PKK’nın ortaya çıkmasına ilişkin, kapatılan DTP’nin temsilcileri tarafından, özellikle son birkaç yıldır ve neredeyse her ortamda dillendirilerek kamuoyuna kanıksatmaya çalışılan bir söylem var; “PKK, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana, 80 yıldır var olan Kürt Sorunu nedeniyle ortaya çıkmıştır”. Devamında ise hemen şu söylem ısrarla tekrarlanır; “Kürt sorununa ilişkin PKK, 29 ncu isyandır”.

Sponsor Bağlantılar

Bölgede irili-ufaklı çeşitli isyanlar olmuştur. PKK, 29 uncu isyan mıdır bilinmez ama, bilinen bir gerçek vardır ki, o da tüm bu isyanların çok büyük bir bölümünün, hatta neredeyse tamamının, günümüzde halen devam etmekte olan feodal yapının kırılmasından, aşiret erkinin zayıflamasından, akarın kesilmesi gibi menfaat ilişkisinden ve kemikleşmiş muhafazakar dini yapının bozulmasından kaynaklanan, asla etnik ve ideolojik olmayan çeşitli isyanlar olmasıdır.

PKK’nın kuruluş amacı bellidir ve bu, 78’deki Fis Köyündeki ilk toplantıda net olarak açıklanmıştır; “Doğu ve Güneydoğu’da Marksist-Leninist bağımsız bir Kürdistan kurmak”. Öcalan’ın liderlik yaptığı 8 kişilik PKK kurucularının tamamı sosyalist fikirleri benimsemişlerdir. Öcalan’ın beyin takımım dediği, öncü liderlerim dediği Haki Karer, Duran Kalkan ve özellikle Kemal Pir’in “Türk” kökenli olmaları, ne ile, hangi mantıkla açıklanabilir? Bu nedenle PKK, var olduğu öne sürülen “Kürt sorununun çözümü amacıyla ortaya çıkmıştır  iddiası” koca bir yalan, sinsi bir kandırmacadır.

Ayrıca, gerçekten ortada 80 yıldır yaşanan bir “Kürt sorunu” olsa ve bu sorun nedeniyle bugüne kadar aynı amaç doğrultusunda birbirini takip eden 29 adet isyan çıkmış olsa, tüm Kürt vatandaşların bugün, bu isyanların halihazırda sonuncusu olan PKK etrafında birleşmeleri, O’nunla tamamen bütünleşmeleri, birlikte hareket etmeleri gerekmez mi!

Tamam, PKK gerçektir ve belli bir taraftar kitlesi de vardır, kabul. Ancak, yaklaşık 25 yıldır yaşanan, 80 yıldır yaşanıyor diye de iddia edilen bir Kürt sorunu yoktur. Bu olsa olsa; “PKK’lı Kürtler sorunu”dur, ötesi, berisi, ilerisi, gerisi asla değildir ve yoktur.

Marksist-Leninist bağımsız bir Kürdistan hayali ve amacı ile kurulan PKK, 70’li yılların modası M-L ideolojinin tüm dünyada çökmesi, SSCB’nin dağılması, duvarların yıkılması, doğu bloku ülke vatandaşlarının, genellikle eğlence sektöründe olmak üzere Batı’ya açılmaları nedeniyle, özellikle Öcalan’ın Kenya’da yakalanması sonucu kılıf değiştirmek zorunda kalmış, lideri Öcalan bunu; “Demokratik Özerklik” olarak açıklamıştır.

“Demokratik Özerklik” talebinin özü kısaca; idari, sosyal, siyasal, kültürel, askeri anlamda olmak üzere her alanda “kendi kendini, kendi istediği gibi yönetmek”tir.  Bu artık, Türk ve Kürt insanının birlikte iç içe yaşaması değil, sözde birlikte ama özde yan yana yaşamasıdır. Bu, net olarak “iç içe”den “yan yana”ya geçiştir özetle.

Arkası neyi getirir?

Toprağı, bayrağı, dili, siyasi ve idari yapılanması, ordusu ayrı olan bir toplum, geride kalan neyi isterse o’nu ister ve bağımsızlık talebi hemen arkasından doğal olarak gelir, ve bu Türkiye’nin bölünmesinden başka bir şey değildir. 

Evet artık, DTP’liler, BDP’liler, PKK’lılar, sempatizanları, Kürtçüler, tüm bu kitle, çizgilerini belirlemeli, evelemeden gevelemeden taleplerini açıkça ortaya koymalıdırlar. Kaypak ve kaygan zeminlerde, sadece ve sadece Öcalan’ın görüşleri doğrultusunda dillendirdikleri “Bölmek istemiyoruz, yok istiyoruz. Kürdistan, Kürt coğrafyası. Yok, barış, kardeşlik, demokrasi gibi kelimelerin arkasına sığınıp, bir gün öyle, bir gün böyle söylemlerinden vazgeçmelidirler.

Siz, “Kürdistan” diyeceksiniz, Türkiye’nin Güneydoğusu için “Kuzey Kürdistan” diyeceksiniz. Siz, “Bizim liderlerimiz Öcalan, Barzani ve Talabani’dir” diyeceksiniz. “Kürt sorunu sadece Türkiye’nin değil, Kürtlerin yaşadığı Irak, İran ve Suriye’yi de kapsar. Bu sorun Ortadoğu sorunudur” diyeceksiniz. Siz, “Bu sorun, Cumhuriyet’ten buyana yaşanan 80 yıllık bir özgürlük sorunudur” diyeceksiniz, tüm bunları diyeceksiniz, söyleyeceksiniz, hatta bas bas bağıracaksınız, diğer taraftan da çıkıp, mağdur rolünde, güya insan hak ve özgürlüklerine aç kalmışlığı oynayarak, barış, kardeşlik, demokrasi, anadil isteği, kültürel haklar gibi sihirli söylemlerin zırhına sığınacaksınız, yerse babından…

Ya yemezse!

Yine o kutsal barış ve kardeşlik söylemlerini gözü kapalı öteleyip, bir anda kolayca unutup, genellikle öyle olduğu gibi kan ve gözyaşı tehditleri savuracaksınız muhtemelen, ve yine yerse babından…

Neyi?

Neyin kimden, kimin nerden çıktığı aslında belli olan “Yumurta”yı!

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com