daima seni tespih ve takdis ediyoruz.” demişler. Alah da, “Ben sizin bilmediğinizi bilirim” demişti.
Alah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğreti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.
Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize öğretiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Şüphesiz her şeyi hakıyla bilen, her şeyi hikmetle yapan sensin” dediler.
Alah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Alah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tutuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi.
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cenete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”
Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde beli bir süre barınak ve yararlanma vardır” dedik.
Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rab’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul eti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.
“İnin oradan (ceneten) hepiniz. Tarafımdan size bir yol gösterici (peygamber) gelir de kim ona uyarsa, onlar için herhangi bir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir” dedik.
İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehenemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.
Araf suresi 11-37
Andolsun, sizi yaratık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.
Alah, “Sana emretiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yaratın. Onu ise çamurdan yaratın” dedi.
Alah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak hadine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.”
Alah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbete oturacağım.”
“Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve solarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.”
Alah, dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi ceheneme doldururum.”
“Ey Âdem! Sen ve eşin cenete kalın. Dilediğiniz yerden yiyin. Fakat şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.”
Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: “Rabiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cenete) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.”
“Şüphesiz ben size öğüt verenlerdenim” diye de onlara yemin eti.
Bu sûretle onları kandırarak yasağa sürükledi. Ağaçtan tatıklarında kendilerine avret yerleri göründü. Derhal üzerlerini cenet yapraklarıyla örtmeye başladılar. Rab’leri onlara, “Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi?” diye seslendi.
Dediler ki: “Rabimiz! Biz kendimize zulüm etik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.”
Alah, dedi ki: “Birbirinizin düşmanı olarak inin (oradan). Size yeryüzünde bir zamana kadar yerleşme ve yararlanma vardır.”
Alah, dedi ki: “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (mahşere) çıkarılacaksınız.”
Ey Âdemoğuları! Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Alah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Alah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik).
Ey Âdemoğuları! Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini so***** ana babanızı ceneten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.
Çirkin bir iş işledikleri vakit, “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Alah da bize bunu emreti” derler. De ki: “Şüphesiz, Alah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Alah’ın üzerine mi atıyorsunuz?”
De ki: “Rabim adaleti emreti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Alah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yaratığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.”
Alah, bir kısmına hidayet eti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Alah’ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin de doğru yolda olduklarını sanıyorlardı.
Ey Âdemoğuları! Her mescite ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.
İsra suresi 61-65
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik, onlar da saygı ile eğilmişlerdi. Yalnız İblis saygı ile eğilmemiş, “Hiç ben, çamur hâlinde yaratığın kimse için saygı ile eğilir miyim?” demişti.
Yine demişti ki: “Benden üstün tutuğun kişi bu mu, söyler misin? Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.”
Alah, şöyle dedi: “Çekil, git.” Onlardan kim sana uyarsa, kuşkusuz cehenem tam bir karşılık olarak hepinizin cezası olacaktır.”
“(Haydi) onlardan gücünün yetiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların malarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez.
“Şüphesiz, (gerçek) kularım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin olmayacaktır. Vekil olarak Rabin yeter!”
Taha suresi 115-123
Andolsun, bundan önce biz Âdem’e (ceneteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emretik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.
Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan kaçınmıştı.
Biz de şöyle dedik: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis), sen ve eşin için bir düşmandır. Sakın sizi ceneten çıkarmasın; sonra mutsuz olursun.”
“Şüphesiz senin için orada aç kalmak, çıplak kalmak yoktur.”
“Orada ne susuzluk çekersin, ne de güneş altında kalırsın.”
Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
Bunun üzerine onlar (Âdem ve eşi Hava) o ağacın meyvesinden yediler. Bu sebeple ayıp yerleri kendilerine göründü ve cenet yaprağından üzerlerine örtmeye başladılar. Âdem, Rabine isyan eti ve yolunu şaşırdı.
Sonra Rabi onu seçti, tövbesini kabul eti ve ona doğru yolu gösterdi.
Alah, şöyle dedi: “Birbirinize düşman olarak hepiniz oradan inin. Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o, ne (dünyada) sapar ne de (ahirete) sıkıntı çeker.”
