I. ROMANIN TANITIMI

Ankara[1], Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1934 yılında dönemin içerisinde bulunduğu durumu anlatan, sosyal ve siyasi yönü ağır basan bir romanıdır. O günkü eğilimin aksine herhangi bir gazetede tefrika edilmeden okur karşısına çıkan romanın bu güne kadar on sekiz baskısı yapılmıştır.
Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun önceki eserleriyle[2] benzerlik gösterir. Tüm bu eserler daha sonra ‘Bütün Eserleri’ serisi olarak okuyucuya sunulmuştur. Romanımız da bu seri içerisinde 10. sıradadır. Yukarıda belirttiğimiz benzerlik genelde konunun seçimi ve işlenişi yönündedir. Örneğin eserlerindeki konuları güncel olaylardan seçmiştir: Tanzimat’tan I. Dünya Savaşı’na kadar yetişen üç kuşak arasındaki anlayış ayrılığını ‘Kiralık Konak’ta, Meşrutiyet dönemindeki parti kavgalarını ‘Hüküm Gecesi’nde, Mütareke döneminde işgal altındaki İstanbul’un ahlak bozukluğunu ‘Sodom ve Gomore’de, Kurtuluş Savaşı’ndaki bir Anadolu köyünü ve köyde yaşananları ‘Yaban’da, yeni başkentin geçmişteki ve gelecekteki görünüşlerini ise bu romanla anlatmıştır. Romanlarında toplumun bozulan, çöken yanlarını ele almıştır. Denebilir ki eserlerinin çoğu hep bir çöküşün ifadesidir. ‘Bir Sürgün’de Abdülhamit döneminin, ‘Kiralık Konak’ta Meşrutiyet döneminin, ‘Nur Baba’da Bektaşi tekkesinin, ‘Sodom ve Gomore’de Mütareke döneminin, ‘Yaban’da bir Anadolu köyünün bozulmasını ve çöküntüsünü, ‘Ankara’da Avrupalılaşmak uğruna toplumun yozlaşmasını anlatır.

Sponsor Bağlantılar

Roman, yazıyla üç temel kısma ayrılmıştır. Bu üç kısım da kendi içerisinde ‘Roma rakamları’ ile bölümlenmiştir. Bu tür bir bölümlendirme tamamen kitabın içeriğine uygun bir şekilde yapılmıştır. Zaten yapacağımız değerlendirmede bu uygunluğu daha iyi anlayacağız.

II. OLAY ÖRGÜSÜ

Ankara, Kurtuluş savaşı yıllarını, öncesini ve sonrasını ve tüm bu zamanlara eş olarak yaşanan değişimi ve yozlaşmayı anlatır. Cumhuriyetimizin başkenti Ankara’yı anlatan Yakup Kadri’nin “Ankara” adlı romanı, üç ayrı dönemi ve bu dönemlerin Ankara hayatını yansıtması yönüyle ilginç ve okunmaya değer bir eserdir. Olaylar daha çok kronolojik bir sıralama ile gerçekleşir. Bu durum, yazarın kitabı üç temel kısma ayırmasıyla rahatlıkla gözlemlenebilir. Romanın başkahramanı Selma Hanım’ın hayatı, evlilikleri ve insanî ilişkileri ile birlikte Ankara’nın üç dönemi canlı tasvir ve olaylarla verilir.

Roman, Selma Hanım ve Nafiz Bey’in İstanbul’dan Ankara’ya gidişi esnasında yaşadığı sıkıntılarla başlar. Özellikle sanat, temizlik ve estetik kaygıları olan bu genç kadının tüm yolculuk boyunca yaşadıkları bize romanda Ankara’da istediklerini bulamayacağını işaret eder. Romanda olaylar Selma Hanım etrafında döner. Kişilik olarak heyecanlı, şahıslara çok fazla bağlanmayan, sosyal ve aktif olan Selma Hanım ilerleyen zamanlarda bu özellikleri çok sık karşımıza çıkacaktır.

Romanda özellikle Selma Hanım’ın eşleri ile olan ilişkisi Milli Mücadele’ye karşı tavırlarına göre şekillenmiştir. Nafiz Bey’den ayrılması temelde O’nun Milli Mücadele ruhu taşımaması ile ilgilidir. Nafiz Bey’in Milli Mücadele’ye tepkisiz kalması Selma Hanım’ın ondan soğuyup ayrılmasına sebep olmuştur. Zaten Binbaşı Hakkı Bey ile tanıştıktan sonra ilk başta kendisine çok itici gelmesine rağmen Milli Mücadele’ye karşıtları daha sonraları Selma Hanım’la aralarında bir ilişkiye temel teşkil edecektir.

Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından Hakkı Bey’in tavırlarındaki değişiklik Selma Hanım’ı ondan da soğutup muharrir olan Neşet Sabit’e yakınlaştırır.

Tüm bu ilişkiler kitabın üç bölümünde ayrı ayrı gerçekleşir. Daha önce bahsettiğimiz bu bölümleri inceleyecek olursak:

Birinci bölüm: Sakarya Savaşı öncesi (1922’ye kadar).
İkinci bölüm: Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllar (1926’ya kadar).
Üçüncü bölüm: Cumhuriyet sonrasının 14 ve 20. Yılları (1937-1943’e kadar).

Bölümleri tarihsel olarak irdelediğimizde karşımıza çıkan bu kronolojik sıralamadaki olaylar ve ilişkiler de bu sıralamaya uygundur. Örneğin: ilk bölümde Selma Hanım, İstanbul’daki bir bankada muamelât şefi olarak görev yapan kocası Ahmet Nazif Bey ile birlikte Ankara’ya gitme hazırlıkları yapar. Önce deniz yolu ile İnebolu’ya; oradan da kara yolu ile (İnebolu – Kastamonu – Çankırı güzergâhı = İstiklâl Yolu) Ankara’ya gelirler. Onların Ankara’ya gelmek istemelerindeki en büyük amaç; bir kurtuluş ümidi aramalarıdır. Çünkü İstanbul yabancı devlet askerleri tarafından işgal altındadır ve Türklere her türlü işkence ve zulüm yapılmaktadır. Onlara göre; Ankara’da başlatılan Millî Mücadele, dolayısıyla Ankara adı, bir kurtuluş umududur.

