Yazar: emreklc

Şehitler…

Şehitler… Bir dakika bile sürmeyen haberlerin yüreğimize düşürdüğü acı filminin başrol oyuncuları… Onları hiç düşündünüz mü? Hiç yedikleri kurşunun acısını hissetmeye çalıştınız mı? o şerefle müşerref olduğuzu hayal ettiniz mi hiç?Patlayan her bombanın kurulan her pusunun ardından ‘uğurlar olsun aslanım’ diye uğurlanan başka insanoğlu gördünüz mü? Şehitlerimiz… Nazlı ay yıldızın çocukları,insanlık aleminin baş kahramanları… Geride bıraktıklarının yerine kendinizi koydunuz mu hiç? Hiç başınıza öfkeden ağrılar girdimi anasını sattığımın haberlerini duyunca! Ne için öldükleri yüzünüze çarptıkça başlarınız yerlere düştümü? Babasını bir kez bile göremeyen çocukların mahzunluğunu hissedebildiniz mi? Henüz yirmisinde yirmibeşinde bırakıp yurdunu ocağını önden gitmek nasıl bir cesarettir bildiniz mi? Kıskandınız mı mahşerdeki hallerini gıpta ederek? Şehitlerimiz… Onlar öndeler..Hepimizden bir kaç adım önde. Uzaktan izlediklerine inandığım bizlerin utanmak makamından elleri titreyerek yazıyorum bunları. İte çakala boyun eğmeyişlerin,gerekirse can verişlerin sahiplerini tekbirlerde bulduğunuz oldu mu hiç? ‘hiçlik makamını’ tabutlarını görünce ruhunuzda hissedip titrediniz mi ? Türkülerin acı cenahlarında suretleri canlandı mı kafanızda? En hürmetli yarin,Annelerin acısını tahayyül etmeye hayal gücünüz yetti mi? Habille Kabil’in kavgasından başlayan bu savaş daha kaç tanemizi alacak aramızdan acaba? Kaçımız daha Hasan Sabbah müridlerinin kahpelikleriyle tanışacak? Bilmiyorum…Bildiğim her birinin bir kez daha gelseler Dünyaya aynı gidişle gitmek isteyecekleridir… Bildiğim Türkülerinin susmayacak olduğudur! Tırnaklarınıda yolsanız takipçilerinin durmacaklarıdır! Tuzakların durduramayacağı fetih ordularının küfür surlarını yıkacağıdır! Seslerimizi kısamayacaklar! Bizi durduramayacaklar! Yeni destanların, küfür temsilcileri olan onlar, Her bir delinin elinde ölümü tadacaklar! ”Varlığını Türk varlığına armağan etmeyenlerin” varlığına...

Devamını Oku

Manevi Kerbela: Fikir

Fikir… Dört bir yanı alevden perdelerle kuşanmış filistin askısı gibidir. Yaşına, mesleğine, ırkına, dinine bakmadan asar insanı ellerinden gerdirip kalın direğine, yakar tüm sualleri birer azap misali, ayakların havada acıdan başka herşeyi düşünmek istersin, ama başaramazsın. Çilesini çekersin fikrinin senden öncekilerin hiçbirşey elde etmediğini bile bile, bu yolun tam olarak nereye çıkacağını tahmin edemeden çekersin… Az ya da çoktur çilesi, nefsin ne kadarını kaldırıyorsa sırtına o kadarı yüklenir.Evreleri vardır fikrin her biri nobel alacak romanlar gibidir yaşamakla yazmakla bitiremezsin. Heyecanıda bambaşkadır sebatıda azabıda… Fikir, silahın insanlardan alamayacağı tek ziynettir. Tanklarlada çiğnense o naciz vücudun ezilen sadece bedenin olur, fikir ruhunu kuşatıp çıkartır o acılı zamandan, uzaklaştırır insanı iklimi değersiz dünyadan. Fikir, kuşatmalar altındadır çoğu zaman, ama düşmanlarının değil kendi sorularının, kendi sorunlarının kuşatması altındadır. Cevabını bulamadığında kanını hızlandırır, adamı delirtir. Akıllı işi değildir fikir, onu zamana ve mekana hapsetmekse imkan sınırları dahilinde değildir. Birden çok yönü vardır insanoğlunun ama fikir yönlerin hepsine yön verendir. İnsan ruhunun anayasasıdır fikir. Ceza kanunu ise vicdandır bu anayasanın. Ve dünyanın çekmekle bitmeyen en büyük cezasıdır. Hele gencecik bir yaşta bugün ‘kardeşen öte’ bildiğin bir adamla bir sokak karşılaşmasıyla başlamış ise bu serüven tarifsiz bir kahramanlık öyküsüdür. Kimsenin bilmediği, kimsenin anlamadığı ve anlatmayada çalışmadığın bir öyküdür. İstanbul’u kuşatmak kadar heyecanlı, Uhud’da salınmak kadar mübarek… Fikir, bazen gitmeni gerektirir heryerden, kaçmanı gerektirir. Çıkmazlarının arasında boğazına takılan nefesini rahata kavuşturmak için ‘Kardeşten ötelerden’ bile öteye gidersin....