( Mealer Diyanet mealeridir. Farklı mealerle de kıyaslanması uygun olur, diye düşünüyorum. )
“Âdem için saygı ile eğilin” = Bu cümle başka mealerde örneğin Elmalılı Hamdi Yazır mealinde “secde” diye geçmektedir. Ayrıca orijinaline bakıldığında ise Arapça S, C ve D harfleri görülmektedir. Ben “Âdem için saygı ile eğilin” ve “secde” aynı anlamı taşımayabilir diye endişeleniyorum. Acaba buradan hareketle insana secde edilmesi gibi bir yanlış anlamadan kaçınmak mı istenmiştir? Belki “saygı ile yere eğilerek başınızı yere koyun” ve ardına ilave edilecek diğer tamamlama tarifleri ile secde kelimesine yaklaştırılabilirdi. Eğer bir çekinme durumu varsa, Alah “secde” kelimesi kulanmış, biz neden çekinelim?
Araf suresi 29 uncu ayeti kerimede ise orijinalinde “mescidi” diye geçen kelimenin yerine “Her secde yerinde” denmesinden çekinilmemiştir.
Tabi ki onlar daha iyisini bilirler, benimki merak. Ayrıca, eğer “secde” kelimesi Arapça olduğu için tercih edilmemişse “ahret”, “Cenet”, “Cehenem” gibi kelimelere de birer çözüm bulunmalı diye düşünüyorum. Halkımızın tamamen benimsediği kelimeleri de yerine öz Türkçe kelimeler kendiliğinden geçene kadar kulanabiliriz, diye düşünüyorum.
Bundan başka;
“Alah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğreti. Sonra onları meleklere göstererek, “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi.”
Diye, diyanet mealinde gösterilen ayeti kerime, Elmalılı mealinde ise;
“Ve Âdem’e isimlerin hepsini öğreti, sonra onları meleklere gösterip: “Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin.” dedi.”
Bakara 33 – (Alah): “Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.” dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Alah): “Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” dedi. ( Elmalılı )
Bakara 33 – Alah, şöyle dedi: “Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini söyle.” Âdem, meleklere onların isimlerini bildirince Alah, “Size, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ki ben bilirim, yine açığa vurduklarınızı da, gizli tutuklarınızı da ben bilirim demedim mi?” dedi. ( Diyanet )
İki farklı mealdeki ifadeler böyledir ve arada bana göre önemli bir fark vardır. “Söyleyin” yerine “haber verin” ve belki de onun yerinede başka bir kelime geçebilecekse, durum adeta boyut değiştirebilir. Hele bir de ayeti kerimenin devamı olan “”Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” sorusunu ilave edince, Hz. Âdem neyi haber verince, Alahın daha önce bildiği ve artık meleklerinde anladığı gaybı ve belki de Hz. Âdemin gizlediklerini anladılar? Sorusu da bizim aklımıza düşüyor. Sanırım bu, dudaklardan söylenen eşya isimleri değildir.
Üstelik bu ayeti kerimeler, belki de kâmil insanda olması gereken ve sonunda meleklerden üstün hale gelebilen, halini anlatıyor bile olabilir. Zaten özünde de “ey melekler, cinler Âdeme secde edin çünkü…” anlamı çıkmıyor mu? Ben bu sebeple, daha aydınlatıcı ve tutarlı meal ve tefsirler için, İslam âlimlerimizin “Alahım ümetimi yanlışta birleştirme” duası gereği çalışmalara devam etiklerine inanıyorum. Aslında hepsinden Alah razı olsun ne güzel çalışmalarla, bizlere kaynak hazırlamışlar. Fakat bu konularda zayıf olan bizlerin etkilenmeleri de doğaldır, diye düşünmelerini talep ediyorum.
Bundan başka, yine farklı mealerde “söyle” yerine “haber ver” gibi farlı kelimeler doğal olarak vardır. Ayeti kerime devamında “Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim” dememiş miydim?” tarzındaki yaklaşımla, Alahın, meleklerin anlayamadığı bir şeylerin iç yüzünü ortaya çıkardığını da anla*****, özde “Biz Âdeme esmayı öğretik. Ya Âdem, meleklere esmayı göster” şeklinde anlam çıkarmamız mümkün olan mübarek emri şerifler zincirini okuyunca, insanın aklına bazı sorular geliyor;
Acaba mübarek melekler neler gördü de secde etiler?
Âdem babamızın kendine has göstermesi nasıl olmuştur?
