Yazar: Edebiyatci

Ontoloji

Genel anlamıyla varlık felsefesi olarak bilinen ontoloji, asıl olarak var olana, varlığa ulaşmaya ve bunları anlamlandırmaya çalışır. Ontolojinin temel problematikleri, varlığın veya var olanın mevcudiyeti, biçimi ve tespitinin yöntemidir. Fiziksel olanla olmayan nesnelerin ilişkisinin olup olmadığı, varsa ne ölçüde olduğu, var oluşun bir özellik olarak algılanabilirliğinin doğruluğu ya da yanlışlığı, nesnenin yok olup olmayacağı yine ontolojinin cevap aradığı soruların başında gelir.Ontolojinin felsefi bir disiplin haline gelmesinden sonra ontolojik bakış açısı ve tavır, gerek estetiğe gerek diğer bilimlere farklı bir boyut kazandırmıştır. Sanata ve esere yaklaşım konusunda ortaya çıkan farklı düşünce biçimleri, ontolojide de kendine yer bulmuş ve tarihsel gelişim süreci içerisinde farklılaşarak gelişmiştir. Ontolojinin tarihsel gelişim sürecinde değişimine değinecek olursak birbirine neredeyse taban tabana zıt iki ontolojik anlayışla karşılaşırız. İsmail Tunalı’nın yaptığı tasnifle: Eski (klasik) ve yeni (modern/çağdaş) ontoloji. Eski (klasik) Ontoloji:  Cristian Wolff (1679-1754) tarafından sistematik bir felsefe bilimi haline getirilmiştir. Genel özelliklerine bakarsak, temeli Aristoteles’e dayanır. Varlığın özüne ulaşmayı amaçlar. Mantık ve dilin unsurlarını kullanarak varlığın var olduğuna ispata gider. Ayrıca bilimsel tavırdan uzaktır. Metafiziğe yakınlığı da belirgindir. Eski Ontolojik anlayışının yetersizliğinin ya da başarısızlığının sebeplerine kısaca değinmek gerekir. Klasik ontolojinin belirli dogmatik kuralları vardır. Var olanı belirli kalıplara (formlara) sokmaya çalışır. Bu da her ontolojik yaklaşımın belli bir standartlığına sahip olmasını gerektirir. Hâlbuki Varlığın çeşitliliği düşünüldüğünde bunun yanlış olduğu da ortaya çıkmaktadır. Örneğin var olan veya varlık olarak soruşturulan iki şey ortaya koyalım: biri masa diğeri...

Devamını Oku

Fethi Naci ve Eleştirmenliği

Hayatı Eleştirmen ve yazar Fethi Naci (İsmail Naci Kalpakçıoğlu), 3 Nisan 1927 tarihinde Giresun’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Giresun ve Erzurum’da tamamlayan Naci, 1949 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinden mezun oldu.Gençliğinde 1,5 ay cezaevinde kaldı. Kurucuları arasında bulunduğu Yüksek Tahsil Gençlik Derneği yöneticiliğinden dolayı 1951 yılında tutuklanan Naci, 1,5 ay kadar Sultanahmet Cezaevinde kaldıktan sonra salıverildi. Uzun süre İstanbul’da bir fabrikada muhasebecilik yapan Naci, 1965 yılı Nisan ayında görevine son verilince Gerçek Yayınevini kurdu. O tarihten sonra yazarlık ve yayımcılık yapan Fethi Naci, Cumhuriyet gazetesinin haftalık kitap ekindeki eleştiri yazılarını sürdürüyordu. Çok sevdiği babaannesinin ölümü üzerine kaleme aldığı ilk yazısı 1943 yılında Erzurum gazetesinde yayımlanan Naci’nin Behçet Necatigil’in ilk kitabı “Kapalı Çarşı” üzerine yaptığı ilk eleştiri yazısı, 1945–46 kışında Aksu dergisinde yayımlandı. 1960’ın en beğenilen eleştirmeni 1953’te babasının adını kendi adına ekleyerek, “Fethi Naci” adıyla yazmaya Naci, Dost dergisinin düzenlediği soruşturmada 1960’ın en beğenilen eleştirmeni seçildi. 1962 yılında Türkiye İşçi Partisi’ne giren Fethi Naci, Vatan Gazetesi ve Sosyal Adalet dergisinde siyasal yazılar yazdı. Partiyle ilişkisi kesildikten sonra aynı doğrultudaki yazılarını Yön’de ve bir süre yönetimine katıldığı Ant dergisinde sürdüren Naci, 1968’de siyasal yazılarına son vererek “100 Soruda” dizisini çıkarmaya başlayarak edebiyata kesin dönüş yaptı. Yazar, ilk yapıtıyla toplumcu sanatın ilkelerini koymaya çalışan ve bilimsel bir tutumu benimseyen bir eleştirmen olarak tanındı. Eleştirmen ve yazar Fethi Naci (İsmail Naci Kalpakçıoğlu), 23 Temmuz 2008 günü İstanbul Cihangir’deki evinde sabaha karşı vefat...