Devamını Oku

Öfke…

Allah belanızı versin! Son dakika haberleri yankılanıyor kulaklarımda. Gözlerim rutin aralıklarla öfkemi vuruyor ekrana. Söz geçiremiyorum kendime, ellerim klavyemin üzerinde dalıyorum bu acı cehennemine… 13 asker şehit olmuş az önce. Bir sürü de yaralı. Girmeyeceğim entel muhabbetlere, öfkemi yazacağım.Dünya o kadar adaletsiz ki derdimi kime anlatsam anlamaz. Ne suçları o çocukların vatanlarını sevmekten başka? Hangi avuntu yüreğine su serper ciğeri yanan Annelerin. Ve Aşkları bitmez tükenmez bu azabın pençesinden kendilerini nasıl kurtarabilir? Hiç düşündünüz mü? Vatan için ölmek güzeldir, hoştur lakin ardında bıraktıklarına tarifsiz bir acı yaşatır. Onlar kurtulmuşlardır amenna peki ya ardında bıraktıkları ne olacak? Onlar nasıl kurtulacak şimdi bu cendereden… Televizyonu sardı Güvenlik Uzmanlarının, Milletvekillerinin, Öğretim görevlilerinin yorumları, eleştrileri… Sanki bir halt oluyormuş gibi nefes tüketiyorlar. Biz çok izledik bu filmi, Çok defa tadına baktık aynı acının, bir çok defa gözlerimiz avına kenetlenmiş bir kartalın şecaatini nakşetti suratlara… Ama bitiremedik… Demokrasi, insan hakları, barış süreci, sorumluluk çağrıları… Tamam yahu hepsine kabuluz biz. Söz veriyoruz o şerefsizlik abideleri şehitlerimizin haklarını ne kadar gözetmişlerse bizde o kadar haklarını teslim edeceğiz onlara, onlar ne kadar barışcıl yollarla yaklaşmışlarsa bizde öyle yaklaşacağız, merak etmeyin toplumsal kargaşa çıkmayacak söz veriyoruz , bilmem kaç bin insanımıza , bilmem kaç bin dolarımıza mal olan bu terörü en sorunsuz halde çözeceğiz emin olun. O parti bu parti değil muktedir olduğu iddiasındaki iktidara hiçbir engel teşkil etmeyeceğiz. Rahatlıkla diyalog sürecine devam edebilirler. Sanmayın ha ne için...

Devamını Oku

Çok Fena Seviyorum!

