TÜRKİYE’NİN VE MEDYANIN HALLERİ
ERDEN ÖZKANT

10 yılı aşkın süredir iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), ilk döneminde, yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle ‘‘çıraklık döneminde’’, özellikle vatandaşların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik önemli adımlar attı.

Sponsor Bağlantılar

AKP, ikinci döneminde, yani Başbakan Erdoğan’ın tabiriyle ‘‘kalfalık döneminde’’, ülkenin askeri vesayetten kurtulması ve demokratikleşmesi adına cesur bir duruş sergiledi, Ergenekon operasyonlarının arkasında durdu, 2010 yılındaki Anayasa değişikliği referandumu da dahil olmak üzere önemli değişikliklere imza attı.

Ancak referandum sonrasında başlayan ve 2011 genel seçimlerinin ardından üçüncü kez iktidara geldikten sonra, yani Başbakan Erdoğan’ın tabiriyle ‘‘ustalık döneminde’’, kendini iyice hissettiren bir şekilde, AKP artık başka bir AKP, Erdoğan da artık başka bir Erdoğan oldu.

Değişimin özeti şuydu: İktidar sarhoşluğu.

***

Örneğin AKP; iktidarlığı süresince ve özellikle de, 2010 referandumu sırasında büyük destek gördüğü Gülen Cemaati ve liberaller ile yollarını ayırdı.

Zira Gülen Cemaati ve liberaller; AKP’yi, Avrupa Birliği (AB) sürecindeki yavaşlığından; yeni anayasa konusunu, Kürt sorununu, Alevi sorununu, başörtüsü sorununu çözme konusundaki isteksizliğinden ve gittikçe artan bir şekilde baş gösteren ‘‘Ben bilirim, ben yaparım’’ anlayışından dolayı eleştirmeye başladılar.

AKP ise, ısrarla bu eleştirilere kulak tıkadı ve hatta, kendisine yöneltilen dostane eleştirilerde bile hep bir kötü niyet aradı.

***

AKP artık eleştiriler karşısında paranoya yaşayan ve eleştirileri ihanet gibi algılayan; muktedir olmak için çeşitli yollara başvuran ve bu yolları ‘‘mübah’’ gören; adı ciddi yolsuzluk iddialarıyla anılan; ilk yıllarındaki söylemlerini unutarak, yeniden Milli Görüş gömleğini giyen; medyaya baskı yapan ve kendisini eleştiren gazeteci-yazarları işinden eden; askeri vesayetin güçlü olduğu yıllarda, yani bugün AKP’yi kayıtsız şartsız destekleyip herkese demokrasi dersi vermeye kalkanların ağızlarını dahi açamadığı yıllarda, AKP’nin demokratikleşme yolunda attığı adımlara büyük destek veren Ahmet Altan, Mehmet Altan, Hasan Cemal, Kürşat Bumin gibi önemli kalemlerin gazetelerde yazamadığı bir medya yaratan; askeri vesayeti gerileten ancak yerine sivil vesayeti getiren; birçok hukuksuzluğa imza atan Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) koruyan ve hatta genellikle, MİT’in bu hukuksuzlukları yapmasına bizzat emir verdiği bilinen veya bu hukuksuzlukları görmezden gelen; Uludere ve Reyhanlı katliamları ile Akdeniz’de düşen RF-4 Jetinin sorumlularını bulma iradesi göstermeyen ve başta bu acı olaylar olmak üzere onlarca konuda sorumluları, suçluları koruyan (Örneğin, Taraf’ın 17 temmuzda duyurduğu üzere, çeşitli soruşturma ve davalarda adı geçen MİT’in 70’ten fazla mensubunun yargılanması için Başbakanlık’tan izin istendiği ancak Başbakanlık’ın, bunlardan sadece yedisi için yargılama izni verdiği ortaya çıktı.); Hrant Dink’i öldürenleri ortaya çıkarmayan; kendisi gibi düşünmeyenlerin-yaşamayanların hayatlarına ‘‘alkol yasası’’ gibi düzenlemelerle karışan ancak daha sonra‘‘Biz kimsenin hayat tarzına karışmayız’’ diye yalan söyleyen; bir süredir sadece kendisine oy verenleri vatandaşı olarak gören; İstanbul’daki Emek Sineması ve Topçu Kışlası projesi örneklerinde olduğu üzere halkı ilgilendiren kararlarda halka sormayan, ‘‘Ben bilirim, ben yaparım’’ diyen ve eleştirilere ‘‘Sen kimsin ya, sizden öğrenecek değiliz’’ diye karşılık veren; gazeteci-yazarları, sanatçıları (Mehmet Ali Alabora ve Selin Girit örneklerinde olduğu gibi) açıkça hedef gösteren bir iktidar oldu.

