Şair denildiğinde akla ilk gelen düşüncelerin başında;  Edebiyatla uğraşan, şiirler yazan vb. faaliyetlerde bulunan kişiler gelir. Bir bakıma doğru gibi gözükse de eksik olan yanları da vardır. Şairler bulunduğu toplumun bir aynası aslında. Her şair bulunduğu toplumun ortak veya farklı yönlerini, insanlarını, kültürlerini kaleme alır. Bu görüş çerçevesinde şairler bulunduğu toplumun milli benliğinden de bahseder.
Örneğin, 1072’de Kaşgarlı Mahmut’un, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin zengin bir dil olduğunu belirtmek için yazdığı ‘‘Divan-ı Lugati’t- Türk’’ adlı yapıtı bu konuda bir ilk denilebilir.

Sponsor Bağlantılar

Yine Türklere has olan Dede Korkut Destanı’ndan bahseden Ata Korkut(Dede Korkut) ve Göktürk Anıtları’nı yazdırtan Bilge Tonyukuk bunların birer örneğidir.  Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig(Kutlu Bilgi), Edip Ahmet Yükneki’nin, Atabetü’l – Hakâyık(Hakikatlerin Eşiği),  Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet adlı yapıtları gerek milli gerekse dini alanda verilmiş güzel eserlerdir.

Divan edebiyatını benimsediğimiz 13. Y.y dan 19. Y.y. gelinceye kadar ki süre içerisinde, Dini- Tasavvufi Türk Edebiyatı’nda ünlü isimlerden birisi olan Hz. Mevlana, eserlerini ağırlık Farsça yazdığından,  İranlılar onun Türk milletinden olmadığını, kendi milletinin bir ferdi olduğundan bahseder. Lakin Mevlana yazmış olduğu eserinin birinde; ‘‘Farsça yazsam da özüm Türk’tür’’[1] demesiyle kendisinin Türk olduğundan bahseder.

15. Yy.a geldiğimizde Buhara’da Farsça konuşulması ve hatta Türk şairlerinin bile Farsça eserler yazması dönemin ünlü Devlet adamı ve ediplerinden olan Mir(Başkomutan) Ali Şîr Nevaî’yi derinden etkilemiştir.

Kaşgarlı Mahmut’tan esinlenerek ve Sedd-i İskender adlı eserinde kulağına söylenen ilahi bir sözün: ‘‘Sen, kılıç kullanmadan yalnız kaleminle Türk ülkelerini, Türk milletinin kalbini fethedeceksin. Onları tek bir millet yapacaksın. Türk iklimleri sana aittir, sen bu milletin sahipkıranısın.’’diye söylenildiğini anlatır ve bunun üzerine Türkçenin Farsçadan üstün bir dil olduğunu kanıtlamak için Muhakemetü’l- Lugateyn(İki Sözlüğün Karşılaştırılması) adlı eseri kaleme alır.

Türkçenin söz dağarcığının daha zengin, anlatım çeşitlerinin daha çok olduğunu belirtir. İşteşlik, ettirgenlik ve zarf- fiil çekimlerinin Farsçada olmadığını açıklar. Ayrıca yakın, sesteş, anlamdaş ve cinaslı sözcükler bakımından Türkçenin daha zengin olduğunu belirtir. [2] Kendisi bu eser için:

‘‘Cihanda Türk Edebiyatı bayrağını kaldırmak suretiyle Türkleri tek bir millet haline getirdim. Hiç ordum olmadığı halde Çin sınırına ve Tebriz(İran)’e kadar bütün Türkleri ve Türkmen illerini sırf divanımı göndermek suretiyle fethettim.’’[3] Der.

16. Yy.a gelindiğinde Divan Edebiyatı doruğa ulaşmıştır. Yine bu dönemin yazarlarından biri olan Fuzuli’ de eserlerini Azeri lehçesi kullanarak yazmış ve Hadikatü’s- Süeda yapıtlı eserinin önsözünde kendisinin Bayat adlı bir Türk aşiretinin mensubu olduğundan bahsetmiştir.

Tanzimat dönemine bakıldığında dönemin tanınan şairlerinden İbrahim Şinasi’nin, Durub-ı Emsali Osmanî(Atasözleri Derlemesi), Namık Kemal’in ilk tarihi roman kabul edilen Cezmi’yi kaleme alması ve ilk görsel tiyatro olan ‘‘Vatan yahut Silistre’’ adlı eserini yazması gerek edebiyatımız gerekse milli benliğimizi konu alan güzel yapıtlardandır. O dönemin devlet adamı ve ediplerinden olan Ahmet Vefik Paşa’nın bir Fransız elçisiyle geçen küçük bir sohbetinden bahsedelim:

Ahmet Vefik Paşa, İran’ın başkenti Tahran’da Fransız bir elçiyle birlikte iken, Fransız elçi Türk milleti hakkında küçük düşürücü sözlerde bulunur.  Türklerin kabiliyetsiz ve tembel bir millet olduğundan bahseder. Bu konu hakkındaki görüşlerini A. Vefik Paşa’ya sorunca o da:

‘‘Evet, Türkler tembeldir.’’ Der ve Fransız elçisi devam eder ve kendi milletini övmeye kalkınca; Ahmet Vefik Paşa, elçinin sözünü keser ve şöyle der:

‘‘Daha sözümü bitirmedim. Her şeye rağmen Türk milleti, en asil, en temiz ve en mert millettir! Tembellik ise geçici bir şeydir.’’ diyerek Fransız elçisini susturur.  Ayrıca A. Vefik Paşa İlk Türk tiyatrosunun da kurulmasına öncülük edenlerdendir.

Milli Mücadele dönemine baktığımız zaman ise M. Emin Yurdakul’un: ‘‘Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur’’ şiiri ile M. Akif Ersoy’un ‘‘ Ben ezelden beri hür yaşarım, hür yaşadım’’ şiiri milli benliğimizi hatırlatan ve Kurtuluş Savaşı’nı kazanmamızda bize moral veren manevi güçtür.

Cumhuriyet döneminin bağımsız yazarlarından olan Peyami Safa’nın, Avrupalıların Hun hükümdarı Attila’yı hakaret niteliği taşıyan bildiriler sunması ve bu olaya tepki gösteren Peyami Safa’nın, ‘‘Attila’’ adlı eseri kaleme alması ve Attila’nın despot bir hünkâr olmadığının, mükemmel bir lider ve komutan olduğundan bahsetmesi kendisinin yapmış olduğu güzel bir örnektir.

Bu ve bunun gibi bir sürü örnekler verebiliriz edebiyatımızda. Şairler, bir toplumun geleceğine ışık tutan bir ayna olduğunu asla unutmamak gerekir. Böylelikle Türk Edebiyatı’na, Türk Milletine ve Türk tarihine hizmeti dokunan bütün şairlerin, devlet büyüklerinin ve diğerlerini minnetle ve saygıyla anmaya devam edeceğiz.

_________________________________

[1] http://www.oncevatan.com.tr/mevlana-halis-turktur-makale,27605.html

[2] M. Fuat Köprülü, Türk Edebiyat Tarihi

[3] Feridun Fazıl Tülbentçi, Türk büyükleri ve Türk Kahramanları