Nasibinde varsa görmek, kırk yıllık kör olsan kaç yazar? Ben tuhaf bir cenderede sıkışıyorum şimdilerde… Hiç görmediğim birini seviyorum. Ulaşamadığım, tutamadığım ellerinin sıcaklığıyla içimi ısıtıyorum. Ve bir nebze bile tanımadan onu herşeyini biliyorum. Onu, çok fena seviyorum !Hiç göremediğim gözlerinin içinde inci gibi pırıldayan ışıltıyı görüyoruım. O enfes kokusu öldürüyor burnumun tüm yeteneklerini… Biliyorum kimsenin anlamadığı beni ağzıma açmadan anlayacak sevgilim… ”Leb demeden” derler ya hani işte öyle… En güzellerin layığı o olacak, ikinci baharım, ilahi ikramiyem …Savrulan gençliğimin, yıkılan dallarımın arasından isyankar bir köle gibi çıkıp beni özgürlüğüme kavuşturacak, hissediyorum… Görmeden daha bir kez bile gözümle şunu iyi biliyorum: Dünyamın merkezi o olacak. Sinemada hep en güzel yerde oturup izleyecek filmleri, benim filmi değil onu izliyor olduğumu bilmeden… Göl kenarında birbirimize bakarak attığımız oltanın ucunda bir balığa yem değil dünyaya aşk kırıntısı armağan ettiğimizi söylemeyecek kimselere… Bilim bile açıklayamayacak elleri terlediği halde neden hala ellerimi sıkı sıkıya tuttuğunu ve rüzgar saçlarını kıskanacak benden, hasetle esip geçecek… Hüzünle hemhal olan ‘benim’ rönesansım olacak sevdiğim manifestosu, bildirgesi, silahı ve ordusu olmadan zaptedecek tüm kalelerimi. Direnemeyeceğim… Ya Rab ! Bu ne şanlı bir fetihtir ! Eskimeden, eskitmeden tek bir anı bir sarraf titizliğiyle saklayacağım. Gülüşünü, bakışını, öpüşünü şerha şerha işlediği zihnimin en büyük tımarhanesinde onu sevdiğimi haykıracak deliler yetiştireceğim… Onu çok fena seviyorum ! Halt etmiş şairler… Sevmek neymiş hepsinden iyi biliyorum ! Hayal bile edemediğim çocuklarımın kucağında uyuduğu fotoğraf geliyor...

Devamını Oku

Melankoli Taaruzu

Hep söylene gelmiştir hüzünlü şarkılar… Her bir ruh buhrana kapılmıştır… Gözler ise gözyaşından sonra yaratılmıştır… Bazen çıkıyorum insanların arasından sessizce uzaklaşıyorum. Çaktırmadan sağa sola ne olup bittiğini bütün insanlığa Melankoli Mühendisliği yapıyorum. ”İnsan” bu yirmi dokuz harf ile bin yıllar boyu anlatırda anlatır, sonu gelmez. Dalga dalga yaşasa da bütün herşeyi kendinde, kelimelere dök demeye geldimi bitiremez.Çağı suçluyoruz hep kendimizce: ”Bozuldun da bozuldun” Peki bir silkin hele insanoğlu, sen de çağa ayak uydurdun… Dört bir tarafımızı kapladı artık hüzünlü yaşam biçimi. Melankoli taaruzuna maruz kaldık. Öyle bir taaruz ki daha tepeyi çıkmadan düşman akıncıları, kulağımıza gelen çığlıklardan ürküp bıraktık bütün kapıları… Gözlerimiz bile görmeden onları ruhumuzu kaptırdık… Mutsuz Aşklarla muhatapız sürekli.Mutlu olanını görmedim. Mutluluk emaresi göstereni ise umutsuzluk çekip aldı ellerimizden, direnemedik. Savaşçı bir ruha sahip olanlar dışında herkes Melankoli ordusunun ağır işgali altında bugün. Savaşanlar ise gözyaşlarıyla sürgün… Herkes mutsuzluktan dert yanar oldu. Kimsenin istediklerinin olduğuna, işlerinin yolunda olduğuna tanık olmadım. Varsa yoksa şikayet, varsa yoksa keder dert… İnsanız geçmişin özlemini duymaktan geri durmuyoruz, bugünden şikayetçi, gelecekten umutsusuz. Problemleri saymakta üzerimize yok ama çözüm üretmeye geldimi susuyoruz. Bağrımızı delsede dertlerimiz bir an rahatlamak uğruna bile onu dışarı çıkartmayı göze alamıyoruz. Bazen korkuyoruz, çoğu zamanda düşünmekten kaçıyoruz. Biliyorum insanoğlu yaratıldığından beri melankoli yaşamın bir parçası ama dozunu ayarlamak bizim elimizde. Bu yol nereye gider öyleyse? Melankoli öyle hassas bir terazidir ki bir alt ve üst sınırı vardır. Alt sınırın...