Melekler perdesiz gözleriyle sırlar müşahede ederken Âdem babamızın işaret parmağı ile olacak bir göstergesini çoktan algılamış olurlardı. Meleklerin ancak ve en az Âdem baba gibi birinin yardımıyla gördüklerini eşya işte deyip geçemeyiz. Bu görüş Kuran-ı Kerimde zikredilmeye layık görülmüş ötelerin ötesinde bir görüştür. Belki de arşa, kürse sığmayan Alahın ve tabi doğal olarak esmalarının, Âdemin kalbine yerleştikten sonra oluşan bir görüştür ki o kalp aynasından teceli eden esma-ı hünsanın bir aksamasıydı. Tabi ki o zaman melekleri secdeden kim alı koyar. Ya da “vel eveli, vel ahiri, vel zahiri, vel batın”, ”evel odur, ahir odur, zahir odur, batın o” emri ilahisinde ki gibi her şeyin önünde, arkasında, içinde, dışında odur diyerek eşyanın onunla kaim, dik ve ayakta, var olduğunu anlar gibi olduğumuz gerçeğini meleklerin müşahede etmesini sağlamıştır. Ya da her iki türde ve başka görüşlerle beraber ama “bak işte şu şey, ismi de şu”, türünde asla değil. Melekler programları gereği öğretilmiş olanın dışına çıkmazlar ve görmedikçe Alah’tan başkasına asla secde etmezler. Nitekim üstünlük duygusu galebe çalarak perde arkasına düşen şeytan göremediği için secde de etmemiştir, bence. Yani ancak tevazu ve Alah ile kul arasındaki farkı huşu ile kabulenmenin ardında açılacak bir idrak ile görmek olabilir. Alah için alçalan kulun Alah tarafından yükseltilmesi gibi… Keşke kelimesinin sıklıkla kulanılmasını sevmem ama onunda kulanılması gereken yerler vardır. Bence işte öyle bir yer, keşke bu mübarek ayeti kerimelerin orijinalerini anlayabilseydik. Alah doğruları bilen tek hâkimdir.
Konumuzla ilgili referans alabileceğimizi düşündüğüm ayeti kerimeleri yukarıda sıraladım. Kuran-ı Kerimde geçen hiçbir şeyi asla inkâr etmeyiz, anlayamasak bile. Ama doğrusunu anlayabilme çabalarında hatalar, düşersek de Yüce Alahın afediciliğine sığınmayı doğru buluyorum. Bu sebeple de önce, Taha suresi 115 inci ayeti kerimede “Doğrusu bundan önce Âdem’e (bu ağaçtan yeme diye) emretik, fakat unutu ve biz onda bir azim (bir kararlılık) bulmadık.” şeklinde bize işaret verildiği gibi, Hz. Âdem asla günah işlememiştir. Bütün peygamberlerin tamamı, bütün günahlardan beridir. Onlar ancak zaman, zaman çeşitli amaçlar doğrultusunda hataya düşürülmüştür. Ve bu unuturularak olmuştur, Yüce Yaratan da olayda kararlılıkla yapılan bir suç unsuru yani günah görmemektedir. Düşürülmüştür diyorum, çünkü her şeyden önce üzerinde durduğumuz konu bize açıkça bağırmaktadır. Bir dünya hayatı başlayacaktır, bu yaratılmıştır. Çeşitli nedenlerden dolayı, kim bilir belki de Âdem babamızın ve kıymetli anemizin içine düştükleri zele ile üzüntü çekmeleri onların Alaha daha da yaklaşmalarına vesile olmuştur. Çünkü artık dünyada kazalara, belalara sabretmenin ve Alaha karşı kusurlu olduğunu ya da noksan olduğunu gerçekten bilmenin, kulu Alaha yaklaştırıcı olduğunu öğrendik. Sanırım “kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz”, “Nefsini bilen, rabini bilir” mübarek kibar kelam ve hadisi şerifleri bize konuyu biraz daha aydınlatmaktadır. Kul demek ki noksanlarını kavradığı oranda nefsini ve böylece de geceyi görenin gündüzü fark etmesi gibi veya kim bilir ne kadar güzel bir bilişle ise Rabini daha iyi anlıyormuş.
