Gün geçmiyor ki, bir gazeteci Kandil’e gidip, röportaj yapıp, röportajını gazetesinde yazı dizisi halinde yayınlamasın.

Bir süre önce Hasan Cemal gitti, Karayılan ile görüştü, yazı dizisi yaptı, akabinde “Kürt açılımı” başladı. Böylece, gidiş sebebi anlaşıldı.

Sponsor Bağlantılar

Yetmedi, bu sefer Osman Sağırlı adlı gazeteci gitti, görüştü ve yayınladı.

Neden giderler, bir sürü zahmete katlanırlar, anlamak gerçekten mümkün değil! Çünkü, Karayılan’ın bugüne kadar ki tüm söylemleri, ne bir eksik ne bir fazla, tamamen ve birebir Öcalan’ın söylemleri. Karayılan’ın, sorulan sorulara cevaben “50 defa söyledik. Bir kez daha söylüyorum” demesi de bunun en açık ifadesi. Buna rağmen, bu gidişin de, aynen Hasan Cemal’de olduğu gibi, mutlaka bir sebebi olmalı!

Röportajın özü, Karayılan’ın ifade ettikleri, ana başlıklarıyla şu hususlar;

“Hükümet’in başlattığı açılım süreci, baştan bizi umutlandırsa da, pratikte net bir adımı henüz göremedik”.

“Kürtçenin seçmeli dil olması, yerleşim yerleri isimlerinde Kürtçeye dönüş, Kürtçe televizyon, Kürdoloji Enstitüleri açılması gibi yeni uygulamalar, son derece basit adımlardır ve bizi asla tatmin etmez”.

“Biz çözüm için, ana dilde eğitim hakkının sağlanması, siyasal örgütlenmeye imkân tanınması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bir toplumsal uzlaşma projesinin imzalanmasını, sorunun, ÖZERKLİK temelinde çözülmesini istiyoruz”.

“Çözüm sürecinde DTP önemli bir rol oynayabilir. Ancak alınacak bir kararda, DTP’nin PKK ile diyalog kurması şarttır”.

“Türkiye, bu sorunu bugün çözmek zorundadır. Süreç bu haliyle devam ederse, tehlikeli bir hâl alabilir”.

Görüldüğü gibi tüm açıklamalar, tıpa tıp Öcalan’ın söylemleridir.

Söylemlerin özünün özü şu; “Sorun, sadece ve sadece ÖZERKLİK temelinde çözülür. Bunun dışında hiçbir çözüm arayışı veya açılım sonuç vermez. Diyalog kurulması şarttır ve kim muhatap alınırsa alınsın adres tektir ve PKK’dır. Sorun, bugün çözülmelidir ve süreç böyle devam ederse daha tehlikeli bir hal alır, kan daha fazla akar”.

Anlaşılacağı üzere, burada herhangi bir “diyalog” kurma isteğinden/girişiminden asla söz edilemez, burada, tamamen bir “dayatma” ve peşi sıra tam bir “tehdit” söz konusudur.

Öcalan’ın söylemlerinden farklı olarak, Kandil’in veya yazarın, nedendir bilinmez(!), atladığı tek bir husus vardır ki burada, o da; “Öncelikle, önümün açılması şart” sözüdür. Yani Öcalan, sorunun çözümünü kendisine, tamamen kendisinin “özgürlüğüne” bağlamıştır.

Yazı dizisinde görüleceği üzere, Kandil söylese de, söylemese de, yazarın belki de özellikle yazmaktan imtina ettiği bu “Özgürlük” hususu, Kandil’den davullu-zurnalı Türkiye’ye gelen PKK’lıların, kameralar karşısında yaptıkları basın açıklamasıyla, bir kez daha görmeyen gözlere, duymayan kulaklara, anlamayan beyinlere sokulmuştur. Elçi PKK’lılar; “Öcalan’ın özgürlüğü, demokrasi ve barışın sağlanmasının olmazsa olmaz koşuludur” demişler ve noktayı koymuşlardır.

Ancak, her ne hikmetse (!), bazı malum televizyon kanallarında, basın açıklamasına ilişkin bu haber, görüntülü ve sesli verilmesine rağmen, son derece belirleyici, altı kalın ve kırmızı çizgilerle çizilmesi gereken bu söyleme, sadece ve sadece bu şart koşulan Apo’ya özgürlük söylemine yer verilmemesi, son derece manidar ve son derece üzücüdür.

Sabahattin Talu
sabahattintalu@gmail.com