Mainz, 23.03.2010

Anayasaların bir milletin bütün ihtiyaçlarını karşılamak üzere toplumsal mutabakatın en üst seviyede kabul görmesi gereken metinler olması gerektiği Anayasal sistemlerin neşvü-nema bulmasından bu yana önemli bir „kaziyye-i muhkeme“dir.

Sponsor Bağlantılar

Güzel Türkçemizde bu metinlere „Anayasa“ isminin verilmiş olması da  oldukça manidardır. Zira „Ana“, hem doğurganlığı ve hem de şefkat, merhamet ve inceliği temsil eder. Oysa „Baba“ bizim kültürümüzde genellikle otoriteyi temsil eder. Bu sebeple benim kişisel olarak en fazla sinirlendiğim kelimelerden birisi „Devlet Baba“ terimi olmuştur. 1876 yılını esas alacak olursak en azından 134 yıllık bir Anayasacılık geleneğimiz olduğu görülecektir. Ne ki biz buna „Anayasa“ adını vermiş olmamıza rağmen  habire “Babayasa” yapmakla vakit kaybetmişizdir. Meselenin espritüel yanı bir tarafa gerçekten de biz halkın temsilcilerinin marifetiyle yeryüzü normlarına uygun bir anayasa yapma iradesini yahut becerisini gösterebilmiş değiliz.

Dünyamız son 30 yıl içerisinde muazzam bir gelişim ve dönüşüm kaydederken biz Türkiye olarak kendi kendimizi 30 yıl öncesi bir takım generallerin dayattığı bir “Babayasa” ya mahkum etmişiz. Darbeciler yani suç işlemiş insanlar tarafından hazırlanmış olan T.C. 1982 Anayasasının marjinal bir “ergenekoncu” zümre dışında hiç kimseyi tatmin etmediği bilinen bir gerçek olmakla beraber 30 yıl boyunca toplumun dinamik dönüşüm hızına ayak uydurabilecek bir anayasal metin başarılamamıştır.1982 Anayasası merhum Özal`dan başlayarak bugüne kadar tam 34 defa değişikliğe uğramış sayısını kesin bilmiyorum ancak yaklaşık olarak 75 maddesi değiştirilmiştir. İlk bakışta bu bir kazanım gibi görünmekle beraber aslında yamalı bir bohçaya dönen metnin uyum ve ahengi de bozulmuştur. Ancak biz toplum olarak sürekli ölüm tehlikesi! Altında olduğumuz için „sıtma“ya kafadan razıyız. Gönlümüz evrensel dünya standartlarına uygun, toplumun devinim ve dönüşümünü kavrayan, milletimizin önünü açan ve özgürlüklerden yana olan yeni bir anayasa yapılmasından yana olmakla beraber „ya hep, ya hiç“ mantığının zehirli etkilerini dikkate alarak  üç tanesi geçici olmak üzere toplam 26 maddelik yeni değişiklik önerisinin Ülkemiz için çok önemli bir sıçramaya neden olabilecek hayırlı bir hizmet olduğuna inanıyoruz. Zaten hepsini elde edemediğin bir şeyin hepsinden vazgeçmek selim bir akıl ile izah edilemez.