***

Tüm bunların sonucunda ise, Türkiye çapında yüz binlerce vatandaş haftalarca süren eylemler yaptı.

Hatırlanacağı üzere, mayıs ayının son haftasında İstanbul’da Gezi Parkı eylemleri başladı.

İlk günlerde, bu eylemlerden sosyal medya sayesinde haberdar olabildik. Ta ki eylem yapan vatandaşların, 30 mayıs sabahına karşı, çadırlarının yakılmasına kadar.

Bunun üzerine, eyleme katılan vatandaşların sayısı hızla arttı, 28 mayısta başlayan eylem, polis müdahalesiyle kısa zamanda direnişe dönüştü ve medyanın bir kısmı, dikkatini eylemlere nihayet vermeye başladı.

Ağaçları korumak için sokaklara çıkan az sayıdaki vatandaşla başlayan eylemler, hızla Türkiye çapına yayıldı.

Artık mesele sadece ağaç değildi ama birilerinin iddia ettiği gibi darbe yapma niyeti de değildi.

Meseleyi anlamak için, ‘‘faiz lobisi’’, ‘‘dış mihraklar’’ gibi saçma sapan komplo teorileri kurmamak için, sokaktaki vatandaşlarla konuşmak yeterliydi.

Taksim’deki Gezi Parkı eylemlerine katılanların tek isteği, oradaki ağaç katliamının durdurulması, Topçu Kışlası projesinin iptal edilmesi ve Gezi’nin park olarak kalmasıydı.

Daha sonra bu istek, vatandaşların sayısının hızla artmasıyla, şu şekilde biraz daha genişledi: ‘‘Ağaçlar kesilmesin, bizi ilgilendiren konularda bize sorulsun, hayat tarzımıza karışılmasın, ‘ben bilirim, ben yaparım’ anlayışından vazgeçilsin.’’

***

Ancak kibrinden artık gerçeklerin farkına varamayan Başbakan Erdoğan, hükümeti ve Erdoğan’ı kayıtsız şartsız destekleyen medyası; ısrarla vatandaşların isteklerini anlamak istemedi, her yaştan ve cinsiyetten yüz binlerce vatandaşın gündüzleri okula-işe gidip, akşamları da aileleriyle, çocuklarıyla beraber üstlerinde gecelikler, ellerinde bayraklarla sokaklara çıkmasının asıl nedenini sorgulamadı, sorgulamak istemedi.

Hatta Erdoğan; bazı gerçek olmayan şeyleri dile getirdi bu süreçte, bir başbakana yakışmayacak şekilde kendi vatandaşlarına hakaretamiz şekilde ‘‘Çapulcu, Marjinal’’ ifadelerini kullandı, vatandaşları arasında ‘‘Onlar-bunlar’’ diyerek ayrımcılık yaptı, vatandaşları kutuplaştırmaya dönük ifadeler kullandı, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin Taksim Topçu Kışlası Projesi’nin iptaline ilişkin açılan davada yürütmeyi durdurma kararını görmezden geldi, kendi halkına karşı kendi seçmenleriyle çeşitli illerde yaptığı mitinglerle gövde gösterisi yapmaya çalıştı.

Sözde gazeteci-yazarlar da; gazeteciliğin temel kurallarını hiçe sayarak, iftiralar atarak, yalanlar söyleyerek, hakaretler ederek, Erdoğan’ın bu dediklerini abartarak, yazıp çizdiler utanmadan. (Örneğin camide içki içildiğini ileri sürdüler ancak görüntüleri bile ortaya çıkaramadılar. Daha birçok konuda dile getirdikleri yalanlar için de delil, görüntü ortaya koyamadılar.)