Devamını Oku

Şiir Dilinde Ses Yinelemeleri

Şiir dilinde yer alan müzikal ögelerden en önemlilerinden birisi “ses yinelemeleri”dir. Uyak ile beraber ses yinelemeleri, şiirin müzikal yapısını oluşturur. Şiir dilinde gerek uyaklardan faydalanma, gerekse dize içerisindeki ses yinelemelerini kullanmadan amaç, metin akılda kalıcı olmasını sağlama ve dinleyende, okuyanda müzikal bir zevk uyandırmadır.Şiir dilinde aliterasyon adı verilen ses yinelemesinin geçmişi Eski Yunan ve Roma’ya kadar uzanır. Başlangıçta, sözcüklerin önseslerindeki eşlik için kullanılmıştır. Sonradan türleri ve bu türlerle ilgili çeşitli terimleri belirlenmiştir. Bugün de eskiden olduğu gibi, şiir dilinde ses yinelemeleri üzerinde uzun uzadıya durulmakta, özellikle birçok araştırıcı, şiirlerdeki belli seslerdeki sıklık sorununa dikkati çekerek bu ses sıklıklarıyla şiirin içeriği arasında bir bağlantı kurmaya çalışmaktadır. Aliterasyon, Türk şiiri incelemelerinde genellikle “aynı dize içinde belli seslerin yinelenmesi” olarak anlaşılmaktadır. Halk şiirinden Servet-i Fünun akımına, oradan yeni şiire değin her dönem ve türde bu ses yinelemesine başvurulduğu görülür. Bugüne kadar gerek dünya yazınında, gerekse Türk şiirini inceleyen çalışmalarda şiirde yer alan sözcüklerin, yansıtılmak istenen konu ya da olaya, duygu ya da imgeye uygun düşen seslerden seçildiğine ilişkin yargı ve gözlemlere yer verildiği görülür. Hatta stilistik çalışmalarında, Batıda, bu alanda geliştirilmiş yöntemler de vardır. Bu yöntemlerden kimisinde şiirde geçen ünlüler temel alınmakta, kimisinde hem ünlü, hem ünsüzler sayısal incelemeye tabi tutulmaktadır. Dildeki göstergeler, toplumdan topluma değişen ve her dilbirliğinin kendi ses düzeni içinden seslerle oluşturduğu nedensiz birimlerdir ve gösterdikleri kavramlarla aralarında, nesnelerin niteliğine uyan bir ses ilişkisi yoktur. Aynı dil içinde kullanılan...

