1999’a kadar, göbek kaşınarak, kahkaha atarak; “Yakın, yıkın, öldürün”.
1999’da yakalandığında helikopterde; “Benim anam da Türk. Devletin hizmetindeyim”.
1999’dan hemen sonra; “Barış ve kardeşlik”.
Daha sonraları; “Anadil, kültürel haklar”.
10 yıl sonra şimdi; “Anayasal kimlik ve özerklik”.
Bu, birbirinden farklı beş ayrı dönemin tek mimarı; “Öcalan”.
“Yakın, yıkın, öldürün”den, “Hizmetinizdeyim”e geçişin tek sebebi; “Ölüm korkusu”.
Bu dönemden hemen sonra devreye “Apo’nun avukatları” girdiler.
“Aman Başkan, ne yapıyorsun, hemen teslim oluverdin” dediler ve “Sen yeter ki biraz dik dur, gerisini biz hallederiz” diyerek, Apo’yu yumuşak bir dille uyardılar.
Ölüm korkusunun verdiği şoku atlatan Apo, avukatlarının telkini ile biraz kendine geldi ve bir süre beklemede, izlemede kaldı.
Avukatları, hemen göreve koyuldular, PKK’yı ve PKK’lı kitleyi harekete geçirdiler. Sokak gösterileri ve eylemler başladı, devam etti, giderek arttı.
Apo rahatladı, özgüven kazandı, bu sefer “Barış ve kardeşlik”ten bahsetmeye başladı. Daha sonra “Anadil ve kültürel haklar”a geçti, “demokratik” denebilecek çeşitli istekleri gündeme getirdi.
Sonrasında, “Biraz başım ağrıyor” dedi Apo, avukatları “Apo’nun sağlığı sağlığımızdır” kampanyasını başlattılar, Apo’nun talimatıyla.
“Bana kötü muamele yapıldı” dedi, başlattılar “Apo’ya uzanan eller kırılsın” kampanyasını.
“Yalnızım, canım sıkılıyor” dedi, başlattılar “Apo’ya uygulanan tecride son” kampanyasını. Kampanya kampanyayı doğurdu, PKK sempatizanları sokaklara döküldüler, araçları yaktılar, molotof attılar, kırdılar, döktüler.
Sokak eylemlerinden güç alan Apo, bu sefer tamamen kendine geldi…
22 Temmuz genel seçimlerinde bölgede ikinci parti durumuna düşen DTP’nin, son yerel seçimlerde kaybettiği bazı belediyeleri AKP’nin elinden geri almasıyla birlikte coşan, adeta kendinden geçen Apo, “Demokratik özerklik” adını verdiği projesini ortaya koydu.
Projenin mimarı Apo, “Ben olmazsam olmaz. Ben, Kürtler için varım. Benim önüm açılmazsa çözüm olmaz, daha fazla kan akar. Çözümün anahtarı, sadece benim. Ben olmazsam Kürtler asla yaşayamaz” dedi.
Şam’dayken, kızdığı örgüt mensuplarına; “Kürt kafalılar. Ben olmasam, siz hiçbir b.. değilsiniz” diyebilen ve onları azarlayarak, kendisini tanrılaştıran bir hasta kişiliğin, Kürtlere bakışı ile kendisine biçtiği megalomanca rol de ortadaydı ve bugünkü söylemleri ile de birebir örtüşüyordu; Ben olmazsam olmaz…
Geldik 17 santimetrekareye…
Beş milyon dolar harcanan ve eskisinden 17 cm2 küçük yeni odası ile ilgili olarak Apo; “Beni öldürmeye niyetliler. Kendimi ölüm çukurunda hissediyorum” dedi ve sokakların, şehirlerin adeta savaş alanına çevrilmesine sebep oldu.
“Ben her şeyim” diyen, “Ben olmazsam Kürtler yaşayamaz. Bu nedenle Şam’dan çıktıktan sonra, ölmemek için dağa değil, Avrupa’ya kaçtım ve bunu sırf Kürtler için yaptım” diyebilen megaloman, hasta ruhlu Apo’ya, eskisinden 17 santimcik küçük yeni oda dar geldi ve O da sokakları herkese dar etti, darmadağın etti.
“Ölmekten korkmadığını, aksine, sadece Kürtler için varolmayı seçtiğini” söyleyen bu derece fedakâr (!) bir Apo’ya, 17 santimcik küçüklük, nasıl oluyorsa “ölüm çukuru” gibi geldi.
“Önüm açılmalı” diyen, “aksi taktirde kan akar” diyerek tehdit eden Apolaman bir zihniyet için, kanın akması, akacak olması değil, 17 santimlik bir daralma, çok ama çok daha önemli ve öncelikliydi(!)
Gelinen bu durumdan, kim ya da kimler suçlu veya payı var? Suçlu; Apo’mu, Apolaman bir yaklaşım mı, O’nu coşturan, yönlendiren avukatları mı, siyasi sözcüsü, destekçisi DTP mi, kula sorgusuz kulluk eden kör PKK’lı kitle mi, dilden düşürmeyen, bilerek veya bilmeyerek adeta propagandasını yapan basın mı, bilinçli veya bilinçsiz son derece yanlış yönlendiren akil adamlar mı, son olarak, amiyane tabirle haddinden fazla yüz verip, hududundan fazla ciddiye alanlar mı?
Biri mi, hepsi mi!!!
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com