Arapçada kulanılan zele kelimesi hatadan bile hafif olaylar için kulanılmaktadır. Bu arada, bizlere bıraktıkları kibar kelamlar için müteşekir olduğumuz atalarımızın “Alah isterse düşman elinden dost lokması yedirir” sözünden yola çıkarsak, ( kendisine göre malesef ki ) şeytan dahi ancak arada hayırlara vesile olmaktan öteye geçememiştir, kendini yırtmasına rağmen. Ceneten dünyaya inmek hayırlı mıdır? Elbete imanın altıncı şartı gereği ondan gelen her şeye razı olmak, bizi nereye ***ürür acaba? Alahtan hiç şer gelir mi? Aslını kavrayabilseydik hayrın ve sonunda teslim olursak hayra dönecek şerin Alahtan geldiğine inandık derdik. Tabi böyle bir cümle eğip bükmeye çok müsait olurdu. Burada alınacak en büyük derslerden biri ise görüntü itibarı ile Alahın emrine aykırı davranan kulardan bir kısmının Ya! Rabim noksanlık bende sen beni afet diyerek peygamberlere layık bir tutum sergilerken, kimilerinin de benim ne suçum var sen benim ayağımı kaydırdın diyerek şeytanlık mak***** yerleştiklerini görmektir.
Konu ile ilgili sorduğumuz sorular şunlardı.
Cenet emin bir âlemdir. Öyleyse şeytan huzuru nasıl bozmuştur? Şeytan, Cenete kimden gizlice girmiştir. Cenete hayvan var mıdır ki yılan oradadır. Yoksa cenet, iradeyi cüzinin serbest bırakıldığı, Alahın müdahale etmediği bir mekân mıdır? Yoksa o zaman mı öyleydi?
Soruların cevapları yukarıda ki metinde çıkmıştır. Yılan bahsini orada görememekteyiz. Eğer bizim gözümüzden kaçmamışsa yılan bahsi iman meselesi de olmaz. Yılan meselesine de belki başka kültürlerden etkilenilmiş gözü ile de bakabiliriz fakat Türkçemize kalp vasıtası ile hâkim olmuş kavuksuz âlimleri düşünürsek, onların bulunduğu ortamlarda bu konuların açıldığında tefsir olan sözlerle anlatılmış olabileceğini düşünüyorum. Bu sebeple yılan da bir sembol olmuş olabilir. Mezar yılanlarından bahsedilmesine rağmen, aslında acıyı belki de ölü bedenlerin değil ruhların özel kabir yılanı diye isimlendirilen yaratıklardan almaları gibi. Burada da toprak altında ki gariban sürüngenlerin bu işi yaptığını düşünenler de vardır, ruhların özel azabı diye düşünenler de vardır. Buna da iman meselesi olarak bakılmaz. Örneğin;”Öldüğünüz zaman kabirleriniz Cenet bahçelerinden bir bahçe veya Cehenem çukurlarından bir çukur olacaktır” hadisi şerifi gereği, demek ki kabir de azap vardır diyerek ilk idiaya inanlar vardır. Bu hadisi şerif gereği kabir azabı haktır, ama nasıl? Alah öğrenmekten uzak tutsun inşalah. Bu noktada ben bilmem ağam bilir. Kabirden kasıt nedir? Âlemi ervah mı? Yanarak buhar olan Adamın yılanlar neresini yiyecek? Desem de, öte yandan sürekli tazelenen beden, ama ben onu her ölçmeye kalktığımda başka boyutlardan benim boyutuma döndürülerek bana iskelet gösterilmesi mümkündür. Belirsizlik artık bilimde bile söylenmeye başlandı. Alahın istediği belirsizliği ise biz hiçbir şekilde çözemeyeceğiz. Bu olaydan alabileceğimiz tek gerçek azap olacağıdır. Zaten o da yetmez mi?
İlk paragrafta bazı şeyler rumuzlu olabilir dedik. Şeytan diyor ki, ağaçtan yiyin de ebedi yaşayın, sanki yaşam ağacı. Şeytan acaba bu sefer hangi yılanın şah damarlarına girip de onu şahlandırmıştır, dimağınızı zorlayın. Elma ağacı yeni elmalar verir, yaşam ağacı yeni yaşamlar mı verir? Yaşam ağacı nedir? Yılan, tıptaki sembol olarak sağaltıcıyı temsil etmekte, bazen düşmanı ama bazen de başka. Benim bu konu ile zanlarım var. Sizinde olabilir. Gaye hikmetleri anlamaya çalışmak. Alah bizi bize bırakmasın.