Selma Hanım, İstanbul’dan Ankara’ya yeni gelen, tanımadığı bu şehirle ilgili pek çok beklentisi ve hayali olan genç bir kadındır. Ancak Milli Mücadele döneminin merkezi olan şehir Selma Hanım’a umduklarını, beklediklerini yaşatamaz. Adeta çölün ortasındaki bir kasaba gibi olan Ankara, İstanbul’un sahip olduğu görkemden çok uzaktadır. Zaman geçtikçe Selma Hanım’ın beklentilerinin ve umduklarının yerini hayal kırıklıkları alır. Selma Hanım özellikle Ankara’daki ilk dönemlerinde bu şehri, bir çölün ortasındaki kaya parçasına benzetir. (s. 36) Tüm bu benzetmelere rağmen gene de Ankara’yı uzaktan bakılınca insanı kendisine çeken bir cazibesi olduğunu da belirtir. Yazarın bu noktayı Selma Hanım’a romanın ilerleyen bölümlerinde Milli Mücadele’ye ev sahipliği yapacak bu şehirle ilgili düşüncelerinin tamamen olumsuz olmadığını hissettirmek amacıyla söyletmiş olduğu da düşünülebilir.

Selma Hanım ve Nazif Bey, Ankara’ya gelişlerinde Tacettin Mahallesi’ndeki küçük bir eve yerleşirler. Yerleştikleri evin sahibi Ömer Efendi ve ailesi Ankara’nın seçkin kimselerindendir. Bu seçkinlik, soydan ziyade para ve mala dayanmaktadır. Ömer Efendi ve ailesi Birinci Dünya Savaşı’ndan yararlanmayı bilen savaş zenginlerindendir. Birinci Dünya Savaşı döneminde bu tür zenginlerin birdenbire ortaya çıkması olağan olduğu için halk, Ömer Efendi’yi ve ailesinin bu tarzda zengin oluşunu yadırgamaz. Nafiz Bey Selma Hanım’la bir sohbetinde: “Zira Büyük Kavga’da cephe gerisini tutanlardan birçoklarının, yalnız Ankara’da değil, memleketin her bucağında böyle hiç yoktan servet ve samana konuverişleri en tabiî hadiselerden biri hâlini almıştır.” (s.23) demiştir.

Nazif Bey, bir gün eski arkadaşlarından Murat Bey’le karşılaşır. Murat Bey, Büyük Millet Meclisi’nde mebustur ve Etlik’teki bağ evinde oturur. Murat Bey; Nazif Bey ve karısı Selma Hanım’ı Etlik’teki bu bağ evine davet eder. Ankara’nın monoton havasından sıkılan Selma Hanım, kocasını razı eder ve Murat Bey’in Etlik’teki bağ evine gidilir. Murat Bey’in evinde bir başka misafir daha vardır. Binbaşı Hakkı Bey… Selma Hanım, Binbaşı Hakkı Bey’in gururlu, milliyetçi ve vatanperver düşünceleri karşısında büyülenir. Sonraki günlerde ve haftalarda Binbaşı Hakkı Bey ve Selma
Hanım at gezintilerine çıkarlar. Nazif Bey, karısı Selma Hanım’ın Binbaşı Hakkı Bey’le yaptığı bu at gezintilerine sesini çıkarmaz, doğal karşılar. Fakat ev sahibi Ömer Efendi; Selma Hanım, kocası Nazif Bey ve Binbaşı Hakkı Bey’in tutum ve davranışlarını hoş karşılamaz; onları “yabanlar” olarak nitelendirir. Nazif Bey, Ömer Efendi’nin kendileri için kullandığı “yabanlar” kelimesini, “yabancılar” olarak yorumlar. Ömer Efendi, bu kişilerin hareketlerini onaylamamasına rağmen sesini çıkarmaz. Çünkü neticede Nazif Bey, bankada çalışmakta ve biri mebus, diğeri binbaşı olan iki önemli dostu bulunmaktadır. Ne de olsa bu makamlarda bulunan kimselere ihtiyacının olacağını düşünür ve beğenmese de onlarla iyi geçinmenin menfaati icabı olduğuna kanaat getirir.

Bir başka gün Selma Hanım; kocası Nazif Bey, kocasının arkadaşı Murat Bey ve ailesinin, Binbaşı Hakkı Bey’in de birlikte bulunduğu bir sohbet toplantısında Neşet Sabit adında İstanbul’dan yeni gelmiş bir yazarla tanışır. Selma Hanım, Binbaşı Hakkı Bey’den etkilendiği gibi, Neşet Sabit Bey’den ve konuşmasından çok etkilenir. Neşet Sabit’in Selma Hanım üzerinde bıraktığı bu etki, sonraki zamanlarda da kendini gösterir.

Selma Hanım, silah kullanmayı iyi bilir. Binbaşı Hakkı Bey’in yaptırdığı atış denemelerinde başarılı olur. Bu başarısından cesaret alan Selma Hanım, Binbaşı Hakkı Bey’den kendisinin cephe ya da cepheye yakın yerlerde görevlendirilmesini talep eder. Bu talep karşısında Binbaşı Hakkı Bey, aracı olur ve onun Eskişehir’deki bir askerî hastanede görev almasını sağlar. Selma Hanım’ın hastanede göreve başlamasından bir hafta sonra Yunanlılar taarruza geçer. Bu durumda Ankara’ya geri döner. Ankara halkı, ümitsiz biçimde şehri boşaltma faaliyetlerine girişir. Selma Hanım ise, Yunanlıların Ankara’ya gelemeyeceği konusunda kesin inançlıdır. Çünkü hastanede görev yaptığı kısa süre içinde yaralı askerlerin bir an önce cephedeki arkadaşlarının yanına dönme isteklerini unutamamıştır. Bu inancını, tanıdığı herkese söylemeye ve halka moral vermeye gayret eder. Kocası Nazif Bey’in tüm ısrarlarına rağmen Ankara’yı terk etmez ve Cebeci hastanesindeki görevinin başından ayrılmaz. Ona göre, Ankara; vatanın kalbinin attığı kutsal bir şehirdir. Millî uyanış ve zafer; ancak Ankara’daki mücadeleye bağlıdır. Bu nedenle Ankara, terk edilmemelidir. Nazif Bey, karısı Selma Hanım’ın kendisini dinlememesi karşısında ondan ayrılır.

