27 Mayıs 1960 tarihi siyasal zamanlama açısından önemli bir dönüm noktası, yeni siyasal açılımlarının da başlangıcı…

Sponsor Bağlantılar

 

27 Mayıs 1960 Cuma sabahı İstanbul Radyosundan okunan bildiride ;  “demokrasinin içine düştüğü bunalım nedeniyle ve kardeş kavgasını önlemek amacıyla Silahlı Kuvvetlerin bütün Türkiye’de yönetimi ele aldığı” açıklanmıştır. Darbe, en yüksek rütbelisi albay olmak üzere, bir grup subay tarafından planlanmıştır[1] Ancak bu hareket, Silahlı Kuvvetlerin hiyerarşisi içinde yürütülmemiş, ordunun yönetime el koyması, çeşitli rütbelerde 38 subaydan kurulu bir Milli Birlik Komitesi’nin öncülüğünde olmuştur.[2] Silahlı kuvvetlerde iyi tanınan ve oldukça sevilen Kara Kuvvetleri Eski Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel, darbeye başkanlık etmeyi kabul etmiş ancak darbenin düzenlenişine ilişkin ayrıntılara karışmamıştır.

 
Silahlı Kuvvetlerin yayınladığı bildiriden 27 Mayıs’ta girişilen hareketin yakın nedenlerinin, ekonomik ya da toplumsal  olmaktan ziyade siyasal olduğu anlaşılmaktadır. Aslında 1954’ten sonra giderek artan ekonomik sorunlar, temel ihtiyaç maddelerinin karşılanmasında yaşanan sıkıntılar ve 4 Ağustos 1958 devalüasyonu sonunda artan fiyatlar ve birbirini izleyen dış borçlar, ülke ekonomisinde açmazlar doğurmuştur. Öyle ki 1959 sonlarında dış borçların 448 milyon dolar olduğu belirtilmiştir. 1960 başlarında ekonominin bu olumsuz durumuna karşın, Silahlı Kuvvetlerin ülke yönetimine el koymasındaki asıl etken ülkeyi bir çıkmaza sürükleyen ve 1959’dan başlayarak artan baskıcı yönetim olmuştur.[3]
 

Siyasal gelişme açısından bakıldığında, on yıl süren DP yönetimi zaten az olan siyasal özgürlükleri frenlemek için düşünülmüş baskıcı yasalardan oluşan  bir sicile sahiptir.

 

Demokratlar muhalefetteyken sürekli antidemokratik yasaların kaldırılmasını talep etmelerine ve iktidara gelmeleri halinde bunu kendilerinin yapacağını özellikle vaat etmelerine karşın, tek parti döneminde CHP iktidarının izlediği baskıcı  siyaset  DP iktidarınca da sürdürülmüştür. D P, kendi muhaliflerini yatıştırmak için CHP’ye karşı sert önlemler almış ve bunu bir çizgi haline getirmiştir. Ancak CHP’nin yanı sıra üniversite gibi kurumlara ve basına karşı antidemokratik yasaların çıkarılması, liberal vaatlerinden ötürü başından itibaren DP’yi desteklemiş olan liberal aydınların da yabancılaşmasıyla sonuçlanmıştır. Küçük bir azınlık olmakla birlikte, üniversite ve çeşitli meslek dallarında güçlü olan bu aydınlar, DP’nin demokratik özgürlükleri engelleyecek yerde ilerleterek sivil toplumu güçlendireceğini ummuşlardır. Menderes’in zaten ağır olan ceza yasasını daha da ağırlaştırması, basına karşı aldığı önlemler, muhalefetin varlıklarına el koyması ve üniversite özerkliğine saldırması, bütün bunlar Türkiye’yi daha özgür ve demokratik bir ülke haline getirme vaatlerinden vazgeçtiğini göstermiştir[4].