Devamını Oku

Bakmasını Bilirsen Hayatı Gökyüzünde Görebilirsin

Odam darmadağınık… Sınav haftası sıradan bir üniversitelinin her zamanki olağan halleri işte… Gökyüzünden başka bana hayatta olduğumu anımsatan hiçbirşey yok etrafımda. Telefonum hiç olmadığı kadar suskun, sokak ise düşman orduları az önce yakıp geçmiş gibi kimsesiz… Gökyüzüne bakıyorum… Yıldızlar ve Ay… Hala görev başındalar. Bütün Dünya işlemiş suretlerine. Bu muazzam güzellik Allah (c.c.)’ı hatırlatıyor bana. Onu görmek, kafanı yukarı kaldırmak kadar basit işte. Gökyüzünde bütün Dünyayı görebiliyorum isteyince… Bodrum’da sevgilisiyle el ele gezen mutlu insanları görebiliyorum. Yarın ki toplantıda üzerine ne giyeceğini düşünen kızlar… Arabasının lastiği patlamış dörtlüleri yanan sinirli bir Anadolu delikanlısının küfürlerini duyabiliyorum. Filistindeki aşağılık zulmü gökyüzüne bakınca ruhumda hissedebiliyorum. Acaba ne yapıyordur şimdi sevdiklerim. Mesela Annem, Babam, Reis… Önümde duran formüllerin her birini yıldızların aşağı bakan çıkıntılarına asıyorum. Düşüp gitsinler diye… Gökyüzüne bakıyorum… Çalkantılı cemiyetin buhranı sarıyor dört bir tarafımı. Önden gidenleri hatırlıyorum… Gökyüzüne bakıyorum… Bütün sorularım geliyor tek tek aklıma… Güçlüymüşüm gibi onlara rol yapıyorum… Çocukluğumdan beri Ay’a her bakışımda sanki birinin yüzünü görüyorum. Bak işte yine oldu. Acaba kimdi bu? Şuan onu düşünüyorum… Gökyüzüne bakıyorum… Çıkar ilişkilerine bulanmış arkadaşlıklar işgal ediyor zihnimi. ”Olsun be” desemde içten içe çıldırıyorum… Doğmamış çocukları görüyorum karanlığın içinde, üzerimizde onlar için taşıdığımız ve muhafaza ettiğimiz şerefin pırıltısını hissedebiliyorum… Türkülerim geliyor dudaklarımın ucuna. Camı açıp her birini maveraya azad ediyorum. Gökyüzü bakmasını bilirsen bütün perdeleri kaldırır gözlerinin önünden. Hatta bir ara duraksayıp kendine şu soruyu sorarsın: ”Ben Delimiyim?” Halbuki deli...

Devamını Oku

Eskiden Türkler… Türkler… Yeniden Türkler?

