Dünyanın her köşesinde binlerce insan kendini anlamak, hayatın sırrına vakıf olmak için binlerce kitap okuyor, saatlerce sonu gelmeyen tartışmaların içine giriyor. Bakıyor ki okuyarak, tartışarak bir türlü sırra vakıf olamıyor hemen 21.yy hastalığına kapılıyor. Bunalımlı günler ve ümitsizlik en yakın arkadaşı oluyor.Hepimizin hemen hemen her gün hissettiğimiz anlamasızlık hissiz bedenine nüfuz ettiğinde bunalımdan başka bir çare bulamıyor. Alkolle yıkanmış günler, sadece ömrünü tamamlamak için mihaniki açılıp kapanan gözler tasvirisi oluveriyor. “Bir, iki, üç” derken günler hızla geçiyor be bizimki bir parkın en tenha köşesinde elinde son birası ve acemi morluklar, sessizce bununda bir işe yaramadığını itiraf ediyor. Hayatı yine anlayamamıştı. Anlamını insanların yüzde birinin bildiği hayatı kaybetmek (hem de onu anlamak için onu kaybetmek) ne acı değil mi?

Sponsor Bağlantılar

Bir zamanlar içinde benim de bulunduğum sizlere hayat avcılarına şişenin dibinde boğulmadan son anda anladığım hayatı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hayat, kendi elimizle yarattığımız iğrençliklerden kurtulmak için başvurabileceğimiz tek dostumuzdur. Milyonlarca insanın “bunalım” hastalığına kapıldığı günlerde bizler için ilaçlar yaratıyor. Nasıl mı?

Yakın bir arkadaşım bu dünyada bir insanın isteyebileceği her şeye sahipti. Fakat bir gün bile yüzü gülmedi. Bunalımlarla kendini perişan ediyor, hayatta para yemekten başka işe yaramayan bedenine yeni bir rol bulmaya çalışıyordu. Olmadı. Bir türlü yeni bir rolü üstüne geçiremedi. Sonra mı ne oldu? Hayat devreye girdi. Bizimkinin haline acımış olsa gerek. Bizim çocuğa hayatta herkesin isteyebileceği fakat pek az kişinin sahip olabileceği başrolü verdi. Daha doğrusu başrol için bizim çocuğu sınamaya başladı. Âşık oldu. Sırılsıklam ve saf bir aşk. Oradan oraya sürüklenmeye ihtiyacı kalmamıştı. Eğer bu rolü hak ederse her şey değişecekti. Kızın peşinden koşmaya başladı. Dikkatini çekebilmek için yapmadığı şaklabanlık kalmadı. Hayat ikinci defa devreye girdi. Tanıştılar. İki hafta sonra bizimki teklif etti. Kız kabul etmedi. İşte yeni bir fırsat daha yakalamıştı. Kabul etse iki gün sonra aşk falan kalmayacaktı. Uğraşmalıydı. Uğraştıkça kendini boşluktan kurtaracak, rolüne adapte olacak ve aşk ateşinde kavrulacaktı. Peki, söylediklerimin ne kadarı gerçekleşti. İnanın bana her şey olması gerektiği gibi oldu. Çocuk yandı, kız kaçtı. Ve sonunda olması gereken oldu. Mecnun’un ruhu bir kişiyi daha ele geçirmişti. Çocuk Mecnun olduktan sonra işler değişti. Sevgisine sonunda inandırmayı başardığı kız arkadaşlık teklifini kabul etti. Fakat bizimki rolüne öyle bir kaptırmıştı ki kendini, ne kızı ne de diğer dünyalıları görecek gözü yoktu. Bizimki ilk sınavını başarıyla geçmişti. Rolünü başarıyla oynadı ve hayata tutunabilen ender insanlardan biri oldu.

Kesinlikle hayattan kaçmayın. Yaşadığınız her gün için şükredin. Aramaktan, sorgulamaktan kaçmayın. Hayatı anlamanın tek yolu onu yaşamaktır. Birine âşık olun. Herhangi birisi olabilir zaten insanların yüzde doksanı aynı (Sakın ilk seferde yüzde onluk kesime yani numunelere denk gelmeyin. Hayat bile kurtaramaz sizi). Bir kadın, bir köpek, bir kedi veya herhangi bir dünya gereci olabilir. Katışıksız bir sevgiyle onun peşinden koşun. Daha sonra bekleyin ve değişimi görün. Aynada gördüklerinize çok çok şaşıracaksınız.

Not: Anlamınızı yitirmeden hayatın anlamını çözün. İpin ucu elinizdeyken ya da ipi boğazınıza kendi elinizle geçirince dediklerimi hatırlayın. Seçenek sizin.