Devamını Oku

Şiir Dilinde Deyim Aktarmaları / Eğretileme / Metafor

Şiir geçmişinin belki de en kadim sanatlarından birisi olan deyim aktarmaları, eski ismiyle “istiare”, “aralarında uzak yakın ilgi (benzerlik, işlev ilgisi, yakınlığı) bulunan iki şey arasında bir benzetme yoluyla ilişki kurarak birinin adını ötekine aktarma eğilimi sonucunda oluşan dil olayı”dır.Deyim aktarmasının günümüzdeki karşılığı “eğretileme” ve “metafor”dur. Metafor terimi, Latince ve Grekçe “metafora” kökünden gelir; meta: öte, aşırı; pherein: taşımak, yüklenmek. Yani “öteye taşımak” anlamında bir birleşik addır metafor. Bizler bugün onu bir söz sanatı olarak tanıyor, kullanıyor ve yorumluyoruz. Sözcüklerin ya da sözcük öbeklerinin ölçünlü, sıradan, birebir anlamlarından yapılan her sapma, dinleyenin veya okuyanın imgelem gücünde bir yorumlama, çağrışım, anıştırma alanı açıyor demektir. Eğretileme, söz sanatları arasında benzetme türlerinden biridir; ama dinleyenin ya da okuyanın imgelem zenginliğine çok daha geniş bir alan bırakan bir benzetmedir. Neyin neye benzetildiğini, ne ölçüde ve hangi nedenle benzetildiğini dinleyen ya da okuyan kendisi keşfetmek zorundadır; ama bu zorlu keşif ona büyük bir zevk verir, düş gücünü devreye sokma, zenginleştirme deneyimi sağlar. Bu da en üst düzeyde renkli, üstü kapalı, sezgisel, yaratıcı, “düşsel”, duygusal, derinlikli iletişim demektir. Geçmişi eski retorik alana kadar uzanan ve Aristoteles’te de anıldığını gördüğümüz deyim aktarması, bugüne değin yazın ve şiir incelemelerinde olduğu gibi dilbilim kaynaklarında da sık sık sözü edilen bir söz sanatıdır. Aristoteles’in Poetica’sında onu, “bir sözcüğe, kendi özel anlamının dışında, başka bir anlam verilmesidir” biçiminde tanımlamakta, türlerini göstererek örneklerini vermekteydi. Onun örneğin “orantıya göre mecaz” adını verdiği...

Devamını Oku

Reşat Nuri’nin Tiyatroculuğu

Reşat Nuri 1909’dan itibaren tiyatro ile ilgilenir. Sadece metin üzerinde durmaz, sahne faaliyetleri ve oyunculuk konusunda da yazar. Tiyatroyu ciddiye aldığı, bu yazılardan görülmektedir. Sanatta gerçeklik konusu ile sanat- ahlâk, sanat- ilim ilişkisini işlediği yazılarında sanat âleminin tartışmaktan hiç vazgeçmediği bu konuları işler, örnekler verir. O, Boileau’nun ‘hakikat bazen hakikate gayr-i müşabih görünür’ tarifini beğenir. Tiyatrodaki hakikati bulup çıkartmak okuyucuya veya seyirciye düşmektedir. Tiyatro ‘sanattan başka bir ahlâk kaidesini neşr ile kendini mükellef görmemelidir’ görüşünü benimsemektedir. Çünkü güzellik kendi başına bir değerdir. Fakat “ahlâka doğrudan doğruya yahut dolayısıyla hizmet etmesine bir mâni yoktur” der ve Tanzimat yazarlarının ısrarla savundukları tiyatronun yararının pek de doğru olmadığını, ahlâkı düzeltmek için tiyatrodan mucize beklemenin boşluğunu belirtir. Bu tür eleştirilerin II. Meşrutiyet sonrası canlanan tiyatroyu her amaç için kullanma furyasının bir tepkisi olarak görmek ne kadar mümkünse yazarın tiyatro anlayışının tezli eserden yana olmadığı şeklinde yorumlamak da mümkündür. Reşat Nuri tiyatrodan “hoşa gitmesini” bekler. Bu da iki şekilde olur. Ya insanlığın ebedî konularını işler ya da dönemin heyecanını besler. İkinciye örnek olarak Çanakkale Savaşı sırasında bir subayın bir casusu öldürmesinin halkın ne kadar hoşuna gittiğini, eseri sevdirdiğini anlattıktan sonra bu eser şimdi sahneye konsa “o vakitki heyecan ve hararet ile karşılanmaz. Çünkü Uçurum zamanın ruhuyla olan alâkalardan bir kısmını kaybetmiştir” der. Bu bir gerçeği çok çarpıcı olarak ifade eden makale Çanakkale Savaşı’ndan sadece üç yıl sonra yazılmıştır ve savaş havası hâlâ devam etmektedir....