 

Örneğin, 1953’de yargıçların yirmi beş yıllık bir hizmet süresinden sonra zorunlu olarak emekliye ayrılmasını öngören bir kanunla, siyasi tayinlerin yapılabilmesini mümkün kılacak şekilde, pek çok yargıç makamının boşalması sağlanmıştır. Profesörlerin hissedilir bir şekilde Demokratlardan uzaklaşmaya başlamaları karşısında da profesörlerin siyasal faaliyette bulunmaları yasaklanmıştır. Yine 1953 yılının sonlarında hükümet, tek parti döneminde halkın parasıyla gayrı kanuni kazanılmış olduğu gerekçesiyle CHP’nin bütün mal ve mülküne el koymuştur. 1954’de hükümete, yargıtaya başvurma hakkı tanınmadan memurları işten uzaklaştırma yetkisi verilmiştir. Seçim kanununa daha sık kısıtlamalar getirilmiş ve devlet radyosunun siyasal propaganda aracı olarak kullanılması yasaklanmıştır[5]

 

DP’nin 1954 genel seçimlerinde kazandığı zafer, durumu daha da kötüleştirmiştir. DP’nin oy payları 1950’de yüzde 53.59’dan 1954’te yüzde 56.62’ye ve Meclis’teki temsilcileri 408’den 503’e çıkarken; CHP’nin oyları yüzde 40’tan yüzde 35’e , sandalyelerinin sayısı ise 69’dan 31’e inmiştir. Bu sonuçlar Menderes’in kendine olan güvenini artırırken,  halktan aldığı onay, izlediği siyasetlerle ilgili, her türlü kuşkudan arınmasına da  yol açmıştır.[6]

 

1955 yılında, gazeteci ve İnönü’nün damadı Metin Toker, basın kanunu hükümlerine göre hapse atılmıştır. CHP yayın organı Ulus da dahil olmak üzere beş gazete , Kıbrıs davası dolayısıyla konan sansürü ihlal ettikleri gerekçesiyle, kapatılmıştır. 1956 yılında aynı baskılar artarak  devam etmiştir. “Halkın hükümete güvenini sarsacak ya da hükümetin prestijini zedeleyecek” suçlardan ötürü gazetelerin kapatılmasını, gazetecilerin hapse atılmasını mümkün kılan ikinci bir basın kanunu birincisine eklenmiştir.

 

Üniversitelere müdahale ise ilk defa, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Profesör Turhan Feyzioğlu’nun, hükümetin politikasını yeren bir üniversite öğretim üyesinin terfiini hükümetin reddini acı bir dille eleştirmesi üzerine tardedilişi ile başlamıştır. Yaklaşan 1957 seçimleri dolayısıyla, muhalefetin birleşik cephe kurmasına imkan vermemek için başka bir çok kısıtlamanın yanı sıra koalisyonu meneden bir de kanun çıkarılmıştır[7]

 

Adnan Menderes’in ordudan duyduğu korku bile bir süre için kaybolmuş ve “subaylar gerektiği gibi davranmazlarsa orduyu yedek subaylarla yönetebileceği” tehdidinde bulunmuştur. DP ulusal iradeyi her şeyin üzerine koyan bu çoğunlukçu demokrasi anlayışıyla siyaset yaparken, bir kişiyi ya da herhangi bir şeyi –seçmenler dışında- hesaba katmaya artık gerek duymamıştır. Meclis’ten çıkan yasaları gözden geçirecek daha üst bir meclis ya da bunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir anayasa mahkemesi yoktu. Veto hakkına sahip olan Cumhurbaşkanı ise, yönetimdeki partiyle bağımsız davranamayacak kadar yakın ilişkiler içinde bulunduğundan, hükümet istediği gibi davranabilmiştir.

 

Ancak DP 1957 genel seçimlerinden, uyguladığı baskı politikalarına cevaben zayıflayarak çıkmıştır. Tüm bunlara ek olarak DP, artan enflasyon ve şiddetli bir döviz krizinden kaynaklanan ekonomik durgunluk yüzünden daha popülist bir siyaset izlemek durumunda kalmıştır. DP bu dönemde siyasal amaçlar için  dini kullanmaya başlamıştır.[8] 1950-1960 yılları arasında Diyanet İşleri Müdürlüğünce yapılan bir tahmine göre 5000 cami kurulmuştur ki bu rakam aynı süre içinde yapılan yeni okul sayısına eşittir.[9] Hatta 17 Şubat 1959’da çoğu yolcunun ölümüyle sonuçlanan uçak kazasında Menderes’in mucizevi kurtuluşu bile parti tarafından kullanılmıştır[10]

 

Adnan Menderes 1958’in sonunda , muhalifler ve  kendisini eleştirenler de dahil olmak üzere herkesi hükümetin arkasında birleştirmek için bir “Vatan Cephesi” oluşturarak yeniden otorite kurmaya çalışmıştır. Bu cepheye katılmayı reddedenler yıkıcı olarak lanetlenmiş ve bu uygulama gerilimi arttırmıştır. Muhalefet, hükümeti yasal ve kurumsal yollardan değiştirme umudunu kaybederken hükümet ise her yolu deneyerek muhalefeti taciz etmiştir. Nihayet Nisan 1960’ta DP’nin meclis grubu, muhalefetin yıkıcı olarak betimlenen ve bir askeri ayaklanmayı amaçladığı düşünülen faaliyetlerini soruşturmak için bir komitenin kurulmasını önermiştir. 18 Nisan’da böyle bir komite kurulmuş ve anayasayı açıkça ihlal eden yetkilerle donatılmıştır.

 

Başkentte öğrenciler, bazı profesörlerin önderliğinde , bu önleme karşı kısa süre içinde öteki kentlere de yayılan gösteriler yapmışlardır. Hükümet sıkıyönetim ilan ederek karşılık vermiş ancak sükuneti sağlayamamıştır. Gösteriler Mayıs sonuna kadar sürmüş ve nihayet Menderes, 24 Mayıs’ta soruşturma komitesinin görevini tamamladığını  ve sonuçların kısa bir süre içinde kamuoyuna açıklanacağını ilan ederek ortamı yatıştırmaya çalışmıştır. Hatta Menderes Eylül’de erken seçim yaparak  siyasal durumu normalleştirmeyi düşünmüştür. Fakat bu jestler için artık çok geç kalınmıştır. Sonunda, DP yönetimine karşı olan subaylar 27 Mayıs 1960 günü bir darbe yapmışlar ve hükümeti devirmişlerdir[11]

 

DP idarecileri , ordunun önde gelen subaylarının eski yönetimle ve özellikle İsmet İnönü ile olan yakın ilişkilerinden dolayı orduya karşı hep güvensizlik duymuşlardır. Ama ordunun yönetim kademesinde 1950’de yapılan temizlik hareketinden sonra rahatlamışlardır. Gerçekten de Silahlı Kuvvetlerin üst kademesinin on yılın uzunca bir süresi boyunca seçimle gelmiş hükümete sadık kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu durum 1950’lerin sonunda bütün subayların sadık kalacağını garantilemiyordu. Bunun sebebi NATO üyeliği ile ABD’nin Silahlı Kuvvetlere yaptığı para yardımının ve verdiği bilgi hizmetlerinin neden olduğu temel değişikliklerde yatmaktadır[12]

 

Demokratların 1960 askeri harekatından İsmet İnönü’yü sorumlu tutmasına karşılık Metin Toker, “1957’den beri İsmet Paşa’nın iktidarı uyardığını ve her şeyden habersiz olan İsmet Paşa’ya darbenin yapıldığını bizzat kendisinin haber verdiğini” söylemektedir[13]

 

Silahlı Kuvvetler 27 Mayıs sabahı fazla bir direnişle karşılaşmadan harekatı gerçekleştirmişlerdir. Sabahın ilk saatlerinde Cumhurbaşkanı Celal Bayar, TBMM Başkanı Refik Koraltan, İçişleri Bakanı Namık Gedik başta olmak üzere DP milletvekilleri gözaltına alınarak Harp Okulu binasına götürülmüşlerdir. 26 Mayıs gecesi Eskişehir’de bulunan ve sabahın ilk saatlerinde Ankara’da bir hareketin olduğunu öğrenerek Kütahya üzerinden Ege illerine doğru kaçma girişiminde bulunan Adnan Menderes ise, Kütahya’da durdurularak bir uçakla Ankara’ya getirilmiş ve böylece darbenin ilk aşaması başarıya ulaşmıştır.

 

Silahlı Kuvvetler iktidarın bundan böyle Orgeneral Cemal Gürsel başkanlığındaki Milli Birlik Komitesi’nin elinde olduğunu duyurmuştur. Darbeyi gerçekleştirenlerin, ilk bildirilerinde üzerinde durdukları iki noktadan biri, “Ülkede kardeş kavgasını engellemek için yönetime el koydukları” , diğeri ise “Türkiye’nin dış politikası açısından NATO’ya ve CENTO’ya bağlı olduğu”dur.[14]

 

Ancak Milli Birlik Komitesi’nin ülkenin yüz yüze bulunduğu sorunları çözecek bir eylem planı yoktu. Kendi çözümlerini ortaya koyamayan MBK, bir grup akademisyeni bir komisyon oluşturarak yeni bir anayasaya hazırlamaya davet etmiştir[15] İstanbul Üniversitesi’nden rektör Sıdık Sami Onar’ın başkanlığında beş hukuk profesöründen oluşan komisyon (Onar Komisyonu) Ankara’ya gelerek bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride profesörler, DP hükümetinin –özellikle de Tahkikat Komisyonlarını kurduğu için- anayasaya aykırı davranmış olduğu ve bu yüzden meşruluğunu yitirdiği gerekçesiyle askeri müdahaleyi haklı göstermişlerdir. Bu yorum MBK tarafından kabul görünce, ordu Demokrat Parti’yi doğrudan karşısına almış oldu ve ordunun partiler üstü olma iddiası son buldu. 31 Ağustos’ta DP’nin çalışmaları durdurulmuş ve 29 Eylül’de parti kapatılmıştır.[16]

 

Onar Komisyonu, siyasal otoritenin ve yasal hükümetin kurulmasından önce devletin yenilenmesini ve yeni toplumsal kurumların oluşturulmasını tavsiye etmiştir. Bu da yeni bir anayasanın hazırlanmasını, yeni yasaları, kurumları ve yeni bir seçim yasasını gerektirmiştir. MBK, bu görevleri yerine getirmek için, profesörlerin 12 Haziran 1960’ta geçici bir anayasayla meşrulaştırdıkları bir ara hükümet kurmuştur[17]

 

MBK, 15 Ekim 1961’de serbest seçimle yeni bir hükümet işbaşına gelene kadar, on yedi ay çalışmıştır. Bu on yedi aylık süre içinde, Türkiye’nin geleceği bakımından  büyük önem taşıyan pek çok olay gerçekleşmiştir. 1960 Ağustosunda Türk Silahlı Kuvvetlerini “gençleştirme” hareketinin bir bölümü olarak, 5000 subay emekliye sevk edilmiştir. Ekim ayında, MBK, tam yeni bir Üniversite Muhtariyeti kanununun geçirilmesinden önce, 147 üniversite hocasını üniversitelerden uzaklaştırmıştır. 14 Ekim’de Demokrat Parti hükümetinin 400’den fazla liderinin, on bir ay süren ve Başbakan Menderes ile iki bakanının asılmalarıyla sonuçlanan yargılanması başlamıştır.[18]

 

Metin Toker, İnönü’nün tüm çabalarına rağmen Menderes’in idamını engelleyemediğini “…16 Eylül akşamı İsmet Paşa da, Cevdet Sunay da, Cemal Gürsel de, olaylardan bilgisi olan herkes kaderin, Menderes’in  etrafında ağlarını örmüş olduğunu  ve bu ağların hiç kimse tarafından kesilmesinin olanaksızlığını bilmekteydi…” diyerek belirtmiştir[19]

 

Demokratların önde gelenlerinin idamlarının ardından Kasım ayında MBK, seçimi süresiz olarak geri bıraktırmaya çalıştıkları iddia edilen on dört radikal üyesini safları arasından çıkarmıştır. Bundan sonra Türkiye, her zaman için güçlüklerden uzak bulunmamakla beraber gittikçe artan bir hızla sivil idareye dönüş yolunda ilerlemiştir. 



[1] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 5. Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2002, s.13.

[2] Mümtaz Soysal, Fazıl Sağlam, “Türkiye’de Anayasalar” , Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, C.I, İletişim Yayınları, İstanbul, (1983-1985), s.28.

[3] Turan, a.g.e., s.14

[4] Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, (Çev: Yavuz Alogan), Kaynak Yay., İstanbul, 2002, s.136.

[5] Walter F. Weiker, Amerikalı, Fransız, Rus Gözüyle 1960 Türk İhtilali, (Çev: Mete Engin), Cem Yayınları, İstanbul, 1967, s.18.

[6] Ahmad, a.g.e., s.136.

[7] Weiker, a.g.e., s.19.

[8] Ahmad, a.g.e., s.138.

[9] Weiker, a.g.e., s.17.

[10] Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, (Çev: Yasemin Saner Gönen); İletişim yayınları , İstanbul, 2000, s.349.

[11] Ahmad, a.g.e., s.138.

[12] Zürcher, a.g.e., s.347.

[13] Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, Demokrasiden Darbeye (1957-1960), Bilgi Yayınevi, Ankara, 1991, s.12.

[14] Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (1950-1995), İmge Kitabevi, Ankara, 2000, s.92.

[15] Ahmad, a.g.e., s.153.

[16] Zürcher, a.g.e., s.353.

[17] Ahmad, a.g.e., s.154.

[18] Weiker, a.g.e., s.34-35.

[19] Toker, a.g.e., s.287.