Erden ÖZKANT

Star gazetesi yazarı Mustafa Akyol, 30 Ocak Pazartesi günü “Gençliğe Hitabe de kaldırılmalı” başlıklı bir yazı yazdı. Liselerden Milli Güvenlik Dersinin kaldırılıyor olmasını hatırlatan Akyol, yazısında şunları söylüyordu:
Milli Eğitim” alanında iyi şeyler oluyor. Hem Kuzey Kore’yi andıran 19 Mayıs törenleri hem de 12 Eylül yadigarı “Milli Güvenlik” dersleri tarihe karıştı. Bakan Ömer Dinçer, “ideolojik eğitimin sonu geliyor” diyerek kapsamlı bir reformun da sinyalini verdi. Söz konusu “ideolojik eğitim”i sonlandırmak için gereken işlerden birinin “Andımız’ı kaldırmak” olduğu da epeydir söyleniyor. Bence de öyle. Ancak kanımca sadece “Andımız” değil, onun kadar buyurgan bir metin olan “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” de okullardan çıkarılmalı. Çünkü gençlere anlayış, empati, hoşgörü, farklılıklara saygı, özeleştiri gibi evrensel demokratik değerleri tavsiye eden bir metin değil bu. Peki nasıl bir metin? Bakalım. Meşhur hitabe şöyle başlıyor: “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.” Bu sorunlu bir ifade, çünkü milyonlarca bireye “senin birinci görevin budur” diye kollektif bir misyon biçiyor. Oysa bir ülkenin bağımsızlığı gerçekten kritik bir değer olsa da, kimsenin bunu her daim “birinci vazife” edinme zorunluluğu yoktur. İsteyen bunu edinir kendine “birinci vazife” olarak, isteyen de aynı ülkeyi demokratikleştirmeyi, veya dini inancını yaymayı, yahut sokak kedilerine bakmayı. Herkes kutsallarını belirleme ve onlar için çalışma hakkına sahiptir. (Ülkeye iyi gelecek olan da bu renkliliktir.) Hitabe’nin devamı daha da sorunlu: “İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.” Dahilî ve haricî bedhahlar: yani “iç ve dış düşmanlar”. 28 Şubat süreçlerine, Batı Çalışma Gruplarına yol açan konsept… Hitabe’nin devamında “dış düşmanlar”ın Türkiye’ye yapacağı kötülükler anlatılıyor uzun uzun. (Bunu özümseyen bir zihnin “komşularla sıfır problem” sağlaması ise zor gözüküyor.) Ama daha önemlisi, “iç düşmanlar”ın niteliği: “Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.” Dikkat edin “iktidara sahip olanlar”dan bahis var burada. Peki Türkiye’de 1950’den bu yana iktidara nasıl geliniyor? Tabii ki serbest seçimlerle… Ama Gençliğe Hitabe’de seçim kazananların meşruiyetine dair tek bir ifade yok. Aksine, gençler, her türlü iktidar sahibine karşı uyarılıyor: “Dikkat edin, hükümet ülkeyi yabancılara satabilir” imasıyla. Peki ne yapacak böyle durumlarda Türk gençliği?.. “Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmak” için harekete geçecek. “Vazifeye atılmak”ta hiç tereddüt göstermeyecek. 27 Mayıs öncesinde Menderes hükümetini devirmek için sokaklara dökülüp orduyu “göreve” çağıran gençler gibi mesela… Kısacası, Gençliğe Hitabe, askeri darbeleri ve Ergenekonvari oluşumları meşrulaştıran çok sorunlu bir metin. Demokrasinin D’sinden söz etmediği gibi, demokrasi düşmanlarına güçlübir referans kazandırıyor. Hitabe’nin en sonundaki ünlü cümle ise en vahimi: “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Hem “Türklük etnisite değildir; sadece vatandaşlık bağıdır” diyeceksiniz, hem de her okulunuzun duvarında biyolojik ırkçılık kokan “asil kan” vurguları olacak… Olmaz. Ve eğitim sisteminin temeline böylesi gayrı-demokratik bir metin koyan bir ülkede demokratik kültür gelişmez. Dolayısıyla, Gençliğe Hitabe, Atatürk’ün kendi siyasi şartlarını yansıtan ama bugüne yol gösteremeyecek tarihsel bir metin olarak kabul edilmeli, okullardan ve ders kitaplarından kaldırılmalıdır. Ortak bir “milli metin” olarak İstiklal Marşı’mız vardır ve yeterlidir. Ondan gerisi, evrensel ahlaki değerler, demokratik kültür ve özgür düşünce olmalıdır.

