Gençliğin, ülke sorunları ile yakından ilgilenmesi, gelişmeler karşısında duyarlı olması, kendisinin ve ülkesinin geleceğine ilişkin alınacak olan kararlar konusunda belirleyici olma çabası, isteği, arzusu, elbette ki çok doğal ve olması gereken, hatta bir görev.

Sponsor Bağlantılar

Ancak, ne yazık ki, İstanbul’daki güya İMF’yi protesto eylemleri, 80 öncesini hatırlattı, o günleri bizzat görmüş ve yaşamış olan bizlere.

O dönemde, sağ-sol çatışmaları, sol fraksiyonlar arasındaki çatışmalar, ülkenin tüm şehirlerinde, şehirlerin tüm mahallelerinde, mahallelerin tüm sokaklarında, üniversitelerde, lise ve hatta ortaokullarda bile ve istisnasız her gün yaşanmış, binlerce gencin maalesef yaşamlarını yitirmesine, birçoğunun hayatlarının kararmasına sebep olmuştu. Kurtarılmış mahalleler ve hatta şehirler ortaya çıkmıştı. Sonra 12 Eylül oldu. Yaşam güvencesizliği nedeniyle sokaklara çıkamayan insanlar, sevinçten ağlayarak sokaklara döküldüler. Sırası değil belki ama, bugün bazıları, o günlerin 12 Eylül’ünü “Demokrasiye darbe” olarak değerlendiriyorlar. Öyle ya; 80 öncesinde demokrasi vardı, huzur vardı ülkede ve herkes, istediği her şeyi çok rahatlıkla ve serbestçe yapabiliyordu, sonuçta “özgür”dü çünkü! Örneğin, ölüyor öldürüyordu, dövüyor dövülüyordu. Okullar, işyerleri kapatılıyor, kapattırılıyordu. Polis bile fikir özgürlüğünden (!) ikiye bölünmüştü. Sağcı “POLBİR”, solcu “POLDER” vardı. POLBİR solcuların, POLDER sağcıların peşindeydi.

Neyse, o kara günlerin bir daha yaşanmaması dileğiyle, dönelim gündeme dair sözde İMF eylemlerine ve ekranlara yansıyan görüntülere…

Bu, ne bir İMF protestosu idi, ne bir hak arayış idi, tam bir terördü ve Devlet’e, sisteme, rejime, sermayeye güdülen birikmiş büyük bir kinin tam anlamıyla kusulmasydı.

Bazı televizyon kanallarının eylemler ile ilgili yaptığı yayınlar, yorumlar çok ilginçti. Kendilerince, bazı hususlara dikkat çekmeye, mesaj vermeye çalıştılar, bilinçli veya bilinçsizce.

Sol görüşlü oldukları, duvarlara sprey boyalar ile yazdıkları yazılardan ve taşıdıkları pankartlardan anlaşılan 300-500 kişilik bir grup genç, önlerine gelen bütün bankaları kırdılar döktüler, yaktılar yıktılar. Mağazaları, kafe ve restaurantları attıkları kaya parçası benzeri kaldırım taşlarıyla, molotof kokteyllerle, demir çubuklarla, sopalarla harabeye çevirdiler acımasızca, anlaşılmaz büyük bir kinle. Havai fişekten yapılan iptidai bir füze, polis helikopterine fırlatıldı, düşürmek amacıyla ve zafer alkışlarıyla.

Televizyonlar, bu gençleri sadece “eylemciler” diyerek geçiştirdi.

Polisin yakalayıp copladığı eylemciler vardı görüntülerde. Bu yayınlar sırasında “Polis orantısız güç kullandı, kullanıyor” diyerek eleştirdiler. “Bakın, bu görüntülerin tam tersine, başka bir görüntü” diyerek, yabancı uyruklu eylemcileri kontrol altında tutan ve hiçbir olumsuzluğun yaşanmadığı polis-eylemci görüntülerine yer verdiler. “Eylemci bizim gençlere orantısız güç kullanılırken, (davul çalarak, şarkı söyleyerek, slogan atarak protesto eden) yabancı eylemcilere sağduyulu tavır gösterilmesi çok enteresan!” dediler.

