Yazar: Büşra YILDIZ

Eğer O Hayatta Olsaydı…

Sabah namazına yakın kalkıyorum bazen.  Odaları dolaşıyorum. Balkona çıkıyorum. Herkesin ışığı sönmüş, belli ki benim gibi geceyi dinleyen yok. Gündüzün karmaşası  yormuş herkesi.  Ben yalnızlığı, sessizliği hiç sevmem. Ama  ne kadar sevmesem de bazen kendimi buluyorum o yalnızlıkta. Ve o sessizlikte aslında geceyi değil ruhumu dinliyorum. Geçmişe gidiyorum sonra. Üzüldüklerimi, sevindiklerimi hatırlıyorum, ayrılıklar canlanıyor zihnimde hasret çekiyorum. Çocukluğumda yaptığım yaramazlıklar küçük bir tebessüm kondurup geçiyor çehreme. Ama ruhu dinlemek apayrı bir şey. Hele ki ruhunda kanayan bir yara varsa… Babamla geçirdğimiz günler film şeridi gibi akıyor gözümün önünden. Onun gülüşü, tatlı kızım deyişi, uzun uzun nasihat vermesi, namaza uyandırırken kısık sesle  “Büşraaaa, kızım hadi namaz vakti” diyerek seslenmesi, anneme “gülüm”  diyerek hitap etmesi ve daha birçok şey… Öyle bir hasret ki içimdeki. Düşündükçe gücümü kaybediyorum.  Rabbime binlerce şükür olsun ki iman nimetine mazhar etmiş, ancak imanın kuvvetiyle ayakta durabiliyorum ve iman gözlüğüyle ölümün hakikatını görebiliiyorum. Babamın vefatından yaklaşık bir hafta sonra gittim kabrine. İlk kez görüyordum onun mezarını. O an kainatı inletecek derecede feryat etmek geldi içimden. Öyle bağırmak istedim ki arştan ferşe kadar her yerde duyulsun feryadım. Babam da duysun, kalksın yerinden, her ağladığımda dediği gibi “ağlama bitanem, senin döktüğün her damla benim içimi acıtıyor” desin bana ve göz yaşlarım dinsin. O kara toprak.. Daha üç beş gün önce sıcak yatağında yatarken şimdi o soğuk, kesif, sert toprak mı örtüyor babamın üzerini.  Üşümüyor mu geceleri, yattığı yer dar...

Devamını Oku

Öğrenci Seçme Diğerlerini Es Geçme Sınavı :)

Hayatımızdaki unutulmaz bir dönemdir o… Sivilcelerin suratımızda zafer bayrağını göklere yükselttiği, beynin, aklın ve tüm azaların tek bir şeye odaklandığı bir dönem. Bazen ihtiyacını gidermek bile bir lükstür. Artık rüyalar da tek çeşit olmuştur. Hayal dünyanın, zihninin, düşünceye daldığın en ufak bir anın bile teması bellidir, o dört yıl boyunca değişmez hiç. Liseye başladığın günden itibaren ÖSS hep seninledir artık… Maddi manevi yanındadır hep. Kaçmaya çalışırsan karabasan olur uykunu böler, yemek yerken kursağına takılan bir lokma olur, lavaboya gidersin kabız olur kalırsın, su içerken genzine kaçar tıkanırsın… İşte böyle bir şeydir öss ve daha da güzeli! Öss’ye hazırlık 🙂 Tepe tepe kitaplar, özgürlüğüne düşkün yaprak testler, her beyinle kolay kolay irtibat kuramayan konu anlatımları, insanın içine atlayıp bu işkenceden kurtulası geldiği havuz problemleri ve çok daha fazlası vardır bu süreçte yılın talihsizine arkadaşlık eden… Bisiklete binmek hayal olmuştur artık, otobüs duraklarına yapıştırılan film reklamları herkesi davet ederken sanki “sen hariç” diye de ekliyordur. Öss’yi sevdirmek, kolay göstermek için birçok kitap yazıldı, hocalarımız ve nice psikologlar bu güne dek sürmüş ÖSS duvarını yıkmaya çalıştılar zihinlerde. konuşmalar hep müsbet yöndeydi, basite alır havalardaydı. Ama sevgili hocalarımız, bizi kandırmayın. dört beş yıl boyunca at gibi koşmadan, hafiften sıyırmaya başlayana kadar çalışmadan öss kazanılmaz. Bunu yapmak da yürek ister, insan üstü bir güç, melek üstü bir sabır ve pilav üstü kuru fasülye ister… (aç karna çalışılmaz diye yani:) Öss çok şey ister sevgili...

Devamını Oku

Baba Demek Çok Uzak Artık, Çünkü Cevap Verecek Kimse Yok

İki bin dokuza girene kadar yeni yıllar mutlu ederdi beni de diğer insanlar gibi. Havai fişekler, sokaklardaki afişler, gösteriler, eğlenceler, çok şaşaalıydı. Ama iki bin dokuz hayatımın dönüm noktası oldu. Artık her yeni yılda içimdeki acı bir kat daha artacak. Ta ki gördüğüm son yeni yıla kadar… İki bin dokuz benden babamı aldı… Evimizin direğini, arkamızdaki maddi manevi gücü, annemden hayat arkadaşını aldı. Daha iki ay önce bir arabamız olmuştu. Hafta sonları ailece gezecektik. Sonra babam şubatın onunda babaannemin yanına gidecekti, uçak bileti ayrılmıştı. Daha da kötüsü iki gün sonrasında benim nişanım vardı ama… Bütün bu planlar alt üstü oldu. Bir cuma günü, akşama doğru babamın ölüm haberini aldık. Sabah dokuzda beni işe bırakmıştı o gün. Hadi baba görüşürüz diye inmiştim arabadan. Bilseydim bir daha göremeyeceğimi, baba ne olur hakkını helal et seni çok üzdüm, affet beni der, boynuna sarılıp ağlar ve beni de götürmesi için yalvarırdım. Sıkı sıkı sarılırdım ona, olabildiğince sıkı, kokusunu içime çekerdim doya doya. Tenini sıcakken okşardım son kez. Feri henüz sönmemiş gözlerine bakardım. Ellerini öperdim, başımı sıcak göğsüne yaslardım… Baba gitme diye yalvarırdım en azından, ne olur gitme… Ama nerden bilebilirdim ki o günün son olduğunu… Akşama doğru kardeşimden telefon geldiğinde inanmak kolay olmadı. Ta ki eve gidip teyzemin yüz ifadesinden durumu kesin olarak öğrenene kadar. Babam o gün Bakırköy’de geçirdiği kalp krizi sonucu hayata veda etmişti. Küçük kardeşim üst komşuda herşeyden habersiz arkadaşıyla...

Devamını Oku