Sevgi ve NefretArtık neredeyse her gece televizyonlarda izlediğimiz izledikçe dehşete kapıldığımız şiddet olayları her birimize ayrı yaralar açıyor.

Sponsor Bağlantılar

 

Evin damına çıkmış adam yaklaşmayın kendimi yakarım diye bağırıyor, kanalı değiştiriyorum karısını kaç yerinden bıçaklamış bir koca, öbür tarafta boğaz köprüsünden atlamaya çalışan ve damarları patlayana kadar bağıran bir genç.

 

Neler oluyor…?

 

Hiç kimsenin sorunlarını küçümsemiyorum ama neredeyse cinnet noktası olan bu duruma nasıl geliyor bu insanlar?

 

 

Sevgi dehşete sahne olamaz, karısını bıçaklayan adam onu seviyorum diye ağlıyor, boğaz köprüsünden atlamaya çalışan genç sevdiğimi getirin diye haykırıyor, dama çıkan adam evimi yıkmayın ailem perişan olur diye inliyor.

 

Bu dil hangi şekilde söylerse söylesin çok fazla itibar göreceğini sanmıyorum. Yani bana sevdiğimi getirin yoksa kendimi öldüreceğim diyen gencin sevdiği diyelim ki bu tazyik karşısında geldi ve o genç kendini öldürmedi. Bu neyin devamını sağlayacak?

 

Sevmek gönülle olur, sevmeyeni zorla sevdirebilir misiniz, korkutarak silah zoruyla sevgi alınmaz.

 

Şimdi yorumlamaya çalışıyorum, savaşlar binlerce insanın ölümüne sebep olan vatan sevgisiyle verilen mücadeledir, tek sebebi vardır iki ülke konuşarak anlaşamaz uzlaşma noktası bulunamaz ve savaş kararı alınır.

 

Buna bile aklım tam olarak yatmıyor, konuşabilen her insanın bir mantık yolu bulup anlaşabileceğini anlamam daha kolay fakat ülkeler arasında uzlaşma sağlanamamasına bir mazeret buluyorum. Çünkü onların amacı sevgi pay etmek değil, madde paylaşılırken kavga çıkacaktır, devreye hırs girer…

 

Ama sevgi…?

 

Hangimize sorsak dünyada ki savaşlar bitsin temennisin de bulunur, çünkü şiddet hangi şekilde olursa olsun bizi yaralar, peki temenniler bu yoldayken bu kendimizle savaşır halimiz, kıran kırana yaşamak niye?

 

İzlediğimiz her sahne sevgi adına verilen bir mücadele ama çözemediğim neden şiddetle, neden avaz avaz, neden kanlı?

 

Ekonomik şartların çok da refah seviyelerde seyretmediği ülkemizde hepimiz bir miktar gerginiz. Sadece şunu fark edersek birbirimizi biraz daha kolay anlayabiliriz, biz neyle uğraşıyorsak karşımızdakiler de aynı çabanın içindeler. Karşıdan karşıya geçen bir yaya eğer seyir halindeyken sizi fark edemiyor ve yola çıkıyorsa ona Allah seni kahretsin demeden önce kafasının kim bilir ne kadar dolu olduğunu kim bilir hangi hesabın içinde kaybolduğunu düşünebilirsiniz…

 

Her şekilde yaşayabiliriz, çevremizdeki insanlarla ağız dalaşına da gireriz iyi bir muhabbette oluşturabiliriz, sadece maksadı belirlemek lazım, yani amaç üzüm yemek mi bağcı dövmek mi, buradan hareket edersek iki yoldan birini seçeriz.