Devamını Oku

Edip Cansever Hayatı, Edebi Şahsiyeti ve Şiir Tahlili

8 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Bodrum’da tatildeyken beyin kanaması geçirdi, tedavi için getirildiği İstanbul’da 28 Mayıs 1986’da yaşamını yitirdi. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başladı. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. İlk şiiri 1944’te İstanbul dergisinde yayınlandı. Yücel, Fikirler, Edebiyat Dünyası, Kaynak dergilerinde çıkan ilk gençlik şiirlerini “İkindi Üstü” kitabında topladı.Bu şiirlerde varlıklı, her şeye yaşama sevinciyle bakan bir gencin avarelikleri, duyguları ön plandaydı. 1951’de “Nokta” dergisini çıkardı. Bu dergi genç şairlerle ve yazarlarla tanışmasını sağladı. İlk kitabından 7 yıl sonra yayınladığı “Dirlik Düzenlik” bu dönemin ürünüdür. Bu kitaptaki şiirlerde düşünceyi dil içinde eritmeye yönelen, özlü bir söyleyiş ve çarpıcı biçim arayan, toplumsal eleştiri için mizah aracını kullanan bir tutum görüldü. 1957’de yayınlanan “Yerçekimli Karanfil” ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yenilik, Pazar Postası, Yeni Dergi gibi dönemin sanat yayınlarında şiirsel canlılığı besleyen şairlerden biri oldu. Şirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı. “Dize işlevini yitirdi” gerekçesiyle yeni arayışlara yöneldi. Şiirde tiyatrodan esinlenen diyaloglar kullandı. “Nerde Antigone”, “Tragedyalar”, “Çağrılmayan Yakup” bu dönemin ürünleri. Yine de İkinci Yeni içindeki bazı şairler gibi anlamsızlığı savunmadı. Kapalı, anlaşılması güç, yine de anlamdan ayrılmayan bir şiire yöneldi. Çok farklı imgeler kullanırken bile düşünce öğesini gözardı etmedi. Yapıtlarına tutarlı bir bütünlük kazandırdı. Şiirinde düzyazı olanaklarını kullanmaktan da çekinmedi. Yalnız şiirleriyle değil tepkileri ve yaşama biçimiyle...

Devamını Oku

Karşılaştırmalı Edebiyat

Edebiyat biliminin her geçen gün önem kazanan bir başka dalı, karşılaştırmalı edebiyattır. Tanımını vermeden önce karşılaştırmalı edebiyatın tarihi hakkında biraz bilgi edinmemiz bizim karşılaştırmalı edebiyatı daha iyi anlamamızı sağlar. İlk örnekleri Batı’da 18. yy’ın sonları ile 19. yy’ın başlarından itibaren görülmeye başlanan karşılaştırmalı edebiyatın aslında daha önceye dayanan bir hazırlık evresi vardır. Şimdi bu evre hakkında kısaca bilgi edinelim.XVII. yy İngiliz Edebiyatının önemli yazarlarından olan J. Dry.’den 1668’de yayımladığı ‘’Of Dramatick Pcesie’’ başlıklı bir denemede, dört arkadaşın sohbeti biçiminde şu konuyu işler: Antk dram mı yoksa modern dram mı edebi bakımdan daha üstündür? Bu sohbet Thomes Nehrinde bir bot gezintisi sırasında olmaktadır. Bu sohbet daha sonra yayımlanacak bir denemedir. Dry’denin dışında hazırlık aşamasında adı geçen bazı edebiyat bilimciler şunlardır: Goottschedet Lessing, Elias Schlegel, Goethe vd. Dünya edebiyatından dönüp kendi edebiyatımızda karşılaştırmalı edebiyatın gelişim sürecini incelersek şunları söyleyebiliriz: Ülkemizde karşılaştırmalı edebiyat 1990’lı yıllarda önemli bir gelişme göstermeye başlamıştır. Önceleri Üniversitelerimizde karşılaştırmalı edebiyat anabilim dalı yokken 2000’li yıllarda önce Eskişehir Osman Gazi Üniversitesi’nde bağımsız bir edebiyat bölümü olarak öğretim ve araştırmalarına başlamıştır. Bunun dışında da Vakıf Üniversiteleri’nde de bu bölüm açılmaya başlanmıştır. 1943-1960 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde doçent olan Cevdet Perin’in bu konuda dersler verdiği bilinmektedir. Bunların dışında edebiyat fakültelerimizde özellikle de dil tarih coğrafya fakültelerindeki filoloji anabilim dallarında zaman zaman karşılaştırmalı edebiyat konusunda bitirme, master ve doktora tezleri hazırlanmaktadır.  Karşılaştırmalı edebiyatın Ülkemizdeki gelişiminden de bahsettikten...