Nihayet, Selma Hanım’ın beklentileri meyvesini verir. Türk ordusu, Sakarya’da zaferi kazanır. Bu zaferin arkasından ise Büyük Meydan Muharebesi ile Türk milleti Yunanlılara ağır darbeler vurur ve nihayet Yunanlıların elindeki güzel İzmir, geri alınır. Türk milleti kesin zaferi elde eder. Binbaşı Hakkı Bey de “Miralay” rütbesi ile Ankara’ya döner. Selma Hanım, önceden de çok takdir ettiği Miralay Hakkı Bey ile evlenir. Bu arada Nazif Bey, Selma Hanım’dan boşandıktan sonra kötü bir hayata sahip olur; tanınmaz ve silik özellikler çizer.

“Selma Hanım, Nazif’in kendisini bıraktıktan sonra, ne kadar bedbaht olduğunu da biliyordu. … Yumuşak, pembe, sessiz ve uslu Nazif; kuru, sinirli, sert ve haşin bir insan olmuştu. Kendini tamamıyla içkiye verdiğini söylüyorlardı.” (s. 90)

Miralay Hakkı Bey, emekli olur ve bir şirkette meclis idare reisliği görevini alır. Sonraki zamanlarda ise Nazif Bey gibi o da Selma Hanım’ın gözünden düşer. O artık, cepheden yeni döndüğü zamanlardaki Selma Hanım’ın gözündeki “ilah” değildir. Giyinişini, yaşayışını ve Selma Hanım’a olan tavırlarını çok değiştirir. Ayrıca, lüks yaşamaya merak sarar. Miralay Hakkı Bey’deki bu tür değişiklikler, Ankara’da yaşayan diğer insanların da pek çoğunda görülür.

“Nazif, ne kadar eski Nazif değilse, Miralay Hakkı Bey de o kadar eski Hakkı Bey değildir. Selma Hanım’ın, bu Hakkı Bey’e, ikide bir ‘Nerede o tunç rengin? Nerede o çelik gövden? Nerede o sert ağzın? O koyu kumral bıyıkların?’ diye soracağı geliyor.” (s. 92)

Batılılaşmayı yanlış algılayan insanlar, alafranga hayat tarzını kendine ölçü almaya başlar. Ankara’da yaşayanların önemli bir bölümü; Gazi Hazretleri’nin inkılâplarını yanlış yorumlar; çağdaş yaşamanın balolarda, gece eğlencelerinde ve çaylarda boy göstererek
eğlenmek olduğunu düşünür. Özellikle dönemin bürokrat ve aydınlarının bir bölümü birbirleriyle gösteriş yarışına girerler. Hakkı Bey de, Avrupa’yı gören ve Avrupalılarla sıkı ticarî ilişkilerde bulunan biri olarak bu gösteriş yarışının içinde yerini alır.

“Hakkı Bey: – A hanım, diyordu. Bir defa, ben Avrupa’da bulunmuş bir adamım. (Harb-i Umumî’de bir kere Almanya’ya gitmişti.) Sonra da Avrupa adap ve muaşeretine dair ne kadar kitap görürsem alıp okuyorum. Artık, benim yaptığımın doğruluğundan şüphe edilir mi?” (s.110)

Hatta sade bir aile hayatı olan Murat Bey bile, bu olumsuz ortam içinde gülünç duruma düşmekten kendini kurtaramaz ve bilinçsiz faaliyetleri ve tavırlarıyla Selma Hanımı şaşırtır. Murat Bey, mebusluğu bırakır ve safahat âlemi içinde özünü kaybeder. Murat Bey’in arabasından, çay ve yemek davetlerinden azamî derecede yararlanan insanlar, gerçekte onun samimî dostları değildir.

Selma Hanım, yılbaşı eğlencelerinin düzenlendiği yeni açılan Ankara Palas Oteli’nde önceden tanıştığı ve etkisinden kurtulamadığı Neşet Sabit Bey’le tekrar karşılaşır. Neşet Sabit Bey; Ankara’da bir evde tek başına yaşamasına rağmen, İstanbul’daki bir gazetenin yazarlığını ve muhabirliğini yapar. Ayrıca, tercüme işleriyle uğraşır. Neşet Sabit Bey de, Selma Hanım gibi Ankara sosyetesinin bilinçsiz hayat tarzından rahatsızdır. İki eski dost, duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktarırlar. O günden sonra birlikte gittikleri tüm balo ve davetlerde Selma Hanım ile Neşet Sabit Bey’in sohbet konusu Ankara halkı üzerindeki değişme ve Batılılaşma kavramının yanlış anlaşılmasıdır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara, yalnız insanlarıyla ve hayat tarzı ile değil, mimari ve evlerin iç dekorasyonu ile de Avrupaî tarza uygun olarak değişiklik gösterir. Gerek Selma Hanım, gerekse Neşet Sabit Bey; Batılılaşmanın bir eğlence tarzı olmadığı; bilimsel gelişme, değişme ve işletme gücü olduğunda hemfikirdirler. Bu düşünceler; Selma Hanım’ı Hakkı Bey’den iyice uzaklaştırır. Ayrıca, Hakkı Bey’in yabancı bir kadınla olan flörtü ve Selma Hanım’ın kendi hayatını kurmak istemesi, onları boşanmaya kadar götürür. Selma Hanım ikinci kocası Miralay Hakkı Bey’den ayrılır.