İşyerleri harabeye dönen bir grup esnaf ve huzuru kaçan bir grup mahalle sakininin eylemcilere yönelik tepki saldırılarına dair görüntüler yayınlandı. Onları, “kendilerine görev biçenler” diyerek işgüzarlıkla suçladılar. Öyle ya, polis tarafından orantısız güç kullanılarak coplanmıştı eylemci bu masum (!) gençler, yetmemişti, işgüzar sade vatandaş tarafından da saldırıya uğramışlardı bu garibanlar!

Garibandılar (!) ama, arabasını, motorunu terk ederek kaçmaya çalışan, kaldığı zor durumdan kurtulmak amacıyla silahını havaya ateşlemek zorunda kalan polislerin müşkül görüntüleri neyin nesiydi!

60 yaşlarında bir kadıncağıza rastladık görüntülerde. Kadıncağız, eylemci gençlere; “Ne protestosu bu! Her tarafı kırıp döküyorsunuz. Siz terörist misiniz? Gidin okulunuza, derslerinize çalışın. Yazık değil mi annelerinize, babalarınıza, sizleri bu zor koşullarda okutmaya çalışıyorlar. Hadi gidin okulunuza” diyerek, tepkisini gösterdi, nasihat etti. Gençler ise, “sen anlamazsın, hadi git işine” anlamında; “Biz öğrenci değiliz teyze. Hem bak, buradaki dükkânın önünü kapatıyorsun” diyerek cevap verdiler, kibarca (!) yol gösterdiler yaşlı kadıncağıza.

Öyle ya, eylemciler için “dükkân” önemliydi. Esnaf, çalışan, işçi para kazanmalı, evine ekmek götürmeliydi. Önemliydi! Bu yüzden, kırılmadık, yıkılmadık, dökülmedik dükkân bırakmadılar.

Hele ki bir görüntü vardı, tekrar tekrar gösterilen, örnek bir davranış gibi gösterilmeye çalışılan.

Eylemciler, bir hamburgerci dükkânını taşlıyorlar, demir çubuklarla, yerinden koparttıkları trafik levhalarıyla, büyük çiçekliklerle camlarını kırıyor, içeri girmeye çalışıyorlardı. İçlerindeki bir genç kız, arkadaşlarını uyardı; “Yapmayın arkadaşlar içeride HALK var”. Buna rağmen saldırı bir süre daha devam etti ve daha sonra grup diğer dükkân ve bankalara yöneldi. Haberi sunan zatın yorumu ise aynen şöyleydi; “İçlerindeki bu genç sayesinde hamburgerci ve içerideki müşteriler kurtuldular” diyerek, neredeyse genç kızı kahraman ilan edecekti. Tekrar tekrar yayınlandı bu görüntü ve bu söylem; “İÇERİDE HALK VAR”!!!

Doğru ya, işyerleri zarar gören esnaf, kepenk kapatmak zorunda bırakılan esnaf, bu işyerlerinin çalışanları, mağdur olan mahalle sakinleri, banka memurları, para çekmek veya yatırmak için bankaya gelen müşteriler, yaşlı kadıncağız, “Halk” değildi! Acımasızca, haince, düşmanca verilen 10’larca, 100’lerce trilyonluk zarar nihayetinde “Halk”tan, hem de halkın ta ciğerinden çıkmayacak mı idi!

İMF ile, İMF protestosu ile uzaktan yakından hiçbir alâkası olmayan bu terörist saldırılar sonucunda neyse ki, tek bir genç kız sayesinde hamburgercideki “Halk” canını kurtarmış oldu!

İçeride “halk” vardı gerçekten de, ama ya siz eli taşlı, sopalı “dışarıdakiler” ne idiniz?

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com