Devamını Oku

Eğitim Ne Değildir?

Şu anki eğitim sistemimizdeki mevcut tüm aksaklıklar aslında eğitimin ne olduğunu tam olarak bilmememizden kaynaklanmaktadır. Eğitimin ne olmadığını sayarsak birçok noktada eğitim sandığımız şeyin aslında eğitim olmadığını görürüz. Bunlardan birkaçını sıralayacak olursak:1- Eğitim, sadece öğretimle ilişkili değildir. 2- Eğitim, öğretimden daha önemsiz değildir. 3- Eğitim, sadece okulda değildir. 4- Eğitim, öğretmen ve öğrenciden ibaret değildir. 5- Eğitim, öğrenciye şiddet, öğretmene saygısızlık değildir. 6- Eğitim, boş verilecek bir olay değildir. 7- Eğitim, diploma demek değildir. 8- Eğitim, sadece davranış değişikliği demek değildir. 9- Eğitim, tek tip insan yaratma çabası değildir. 10- Eğitim, sadece veli-okul yöneticileri ilişkisi de değildir. Bu maddeleri daha fazla sıralayabileceğimiz gibi açıklamalarını da kolaylıkla yapabiliriz elbette… Bu “değil”lerden sonra madem bunlar eğitim değildir de peki “eğitim nedir?” sorusu akıla geldiğinde cevabı bulmak için bu soruyu kendinize sormanız sizce yeterli olmayacak...

Devamını Oku

Roman ve Öykü İncelemesinde Kişiler Kadrosu ve Bakış Açısı

KİŞİLER KADROSU Klasik romanda genelde kişiyi kahramanlaştırma eğilimi vardır. Kişiye güvenilir ve ondan çok şey beklenir. Kişi, çoğunlukla merkez konumdadır. Modern romanın kişilerinin anlaşılmasında onların yalnızca özgürce ortaya koydukları duygu, düşünce ve fiilleri esas alınmalıdır.Modern romanın figürleri için bazen tip ve karakter incelemesi çok da anlamlı olmaz. Anlatı nitelikli eserlerin konusu kişi veya kişi hüviyeti kazandırılmış varlıklar etrafında şekillenir. Bu konuda ağırlığın insan üzerinde yoğunlaşması, 18. yüzyıla tesadüf eder. Bu yüzyıl, aynı zamanda bireyci düşünce ve felsefenin başlangıç noktasıdır. Bir başka nokta da, psikoloji biliminin bu yüzyıldan sonra kabul görüp gelişmesidir. Ayrıca eğitim alanında birey eksenli bir anlayışın da yerleşmesini hesaba katmak gerekir. Bütün bunlar, romanın güçlenmesine yardımcı olacaktır. Toplumsal ve bilimsel alanlarda elde edilen imkânlar, zamanın güçlü anlatım türü olan romanın ufkunu bir hayli genişletir. Nitekim çok sürmez, roman bu güçle 19. yüzyılın en popüler edebi türü olur ve klasik dönemini idrak ettiği bu yüzyılda zihinlerde derin izler bırakan unutulmaz figürlerini kahramanlarını yaratır. Bu bağlamda 19. yüzyıl romanı, kelimenin tam anlamıyla birey eksenli romandır. 19. yüzyıl romanlarında bireyler önemliydi. Romanda nesnelere ancak bu bireylerin özelliklerini vurgulamak amacıyla yer verilirdi. Anlatı sisteminde kişi, öteden beri önemli olmuştur. Zira vakayı canlandırmak için onlar vazgeçilmez ögelerdir. Ancak kişinin vaka açısından bir değer ifade etmesi, vakaya dayalı geleneksel anlatıda daha dikkat çekiciydi. Kişi, vakanın canlandırılması okuyucunun anlatı dünyasına çekilmesi bakımdan değeri ve önemi tartışılmaz bir elemandır. Kişinin bu konumu, romanın gelişme dönemlerinin...

