Tarih boyunca insanlar belli amaçlar uğruna savaşlar yaparak, sonraki nesiller için de savaşa sebep olabilecek bahaneler bırakmışlardır.

Türkiye’nin doğusunda çıkan isyanlarda buna birer örnektir.

Cumhuriyetin kuruluşundan bu güne, düşünce özgürlüğü ve kültürel özgürlüğün ancak bedeli ödendikten sonra tartışmaya açıldığına dikkat çekmek gerek.

Sponsor Bağlantılar

Bölge insanlarına daha yaşanılır bir dünya bırakma mücadelesi de denilebilecek özgürlük mücadelesinin ne tür bir mücadele olduğu, hangi aşamalardan geçtiği, dinsel ve sosyal, belki de en basiti hümanist bir çerçeveden bakıldığında akılların ne kadar karışacağı sanırım bilinen bir mevzuudur.

Doğu veya güneydoğuda, dini veya mezhebi, kültürel veya ekonomik fark etmez, bu bölgede yaşanan acılar ve ödenen bedeller vardır.

Cumhuriyet tarihini esas alırsak 1925 Şeyh Said (r.a) hareketi bölgenin ilk bedellerini vermiştir. Bu bedel İslam adına verilmiştir.

Bu bedeli mezhebi bedelini ise 1937/38 tarihlerinde Seyyid Rıza (r.a) liderliğinde Dersimde Dersimliler vermiştir.

Bu iki tarih arasında yapılan mücadelenin Genel Kurmay belgelerinde, 1924-1938 döneminde yaşanan 17 Kürt isyanının yarısı “ayaklanma” diye tanımlanırken, diğer yarısı “harekat”, “tedip” (terbiye etme) ve “tenkil” (örnek olarak ceza verme) olarak adlandırılır. Tedbir diye akla gelen ise, önde gelen Kürt ailelerini ülkenin Batı vilayetlerine sürmektir.

Bir diğer bedel ise sosyal açıdan verilmiştir. Tedbir diye, önde gelen Kürt ailelerini ülkenin Batı vilayetlerine sürülmekle yaşanmıştır.

Son bedel ise halkın tüm katmanlarında verilmiştir. Bunu hiçbir grup kendine mal etmesi doğru değildir. Ölen her zaman bir ana’dan doğandır.

Bu bedelleri bu ülkenin bir bölgesinde, yine bu ülkenin insanları vermiştir.

Buna göre kültür baskısı altında bedel ödemiş bir halkın hükmü ve bu halka yardım etmenin İslami ölçüleri nelerdir?

İmam olmamakla beraber azda olsa İslam kültüründen nasibini almış biri olarak Allah’tan gelen haklarının bilincinde olan birisiyim.

Okuduklarım ve İlim Adamlarından öğrendiklerimiz kadarıyla, insan hak ve hürriyeti karşısında ki engellerin kaldırılması için kişinin anlaması ve mücadele etmesi gerektiğidir.

Alddığımız öğüt şudur.

“Yeryüzünde ne kadar din, dil, kimlik düşünce varsa, bunların hepsi Allah tarafından yaratılmış ve insana verilmiştir. Allah insana özgürlüğü için vermediği bir şey yoktur. Fakat kul bunu gasp eder. Eger Dini ve kültürel kimliğine sahip çıktığın zaman hatta onun devlet imkanlarıyla geliştirilmesi gerekir dediğin zaman sürekli baskı altında isen, ölümlerden ölüm beğenmek zorunda bırakılıyorsan, etnik bir temizliğe maruz kalıyorsun ve kulların zulmü altındasın demektir.”

“Dini vecibeleri yerine getirmek, özgür olmayanlara sonuna kadar destek olmak Allah’ın insanlara verdiği hakları ihlal edenlere karşı mücadele etmek KELİMEİ TEVHİD’i müdafaa etmek kadar farzdır.”

“Bu mücadele yani Allah’ın verdiğine kullun gasp etmesi, bu gaspa karşı mücadele, NAMAZ’ı müdafaa etmek kadar farzdır.”

Bu mücadele ve müdafaayı teröre başvurmadan makul konjöktür içerisinde yapmak gerek.

Türkiyenin şark bölgesine gelindiğinde, işin en temel problemi terör veya Kürt sorunu değildir. Temel problem, 80 yıldır Kürt dili ve kültürü, Türk dili ve kültürüne kurban edilmiş olmasıdır. Temel problem ALLAH İHSAN EDER, KUL İSE GASPEDER.

Şimdi bunu sormak gerek, ALLAH İHSAN EDER DE, YA EĞER KUL GASPEDERSE ne yapmak gerek.

Kanı durdurmak için Allah’ın verdiğine kullun da teslim olması ve Amena demesi kadar basit.

Devamı olacak İnşallah.

Selamlar…