Yalnızlığın altından tahtına oturmuş, suratsızca seyrediyorum etrafımı. Soytarı kılığına girmiş kahkahalar dolanıyor etrafımda, bense duymazdan geliyorum her birini. Metrelerce sofra kuruluyor, hüznümün baş köşesinde, onlarca insan gelip geçiyor soframdan, kimse içimde ki yarayı göremiyor ben göstermeden. Hoş! Göstersem de, hayırlısı deyip, sus pus oluyorlar bencillik kokan ülkelerinde.

Sponsor Bağlantılar

İçimde ki yarayı bilerek göstermedim hiç oysa. Kendi hayatlarını düzene sokamayıp, başkalarının acılarından rahatlamaya çalışan o başı bozuklar sıktılar boğazımı. Benim acım ne kadar çoksa, oh beterin de beteri vardır deyip, kalplerine anlık huzur salmaktı dertleri. Kimse gözlerimde ki acıyı görüp, gel paşam otur karşıma, sus pus olurum, çare olamasam da, sen yeter ki anlat! demedi. Ya öyle insan çıkmadı karşıma yada yalnızlıktan yosun tutan tahtımı, kimse sarsmak istemedi. Olur da anlatmaklar, yetmezse diye satırlara…

Olur da çözülen dilim susmazsa diye, kimse sarsmadı benliğimi. Kelimelerimi kimse merak etmedi. Sadece iyilik beklediler. Karşılık beklediler bana az da olsa katlandıkları için. Bu insanı çileden çıkaran soğuk tavırlarıma…

Bazı insanlar, yalnız kalmak isterler. Yalnızlık derler, en iyisi! Oysa onların aradığı, kalabalıklaşan hayatlarında, az da olsa bazen nefes alabilmek… Salıncakta sıra bekleyen çocuklar gibi. Heyecanla yalnız kalmayı beklerler, kimseye sırasını kaptırmak istemeden. Sıra onlara gelince havalara uçarlar. Uçururlar kendilerini, hayallerinin yettiği en uzaklara. Sonra başını uzatır tanıdık bir ses, onca yabancı sesin arasından. Hadi gidiyoruz! der. Bu insanların yalnızlığı buraya kadardır. Daha fazla, daha daha fazla sallanmak isteseler ve sallansalar, o tanıdık sesi duyamayınca yüreklerine bir şüphe düşer. Acaba beni unutup gittiler mi? Acaba, hala bıraktığım yerdeler mi? Ürke ürke inerler salıncaktan… Eninde sonunda inerler… İstemese de, istemeye istemeye inerler.

Oysa bazı insanlar, hep yalnızdır. Kendini, kendi gibi göremediği, maskelere sığınmak istemediği için, uzaklaşır herkesten. Kendinden bile…

Kurtuluşları sadece bir insandadır oysa ki. Her gece dua dua yalvardıkları, Allah’tan isteye isteye ağladıkları tek bir insan. Cinsiyet ayırmaksızın. Güzel, çirkin ayırmaksızın… Sadece onu anlayabilen, kendi düşüncelerini kabul ettirmekten çok, onun düşüncelerine önem verip ona göre hareket eden bir insan… Onu çekip alıp, yalnızlığın tahtından, daha güzel diyarlara götürecek olan. İçinde kimsenin kötülük, bencillik barındırmadığı. O ne der bu ne der diye düşünülmeyen, dışı yalnızlık kokan, ama içi bin bir renk olan o herkesin mutlu olduğu diyarlara…

Ve zaten, bir paradoksun içine sürüklenmek değil midir, yalnızlık?

Yalnız mıydık? İnsan yalnızlığa nereye kadar dayanabilirdi? Ya da hiç yalnız kalmamaya? Annemin her sabah çözmeye çalıştığı bulmacanın, en can alıcı sorusu gibi.

Heyecanını duya duya bulmaya çalışırsın.. Ve elin hiç gitmez arkadan cevabına bakmaya. Çünkü korkarsın… Ve yırtıp atarsın bulmacayı. Gündüzünü yeni sorulara bırakmak için… Ve, yeni sorunlara…