Ak Parti tarafından hazırlanan değişiklik taslağı beklendiği gibi malum çevreler tarafından büyük bir tepki ile karşılandı. CHP, gelen önerinin içeriğine dahi bakma zahmetine girmeden „red“ cephesinde yer aldı. MHP, tutarlı olma uğruna „absürd“ yaklaşımında ayak diretmeye devam edeceğini ifade etti. CHP Genel Başkanı sayın Deniz Baykal daha önce defaatle „Darbe olmadan Anayasa yapılmasına izin vermeyiz“ diyerek görüşünü ortaya koymuştu zaten. Bunda şasırılacak bir durum yok aksi olsa şaşırmak lazım gelirdi. CHP, 80 darbesini yapanları yargılayalım ama onların yaptığı Anayasayı yeni darbeciler gelene kadar saklayalım mantığıyla hareket ediyor. MHP, böylesine açıktan söylemiyor ama aslında söylem ve eylemleri sonuçta CHP ile aynı gözede buluşuyor. Esasen devlet denen aygıtın biri sağında biri solunda yer almış yani ikisi de köküne kadar „Devletçi“ olan yani devlet partisi olan bu iki partinin aynı gözede buluşmaları tanıyanları açısından malumun ilamından ibarettir. Muhalefet partilerinin oy kıskançlığı bağlamında bir karşı koymaları olsa buna elbette saygı duymak gerekir. Mesela kalkıp deseler ki : „Arkadaş, sizin getirdiğiniz bu değişiklikler yetersizdir. Daha özgürlükçü bir yapı getirelim.“ Böyle bir söyleme şapka çıkarılır. Ancak muhalefet partileri ne yazık ki milletimize meydan okuma pahasına bu değişikliklere pervasızca karşı duruyorlar. Bütün bunlara rağmen onlar doğrudan doğruya bunun hesabını halkımıza verecekleri için yine de anlayış göstermek mümkündür. Peki ya milletin vergileri ile maaş alan ve hiç bir şekilde millete hesap verme mecburiyeti olmayan „kerameti kendinden menkul“ bu yüksek yargı mensuplarına ne demeli…

Bırakın hükumeti, meclisi ve dolayısıyla milleti küstahça hedef alan bu yüksek yargı mensuplarına ne oluyor. Yargı bağımsızlığı zedeleniyor diyen bu yüksek zevat yıllardır vermekte oldukları skandal kararlarla ilelebet bu milletin ensesinde „boza“ pişirmeye devam edebileceğini mi sanıyor? Millet artık buna razı değil. Beyler, bu ülke 1980`lerin ülkesi değil. Hanginiz 80 model arabaya binmeyi istersiniz. Hepiniz 2010 model arabalara binerken milletin 80 model arabalarda sürünmesini nasıl sağlayabileceksiniz. Suların yokuş yukarı akıtılmasını tarihin kaydettiği en büyük zalimlerden olan „Firavun“ bile başaramamışken siz mi başaracaksınız?

Önümüzde yine ciddi gerilim süreçleri yaşanacak. Gerilim yaşanacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Zira bu ülkede varlığını „yüksek gerilim hatlarına“ borçlu olan şatafatlı cübbeleri ve ağır silahları bulunan marjinal bir kesim var. Ancak bu gerilim kesinlikle toplum kesimleri arasında olmayacak. Ellerinde hala önemli bir güç bulunan „Statükocu“ lar ile özgürlük ve değişimden yana olanlar arasında cereyan edecek. Doğrusu bu kadarı beklenen bir durumdur. Oturduğu koltuğa değer katanlar ile değerini oturduğu koltuktan alanlar arasında ciddi bir mücadele olacak. Ancak sonuçta oturduğu koltuğa değer katanlar bu mücadeleden galip çıkacak, bundan kimsenin kuşkusu olmasın. Zira „Halka rağmen demokrasi“ gibi garabeti muhtevi denemeler bu ülkede ne ilk ne de sondur. Bu sebeple Türkiyemizin önünde evrensel normlara ulaşma yolunda ciddi bir adım olan bu değişikliklerin, Ankaranın üzerine adeta bir „kabus“ gibi çömüş olan „bürokratik oligarşi“ye rağmen mutlaka milletimizin önüne getirilmesi gerekmektedir. Meclisten geçirilmesi elbette ki birincil önceliktir. Fakat „kuş“à döndürülecek bir değişikliği meclisten geçirmektense özgürlüklerin önünü açacak bir değişikliği cesaretle referanduma götürmek daha yararlıdır. Böylesi bir değişiklik CHP ve MHP yönetimlerinin inatlaşmasına rağmen bu iki partinin özellikle de MHP`nin tabanı tarafından ciddi bir oranda rağbet görecektir.

En son referandum sürecinde halkımızın ne muazzam bir basiret ve sağduyu örneği gösterdiğini unutmayalım.

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya