Ey! Allah’ın Resulü, bana iman ve İslam’ı en kısa yoldan anlatır mısın?

“İman Allah’a inanmaktır, İslam dürüst yaşamaktır.”

Bu hadis-i şerifin sahih mi, değil mi? Tartışmalarına girmek istemiyoruz. Ortama hediye edilen her cümleyi, her kelimeyi tartışma meselesi haline sokup, biteviye anlaşmazlıklar sonucunda, uzayıp giden dolambaçların bizi yolun başında oyalamasına izin vermeyeceğiz. Tartacağız kalbimizde, gönlümüzde, bakacağız yoksa kimseye zararı, aşk, azim, muhabbet, amel ve ibadet arzusu veriyorsa, sarılacağız, bir hak kelamı olarak.
Takdir edersiniz ki, Allah’a inanan cennete gider dediğinizde, size itiraz edeceklerin miktarı oldukça fazla olacaktır. Yine konu olan cümlemize bakıp da, aynı his ve düşüncelerle itiraz edenler olabilir. Hayır, efendim Hıristiyanlar da Allah’a inanıyorlar. Onlar cennete girmeyecekler. Beraberinde Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize de inanmaları gerekmektedir.

Sponsor Bağlantılar

Asıl olan, bu hadisi şerifte geçen “Allah’a inanmak” deyimini anlamaktır. Malum cennete girmenin şartı imandır. İmanın şartı ise bize Amentüde açıklanmıştır.

Allah’a inanırız, meleklere inanırız, her ne kadar peygamber efendilerimiz gelip geçmişse hepsine de inanır iman ederiz, bütün kitap ve suhuflarına inanırız, kadere yani hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine[iv] inanırız, başka bir deyişle Allah’a sükûnetle inanırız, öldükten sonra dirileceğimize inanırız. Öyleyse “Allah’a inanmak” cümlesinin aslını da Amentü oluşturuyordur. Yani Allah’a inanacaksınız ve artık işinize gelse de, gelmese de onun hak ve gerçek olduğuna, yanılmaz eksiksiz tek hâkim olduğuna inanacaksınız.

Bizim inancımızın bidayeti de Amentü billâhtır, nihayeti de Amentü billâhtır. Yani başlangıçta Amentüye inandığımızı söyleriz, kalbimizle de tasdikleriz. Sonun da ise şeksiz ve şüphesiz, hakkel yakin inanırız.

Cenabı Allah nihayetine ulaşamadan, dünyayı terk edenleri de merhametinden dolayı cennetine alacağını müjdelemektedir. İşte, bu bize, Hz. Muhammed (S.A.V.) efendimize, dilimizle söylerken, kalbimizle de tasdik ettiğimiz için verilen bir nimettir, hak etmediğimiz halde. Hâlbuki gerçek iman ise Amentünün nihayetinde ulaşacağımız olgunluk ve ruh halidir. Bu durumda “İman Allah’a inanmaktır” cümlesini sanki Amentüyü hiç duymamış gibi açalım. Sonrada bakalım Amentüye uyuyor mu? Allah’a inanmak : “Amenna, o her ne dediyse, doğrudur, haktır, güzeldir” demek, değil midir? O’NUN HER ŞEYİ DOĞRUDUR.

Böyle düşünende, Amentünün tamamını sıralayamasa da inanmış olur. Yani bütün peygamberlere de ve her şartına da inanmıştır. Duymadığı veya anlayamadığı bir şey varsa, kendisine sorulduğunda, Allah dediyse öyledir, diyebilmektir. Yani itirazsız “O dediyse haktır” deyip, bu cümlenin kemaline ererek sükûnetle karşılamak, neden iman olmasın?

İman Allah’a inanmaktır. Şeytan yüksek ilmi ile konunun bütün inceliklerini bilir ama Allah’a inanmayı bilemez. İşine gelmeyen taraflarını içine sindiremez. Yani Azazil, Amentünün bütün şart ve inceliklerini yüksek bir anlayışla çok iyi bilmesine rağmen, şeytandır. Öyleyse asıl olan iman Azazil’in bilemediğini bilmektir.

Şeytanların babası kovulduğu günkü adıyla Azazil, kendini yüksek görmüş ve Allah’ın emrine riayet etmemiştir. Ateşten yaratıldığı için, topraktan yaratılmış olan Hz. Âdem’den üstün olduğunu Allah’a karşı iddia etmiştir. Bu iddiası ile ilk materyalist olduğunu ispat eden şeytana göre, hâşâ Allah yanlış bilmektedir. Ya da haksızlık yapmaktadır. Aslında Allah’ın sonsuz kudretini, mutlak adaletini, nihayetsiz ilmini şeytan gibi bilmektedir. Fakat başını secdeye koymak kibirli varlığına çok zor gelmektedir. Bu durumda da Allah’a inanmamaktadır. Yani imanı yoktur.

Eğer şeytan “Ya Rabbim ben kusur ettim, secde kibirli varlığıma zor geldi, Âdem’e boyun bükmeyi hazmedemedim” dese af olacaktır. Bunu demesinin yolu ise hiç olmazsa Âdem’e bir defa secde etmektir. Ama o hiçbir surette söylememektedir. Âdem’e secde etmek yerine yoldan çıkarmayı tercih etmektedir.

Amentünün nihayetinde ise işler ne kadar vahim olursa olsun, olaylar idrakimizi yırtan bir şiddetle, aleyhimize olsa da, her şeyin ondan geldiğini bilmek ve daha ötesi, amenna o ne dediyse doğrudur, haktır hatta güzeldir diyerek razı derunundan onaylamaktır. Bunun sonunda kulundan razı oluşunun neticesi olan cenneti göğüs kafesinde yaşamaktır. Yani her an huzurlu olarak, Celalden de tecelli etse, Cemale çeviren bir tavırla ve lezzet verici bir tebessümle algılamak. Onun razı oluşu ile cennetini yaşamak, Halil İbrahim aleyhisselamın, Nemrut’un ateşine atılmasına rağmen gül bahçesine düşmesi, gül bahçesini yaşaması, bize bunu idrak edebilmek için verilmiştir. Kim bilir? Başka hikmetlerinin yanında!

Bu durumda, sadece Allah’a inandı diye başkalarının cennete girmesinden, cennette yer kalmamış gibi endişelenen insanlar, şimdi “Eyvah acaba ben Allah’a inanabiliyor muyum?” Sorusunu kendilerine sormaları gerekmektedir. Hâlbuki bizler, değil Allah’tan gelen her şeyi tebessümle kabullenmek, kendi hatamızla takıldığımız taşa bile, dönüp ters ters bakarız. O taşa dönüp de, ters ters bakmamanın ya da ondan gelenleri sükûnetle karşılamanın ise yolları vardır, çok özel yolları.

“Hz. Muhammed olmazsa olmaz”a gelince; Bahsi geçen imana ulaşmak, bir yol üzerinden gerçekleşir. Yani Amentünün sonundaki hakiki imana ulaşabilmemiz için, takip edilmesi gereken bir yol vardır. O yolu bize tarif eden ve bırakansa peygamber efendimizdir. O yolun adı İslâm’dır. Yani dürüst yaşamaktır. Buradan da dürüst yaşamanın bizim zannedeceğimiz ölçülerle kalamayacağını ve tam anlamıyla zahir, batın, içten, dıştan bir ve dürüst olabilmek içinse İslam’ı yaşıyor olmamız gerektiğini anlıyoruz.

Eğer İslam’ı yaşadığını iddia edenlerin dürüstlüğünde şüpheler varsa, bir yanılgı içindedirler, demektir. Yani hazır çarkım dönüyor, bu güne kadar onlar yedi, biraz da biz alsak dünyanın nimetleri bitmez ya! Ya da bu kâfirlerin malı Müslüman’a helaldir gibi yaklaşımlarla, ortak yaşam arkadaşlarımıza zulüm yapmak, hakiki imana tam bir engel olabileceği gibi, münafıklığa düşülmeye sebep de olabilir.

Velhasıl, peygamber efendimizin yolu olan İslam’ı takip eder ve yaşarsak, hakikatteki dürüstlüğe ve doğruluğa ulaşırız. İşte sırat-ı müstakim, dosdoğru yol budur. Yaşantısında bunu uygulayan da Allah’a inanmayı hakkıyla öğrenir. Eğer bütün bunları uygulamayıp, birde övgüye ve tasdike layık peygamber efendilerimizden herhangi bir tanesine veya Amentünün şartlarından herhangi birine inanmayan, Allah’a inanamamış olacağından elbette cennete giremez. Bu yolda azim edip de, yolun sonuna varamayanları ise Cenabı Allah merhameti ile cennete alacağını haber vermektedir.