Psikoloji alanında bu ihtiyaç, patolojik bir vaka olarak nitelendirilmektedir. Psikolojik ihtiyaçların eksikliğinin, bu sorunları oluşturduğunu açıklamaktadır.
İlk olarak 1943 yılında Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından ‘İhtiyaçlar hiyerarşisi’ teorisinde tartışılmaya başlamıştır. Maslow’un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir.
Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
1. Fizyolojik ihtiyaçlar: Yeme, içme, barınma vs.
2. Güvenlik ihtiyaçları: Kendini güven ve emniyet içinde ve tehlikeden uzak hissetmek
3. Ait olma ve sevgi ihtiyaçları: Başkaları ile ilişki kurmak, kabul edilmek ve bir yere ait olmak
4. Değer ihtiyaçları: Prestij, başarı, yeterli olmak ve başkalarınca benimsenip tanınmak
5. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Kişinin amacını gerçekleştirmesi ve potansiyelini ortaya çıkarması, kişisel tatmin, kişisel başarı, bilimsel buluşlar
Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine erişemez.
Bir örnek verelim; çalıştığı işyerinde asgari ücret alan bir kişinin fizyolojik temel ihtiyaçlarını kısmen karşılayabildiğini, ancak şartlar gereği kendini çalıştığı yerde güvende hissetmediğini düşünelim. Maslow’un teorisine göre; bu durumdaki kişi, sevgi ve kabul görme ihtiyaçlarının olamayacağı ya da uzun süre bu ihtiyaçların giderilemeyeceğini söylemek gerekir.
Yoshio Kondo; ‘Birey bütün düzeylerdeki ihtiyaçlara aynı anda sahip olabilir, ancak önem sıralaması kişinin; toplumsal, kültürel ve yaşam standardına göre değişebilir.’
Bu yaklaşım çok daha doğrudur.
Kabul görme; toplumsal bir sorundur. Çünkü toplum, insanı etkileyen gerçek ilişkiler bütünüdür. Yazılı ve sözlü birçok kuralı barındırır. Kabul görme sorunu ise, sözlü olan kuralların ihlalinden, nonconformist ve anti sosyal davranış sergileyen kişilerin dışlanmasından kaynaklanır. Kişinin süper egosunun tatminkârlık derecesini belirler.
Freud: ‘Süper ego ise toplumun istek ve sorumluluğunu içerir. Çocuğa ailesi ve toplum tarafından aktarılan geleneksel değerlerin temsilcisi olup ödül ve cezalarla pekiştirilir. Bireyin, davranışlarının doğru ve yanlış olduğuna karar verip toplum tarafından onaylanan değer yargılarına göre davranmasını sağlamakta ve 3 yaşından sonra gelişmeye başlar.’
İlkokula giden bir çocuğu ele alalım; ilk olarak kendini ailesine kabul ettirme ihtiyacını barındırırken, okulda da arkadaşlarına veya öğretmenlerine kendini kabul ettirme çabasını taşır. Bu durum çocuğun üzerinde majör etkilere sebep olur. Ailesine kötü bir karne götürmek istemez, onu sevmeyeceklerinden korkar ve bu durum o çocuğu kopya çekmeye, öğretmenlerine karşı hırçın veya tam tersi öğretmenlerinin aşırı sevgi ve güvenini kazanma çabasına iter. Bu çabası arkadaşları tarafından hoş karşılanmıyorsa öğretmenlerine karşı taarruza geçer veya arkadaşlarından uzaklaşarak antisosyal kişilik bozukluğunun temelini atar. Böyle bir durumda oluşan iki türlü çatışma da hayatı boyunca tüm davranış biçimlerine yansır. Hayatı boyunca ödül almak için hep kabul görme zorunluluğunu hisseder. Kişi lise ve üniversite de daha ağırlıklı olarak sosyal çevre tarafından kabul görme gereksinimi taşır ve bu yönde davranış biçimleri sergiler. İş hayatına başladığı zamanlarda ise; patronuna, yöneticisine, müdürüne ve iş arkadaşlarına aynı ihtiyaçla yaklaşır. Kişiliğini bu inanış doğrultusunda değiştirir. Aksi halde davranırsa işinden olacağını bilir. Aynı zamanda karşı cinsle olan ilişkisinde, o kişinin ailesinde ve çevresinde de kabul görme zorunluluğunu hisseder, hisleri doğrultusunda çaba sarf eder. Sonraki aşamada çocuğu olur ve onun arkadaşlarına, ailelerine de aynı hissiyatları besler.
Kabul görme gereksinimi; kişiler farkında olmasa da çoklu kişilik bölünmelerine sebep olmaktadır. O an ihtiyaç duyulan çevre hangisiyse; onun kurallarına göre şekillenmek ve her ne olursa olsun kendisini kabul ettirme zorunluluğundadır. Söz konusu olan şekillenme ise aynı zaman diliminde birçok çevrede gerçekleşmek zorundadır. İş hayatında, aile içinde, arkadaş ortamlarında, karşı cinsle olan ilişkide, varsa çocuğunun çevresinde; farklı kurallara mensup farklı kabul görme gereksinimlerine uyum sağlamaktadır. Kişi hiçbir zaman özerk davranış biçimine sahip olamamaktadır.
Böylelikle, kişiler arası rekabet söz konusu olmaya başlamaktadır. Kişisel özgürlük alanları daralmakta ve sınıflar arası farklılıklar doğmaktadır. Üst ve alt ilişkileri ezici bir rekabete ve hırsa dönüşmektedir. Prestijli, kariyer sahibi ve maddiyatsal gücü elinde bulunduran kişilerin kabul görme gerekliliği herhangi bir tercihe gerek duymadan toplum tarafından kabul edilmektedir. Ortaya çıkan bu paradoks, hiyerarşiyi ve sınıflar arası arbedeyi oluşturmaktadır. Sınıf farklılıklarını reddeden ve kabul görmeyen bireyler, toplumsal suç işleme unsuruna daha yakın olmaktadırlar. Toplumsal hoşgörünün olmaması bu durumu tetikleyen nedenlerin temel noktasıdır. Anarşizm, Punk kültürü, Vandalizm, Satanizm vs. gibi nonconformist davranışları içeren inançları doğurmaktadır. Gerek görüldükçe şiddete başvuran ve insanlardan uzaklaşan, manipüle edilmiş, pesimist bireyler yaratmaktadır.
Kabul görme gereksinimi, gereksizdir; kişisel çatışmalara ve kitlesel sorunlara sebebiyet vermektedir. İnsanlar algı, duygu, ihtiyaç, iletişim becerileri gibi kişisel, kültürel faktörler ve rol farklılıklarına göre değişmektedirler. Çatışma nedenlerinin başında önyargı ve hoşgörüsüzlük gelmektedir. Toplumun; özgüvene sahip, ödül-ceza mekanizmasının dışında, kendini kabul ettirme çabasından ziyade kabul etme hoşgörüsüne sahip bireyler yetiştirmesi gerekmektedir.
SERAP COŞKUN tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…
Cok "dan" diye olmuş biraz biraz daha çocukluk döneminde karşılanmayan ihtiyaçlardan bahsetmeliydi ve irdelenmeliydi gereksizliği değil yanlışlığı ve değiştirme metodundan da bahsedilmeliydi ufaktan bence.Makale toplumsal bir mesaj veriyor ama bunun dışında herhangi bir işlevseliği yok .