Sizce, yalnızlık terk etmek midir, yoksa terk edilmek midir? Hüzünlü müdür, yoksa huzurlu mudur? Birinin umrunda olmamak mı, yoksa umrunda birinin olmaması mı?
Her sabah aynaya baktığında yalnız bir adam görürsün, kapatmış matemli kapısını tüm dünyaya, tıkamış kulaklarını inandırıcı yalanlara. Çağırır senide ötelere, varlıkla yokluğun kucaklaştığı, yaşamla ölümün savaştığı, yalnız gölgelerin aslını bulduğu. Düşünürsün, gideyim mi bende? ve sorarsın kendine: geride bırakacaklarım özlerler mi beni? Tutarlar mı arkamdan bir günde olsa sembolik bir yas? Yad ederler mi hiçe saydıkları değersiz hatıralarımı?
Uykusuz gecelerinde, yalnızlığın berrak kanını damarlarında hissedersin, bedenin ruhuna, aklın fikrine, sevgin nefretine yabancı olmuştur artık. Yürürsün ötelere, her daim yeşil ihanet tarlalarından geçersin ellerin bitmiş aşkların sancılarına çarparak. Sonsuz ve büyük bir kapıya ulaşırsın. Açmak istersin gücün yetmez. Kulağını dayarsın kapının kızgın yüzüne, ötelerden bir ses, bir nefes, bir kalp atımı duymak için. Sesler duyarsın, seni olduğun gibi kabul edeceklerini, sana asla yalan söylemeyeceklerini, seni asla kırmayacaklarını haykıran sesler duyarsın. Var gücünle kapıya yüklenirsin, açmak istersin bir an önce, kavuşmak istersin kim olduğunu bilmediğin sevgililere. Geride bıraktıklarında bunları haykırsalar döner geri gelirmisin yoksa bu kapıyı kırmak pahasına açarmısın?