 

Sahip olamadığımız her şey için birini öldürseydik sanıyorum dünya nüfusu epey azalırdı ve yine düşünüyorum içinde kalanlar vurup kıranlar yakıp yıkanlar olurdu…

 

Hepimiz izledik İsrail/Filistin savaşından sahneler geldi zaman zaman televizyonlarımıza, hele benim asla unutmayacağım ölsem de aklımdan çıkmayacak olan İsrailli askerin bir Filistinli’yi düştüğü yerde yakalayıp kolunu yerde bulduğu bir taşla vura vura ezmesiydi. Bu nasıl bir vahşettir, şiddetin bile boyutları olur insana uyar, hayvanlar aleminde yiyeceğine ortak olmaya çalışan diğer bir hayvana uygulanan saldırı gibi parçalayan barbar bir yaklaşım, onlar hayvan o kadar biliyorlar fazlasını da zaten öğrenemezler… Ya bu düşene hala vuran hala hırsını alamayan sözde insanlara ne diyelim?

 

Bence onlara insan bile demeyelim…

 

Orada sergilenen toprak mücadelesi değildi asla inanmıyorum. İnsanın içindeki nefreti kusmasaydı. “Maksadı ne olursa olsun Vatan tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, içinde bulunduğumuz savaşlarda bile yaşlıya çocuğa çaresize dokunmadı dokundurtmadı. Zaten Türk insanı aksi bir emrin karşısında olurdu… Zaten yapmazdı… Çünkü bizim merhametimiz her şeyin önünde durur.

 

Ne istiyorsak hedefimiz ne ise önce dilimizi kullanarak ikna yoluyla denemeliyiz. Sevgilerimize saldırarak değil yumuşak dokunuşlarla sahip olabiliriz. Bu gün ülkemizde de izlediğimiz sahneler taleplerimizi dile getiriş şeklimizin vurarak yakarak yıkarak yani şiddetle anlattığımızı gösteriyor. Sevgi böyle ifşa edilmez, bir sürü yolu vardır, bir çok dilde ifade edebilirsiniz ama şiddetle sevgi aynı yerde durmaz.

 

Ben sevdiği için çocuğunu öldüren bir anne görmedim. Çünkü sevgi şefkattir, merhamettir, anlamaktır.

 

Bizim sevdiğimiz bizi sevmiyor diye o bizim olmadı diye ne kendimizi ne onu yok etmek, sevmek olamaz, bu olsa olsa hırs olur şiddet olur…

 

O halde bir gerçeği kabul etme cesaretini gösterelim. Eğer bir şeyleri değiştirmek istiyorsak şu anda sahnelediğimiz tavır doğru değil. Belki kazanabileceğimiz şeyleri bile bu yolla kaybediyoruz. En önemlisi hayatımızı yaralıyoruz…

 

Biz insanız milyon kere deneme şansımız var, milyon değişik yolumuz var, hayatımızda ki tek bir olay ya da kişi hayatımızın tamamı da değil, bizim için çok önemli çok değerli olabilir ama hayatımız demek değildir. Ve sevgimizin hiçbir şekli sevdiğimize zarar verecek,  kendimizi yok edecek üslubu bilmez. Sevgi bilmez bunu biz öğretmedikçe…

 

Bunun aksini iddia edense ya sevginin anlamını bilmiyor ya da akli dengesiyle bir sorunu var, böyle şey olamaz, insan birini hastanelik edene kadar dövüyor ve onu sevdiğini söylüyor yani ayı yavrusunu severken öldürüyor. Bunu ifade edebilecek başka bir cümle bilmiyorum…

 

Sevdiğimiz bir çiçeğin dalı kırılsa üzülürüz. Gönül kırmak bizi üzer bırakın yüzün gözün dağıtılmasını, ben hiçbir şeyin tekme tokat sevildiğini görmedim. Sadece kıskandığını bahane eden biri sevdiğini paralayarak ama ben çok seviyordum hiddetime yenildim diyemez. Olmaz bu.

 

Sevmek fedakarlığı da beraberinde taşıyan hoşgörüye yapışık bizden evvel sevdiğimizin öne çıktığı bir duygu selidir. Onu ifademiz de aynı onun kadar naif onun kadar latif olmalı.