Ve şiddete bile başvurmayan vatandaşlara, Erdoğan’ın iktidar kibri uğruna, Ankara’dan gelen kesin talimatlar sonucunda gaz bombaları ve tazyikli su ile sert müdahale edildi. Biri polis olmak üzere altı kişi yaşamını yitirdi, binlerce kişi yaralandı.

Ve maalesef; günlerce devam eden devlet şiddeti karşısında yaşamını yitiren gencecik insanlar da, bundan sonra sakat bir şekilde yaşamak zorunda kalanlar da, hala hastanelerde yatanlar da, gözü yaşlı aileler de Erdoğan’ın, hükümetinin ve medyasının umurunda olmadı.

Hatta Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, ‘‘Bakınız Türkiye’de 1 kişi, 2 kişi, 3 kişi, 4 kişi polise şiddet uygularken ölüyor. Tweet’ler, Facebook’lar dünyanın altını üstüne getiriyorlar. Ama öbür taraftan Mısır’da 300 kişi ölüyor, bunlardan 53’ü ibadet ederken, namaz kılarken kurşunlanıyor, dünya sessiz’’ diyebildi.

Hatta hükümetin medyası utanmadan, ölümleri meşrulaştırma çabası
içerisine girdi.

***

Tüm bu yaşananlar ise, bizlere çok ama çok şey öğretti.

Örneğin; Muhafazakar kesimde, ”protesto kültürü” yerine ”biat etme kültürü”nün hakim olduğunu, muhafazakar kültürün ve iktidarının ‘‘gösteri hakkı’’ gibi kavramlara ne kadar uzak olduğunu gördük.

Örneğin; Dün komplo teorileriyle devlet şiddetine uğrayan muhafazakar kesimin bugün kendilerine yönelik her şeyi komplo teorileriyle izah etmeye çalışmasını, yıllarca mağduriyetini yaşadıkları otoriterliği, devlet şiddetini şimdilerde canhıraş bir şekilde alkışladıklarını gördük.

Örneğin; Meydanların çoğunluğunu oluşturan gençlerin, apolitik olduğu ileri sürülen 1990 kuşağının, ‘‘Durun, bizim de haykırmak istediklerimiz’’ var dediklerini ve bunları yaparken de zeka ürünü ironilerini gördük.

Örneğin; Bu zeki gençlerden, ellerinde bomba-silah olmamasına rağmen sadece küçük birkaç grubun, ki onların da aslında kimler oldukları şaibeli, yaptıkları şiddet örnek gösterilerek ‘‘terörist’’ yaratılmaya çalışıldığını gördük.

Örneğin; Eylemlere katılanlara, destek verenlere nasıl cadı avı sürecinin başlatıldığını (Medyada işten çıkarmalar, gözaltılar-tutuklamalar, sosyal medyaya yönelik operasyonlar, Koç Grubu bünyesindeki kurumlara yapılan baskınlar gibi) gördük.

Örneğin; Polisin müdahale ettiği yerlerde ciddi olaylar yaşanırken, müdahalenin olmadığı yerlerde, özellikle mahallelerde, vatandaşlara müdahale edilmediğini ve böylece olay da çıkmadığını gördük. Yani yasakların ve müdahalelerin, aslında çözüm değil sorunu daha da büyüttüğünü gördük.

***

Aslında yazılacak, söylenecek çok şey var ama…

Şu yeterli sanırım: Gaz bombalarına, tazyikli sulara karşı zekalarıyla, ironileriyle günlerce dimdik duran gençlere yönelik orantısız devlet şiddeti, bu devlet şiddetini meşrulaştırmaya çalışmak, devlet şiddetine maruz kalanlarla dalga geçmek, bu şiddet yüzünden hayatını kaybedenleri görmezden gelmek ve hatta, şiddete maruz kalanların acılarını yalanlarla, iftiralarla, hakaretlerle, küçümsemelerle daha da artırmak ayıptır, yazıktır, zulümdür…

Ve bu ayıbınız, zulmünüz tarihe çoktan yazıldı bile.