Devamını Oku

Postmodernite ve Postmodernizm

Giriş: Avrupa’da 17. yüzyılın ortalarında meydana gelen teknolojik anlamdaki gelişim ve ekonominin gelişmesi, toplumları,  modernleşme olarak adlandırılan temelde sosyal ve yönetim tarzında bir yenilenme sürecine soktu. Modernleşme, etkileri neredeyse bütün dünyada görülen yeni bir hayat tarzı ve sosyal örgütlenme biçimi meydana getirdi. Bu süreçten itibaren artık “Modern” olmak, her anlamda eskiyi terk eden ve yeni arayışlar içerisine girilmesi gereken bir dünyada yaşamak demekti.İkinci Dünya savaşı, savaşa katılan veya savaştan dolaylı olarak etkilenen devletlerde büyük bir yıkıma sebep oldu. Özellikle ‘modernizmin’ her alanda yaşandığı ya da yaşanmaya çalışıldığı Avrupa’da bu yıkım, modernizmin bekleneni verememesi sebebi ile aydınları yeni arayışlar içerisine soktu. Bu arayışlar, önceleri toplumsal sorunları çözmeye yönelik olsa da zaman içerisinde çok çeşitli alanlara dağıldı. Dünya üzerindeki modernizme karşı çıkışlar postmodernist durumu oluşturdu. Özellikle salt bilgi birikimine karşı çoğulculuk anlayışı, genelliğe karşı özellik, mahallilik, özgürlük… postmodernist durumun en belirgin noktalarını oluşturdu. Kısacası postmodernizm, modernizmin ya da modernliğin yetersizliğine karşı ortaya çıkmış, insanlık adına artık çarenin modernleşmede olmadığını ortaya atarak modernlere ve mevcut sisteme savaş açmıştır. Yapabileceğimiz birçok tanım olmakla beraber daha önce belirttiğimiz bağlamlarda postmodernistlere göre postmodernizmin, günümüzdeki modern sonrası oluşan yeni yapılanma ve bu yapılanma içerisindeki toplumların genel adıdır diyebiliriz. MODERNİTENİN VE MODERNİZMİN, POSTMODERNİZME VE POSTMODERNİTEYE ETKİSİ Postmoderniliği ve Postmoderniteyi anlayabilmek için kuşkusuz modernliğin ve modernizmin anlamına değinmemiz gerekir. Modern kelimesi Latince “modernus” kelimesinden türetilmiştir. Modernus ise Latince “Modo” dan türetilmiştir ki bu kelimenin anlamı “hemen şimdi” demektir....