Tarih, tekerrürden mi ibarettir gerçekten? Yoksa Akif’in dediği gibi ders mi alamaz insanoğlu? Ya da II. Abdülhamit’in dediği gibi tekrar eden tarih değil hatalar mıdır? Tarihe egoist bakış açısıyla yaklaşıyorum… Türk milletinin tarihine bakıyorum bir de bugününe bakıyorum… Diğer milletlerin tarihleri ve bugünleri ile mukayese edince aşikar şekilde görünüyor büyük değişim…İster siyasi,ister askeri,ister iktisadi,ister kültürel,isterse beşeri olsun her kategoride Türk milleti çok büyük revizyona uğramış… Milletimizin başından geçen bu ‘yeniden düzenleme, sağ baştan tasarım’ süreci o kadar büyük değerleride satır aralarında sonsuzluğa uğurlamış ki Vecd mayasının kokusunu bir nebze duyabilene çok büyük acılar yaşatıyor ruh aleminde. ”Roma’ya kadar gidip Saint pierre kilisesinin mihrabında atıma yem vereceğim” diyebilecek kadar aşk ve vecd sahibi Yıldırım’ın torunlarına ne oldu da Doğu Roma’yıda Batı Roma’yıda yıkıp Çağdaş Roma olan Avrupa birliğine girmenin peşine düştüler? İnsanlık medeniyetinin zirveye ulaştığının kanıtı olan, mimarimizde sıkça rastladığımız kuş yuvalarını yapan,kuşları bile düşünebilecek kadar ilahi aşkla donanan bir milletin torunlarına ne oldu da kendinden başkasını düşünemez hale geldi? Ne oldu da  yetim hakkı yenirken, komşusu açken, komşusu ”Demokrasi getiriyoruz” propagandası ile zulme uğrarken başını yastığa rahat koyar oldu? Çanakkale’de (delilleri ile ortaya koyulan) başı örtülü analarımızın muhabere ettiği orduların Kurtuluş reçetesi olduğu ne çabuk unutuldu da bugün başı kapalı kardeşlerimize güya demokratik olan ülkemizde ‘en azından’ özgür ve eşit bir eğitim imkanı tanınmıyor? Çok güldüğüm bazen beni kahkalara boğan en hafif deyimiyle zırtapoz heriflerin Tarihçi diye televizyonlara çıkarılmasını...

Devamını Oku

Ülkemin Çok Muhterem Entellektüel Yazar-Çizerleri!

Srebrenitza… Sırbistan’ın Doğusunda Dünya’nın en büyük zulümlerinden birine şahit olan şehir… 1992 yılındaki Bosna savaşından sonra Srebrenitza, bünyesindeki maden ocakları ve üzerinde yaşayan müslümanlar sebebiyle hayvandan aşağı nefislere sahip sırp katillerin hedefi oldu. BirLEŞMİŞ miletlerin belirlediği 6 güvenli bölgeden biri olmasına rağmen Radko Mladiç komutasındaki hainler güruhu tarafından 8300 müslümanın çoluk çocuk demeden katledilmesiyle Srebrenitza katliamı tarih sahnesinde yerini aldı. Srebrenitza katliamı aslında Avrupa tarihinin görmüş olduğu en büyük insanlık ayıbı. ”İnsan” kavramından çok uzak ama ”İnsan” kılığında varlıklar 1995 yılında İnsanlığın alnına işte böyle leke sürdüler. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Aman dileyen olduğunu pek zannetmiyorum ama olduysada acımamış olduklarına adım gibi eminim… Nasıl bir açlık insanın gözünü bu kadar döndürebilir ki? Akıl alacak gibi değil… Kemikleri bile o insanların katliamdan 13 yıl sonra bulundu Laheyde. Şimdi sözde her birine mezar yapıldı ama kim bilir bir mezarda kaç şehidin birden kemikleri var. Bir mezarda kaç şehidin birden umutları, gelecekleri, aşkları gömüldü kim bilir… Biliyoruz tek suçları Müslüman olmalarıydı. Özgürlüklerine düşkün insanlar olmalarıydı. Dürüst olmalarıydı… İslam coğrafyasındaki yakın çağ zulmunün önsözü gibiydi Srebrenitza… Hollandalı sözde Barış birlikleri ise yıllar sonra Güzeller güzeline (s.a.v) hakaret edeceklerini haber verir gibi terkedip gidecekti oradaki müslümanları sırp zulmüne. Nitekim öylede oldu… Yıllar geçti üzerinden, hatta geçenlerde Mladiç’de yakalandı. Yargılanıyor şimdi Avrupanın İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNDE ! Yarın bu katliamın, bu soykırımın, bu insanlık ayıbının yıl dönümü bakalım kaç kişi hatırlayacak onları. Sabah haber sitelerini dolaşırken ufakta...