Neşet Sabit Bey’in yardımıyla Selma Hanım öğretmen olur. Cumhuriyet’in kuruluşunun onuncu yıl kutlama törenlerinde Gazi Hazretleri’nin konuşmasını Selma Hanım, yeni kocası Neşet Sabit Bey’le birlikte büyük bir coşkunlukla dinler. Artık, Atatürk’ün oluşturduğu inkılâplar, halk tarafından özümsenir; Ankara’nın çehresi ve bütün Türkiye’nin hayat tarzı da olumlu bir değişme sürecine girer. Ankara’nın bu değişen çehresine ayak uyduramayan, kendi menfaatlerini, ülkenin menfaatlerinden önde gören, yanlış Batılılaşan sosyete grup, Ankara’yı terk eder ve Avrupa’ya yerleşirler. Murat Bey ve ailesi de bunlardan biridir. Selma
Hanım, Murat Bey ve ailesine acır ve onların Avrupa’da barınamayacağını düşünür.

Selma Hanım ve üçüncü kocası Neşet Sabit Bey, Kaledibi’nin Cebeci’ye bakan yamacında bir apartman dairesinde yaşar. Selma Hanım, öğretmenliğine devam ederken Neşet Sabit Bey de roman yazarlığı ile meşgul olur. Ayrıca, Neşet Sabit Bey’in yazdığı “Kaltabanlar” adlı komedi eseri, Devlet Tiyatrosu’nun açılış töreninde sahnelenecektir. Neşet
Sabit Bey, bu büyük güne hazırlanmanın telaşı ile faaliyetlerine hız verir. Nihayet, oyunun sahneye konacağı gün gelir. Tiyatro oyununu izlemeye gelenler arasında Atatürk de bulunmaktadır. Oyun, çok başarılı bir şekilde sahnede sergilenir. Atatürk, Neşet Sabit Bey’i yanına çağırtır ve onu tebrik eder. Oyunun sahnede sergilenmesinden sonra oyunda görev alan ekip ile birlikte sabaha kadar eğlenen Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey, yorgun bir şekilde evlerine dönerler.

Selma Hanım, Neşet Sabit Bey’i çok sevmesine rağmen, onun başka kadınlarla olan ilişkisinden şüphelenir. Özellikle, oyunda rol alan Yıldız Hanım adlı genç bir kızla olan yakınlığını kıskanır. Ancak, Yıldız Hanım’ın sporcu bir gençle evlenmesi ile bu şüphelerinden kurtulur.

Yıl 1933’tür. Selma Hanım, hayal kurmaktadır. 1943 yılında yapılacak Cumhuriyet’in 20. yıl dönümü kutlamaları arasında kendini hissetmeye başlar. Hayalleri içinde, bir gün evine döndüğünde kendine gelen bir mektuptan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yirminci yıldönümü için yapılacak kutlamaların düzenleme komitesine seçildiğini öğrenir. Bu mektupla, yaşlandığının farkına varır. Cumhuriyet kurulalı yirmi yıl olmuştur.

Cumhuriyet’in yirminci yıl kutlamaları da, onuncu yıl kutlamalarında olduğu gibi büyük bir coşku yapılır. Binlerce insan, bir sel gibi Çankaya’ya akar, halk tek vücut olur. Kutlamalara katılan Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey, ilerleyen yaşlarının verdiği zayıflıkla yorgun düşer ve evlerine dönerler. Uzaktan işitilen şenlik seslerinin eşliğinde ve içtikleri ıhlamur sayesinde yorgunluklarını atmaya çalışırlar.

Ankara’da ana düğüm, “Milli Mücadele’nin nasıl sonuçlanacağı” sorunu üzerine atılmıştır. Bu ana sorun, ara düğümlerle desteklenerek sonuca gidilir. Ara düğümleri şöyle sıralamamız mümkündür:

a. Selma Hanım Ankara’da nasıl bir hayat ile karşılacaktır?
b. Binbaşı Hakkı Bey’in söylediği zaferlere ulaşılabilinecek mi?
c. Savaşın ardından ülkenin ne hale geleceği?
d. Batılılaşma gerçekten sorun olacak mı?
e. Nazif Bey ve Binbaşı Hakkı’dan sonra Neşet Sabit Bey ile ilişkisinin devamı gelecek mi?
f. Neşet Sabit Bey ile çalışmaları başarılı olabilecek mi?
g. Neşet Sabit Bey kendisi aldatmış mıdır?
h. Cumhuriyet arzulanan gerçek şekline kavuşabilecek mi?

Selma Hanım romanda gerçekleşen tüm bu olaylar içerisinde kendi benliğiyle de çatışmalar yaşar. Bazen kendisine yabancılaşır ve kararsızlıklar yaşar. Her ne kadar kararsız kalsa da bu fazla uzun sürmez ve radikal kararlar alarak bunların arkasında durur. Buna en güzel örnek Milli Mücadele’den uzaklaşan ya da Milli Mücadele ruhunu taşımayan eşlerinden ayrılmasıdır.

Tüm bu sorular ve sorunlar romanda dile getirilirken olayların anlatılışı da bilgi verici bir statüdedir. Yani roman içerisindeki olayların işlenişi anlam bütünlüğü bozulmadan dönemin şartlarını ve Milli Mücadele’yi okuyucuya öğretir. Bu yönüyle roman, didaktiktir denilebilir.

III. TEMALAR

Ferdin Kendine ve Çevresine Yabancılaşması

Yabancılaşma, herhangi bir şeyden ya da kimseden uzaklaşma hâlidir.

Yabancılaşma, daha özel olarak da psikiyatride, normalden sapmaya; çağdaş psikoloji ve sosyolojide, kişinin kendisine, içinde yaşadığı topluma, doğaya ve başka insanlara karşı duyduğu yabancılık hissine işaret eder”[3].

Ankara’da yabancılaşma daha çok bireyin kendisine yabancılaşmasıdır. Romandaki yabancılaşma en bâriz Binbaşı Hakkı Bey’de görülür. Milli Mücadele döneminde idealist bir kişi olmasına rağmen, bağımsızlığın kazanılmasıyla menfaat-idealistlik arasında gidip gelir. Uzun süre çelişkiler yaşamasının ardından baştaki idealist kimliğinden uzaklaşır dolayısıyla hem kendisine hem de çevresine yabancılaşmış olur.