 

Yaşam yolunda kör noktalar olacak. Çıkmaz sandığımız sokaklar içinde de kalacağız. Yaşama sevincimiz bizim sönmeyen ışığımız, mücadelemiz hep sevgi adına, hepsini olgunlaştırdığımız duygularımız ile aşarız, hiç küsmeden.

 

Hayat o kadar da kolay değil. Kaç çeşit insanla paylaşıyoruz dünyayı ama paylaşmak zorundayız. Onun bizim hakkımıza saldırması halinde yumruklaşmayalım, önce anlatmak onun da anlamasını sağlamak daha medeni olur. Çünkü o bir yanlış yapıyor biz ikinci bir yanlışla ona ortak olmayalım. O zaman yanlışları çoğaltır şiddeti artırırız. Biraz daha yumuşak biraz daha sabırlı olabilirsek eminim ki daha hoş günleri yaşayacağız.

 

Kaba kuvvetlerimizi yarıştırmak kim daha güçlü gösterisinde bulunmak, cahil cesaretiyle ortaya çıkmak aynı zamanda kendimizi hırpalayan ve de bize hiçbir getirisi olmayan davranış biçimimizdir sadece.

 

Öfkemiz sonuçta irademizi yok eder. Hani sinir gelir akıl gider deriz ya çünkü öfkemiz bize egemen olmuş ve biz artık yaptığımızın farkına varamayan oluruz. İnsan et, kemik ve sinirden oluşur. Söylemek istediğim sinirlenmeyeceğiz dünya yansa ne umurumuz demiyorum ama kontrolü elimizde tutmak yani hakimiyeti kaybetmemek hem kendimize hem karşımızdakine daha az zarar verecektir.

 

Bir anlık sinire mağlubiyet bir çok insanın hayatının geri kalan kısmını hapishanelerde geçirmesine sebep oluyor. Çok yazık…

 

Biraz genel anlamda yöneldiğimiz bu şekli ben kendi adıma protesto ediyorum. Taraftarı olduğumuz takımı ölümüne sevmeyelim o zaman onun mağlubiyeti halinde ölümle sonuçlanan münakaşalar doğuyor. Çizgi filmlerde bile uçan kaçan sürekli öldüren karakterler işleniyor. Sözde kurtarıcılar olarak lanse edilen bu kahramanlar çocuklara o minicik beyinlere tek yolmuş gibi anlatılıyor. Yarın o da sevgisini bu şekilde anlatacak, hepimiz gördüklerimizden etkileniriz.

 

Biraz daha duyarlı olmaya biraz daha sağ duyumuzla hareketle bu oluşturulmaya çalışılanların önünü kesebiliriz. Nerede o Heidi’ler? Nerede küskün civcivin merhametli hikayeleri? İzlerken öğrendiğimiz o güzel masallar kimlerce yok edildi?

 

Her zaman bir savunma mekanizması olan talebe göre arz masalı çok geçersiz. Çünkü hele çocuklara bunu söyleyemeyiz. Henüz ne talep ettiklerinin bilincinde olmayan bu körpe beyinler ancak bizler tarafından zehirlenip yön verilebilir. Şiddet yerine sevgiyi aşılayalım…

Ektiğimizi biçtiğimiz gerçeğini göz ardı etmeden doğru kavramını saptırmadan öğretelim. O zaman o çocuklar bu günün gençliği gibi gittikleri konserlerde kendilerini jiletlemeyecek, sevgilerini anlatım biçimleri değişecek. İlle de ya kendilerine ya başkalarına zarar vermeden de sevmenin olabileceğini öğrenen olacaklardır. Çok daha sevecen ve yumuşak…

 

Her zaman söylediğimiz bir şey var bu sloganda hep birleşiriz. Şiddet şiddeti doğurur. Etkinin tepkiyle karşılanmasıdır bu. Üstelik en kötü tarafı kötü elektrik aynen sirayet eder. İster istemez içine düşeriz.

 

Hem kendimizi hem çocuklarımızı yani kısaca toplumumuzu bu yanlıştan çıkarmak hepimizin işi.

 

Deneyemez miyiz?