Yazar: Lordofonicon

İslamiyet’in ve İslam Alimlerinin Edebiyatımızdaki Yazarlara Etkisi

Edebiyat ve din arasındaki ilişki hep taze ve hem gündemde olan bir gerçektir. Edebiyatın ve dinin insanların duygularına, düşüncelerine ve hayat tarzlarına değinimi insanlara farklı bir boyuta sürükler. Şüphesiz edebiyatın temalarından birisi de dindir.Din, insanların inancını en güzel ve en mükemmel bir şekilde ifa etmeleri için oluştuğu gibi edebiyatta bu temanın zincirini oluşturmaktadır. Bizim Edebiyatımızda da din temalı edebi türler işlenmiş ve işlenmeye devam etmektedir. Bugün sevilerek ve saygı duyularak eserleri okunan birçok yazarımız var. Başlangıçtan günümüze kadar ki süreç içerisinde halkımız tarafından sevilen ve saygı duyulan yazarlar ya edebi türlerde ya da toplumsal olarak yaşadıkları bir takım olaylarla halkımızın hafızlarında yer edinmiştir. Çeşitli olaylardan geçen yazarları farklı kılan diğer bir özellik de yaşadıkları dönemin dini değerlerine din âlimleriyle olan ilişkileridir. Bu değerli âlimlerle tanışan yazarların birkaçının siyasi, fikri, ilmi ve dine bakış açıları değişmiş ve farklı bir boyuta bürünmüştür. Kimi yazarlar etkilendiği âlim vasıtasıyla eserler kaleme almış, kimisi de o âlimin yolunda kendisini talebe etmiştir. Kısa örneklerle bu konuya açıklık getirelim. İlk örneğimiz Milli Mücadele Dönemi şairlerinden olan ve bugün şiirleri hâlâ sevilerek okunan M. Emin Yurdakul’dur. M. Emin, yazmış olduğu ‘‘Cenge Giderken’’ adlı şiirini Döneminin âlimlerinden olan Şeyh Cemalettin Efgani hazretlerine okur. Efgani hazretleri de şiiri okuduktan sonra M. Emin’i alkışlamış ve ona: —İşte, sizin asıl Edebiyatınız budur!’’ diyerek onu edebiyat alanında eserler yazmaya teşvik etmiş ve ondaki cevheri keşfetmiştir. M. Emin’de onun bu tavsiyesini dikkate alarak...

Devamını Oku

Nasrettin Hoca ve Timur Karmaşası

Nasrettin Hoca, Anadolu halkının gönlünde yer edinmiş önemli büyük bir mutasavvıf ve büyük bir âlimdir. Nasrettin Hoca’yı ünlü kılan olmazsa olmaz olan fıkralarıdır. Şüphesiz onun fıkraları sadece güldürmekle kalmamış aynı zamanda da fıkraları düşündürmüştür.Nasrettin Hoca’nın Timur zamanında yaşadığı söylenilir. Nasrettin Hoca’nın yaşadığı dönemle Timur’un yaşadığı dönem farklıdır. Ünlü Türk gezginlerinden 17. yy.da yaşamış olan Evliya Çelebi, 14. yy.da yetişen ve döneminin en büyük meşhur şairlerinden biri olan Ahmedi’ye ait olan bir fıkrayı yanlışlıkla Nasrettin Hoca ile Timur arasında geçmiş gibi yazar. Çaylak Tevfik adıyla anılan ünlü mizah gazetecilerimizden Mehmet Tevfik Bey, 1883’te yayınladığı ‘‘Letaif-i Hoca Nasrettin (Nasrettin Hoca Güzellikleri)’’ adlı kitabına bu fıkrayı kaynak göstermeden koymuş ve bu yanlış bilgi bu tarihten sonra yazılan yerli eserler ve yabancı eserlerde de aynen tekrarlanmıştır. Hatta yeni harfle yayınlanan eserlerde bile bu hata sürmüştür. Bundan dolayı Hoca’mız Yıldırım Bayezit devrinde yaşamış gibi gösterilmiştir. Bu yanlış bilgi hala devam etmektedir. Hâlbuki Nasrettin Hoca 1402’den bir buçuk asır önce 1237-38’de vefat etmiştir. Bu yanlış günümüzde de maalesef sürmektedir (!) Araştırılmadan ve zaman süzgecinden geçirilmemiş bu gibi yanılgılar Edebiyat Tarihimiz de yanlış bir düşünceye yol...

Devamını Oku

Edebiyatımızda Milliyetçilik

Şair denildiğinde akla ilk gelen düşüncelerin başında;  Edebiyatla uğraşan, şiirler yazan vb. faaliyetlerde bulunan kişiler gelir. Bir bakıma doğru gibi gözükse de eksik olan yanları da vardır. Şairler bulunduğu toplumun bir aynası aslında. Her şair bulunduğu toplumun ortak veya farklı yönlerini, insanlarını, kültürlerini kaleme alır. Bu görüş çerçevesinde şairler bulunduğu toplumun milli benliğinden de bahseder.Örneğin, 1072’de Kaşgarlı Mahmut’un, Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin zengin bir dil olduğunu belirtmek için yazdığı ‘‘Divan-ı Lugati’t- Türk’’ adlı yapıtı bu konuda bir ilk denilebilir. Yine Türklere has olan Dede Korkut Destanı’ndan bahseden Ata Korkut(Dede Korkut) ve Göktürk Anıtları’nı yazdırtan Bilge Tonyukuk bunların birer örneğidir.  Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig(Kutlu Bilgi), Edip Ahmet Yükneki’nin, Atabetü’l – Hakâyık(Hakikatlerin Eşiği),  Ahmet Yesevi’nin Divan-ı Hikmet adlı yapıtları gerek milli gerekse dini alanda verilmiş güzel eserlerdir. Divan edebiyatını benimsediğimiz 13. Y.y dan 19. Y.y. gelinceye kadar ki süre içerisinde, Dini- Tasavvufi Türk Edebiyatı’nda ünlü isimlerden birisi olan Hz. Mevlana, eserlerini ağırlık Farsça yazdığından,  İranlılar onun Türk milletinden olmadığını, kendi milletinin bir ferdi olduğundan bahseder. Lakin Mevlana yazmış olduğu eserinin birinde; ‘‘Farsça yazsam da özüm Türk’tür’’[1] demesiyle kendisinin Türk olduğundan bahseder. 15. Yy.a geldiğimizde Buhara’da Farsça konuşulması ve hatta Türk şairlerinin bile Farsça eserler yazması dönemin ünlü Devlet adamı ve ediplerinden olan Mir(Başkomutan) Ali Şîr Nevaî’yi derinden etkilemiştir. Kaşgarlı Mahmut’tan esinlenerek ve Sedd-i İskender adlı eserinde kulağına söylenen ilahi bir sözün: ‘‘Sen, kılıç kullanmadan yalnız kaleminle Türk ülkelerini, Türk...

Devamını Oku