Binbaşı Hakkı Bey dışında romanın başkişisi olan Selma Hanım’da kendi benliğinde çatışmalar yaşayarak Ankara’ya gelmeden önceli kişiliğinden uzaklaşmıştır. Başta İstanbullu entelektüel bir kimlik taşıyan ve temizlik, sanat, sosyal etkinlik gibi unsurlara önem veren Selma Hanım, Ankara’ya gelmesiyle bu kimliğinden kısmen uzaklaşarak kendisini zor şartlar altındaki ve söylediğimiz tüm bu unsurlarla yakından uzaktan alâkası olmayan durumlara ve mekânlara gönüllü olarak katılmıştır. Bu durum daha çok hastanede çalışırken gelen yaralı ya da şehit olmuş askerleri görmesiyle ilişkilendirilebilir.

Farklı Kimliğe Sığınma

Yukarıda bahsettiğimiz ferdin kendine ve çevresine yabancılaşması başlığı altındaki ögelere bağlı olarak romandaki kişilerin farklı kimliklere girdiğini görürüz. Burada dikkat etmemiz gereken en önemli noktalardan birisi olan insanın düşünce ve davranışlarındaki değişimdir. Binbaşı Hakkı’nın Milli Mücadele ardından batılı tarzda yaşamak istemesi sonucunda kendi kimliğinden uzaklaşması buna en güzel örnektir. Bu da bize romanın bu kısmında adı geçen şahısın inkılapları kendi menfaatlerine uygun algılayarak ya da çevresine bu şeklide algılatarak, batılılaşma adı altında yapılan bu yanlışları nasıl kullandığını göstermektedir. İşte yazar bu noktayı eleştirir.

Binbaşı Hakkı Bey’deki bu değişiklik Selma Hanım’ı da kendisinden uzaklaştırır. Bir başka ifade ile kendisine zarar verir.

IV.  ROMAN KİŞİLERİ

Selma Hanım

Romanın başkişisidir. Olaylar genel anlamda onun etrafında şekillendir.

İyi bir öğrenim görmüştür. İstanbul kültürü ile yetiştirilmiştir. Düzensizlik karşıtıdır. Çevresiyle uyumludur. Girdiği ortamlarda kabullenilir ve saygı görür. Örneğin ilk bölümde Ankara’ya ilk taşındıklarında ev sahiplerinin ona saygı göstermesi ve işlerine yardım etmesi onun bu vasıfları taşıdığını gösterir:

“Selma Hanım, bu ağır işlerden hangi birine el uzatacak olsa içlerinden biri atılıyor:
“Olmaz, olmaz;“ diyordu, ‘hele sen şuan bak, sen misafir sayılırsın ayol…’
Birkaç dakika içinde onunla kırk yıllık gibi ahbap gibi lâubali oluvermişlerdi.”
(s. 24–25)

Selma Hanım haksızlıklara boyun eğmeyen bir yapısı vardır. Yapılan haksızlıkların karşısında durur ve bu duruşundan asla vazgeçmez. Milli Mücadele sonrasında sıkça karşılaşılan menfaat ilişkilerine karşı tavrını koyar ve haksızlık yapan ya da yapmaya yeltenenlerin karşısında durur. Zaten Binbaşı Hakkı Bey ile ayrılması da bu durumu en güzel açıklayan örnektir. Ayrıca Ömer Efendi’nin zengin oluşunun sırrını duyunca kimsenin buna karşı çıkmayışını da hayretle
karşılamasının sebebi de budur.

Selma Hanım’ın en önemli özelliği de vatanseverliğidir. Vatanseverliği uğruna gönüllü olarak birçok yerde çalışmış hastanelerde askerlerin bakımına yardım etmiş sonraları yeni nesilleri eğitmek için öğretmenlik yapmıştır. Roman genel olarak Selma Hanım’ın bu özelliği üzerine şekillenmiştir. Romandaki gerçekleşen olaylar (ister Selma Hanım’ın şahsi meselesi isterse de Milli Mücadele dönemi olsun) bu vatan sevgisi etkisi ile şekillenmiştir. Örneğin Selma Hanım’ın ilk eşinden ayrılma sebebi Nafiz Bey’in Milli Mücadele’ye ilgisiz olmasıdır. Bunun dışında Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması için cephe gerisinde yaptıkları da vatan sevgisiyle açıklanabilir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısacası Selma Hanım, insanlara karşı anlayışlı, vatansever, olgun, azimli, düşüncelerini hislerinin önünde tutan, haksızlıklara karşı duran ve boyun eğmeyen bir yapıya sahiptir.

Nazif Bey

Selma Hanım’ın ilk kocasıdır. İyi bir tahsil görmüştür. Bir banka da şeflik yapmıştır. Ankara’ya gittikten sonra eşi Selma Hanım’la Milli Mücadele konusunda fikir bazında karşıtlıklar yaşamışlardır. Nazif Bey, Milli Mücadele’ye karşı kayıtsızdır. Milli Mücadele’nin kazanılacağı konusunda inancı yok denecek kadar azdır ve kararsızdır. İçine kapanık daha çok kendini önemseyen milli duygulardan yoksun biridir.

Binbaşı Hakkı Bey

Selma Hanım’ın ikinci kocasıdır. Milli Mücadele zamanında cesur ve başarılı bir askerdir. Selma Hanım’ında ona bağlanıp onunla evlenmesinin asıl sebebi de budur. Milli Mücadele dönemi boyunca idealist sağlam bir kişiliğe sahip kahraman bir askerdir. Milli Mücadele’nin kazanılmasıyla kendisine ‘Miralay’ rütbesi verilerek onurlandırılır.

Milli Mücadele yıllarının bitip Cumhuriyet döneminin başlamasıyla Batılılaşma adı altındaki yozlaşmaya ayak uyarak savaştaki başarılarıyla yapmış olduğu ünü kendi şahsi menfaatleri için kullanmaya çalışmıştır. İdealistliğinden ve kararlılığından eser kalmayan Hakkı Bey, bu davranışlarıyla Selma Hanım’ı da kendisinden uzaklaştırmıştır. Sonucunda ise çürümüş, yozlaşmış bu muhit içerisinde tek başına kalmıştır.

