“Mahmur ve Kandil’e çağrı yapmamın amacı; onları sınamak ve gücümü görmekti”.
Öcalan’ın sarf ettiği bu söz, üzerinde hassasiyetle durulması, önemle altı çizilmesi gereken bir sözdü, ancak bu söze, nedendir bilinmez, ne basın, ne de siyasi partiler gerekli ilgiyi pek göstermediler.
Öcalan, bilindiği üzere 22 Eylül tarihinde, Kandil’den ve Mahmur’dan seçilecek iki grubun, “sorunun çözümüne ve sürece katkıda bulunmak üzere” Türkiye’ye gelmeleri çağrısında bulunmuş ve gruplar 19 Ekim günü Irak’tan Türkiye’ye gelmişlerdi.
DTP tarafından şova dönüştürülen (bu arada M.A.BİRAND buna “show” diyor) geliş sonrasında Öcalan, önemsiz gibi görülen şu açıklamayı yaptı; “Gelen gruplar için şükranlarımı sunuyorum. Bu gruplara çağrı yapmamdaki amaç; sınamaydı. Hem tıkanan siyasetin önünü açmak, hem bağlılıklarını görmek/göstermek için çağrıda bulundum, onlar da geldiler ve bana bağlılıklarını gösterdiler” dedi ve arkasından, gelinen durumu; “Bu sayede PKK, devleti, devlet de PKK’yı sınamış oldu” sonuç cümlesiyle özetledi.
Kendine güvensiz, gelip giden ve oturmamış bir kişiliğin, narsist, megaloman bir kişilik ile birbirine karışmasının tezahürü denebilecek Öcalan’ın bu sözlerinin ne anlama geldiğini kavrayabilmek için galiba biraz daha açmak gerekiyor. Aslında son derece açık olmasına rağmen, ne demek istenildiğini, arkasındaki olası mesajları ve bu mesajların kime veya kimlere ve ne amaçla verilmek istediğini ortaya koymak ve dikkat çekmek gerekiyor.
Öncelikle, ilk mesaj kendinedir.
Örgütün, DTP’nin ve bağlı sempatizan kitlesinin ne denli kendisini dinlediğini, izlediğini, takip ettiğini, talimatlarının birebir yerine getirilip getirilmediğini görmek, öğrenmek istiyor Öcalan. Bu nedenledir ki, örgütü PKK için; “Onlara şükranlarımı sunuyorum, bana bağlılıklarını gösterdiler” diyor. Dolayısıyla, ilk mesaj kendisine.
İkinci mesaj; T.C.Devleti ve hükümetinedir ve bir anlamda “aba altından sopa göstermek” gibi bir durum söz konusudur burada.
Denilmek istenilen ve verilmek istenilen mesaj kısaca şudur; “Bir sözüm ile PKK silah da bırakabilir veya yeniden eline alabilir. Bu nedenle, bu konuda ne DTP’dir ve ne de PKK’dır muhatap alman gereken. Tek muhatap benim ve hem PKK’yı, hem DTP’yi ve hem de Kürtleri ben yönetirim”dir açıkça.
Üçüncü ve son mesaj; “DTP ile PKK ve DTP’yi destekleyen kitleyedir.
“Sizler benim arkamda durduğunuz, beni desteklediğiniz, bana harfiyen itaat ettiğiniz sürece gündemde kalabilir ve isteklerimizi, taleplerimizi TC Devleti’ne, hükümetine zor da olsa kabul ettirebiliriz”dir, buradaki son mesajın adresi ve anlamı.
Öyle veya böyle, doğru veya yanlış, içeriden veya dışarıdan, “açılım” denilen bu sürece, bir şekilde girilmiştir. Gelinen bu aşama ve yakın gelecekte “Sil baştan” yerine “Her şeye rağmen devam” kararı alınırsa ve eğer gerçekten bir çözüm, bir çare isteniyor, 25 yıldır akan bu kan dursun isteniyor, gönülden analar ağlamasın deniyorsa, üçüncü adresin pozisyonu çok daha, geçmişte olduğundan çok daha önem kazanmıştır.
Belki de bu fırsat, hiçbir zaman bir daha ele geçmeyecek büyük bir fırsattır ve bir şekilde yakalanmıştır. Bu nedenle DTP, gerçekten samimi ise, bir kez ve tek kez olsun Öcalan’ın kuklası olmaktan çıkıp, “sözde değil özde çözümün” ele geçen gerçek tarafı olma fırsatını, hiç olmazsa bu kez tepmemelidir.
Çözümü, barışı ve toplumsal huzuru, “tutukluluk halimin düzeltilmesi şart” diyerek, açıkça ve öncelikle kendisinin özgürlüğüne bağlayan ve “aksi halde kan akmaya devam eder” diyerek tehdit eden İmralı’nın keyfiyetine bırakılması, her talimatına sorgusuz sualsiz, körü körüne itaat edilmesi, çözümü değil, aksine çözümsüzlüğü ilelebet dayatır. Bu nedenle DTP, işte tam da bu noktada tarihi bir karar vermeli, kan ve kardeşlik konusunda gerçekten samimi olduğunu Türkiye kamuoyuna ispatlamalı, İmralı ve Kandil’in kuklası olmadığını, hiç olmazsa bu kez, hiç olmazsa bir tek bu kez samimiyetle göstermelidir.
Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com