Twitter operasyonu

Gezi Parkı eylemlerinin ardından hükümet, Facebook ve Twitter’a yönelik yasal düzenleme için düğmeye bastı. Amaç, twitterdan ‘‘halkı suç işlemeye yöneltmek’’ ve ‘‘isyana teşvik etmek’’ gibi suçların önünü kesmek. Ancak bunu yaparken, muhalif isimlere yönelik bir operasyon algısı yarattı hükümet. Zaten en son, her ne kadar ‘‘Uzun süre boyunca kullanılmayan pasif hesapların kapatıldığı’’ söylense de, aktif olarak kullanılan çok takipçili bazı muhalif isimlerin hesaplarının da askıya alınması dikkat çekti. Ancak çok daha ilginç bir durum var aslında twitter’da: Seks, porno.

***

Birkaç ay önce haberdar oldum, ‘‘Acaba doğru olabilir mi’’ diye düşündüm ve doğru olduğunu gördüm (Hatta gördüklerimden bazıları midemi alt üst etti).  Daha sonra hem Gezi hem de twitter yazımı yazdım ancak bilgisayarım çöktü, yazı da gitti.

Ve işlerimin yoğunluğu dolayısıyla aradan uzun bir süre geçti.

Yeni bir bilgisayarda tekrar baştan yazmaya başladım ancak ‘‘Acaba, twitter’da aynı şeyler hala devam ediyor mu’’ diye düşündüm. Yeniden not alma aşamasına geçtim. Yazıyı yazdım ancak yine yoğun işlerim devreye girdiği için tamamlayamadım ve en son nihayet ‘‘Acaba Ramazan’da durum nedir’’ diye tekrar not alarak tamamladım ve ortaya, özetle, şunlar çıktı:

***

Birçok insan twitter’ı çeşitli amaçlar için kullanıyor. İş için, muhabbet etmek için, eğlence için…

Bazıları da seks için kullanıyormuş. On binlerce hesap var böyle.

Ağırlığını erkekler oluşturuyor.

Erkeklerin birçoğunun profil resminde cinsel organları var. Bu hesaplar, cinsellik içeren cümleler yazan ve pornografik fotoğraflar, porno sitelerinin linklerini paylaşan kadınlara ait hesapları takip ediyor.

Kadın hesapların ise büyük bir kısmı, kendi vücutlarına ait pornografik fotoğraflar paylaşıyor, takipçi sayıları da bir hayli fazla.

Bazı kadınlar; zevk için, hobby için bunu yaptıklarını belirtiyor. Yani gündüzleri okullarına-işlerine gidiyorlar, akşamları ve izin günlerinde ise twitter’dalar.

Bazı kadınlar ise; profillerinde ‘‘eskort’’ olduklarını belirtiyorlar, telefon numaralarını paylaşıyorlar. Yani onların işi zaten bu.

Çok sayıda eşcinsel hesabı var. Onlar da, kendi aralarında takipleşiyorlar.

Ayrıca genç çiftlere ait hesaplar da var.

Evli veya sevgili olan çiftler, kendi cinsel ilişkilerinden kareler, twittler paylaşıyorlar.

***

Hesapların bir kısmında, kişiler yüzlerini gösteriyorlar, nerede yemek yediklerini, içki içtiklerini paylaşıyorlar.

Profil bilgilerinde ağırlıklı olarak İstanbul, İzmir ve Ankara yazıyor. Yurtdışından olanlar da var.

Profil bilgilerine göre, genellikle üniversite ve sonrası yaşlarındaki gençler var. Az sayıda liselinin olduğu da görülüyor. Ancak yaşı epey ilerlemiş kişiler de var.

Bazı profillerde ‘‘dul’’ yazıyor.

Bazılarının attıkları twittler ile vatan sevgisinden bahsettikleri görülüyor.

Bazıları, Gezi eylemlerine katıldıklarını belirtmiş, devlet şiddetini eleştirmişler.

Bazıları, Ramazan ayına saygı dolayısıyla paylaşımda bulunmayacaklarını ifade etmişler.

Peki, ama 18 yaş üstü bu konuların, bu hesapların, bu hesaplarda paylaşılan fotoğrafların-yazılanların herkese açık olması devletin dikkatini çekmiyor mu?

Bu on binlerce hesap için bir çözüm bulunamaz mı?

Devlet, kendisini eleştirenlerle, muhaliflerle uğraşacağına bu konularla ilgilense daha iyi olmaz mı?