Neşet Sabit Bey

Kültürlü, tahsilli ve Milli Mücadele ruhunu taşıyan genç bir yazardır. Baştan sona Milli Mücadele’nin yanında yer almıştır. Ayrıca Cumhuriyet rejiminin gelmesinin ardından yapılan inkılapları benimsemiş ve halka duyurmak için çaba harcamıştır. Sanatla da ilgilenen bu genç yazar sonraları Selma Hanım’la tanışmıştır. Milli Mücadele ardından ikisinin de bu ruhu kaybetmemiş olmaları aralarındaki yakınlaşmayı arttırır. Bir süre sonra bu yakınlaşma evliliğe dönüşür ve Selma Hanım’ın son kocası olur.

Tiyatroda bulunması sebebi ile Yıldız Hanım’la yakınlaşsa da aralarında ciddi anlamda bir şey geçmez.  Bu iki kişinin yakınlaşmasını kıskanan Selma Hanım, Yıldız Hanım’ın evlenmesiyle rahatlar ve bu duruma sona erer.

Kısacası Neşet Sabit Bey, Milli Mücadele taraftarı hoşgörülü halden anlayan, azimli, sosyal, etkin ve anlayışlı biridir.

Murat Bey

Milli Mücadele tarafında olan Murat Bey de Binbaşı Hakkı Bey gibi sonraları kazanılan zaferden kendisine pay çıkartmak için türlü haksızlıklar yaparak düşüncelerinden ve ideallerinden uzaklaşmıştır. Nafiz Bey’in arkadaşı olan Murat Bey, Anadolu’da yetişmiştir. Milli Mücadele yıllarında milletvekilliği görevindedir. Her ne kadar bu yıllarda Milli Mücadele için savaş verse de bu dönemde bile keyfi masraflara girmiş ve bencilce hareket etmiştir. Cumhuriyet ile beraber zengin olmak için vurgunlar yapmaya çalışmış ve sonraları ailesi ile beraber Avrupa’ya kaçmıştır.

Ömer Efendi ve Ailesi

Eğitimsiz alelâde yaşayan bir ailedir. Selma Hanım’ın Ankara’daki ev sahipleridirler. Saygıdan yoksun, genelde kendilerini düşünen çok cimri, tutucudurlar. Onlarda Milli Mücadele’de cephe arkası vurguncularındandır. Bu şekilde zengin olmuşlardır. Buradan gelen para ile iş hayatına atılmışlar ve başarılı olmuşlardır.

Yıldız Hanım:

Neşet Sabit Bey’in tiyatrodan sanatçı arkadaşıdır. Romanda çok yer tutmaz. Sadece Neşet Sabit Bey ile sözde bir ilişkiden şüphelenen Selma Hanım’ın kıskandığı kadındır.

Kişilere genel bir bakışla değinecek olursak aslında Karaosmanoğlu kişilerle toplumun bir sınıfını temsil etmiştir. Örneğin Selma Hanım vatansever kesimi, Hakkı Bey sonradan bozulan kesimi, Ömer Efendi ve ailesi halktaki sıradan ve tutucu insan kesimini, Yıldız Hanım sanatçı kesimini, Neşet Bey ise halkın hem sanatçı (aydın) hem de inkılâpçı yüzünü temsil eder.

V. ZAMAN

A. Sosyal Zaman

Ankara romanında sosyal zaman direkt olarak verilmez genel anlamda hissettirilir. Zamanı incelerken kitabın bölümlerinden faydalanacağız. Çünkü kitaptaki her bölümle yeni bir dönem açılmıştır. Örneğin birinci bölümde Milli Mücadeleye hazırlık varken ikinci bölüm ile Milli Mücadele’nin kazanıldığı süreç anlatılmaktadır. Son bölümde is Cumhuriyet dönemi anlatılmıştır. Daha öncede sıralamış belirtmiş olduğumuz tasnifi zaman başlığı altında göstermemiz de faydalı olacaktır:

Birinci bölüm: Sakarya Savaşı öncesi (1922’ye kadar). Bu bölümde Nazif Bey ile Ankara’ya gelmiş ve Milli Mücadele sürecine dâhil olmuştur. Bölüm sonunda Nazif’ten ayrılarak Hakkı Bey ile evlenmiştir.

İkinci bölüm: Cumhuriyet’in ilanını izleyen yıllar (1926’ya kadar). Harbin kazanılmasının ardından ülkedeki yenileşme hareketlerinin başladığı yıllardır. Toplumsal bunalımlar baş göstermeye başlar.

Üçüncü bölüm: Cumhuriyet sonrasının 14 ve 20. Yılları (1937-1943’e kadar). Yenileşme hareketlerin yanlış idrak edilmesi ya da istenildiği gibi idrak edilmesi beraberinde sorunları getirmiştir. Selma Hanım’da bu bölümde aktiftir. Sürekli bir çaba, hareketlilik içerisindedir. Bu çabada ise tek değildir. Bu uzun süre zarfında yanında Neşet Sabit de vardır.

Kısacası sosyal zaman tahmini olarak 1920’lerden 1940’lı yolların ortalarına kadar uzanmaktadır.

B. Ferdî Zaman

Ankara romanında ferdî zaman sosyal zamanın arkasında kalmıştır. Her ne kadar sosyal zamandan daha az işlense de, sosyal zamanı ferdî zaman şekillendirmiştir. “Ferdî zaman, ölçüye fazla bağımlı olmayan, kozmik zaman değerleriyle ifade edilseler bile, asıl onun dışında gelişen ve ferdi belli bir iç değişimine, yeni bir ‘oluş’a hazırlayan zamandır”[4]. Bu oluş olumlu yönde de gelişebilir, olumsuz yönde de. Örneğin daha önce değindiğimiz Hakkı Bey’in bağımsızlığın ardından değişmesi ya da Nafiz Bey’in Selma Hanım’dan ayrılmasından sonra bunalıma girip bedbaht bir hale düşmesi olumsuz, Selma Hanımın Neşet Sabit’ten sonra yeni düzen için tekrar can baş ile çalışması, kendini yeniden Milli Mücadele’ye adaması ve o yapmacık balolardan, giyim kuşamdan dolayısıyla o çevreden çıkması ise olumlu yönde gelişen bir oluştur diyebiliriz.