Devamını Oku

Bazen…

”Bazen” kavramı kadar grift bir kavram daha var mı acaba? Bazenlerimizin savaşı arasında kalıyoruz her nefeste. Kalabalığın, yalnızlığın, varlığın ve yokluğun gölgesinde bazenlerimizde eriyoruz… Bazen mutlu oluyoruz bazende mutsusuz. Neden mi? İnsanoğlu kadar neden üretebilecek başka bir varlık var mı acaba…Arayışlarımızın bizi sürüklediği bütün maceraları süsleyen bir çerçeve gibi ”Bazen ”. Bazen çok şık ve gösterişli bazende çirkin ve kerrat cetveli kadar değersiz… Tutkularımızın, isteklerimizin, düşüncelerimizin konjonkturel hareketliliklerinin haylaz tetikleyicisi bazenlerimiz… Birbirinden farklı, nadürüst, şerefsiz ! Dakikası dakikasına uymayan bir kavram… Bazen Dünya harikası kadar değerli bazen hayvandan aşağı varlıklardan bile değersiz… Hayat merdivenindeki iniş çıkış basamakları gibi ”Bazenlerimiz ”. Umutsuzluk denizinin dalgası, umut aşının şekeri tuzu gibi… Kavruluyoruz bazenlerin gölgesinde izleri kalmasada bedenimizde ruhumuza daha bilimin bile keşfedemediği izler bırakan zararlı bir ışın olup çıkıveriyor. Aklın çözemeyeceği görünen hiçbirşey olduğuna inanmıyorum ama aklı istikametten alıkoyanda yine bazenlerimiz… Bazen diyorum: Herşey yolunda ulaşacağız, kazdığımız bu derin çukurdan bir çuval altını alıp çıkacağız, ulaşacağız hayallerimize, vuslatımıza ereceğiz… Bazende duruyorum kafamı kaldırıp o derin çukurdan bir damla huzur, bir nefes temiz hava arıyorum… Biliyorum… Bitmeyecek bazenlerimiz… Tüm bunları bilerek yine de aynı senaryonun parçası olacağımı biliyorum… Çözüm üretemiyorum… Bazenlerimin kuşatması altında muhasara...

Devamını Oku

Biz O Sözü Doğduğumuzda Vermiştik…

Aşk, bir insanla ilk karşılaştığında önce onu tanır. Haysiyetsiz bir merhaba ile başlayan bu ilişki sonunda dünyayı ateşe verebilecek bir delilik derecesine dönüşebilecek kadar evrim geçirebilir. Neler olur o zaman diliminde ah anlatmaya yetebilse kelime hazinemiz… Üzerinde duracağım yer burası değil. Aşk, karşılaştığı insana ‘biraz’ güvendiği zaman ondan bir söz bekler. İnsanların güvenilmez, yalancı, ikiyüzlü olduğuna çok fazla inanıyor olsada o ‘söz’ kelimesini duyunca nedendir bilinmez bir rahatlama duyar kendi içinde. Artık tamamdır, bütün anahtarlarını ona teslim edebilir… Bazı adamlar vardır kendi ortamında şen şakrak kendi aleminde suskun, pervasız… İşte yukarıda anlattığım o süreç bu adamlarda sıkıntılı geçer. Çünkü karşısındaki onu diğerleriyle mukayese etmekle çok büyük bir hataya düşmüştür. Görmüş olsada kahpeliğin binbir türünü bu adam, istesede yapamaz aynısını başkasına, eline yüzüne bulaştırır. Evliya değildir, evliya soyundan da değildir ama iyidir. Anlamını henüz tam çözememiş olsamda fazlaca bir dürüstlük ve iyi niyet vardır üzerinde. O kadar ki bazen omuzlarındaki bu yük dizlerini titretir altından kalkamayacağını bile bile çöker dizlerinin üzerine. Sırf karşısındaki insanların kalpleri kırılmasın diye… ”İnsanları taşımak” hamallığını çok fahiş bir fiyata gerçekleştiren yorulmak, tükenmek bilmeyen hamallardır onlar. Amalleri vardır hayata dair geri kalan herşey araçtır onlar için. Aşkta öyle… Ama aşk, sırtlarında değil gönüllerinde taşıdıkları ve mesaisi hiç bitmeyen bir varlıktır. Bu sevdanın uğruna nelere katlanmışlardır… Ah bilebilseniz… Bir kaç adam vardır onları bu yeryüzünde anlayan, her biri aynı duyguları tadtığı için yüzyüze geldiklerinde çok derine dalmazlar...

Devamını Oku