Genç, güneşin “Haydi kalkın sabah oldu” dediği saatlerde açtı gözlerini, hemen pencereye koştu, “Güneş doğuyor, yeni bir gün başlıyor” dedi ve hemen arkasından üzülerek ekledi: “Olamaz!”…
Peki ama niye böyleydi? Niye birçok insan gibi sabah erkenden yatağından sevinçle kalkıp, pencereyi açıp, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte derin bir nefes çekip, “Çok şükür yeni bir güzel güne uyandım” diyemiyordu da üzülerek “Olamaz yeni bir gün başlıyor” diyordu ve hayatın, yaşamın tadını çıkaramıyordu? Bütün bunları düşünerek hızlıca giyindi, birkaç lokma aldı ağzına ve okula doğru yola çıktı. Kapıdan ilk adımını “Keşke bir araba çarpsa da ben de kurtulsam artık” diye düşünerek attı. Okuluna gitti. Ders çıkışı “Yine mi eve gideceğim” dedi ve istemeye istemeye evin yolunu tuttu. Güneşin yerini aya bıraktığı saatlerdi. Genç, aya baktı ve “Yine akşam oldu. Ne kadar sıkıcı bir hayat” dedi ve sabahki kaldığı yerden devam etti aklını kurcalayan sorulara…

Sponsor Bağlantılar

“Evet, ben niye sevemiyorum bu hayatı? Niye bu hayattan zevk alarak yaşayanlar gibi değilim? Hâlbuki param var, okulum güzel, yaşadığım şehri ve ailemi seviyorum, ailemin de benim de sağlığımız yerimizde… Eeee daha niye mutlu değilim ben bu hayatta? Niye yaşarken öldüm ben daha bu gencecik yaşımda?” Genç aklındaki bu sorularla, yeni bir güne ‘uyanmamak isteğiyle’ uyudu…

Evet, sevgili okurlar biliyorum ki birçok insan bu düşüncelerle yaşıyor hayatta. Hayatı sevmeyerek, hayattan tat almayarak ve biran önce ölmek isteyerek… Dağın tepesinden düşen bir kayanın yere çakılmamak için dağa sürtüne sürtüne yuvarlanmasının aksine birçok insanın dağın zirvesinden kendilerini isteyerek aşağıya bırakmaları ve yere çakılmak için de bilerek dağa dokunmamaya çalışmaları gibi…  Peki, ama bu niye böyle? Niye ülkemizdeki birçok insan böyle yaşıyor? Daha doğrusu “yaşarken ölmüş” gibi yani “canlı cenaze” gibi yaşıyor? Biraz düşünelim…

Ortaokuldakiler için pek de güzel sayılmaz çünkü sınav maratonu başlıyor onlar için henüz onlu yaşlarında, oyun oynama yaşlarında. Hafta içi okula, hafta sonları ise erkenden kalkıp dershaneye gidiyorlar. Üstüne üstlük bir de düşük not getirdiklerinde ailelerinden azar işitiyorlar…

Lisedekiler… Ergenlik yaşında olanlar… Bir yandan lise sonda girecekleri ÖSS için koşturuyorlar diğer yandan ergenliğin verdiği sıkıntılarla uğraşıyorlar öbür yandan da karşı cinslerine âşık oluyorlar…

ÖSS’de iyi bir yer kazanırlarsa ne ala… Kazanamazlarsa ve eğer aileleri de varlıklı değillerse yeniden sınav heyecanı onları bekliyor…

Sınavı kazananlar yani üniversiteliler… Hayatın en güzel çağları diye adlandırılan yaşlardakiler… Ailelerden ayrılmanın yaşandığı ve kendi ayakları üzerinde durmanın öğrenildiği yaşlar… Vizeler, finaller… İşe atılma, aile kurma heyecanı… Aileyi kurduktan sonra çocuk sevinci… Çocuğun bazen hastalanması ve sabaha kadar başında beklenilmesi…

Orta yaşlar… Yaşlılık… Ve ölüm…

“New York’ta Beş Minare” filminde geçen bir söz gibi aynı hayat: “İnsan doğunca kulağına ezan okunur, öldüğünde ise namazı kılınır. İşte o ezan insan öldüğünde kılınan namazın ezanıdır. Hayat bu kadar kısadır”…

Bugün, isyanın 3. cumasında Mısır halkının 30 yıllık Hüsnü Mübarek’i yıkmasını; İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin, aralarında Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek, Hava Kuvvetleri eski Komutanı İbrahim Fırtına, Balyoz’un 1 numaralı sanığı 1. Ordu eski Komutanı Çetin Doğan’ın da bulunduğu 50’si general 162 sanığın tutuklanması yönünde verdiği kararı; Ergenekon sanığı Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın aylar sonra Mehmet Akif Ersoy Hastanesine naklini yazmak yerine başka bir konuya, insanların hayatta niye bu kadar mutsuz olmalarına, değindim.

Ve gazetelerinin 1. sayfalarında yukarıdaki haberlerin, 3. sayfalarında ise “Cinnet getiren koca, önce karısını ve çocuklarını, sonra da kendisini öldürdü”, “Kocasının kendisini aldattığını öğrenen kadın, önce kocasını ardından da kocasının sevgilisini silahla vurdu” gibi haberlerin yer aldığı ülkemizde kavganın, şiddetin, insan öldürmenin ve psikolojik rahatsızlıklara yönelik kullanılan hapların gün geçtikçe artmasının çok da anormal olmadığını düşündüm.

Erden ÖZKANT