Ferdi
zaman genel anlamda her bölüm içerisinde Roma rakamları ile numaralandırılmış bölümlerde daha fazla hissedilir. Misal kitabın başlangıcında Nafiz Bey ile Selma Hanım’ın Ankara’ya yolculukları esnasında geçen süre ilk bölümde IV. kısma kadar yaklaşık süresini roman içerisinde bulabiliyoruz:

“İnebolu’da yapılan pazarlığa göre her durakta bir gece durmak şartı varken arabacı kırk sekiz saatlik bir işkenceye mahkum etti ve ondan sonra Ankara’ya kadar yolculuğun artık hiçbir tatlı tarafı kalmadı.” (s. 23)

İnebolu’ya kadar bir günde geldikleri ilk bölümün ilk kısmında verilmişken yukarıdan anlaşılabileceği gibi fazladan kırk sekiz saat daha bekleyerek yolculuklarını iki gün uzatmışlardır. Yani buradaki ferdî zaman yirmi dört saatin üzerine kırk saat saatin eklenmesi ve geri kalan yolun tamamlanması ile yaklaşık dört günü bulmuştur.

VI. MEKÂN

Ankara romanında, 1922 ile 1943 yılları arasındaki Ankara, geniş mekân olarak alınmıştır.

Ana Mekânlar

Romanda beş ana mekân vardır. Bunlar; Ankara’da Tacettin mahallesindeki evleri, Eskişehir istasyonu, Etlik’teki çiftlik evi, Kaledibi’nin Cebeci’ye bakan yamacında bir apartman dairesi ve Yenişehir’deki evidir.

Genel olayların gerçekleştiği ya da olayların düğüm noktasını oluşturan mekânlar bu mekânlar olmuştur. Örneğin Ankara ile ilk kez tanışan Selma Hanım’ın gözündeki Ankara, Tacettin mahallesindeki evleri ile şekillenmiştir. Bir başka ana mekân olan Etlik’teki çiftlik ise ilerde evleneceği Hakkı Bey ile tanıştığı yerdir. Keza burada yapılan toplantılar Selma Hanım’ı Milli Mücadele içerisine girmeye teşvik etmiştir. Bu nokta da kitabın asıl konusunu şekillendirmiştir. Yenişehir’deki evi Emekli Miralay Hakkı Bey ile yaşadıkları evdir. Selma Hanım’ın Hakkı Bey ile ilgili düşünceleri genelde bu evde şekillenmiş ve ondan bu evde karar soğumuş ve uzaklaşmıştır. Eskişehir’de Atatürk’ün konuşmasını dinleyerek ağladığı yer ise bir başka ana mekândır. Son olarak da Kaledibi’nin Cebeci’ye bakan yamacında bir apartman dairesi onun en son durağı olmuştur. Neşet Sabit Bey ile evlenip yaşadıkları ev burasıdır.

İç Mekânlar

Ankara romanında iç mekânlar yoğun olarak kullanılmıştır. Olaylar basın olsa da ruhsal çözümlemeler ve tasvirler genel anlamda iç mekânlarda gerçekleşmiştir. İç mekânlar, odalar, baloların düzenlendiği salonlar, hastaneler, tiyatro binasıdır… Buraların tasviri, öncelikle mekânların içerisinin kişinin üzerindeki etkisi anlatılacak şekilde yapılır.

“Pencerenin arkasından karşıki evin kerpiç duvarlarını, sokağın acayip coğrafyasını tetkikten başka yapacak başka bir şey kalmayınca Ankara onun gözünde birdenbire yeknesaklaşıverdi” (s. 31).

Dış Mekânlar

Dış mekânların anlatılırken, gözlemci bir bakış olduğunu görüyoruz. Buradaki mekânların tasviri ya içeriden dışarıya gidiş gelişlerdeki görünümleriyle, ya da içeriden dışarının seyredilmesi anındaki görünümleriyle gerçekleşir.

“En son, sıra, resmigeçit sırası işlerinden dönen büyüklere gelirdi. Bunlar, sakalları uzamış, yüzleri kara sarı bir renk bağlamış, üstleri başları pejmürde birtakım çıkınlı, çuvallı sepetli bohçalı adamlardır. Birer gölge sessizliğiyle, birer gölge hüznüyle duvar diplerinden geçerler ve evlerine, sanki bir tehlikeden kaçar gibi çarçabuk giriverirler. Selma Hanım, bu adamlardan hiçbirinin rastgeldiği vakit selamlaştığını, aşinalık ve yarenlik ettiğini görmedi. Dertleri nedir, hiç bilmiyordu. Fakat her birinin öbüründen gizlemeye çalıştığı bir kederi, bir endişesi var gibiydi.” (s. 32–33).

Mekân-İnsan İlişkisi

Romandaki tasvirler mekân-insan ilişkisini karşımıza çıkartır. Yakup Kadri bu romanda sıkça bu tür tasvirlerden faydalanmıştır. Mekânın insan üzerindeki etkisini romanın özellikle son kısmından sonra arttığını görüyoruz. Sözde Batılılaşma için yapılan balolarda mekânların yapaylığı ve Avrupa özentisi dizaynların kişileri nasıl etkilediğini açıkça hissederiz.

“Büyük bir mobilya-gramofon durmaksızın oyun havaları çalıyor. Salonun ortasında, dudakları ve tırnakları kızıla boyanmış kadınlar, bol paçalı ve dar belli erkeklerin kolları arasında dönüp duruyordu. Duvar kenarında, birtakım adamlar, kimi ellerinde sarı, eflâtun ve al çay fincanları, kimi ince uzun wisky kadehleri ile ortada dönenleri candan takip eder görünüyorlardı. Neşet Sabit, eline tutuşturulan bir çay fincanı ile pasta tabağını nasıl idare edemeyeceğini bilmeyerek şaşkın, perişan bunların sırasına geçip oturdu. Artık bulunduğu noktadan kımıldamak istemiyordu. Sanki kımıldarsa yürümesini şaşıracak, birine çarpacak veya parkede ayağı kayıp boylu boyunca yere yuvarlanacak sanıyordu…” (s. 131).

