Ama ben gördüm. Yalnızlığı gördüm.
Bence yalnızlık sonradan kazanılmış bir tür refleks… Doğuştan alnımıza yazılan bir yazgı falan değil. Nasıl küçükken sıcak şeylerden annemizin cıss demesiyle uzaklaşıyorsak, canımızın yanacağını düşünüyorsak yahut hissediyorsak yalnızlıkta bir nevi böyle bir şey.
Canımızı yakan birileri olduğunda kendimizi bulunduğumuz yere ait hissetmiyorsak hemen inziva perdesini çekiyoruz hanemize. Dibine kadar yalnızlık… Kendi isteğimiz dahilinde. Türlü türlü bahanelerle iliklerimize yalnızlığı nakşediyoruz. Sırf bir kez daha üzülmeyelim diye… Ama yalnızlık inanın tüm acıların toparlanıp yok edildiği bir gezegen değil. Kimi zaman daha bile fazla acıtıyor canımızı…
Buzluktan çıkarılmış tene deyince yapışan buz misali yalnızlık… Can yakıcı, serin. Sıcacık çay bardağından çıkarılmış çay kaşığı gibi… Kindar. Ve de karanlık gibi… Baki.
Gerçekliği sınanması gereken onca duygu içerisinden gerçekliğine inandığım iki duygu var. Biri nefret diğeri yalnızlık… Nefreti bilmem ama yalnızlık kalbin ‘N’ hali… Nasırlaşmış hali.
BÜŞRA DAVGANA tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…