Devamını Oku

Güzel ve Güzellik

Özet Güzel ve güzellik kavramlarından bahsedeceğimiz bu çalışmada güzeli ve güzelliği oluşturan tüm ögelere felsefi ve edebi yönden değineceğiz. Sanatkâr, insan ve sanat, estetik unsurları ayrıntılı olarak çalışmamızın içerisinde bulunacaktır. Anahtar sözcükler: Güzel ve Güzellik, Estetik, Sanatkâr, İnsan ve Sanat, Estetik.I. GÜZEL VE GÜZELLİK Güzel, başka deyişle bediî, insanın duyularını olumlu yönde etkileyen ve haz uyandıran değerler bütünüdür. Güzellik ise güzele ait özellikleri bünyesinde barındıran varlıkların ya da şeylerin nitelikleridir. Güzel, nesnelerin en belirleyici niteliğini ya da yetisini anlatan estetiğin temel kavramıdır[1]. Günümüzde her ne kadar güzel kelimesi üzerinden bir güzellik literatürü geliştiriliyorsa da, doğu kültüründe bir güzellik alanı olarak bediîyat, güzel kavramından daha yoğun bir içeriğe sahiptir. Bediîyat; bir sanat görünüşünden ve aynı ölçülerle, tıpkı eşyaya has bir teknik gibi mütalaa edildiği nispette tabiat güzelliğini tetkik mevzu yapar. Bediîyatın doğrudan doğruya hakiki mevzusu, müspet ya da menfi sanat kıymetleri, teknik, çirkinlik veya güzelliktir. Geniş manasında sanat, insan tarafından tabii malzemenin istihaleye uğratılmasıdır. Bacon, bu hususta “tabiata ilave edilmiş insan” diyordu. Bununla mihaniki, sınaî ve tatbiki sanatlara, doktorun veya mühendisin sanatını kastediyor ki, onlar zanaattan sanata geçerek hissedilmez bir tarzda edebiyat, plastik sanatlar, musiki ve bunların imtizaçları gibi tam manasıyla güzel sanatlara inkılap ederler[2]. Güzel ve güzellik, temelini insanda bulur. İnsan için herhangi bir nesneyi ya da durumu güzel kılan onun nesneye ya da duruma vermiş olduğu değerdir. Bu bağlamda insan için güzel ve güzellik kavramı hoş, iyi, faydalı...

Devamını Oku

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara Romanının Çözümlemesi

I. ROMANIN TANITIMI Ankara[1], Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1934 yılında dönemin içerisinde bulunduğu durumu anlatan, sosyal ve siyasi yönü ağır basan bir romanıdır. O günkü eğilimin aksine herhangi bir gazetede tefrika edilmeden okur karşısına çıkan romanın bu güne kadar on sekiz baskısı yapılmıştır.Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun önceki eserleriyle[2] benzerlik gösterir. Tüm bu eserler daha sonra ‘Bütün Eserleri’ serisi olarak okuyucuya sunulmuştur. Romanımız da bu seri içerisinde 10. sıradadır. Yukarıda belirttiğimiz benzerlik genelde konunun seçimi ve işlenişi yönündedir. Örneğin eserlerindeki konuları güncel olaylardan seçmiştir: Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kuşak arasındaki anlayış ayrılığını ‘Kiralık Konak’ta, Meşrutiyet dönemindeki parti kavgalarını ‘Hüküm Gecesi’nde, Mütareke döneminde işgal altındaki İstanbul’un ahlak bozukluğunu ‘Sodom ve Gomore’de, Kurtuluş Savaşı’ndaki bir Anadolu köyünü ve köyde yaşananları ‘Yaban’da, yeni başkentin geçmişteki ve gelecekteki görünüşlerini ise bu romanla anlatmıştır. Romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Denebilir ki eserlerinin çoğu hep bir çöküşün ifadesidir. ‘Bir Sürgün’de Abdülhamit döneminin, ‘Kiralık Konak’ta Meşrutiyet döneminin, ‘Nur Baba’da Bektaşi tekkesinin, ‘Sodom ve Gomore’de Mütareke döneminin, ‘Yaban’da bir Anadolu köyünün bozulmasını ve çöküntüsünü, ‘Ankara’da Avrupalılaşmak uğruna toplumun yozlaşmasını anlatır. Roman, yazıyla üç temel kısma ayrılmıştır. Bu üç kısım da kendi içerisinde ‘Roma rakamları’ ile bölümlenmiştir. Bu tür bir bölümlendirme tamamen kitabın içeriğine uygun bir şekilde yapılmıştır. Zaten yapacağımız değerlendirmede bu uygunluğu daha iyi anlayacağız. II. OLAY ÖRGÜSÜ Ankara, Kurtuluş savaşı yıllarını, öncesini ve sonrasını ve tüm bu zamanlara eş olarak yaşanan değişimi ve...

Devamını Oku