Sponsor Bağlantılar

Şimdi…

Bu yazıda yanlış olan bir şey var mı?

Yok…

Kimine göre olabilir tabii ki…

Peki ama birilerinin, fikir özgürlüğünü hiçe sayarak bu yazıya ve yazının sahibi Akyol’a yaptıkları itirazların ve hatta itirazı aşıp hakaret etmelerinin sebebi ne? Ne bu şiddet bu celal yavu?

Bu ülkede on binlerce çocuk, sabahın köründe niye her gün her gün adımızı okumak zorundalar?

Hatırlıyorum o günleri…

Sabah uykusuz uykusuz andımızı okuyup öyle geçiyorduk sınıflara!

Kışın o soğuğunda, karında, kışında bile andımız okunmadan girilmiyordu sınıflara.

Askerci milletiz ya!

İlla her sabah andımız okunacak, tek sıra halinde düzenli bir şekilde sınıflara geçilecek!

Peki ya her gün her gün Türk olmayanlara bile okutulmasına ne demeli andımızın?

Türk olmayan çocuklar, Kürtler, Çerkesler her gün “Türk’üm” deyip ant içmek zorundalar mı?

Ya ‘gençliğe hitabe’ ne olacak?

Liseli yıllarımı hatırlıyorum…

Edebiyat hocamız, herkese ‘gençliğe hitabe’yi ezberletiyordu ve sınıflarda da okutuyordu herkesin önünde.

Her öğrenci illa bu hitabeden sorumlu olmak, hitabeyi baştan sona eksiksiz bir şekilde ezberlemek zorunda mı?

Herkesin birinci vazifesi değişir.

İlla bir kişiye “senin birinci vazifen bu” demenin manası ne?

İsteyen, ‘birinci vazife’ olarak gençliğe hitabedeki “birinci vazifeniz…” denilen cümleyi kabul eder, isteyen ise başka bir şeyi…

Bu zorlamanın mantığı ne?

Sahi böyle bir mantık var mı?

Komik oluyorlar.

Fransa’daki yasa çıkarken “Fikir özgürlüğü” diyenler, bir köşe yazısıyla ne olduklarını ortaya koyuyorlar.

Hani fikir özgürlüğü nerde?

Evet, Fransa’da çıkarılan yasaya, öncelikle fikir özgürlüğüne aykırı olduğu için karşı çıkılabilir ama başkalarına söverken önce kendimize bakmalı değil miyiz?

Hayır, bi de toprağın altından onlarca kafatası çıkıyor da…

İzdivaç programlarının foyası

İnternette gördüm.

Aynı kişi, iki farklı kanaldaki izdivaç programına değişik isimlerle katılmış.

Bir programa Ahmet karakteriyle katılan bu kişi, diğer kanalda ise İsmail adıyla farklı bir karakterde ekrana çıkmış!

Yani “Evlilik programlarına adaylar cast şirketlerinden katılıyorlar” iddialarını doğrulayan bir örnek olmuş.

Peki, ama bu programların durmadan türemesinin sebebi ne?

Tabii ki izlenmeleri…

İyi de insanlar bu tiyatroları izlemekten niye bu kadar keyif alıyorlar?

TSK, manken vücutlu müzisyenleri ne yapacak?

TSK, bir çellist ile viyolonist alacakmış! Adaylardan, ‘vücut yapıları düzgün, her bakımdan sağlam ve fiziki görünüşü kusursuz olanlar’ tercih edilecekmiş! Hal böyle olunca Radikal gazetesi yazarı Cüneyt Özdemir de yazmış: “Ben bu çellist ile viyolonselci kadın adayları TSK’nın nerede ve nasıl kullanacağını anlamadım. Müzik sadece kulağa hitap eder sanıyordum, belki ben yanıldım”
Sahi TSK, manken gibi müzisyenleri ne yapacak?