Acaba bütün canlılar başlangıçta çamurdan bataklık haline gelmiş bir su birikintisi içinde var olan küçücük bir hücreden mi türediler, çıktılar ve sonra taşınacakları yere göre gelişme göstererek değişime uğradılar? Eğer böyle bir şey varsa, bu olayın gelişim çizelgesin de milyonlarca yıl içerisinde maymun olmayı başarabilen bir amip bizim zaman akışındaki en yakın akrabalarımızdan mıdır? Yani çarşıda kısaca söylendiği gibi maymundan mı geldik?
Çağlar ötesi zamanlarda ne olduğumu pek önemsemiyorum. Acaba beşer görünümlü şu bedenimin arkasın da insan olabildim mi? Ahrete insan sıfatında ulaşabilecek miyim? Bu sorular beni daha çok ilgilendiriyor.
Döner çarkı felek asla yorulmaz
Sanın sununa akılar ermez ( Alahın işine akılar ermez )
Salih baba
Kurulu ve kusursuz bir sistem bizim irademiz dışında yorulmadan biteviye işlemektedir. Yaradan bir tarzda yaratmıştır. Elini tutan mı var? İster semada yaratır bir sepetle indirir. İster bir çekirdek de gizleyip tomurcuklar açtırır. Konu ile ilgili âlimler insanın var oluşunu sürekli ve çeşitli yolarla incelemeye devam etmektedirler. Kimileri dini öğretilerinin ışığında bu araştırmaları yaparken, kimileri de hiçbir yazılı metnin tesiri altında kalmamak için sadece çevresini inceleyerek bir sonuç bulma çabasındalar.
Bana göre de Alah evrim teorisinde ki gelişime paralelik gösteren bir tarzla yaratmaya kadirdir. Benim anlayamadığım konu ise neden insanlar hayali bir evrimin var oluşunu Ateizmin ispatı olarak görmektedirler. Dini görüşlerde olanların da buradan gaza gelerek hayır evrim teorisi yanlıştır çünkü Alah vardır demeleri. Bu inanan kesim eğer bir gün beli bir oranda ki değişim, gelişim veya evrim kanıtları ortaya konabilseydi inançlarından vazgeçip ateist mi olacaklar? Sanmıyorum. İnancın öyle bizim irademizle gönülere sokulup çıkarılabilen bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Hakiki iman kalbe ancak Alah tarafından yerleştirilir. Hak imana sahip olanlarsa ateistlere göre ıslah olmaz bir şekilde imanlarına devam ederler. Alahın yerleştirdiği bir imanı hangi cengâver söküp alacak?
Aslında evrimciler ile inanlar arasındaki temel farklılık. O en başta ki ilk canlının nasıl meydana geldiğidir. Ateistler bir şekilde kendi kendine var olmuştur diyorlar. İnandıklarını söyleyenler ise eğer böyle bir olay varsa o ilk canlıya can veren “ ol “ emriyle varoluş kuralarını var eden Alah tır demiyorlar, hayır evrim yoktur Alah vardır diyorlar. Tabi bu idiada olan inanan bilim adamları ekseri Hıristiyanlardır. Bu durumda bize Hıristiyanlığında neyin peşinde olduğunu bilmeden şaşırmamak düşer. Ama Hıristiyanlık neyin peşinde olursa olsun, Müslümanlar her şeyi var edenin Alah olduğunu ve bunun Alahın ilim sahibi olmasını gösteren sıfatından olduğunu bilirler. Böylece ilimden ya da ilime ters düşmekten korkmazlar. Sonuçta ilim doğruları buldukça dinle de var olan uyumu ortaya çıkaracaktır. Fakat ilimle uğraşanların yanılgıları olabileceğini unutmadan! İlim Alahın malıysa kutsaldır. Fakat bilim adamlarının yanlışı put edilmemelidir.
Herhangi bir zaman ve yerde Alah ile alakası olmadan, erk sahibi olmak için Alahın ayetlerini ufak bir bedele takas edenler ya da eski metinleri tahrif ederek çıkar sağlayanlar tabi ki bir gün bir şeylerin doğruları açığa çıkararak batılı yani kazanç musluklarını kapatacağından korkarlar. Ayrıca insanlığın bildiği ilimin Alahın ilminde bir katrenin sembolize edilmiş hali olduğunu düşünüyorum. Sadece Alahın isimlerinden bir tanesinin Âlim olduğunu hatırlatıktan sonra, daha önceki Yunus emre benzeri bir altı yok testi olduğuna kanat getirdiğimi ifade etiğim Salih baba’nın:
“ Birkaç esma bilmek ile hakı bildim sanma sen”
Cümlesini duyunca da acaba sadece ilim ile Alah’ı anlayabilir miyiz? Diye sormadan geçemiyorum.
bir alt pencerede “Anonim” diye çıkan yorum sahibi benim!
Yukarıdaki yazının büyük bölümüne katılmadığım halde kırıcı bir üskup kulanmamıştım. Hem buna kendimde bir hak görmemiştim ve hem de yazı gerçekten güzel kaleme alımıştı ve sorgulayıcı bir içerik taşıyordu… Ve üstelik ben, bir Tanrı’nın varlığına inananlardanım. Diyeceğim o ki, yazara kulandığınız “Mantıksız! Yuh! Beynin dinle, baskı ve korkuyla kapatılmış! At gözlüklerini çıkart!” Bu ifadeleriniz, siz daha iyisini bilirsiniz ama hiç hoş değil, geçiyorum… Kur’an’ın bir imsan beyninin ürünü olduğunu söylüyorsunuz; nasıl vardınız bu kanıya bilmiyorum? Ha şöyle derseniz katılırım, Tanrı’dan geldiği idia edilen bir söz, bir insan beyninden okundu ve içinde bulunduğu kavmin lisanıyla söylendi, yazıldı. Tanrı’dan geldiğine inanmasanız da öyle olması gerekirdi zaten… Görüşlerinize saygılıyım, bir Tanrı olduğuna inanmayabilirsiniz, ancak, kırıcı bir dil kulanmanızadır asıl itirazım, saygılar.
Dünya üzerinde en gelişmiş canlı biziz bu yüzden bizden gelişmiş bir canlı yok.-.- bizden daha gelişmiş bir canlı olsa niye ondan daha gelişmiş bir canlı yok diyecektin sanırım buda senin manıksızlığını gösterecekti… insanlar çözemediği bilmediği şeylere tanrı kelimesini yapıştırmaya alışmış tamam eskiden hiç bir şey bilemiyordun ve ölmekten korktuğun için varlık hisiyatını devam etirmek için ahirete ve tanrıya inandın ama bu artık böyle değil. Bunun için sadece düşünmek yeterli. Sen ozamanlarda açıklanamayan bir olaya hala bi adam ışınlandı sonra sol kaburgasından bi kadın yaratılıyor diyorsan yuh sana. Beynin dinle baskıyla korkuyla kapatılmış durumda kendin özgür düşünemiyorsun. evrim teorisini saçma sapan bi düşünceyle çöktürdün. sonra ne idüğü belirsiz birinin yazdığı kitabı bana kanıt gösteriyorsun. Azıcık çıkar şu at gözlüklerini sorgulamayı öğren araştır bilim nekadar ilerde neyi keşfetmiş neyi sorguluyor beyi bilemiyor araştırıyor. eminim kuranı kerimi okumamışsındırda. Ben okudum ve kesinlikle bi insan beynine ait olduğunu düşünüyorum. Bi tanrı varsa bu insanları insanların iyilik kötülük ahlakıyla yargılayamaz bu kadar basit değil. kötüysen ceheneme iyiysen cenete. Hadi herkes kardeşçe yaşasın ve bağışlarınızı bekliyorum.
Evren bizim için yaratılamayacak kadar büyük.. Evrene kıyasla insanlık olarak yaşadığımız dünya okyanusun derinliklerindeki minicik bir kum tanesi… Yani evren bizim için yaratıldıysa bu çok büyük bir israf olur 🙂
Bir solukta okunabilen nefis bir yazı, güzel ve yerinde sorular, tebrik ederim.
Bilim insanların ve tüm canlıların ver oluşunu çözmek üzere.
ancak toplum olarak okumayı ve belgesel izlemeyi sevmiyoruz,ve gerçeklerden habersiziz.ÇÖZÜM YAKLAÇTI.