Saat dört suları ben bekçilik yaptığım oto kurtarmada uykuya dalmıştım. Sabahın aydınlığına doğru yaklaştıkça gözlerin açık kalması çok zor oluyor. Neyse konumuz bu değil. “Uykuya daldım dalacağım” derken bizim oto kurtarmada çalışan bir abi geldi. “Ne oldu Samet abi? Hayırdır” dedim. Cevap veremedi. Gözleri dolmuştu. Ağladığı ağlayacak. “Ne oldu abi” diyerek ısrar ettim. Birkaç damla gözyaşı dökülünce başladı anlatmaya. “Evlat Z.. abini vurmuşlar” dedi. O söyledi, ben dinledim. Başlangıçta inanmadım. Daha sonra yine inanmadım. İnanmadığım halde gözlerim yaşla doldu. Kazandığım profesyonellik kavramını kaybetmiştim. Duygularıma yenik düşmüştüm. Biraz daha ağladım. Sonunda en sevdiğim arkadaşımı aradım. Telefonu açtığında “nasılsın” dedim. Dudaklarım yapışıktı sanki. Konuşurken ağzımı açamıyor, güç bela konuşuyordum. “İyiyim” dedi. Burnu havada ben, doğruyu tek bilen ben sokakta yağmurdan sırılsıklam olmuş bir it gibi titremeye başladım. Bir şok değildi bu. Şok geçirmiş olsam olanları hatırlamazdım. Neyse titreyerek ısıtıcının yanına yaklaştım. Olayın etkisiyle iki saat uymuşum.
Uyandığımda altı sularıydı. Olayın izi gözlerimi yakan sıcak su tanelerinden anlaşılıyordu. Gözyaşı emareleri beni güçsüz gösteriyordu. Ağlamaktan nefret ediyordum. Olayın etkisinden biraz olsun kurtulabilmek için temizlik yapmaya başladım. Temizliği bitirdiğimde işçilerden biri kapıdan girdi. Ona olayları anlattım. Başlangıçta o da inanmadı. Sonra bizim abiyi arayınca bana inandı. Biraz üzüldü. Daha sonra hastaneye giden bizim işçileri kastederek: “Bugün iki eleman eksik. Bakalım nasıl işleri yürüteceğiz” dedi. Ben, “ölü” dedim. O, “eksik eleman” dedi. Biraz önce üzülen adam bakkaldan aldığım poğaçalarla kendinden geçti. Ölüyü falan unuttu. Tabii geceden beri karnı aç olan ben de aynısını yaptım. Kahvaltı yaparken aklımızda yoktu ki hakkın rahmetine kavuşmuş olan abimiz.
Biz kahvaltı yaparken bizim diğer işçi içeri girdi. Durumu anlatınca o da üzüldü. Ne yapacağını bilemedi? Bir süre sonra o da unuttu. Kahvaltı için masaya oturdu. Arkasından diğer işçiler geldiler. Hepsi çok üzüldüklerini söylediler. Üzüntü beş dakika sonra sona erdi. Bizim bir abi “ava giden avlanır” diyerek espri bile yapmaya kalktı. Kahvaltının sonuna doğru cenaze tamamen unutuldu. Yemekler ölümü unutturuyordu. Kahvaltıya saldıran cenazeyi unutuyordu. Cenazeyi unutan espriyi patlatıyordu. Kahvaltı bittiğinde herkesin aklında kalan tek şey bir bardak daha çay içmekti. Ölüm insanın zihnine ancak beş dakika girebilmişti. Sonrası hepimiz her zaman ki gibi yanlışlar çarkında yaşamaya devam ettik.
Not: Kahvaltıya oturduğumda biraz hüzünlüydüm. İlk poğaçamla rahmetli olan abiden biraz uzaklaştım. “Bu kadar basit midir bir canlının dünyadan ayrılması” dedim kendi kendime. İnadına unutmayacaktım. Biraz gözyaşı dökebilmek için kendimi zorladım. Olmadı olmadı. İkinci poğaçamla beraber abimin fotoğrafı da gözümün önünden gitti. Geceden kalan yaşlarda buharlaştı. Unutmaya başlamıştım. Allah’ın bana verdiği aslında en kıymetli fakat acizliğimi belli ettiği için en çok nefret ettiğim “unutma harekete geçmişti”. Artık onu durduramazdım. Kahvaltı bitiminde ben de diğerleri gibi esprili bir muhabbete dalmıştım. Bunu anlatmanın kelimelerle mümkün olacağını düşünmüyorum.? Ya babam olsaydı kaybettiğim? Aynısını mı yapacaktım. Yıllarca beni bakan adamı sadece beş dakika mı hatırlayacaktım. Bu acizliğin tarifini yapamıyorum. Boğazımda düğümlenen şeyin tarifini yapamıyorum.