Burada dikkat edilmesi gereken nokta Neşet Sabit’in bu yeni mekânın içerisinde bir panik içerisinde olmasıdır. Ama bu panik, davranıştan değil mekânın rahatsız verici bir yapıya sahip olmasındandır. Bir insanın yürümesini bile şaşırtacak derece de rahatsızlık verici bir mekânın düşünceyi ve insanın rûhiyetini nasıl etkilediğini açıkça görüyoruz.

VII. BAKIŞ AÇISI VE ANLATICI

A. Anlatıcının Konumu

Ankara romanında Tanrısal (ilâhi) bakış açısı kullanılmıştır. Anlatıcı, konumu itibarıyla romanın üzerindedir. Her şeyi bilir ve istediği gibi olayları yönlendirir. Olayları onun perspektifinden izleriz, öğreniriz. Gerçi kimi olayları önceden söylemez dolayısıyla merak unsurunu arttırır. Anlatıcı, kendi varlığını hissettirmekten asla çekinmez birçok yerde romana müdahil olur kendi düşüncelerini de dile getirir:

“Neşet Sabit, bu gibi buhran saatlerini, ancak, hummalı bir çalışma içinde geçiştirebilirdi. Bazılarının morfinde, bazılarının kumar ve içkide teselli arayışları gibi o da işte, yalnız işte kendini unutabiliyordu.

Zaten, boş vakitlerin, tembelliğin, âvâreliğin mahsulü olan bu türlü ruh ihtilâçlarına, bu yeni muhitte, bu şartlar altında hemen hiç de devam imkanı kalmamıştı.” (s. 189)

Yukarıda anlatıcının, bize bir Neşet Sabit’in durumunu kendi görüşleriyle yorumladığını ve bundan kesinlikle çekinmediğini görüyoruz.

Yakup Kadri Ankara’da anlatıcıyı bazen kişilerde de görüyoruz. Bu durum ender olsa da özellikle Selma Hanım ağzından konuşmalar olduğunu da görüyoruz:

“A, ben ata binmem. O gün laf olsun diye öyle bir şey söylemiştim. Hem bu kılık kıyafette ata nasıl binilir, Allah aşkına?” (s. 50)

Burada ve birçok noktada da karşılıklı konuşmalara yer vermiştir ve romandaki kişilerin kişisel düşünceleri onların ağzıyla verilmiştir.

B. Anlatım Tutumu:

Ankara Realist mi Romantik mi?

Roman, temelde yazarın hayal ettiği Ankara’yı anlatır. Ayrıntılara değinirken olandan ziyade olmasını istediği şekilde yazmıştır yazar. Gerçekleri yer yer bu düşünceye göre şekillendirmiştir. Bu yönüyle incelediğimizde Ankara’nın
romantik tarzda özellikler taşıyan bir roman olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Ankara, realist yönü ağır basan romandır. Çünkü roman gerçek bir dönemi gerçekçi bir şekilde gözlemlere dayalı olarak anlatmıştır. Didaktik yönleri bulunan bu romanı daha çok realist olarak nitelendirmemiz daha doğru olacaktır. Milli Mücadele döneminin öncesini, o dönemi ve sonrasını gerçekçi bir şekilde tasvir etmiştir. Sadece bu dönemler içerisindeki olayları kendince şekillendirmiştir. Bu da romanı realist olmaktan çıkartacak bir unsur değildir. Kitabın romantik ögeleri de bu bölümlerde gizlidir.

Yazarla Eseri Arasındaki İlişki

Yakup Kadri ile eseri ile arasındaki ilişkisini incelemeden önce onun sanat anlayışına değinmemizde fayda vardır:

Yakup Kadri’nin sanat anlayışını iki dönem halinde inceleyebiliriz:

İlk dönemde daha ‘sanat sanat içindir’ ilkesini benimsemiştir; Bununla beraber ferdiyetçidir ve ferdi tüm toplumsal değerlerin ve kuralların üstünde görmüştür. Toplumsal dayatmalar karşısında bireyin özgülüğünü savunmuştur. İkinci dönemde ise (1916’dan sonra) dönemin içinde bulunduğu yılları da göz önünde bulundurarak, topluma yönelmiş ‘sanat toplumun içindir.’ görüşünü savunmuştur. Bu dönemde yazdığı hikâyelerinde, çoğunlukla, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili gözlemlerinden yararlanmıştır.

Yakup Kadri’nin sanat özelliklerini dikkate aldığımızda hem romanın yazılış tarihi hem de romanın içeriği ve içeriğin işleniş tarzı yazarın sanat anlayışı bakımından ikinci dönemde olduğunu gösterir. Dolayısıyla yazar için Ankara romanı, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki Osmanlı Devleti’nin çöküşünü ve ardından yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun temel sebeplerini neden-sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen bir roman olmakla beraber yeni Cumhuriyet’in nasıl olması gerektiğini de eserdeki kişilerin üzerinden ders alınacak şekilde anlattığı bir yapıya sahiptir.

DİPNOTLAR:

[1] Romanla ilgili değerlendirmelerimizde romanın İletişim Yayınevi tarafından 2003 yılında yapılan on sekizinci baskısı esas alınmıştır.
[2] Kiralık Konak, Sodom ve Gomore, Nur Baba, Bir Sürgün, Hüküm Gecesi, Panaroma, Yaban.
[3] Ahmet Cevizci, “Yabancılaşma”, Felsefe Sözlüğü, Paradigma, İst. 2002, s. 1099.
[4] Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yay. İst. 1997, s. 283.

KAYNAKÇA:

Cevizci, Ahmet, “Yabancılaşma”, Felsefe Sözlüğü, Paradigma, İst. 2002.
Karaosmanoğlu, Yakup, Kadri, Ankara, İletişim Yayınevi, İstanbul, 2003. (Yapılan alıntılar bu baskıya aittir.)
Korkmaz, Ramazan, Sabahattin Ali, Yapı Kredi Yay. İst. 1997.

Edebiyatcı tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…