STRATEJİK DERİNLİK IŞIĞINDA ELEŞTİREL BİR PORTRE
BİR STRATEJİSTİN DERİNLİK AÇMAZLARI : AHMET DAVUTOĞLU

NECMETTİN IŞIK – TAHİR EZGİ – CEM KİREMİT
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER

Sponsor Bağlantılar

“Dış politika, iç teşkilât ve iç politikaya dayandırılmak mecburiyetindedir, yani iç teşkilâtın tahammül edemeyeceği genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayali dış politikalar peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kaybederler”1

M. K ATATÜRK

Dinamik bir süreçten geçen bir toplumun bireyi olarak o toplumla ilgili stratejik analizler yapmak, hızla akan ve debisi yüksek bir nehrin içinde seyrederken o nehrin yatağı, akış hızı, akış istikameti ve başka nehirlerle olan ilişkisi konusunda fikir yürütmeye benzer. Hem incelediğiniz nehrin içinde siz de akmaktasınızdır, hem de bu akışın özelliklerini anlama ve bu özelliklere göre nehrin bütünü hakkında bir tasvir, açıklama, anlamlandırma ve yönlendirme çerçevesi oluşturma sorumluluğu taşımaktasınızdır. Nehrin dışına çıkarak baktığınızda sizinle birlikte akan zerreciklerin ruhuna ve kaderine yabancılaşarak ahlakı kayıtsızlık içindeki sıradan bir gözlemci durumuna düşersiniz; nehrin akıntısına kendinizi bırakarak sürüklendiğinizde ise ne var olan gerçekliği hakkıyla anlayabilirsiniz ne de bu gerçeklikle ilgili kendi iradenizi oluşturarak tarihe ağırlık koyabilirsiniz.

Bu ikilem içinde nehrin ruhuna ve kaderine yabancılaşmak ahlaki sorumluluk, nehrin akıntısına kapılmak ise bilimsel sorumluluk alanını daraltır.

Anlamak, zaman ve mekan derinliğine nüfuz etmek ve bu derinlik ile zihinsel imajlar arasında bir tür irtibat kurmakla başlar…2

Eserin henüz önsözünde sarsıcı bir iradeyle kaleme alınmış ve önem atfedilmiş, zaman, mekan, derinlik ve zihinsel imaj gibi parametreler ışığında tezin ruhu ve stratejisinin doğası net bir biçimde gözler önüne serilmiştir. Akademik bir yazı olmaktan çıkıp, beğenilerin ve eleştirilerin ışığında kendi sınırlarını aşmış olan bu tezin belki de en önemli problemi nasıl okunması gerektiği gerçeğidir. Eserin hangi zaman dilimi içerisinde, ne şartlarda, hangi durumlar karşısında, ne amaçla ve hangi birimlerin menfaati üzerine yazıldığı noktalarının net belirtilmediği durumlarda ise bugüne kadar sıkça yapılmış olan yanlış üzerine yanlış inşa etme durumu tekerrür edecektir.

Tezin tanımını çok dar ve kısa bir kalıpta henüz başta yapmak gerekirse, Türk Dış Politikasının kısır dünü, sancılı bugünü ve gerekenlerin yapılmaması durumunda oluşacak muğlak yarınını anlatmaktadır. Çalışmayı emsallerinden farklılaştıran ise gelecek hakkında ki iradeli söylem ve önerileri oldu. Ahmet Davutoğlu üzerinde çalıştığı durum ve kavramların,açıklamaları doğrultusunda hareket edildiği sürece “realist” bir kapıya çıkan menfaat maximizasyonu konusunda iddialı fikirler öne sürdü. Fakat değişen konjonktür ve Türkiye hükümetinde ki değişimin de etkisi ile tez basit bir “dış politika kitabı” olmaktan çıktı ve Hasan Kösebalan’ın da ifade ettiği gibi Türk dış politikasını anlatma ötesinde, ele aldığı konular ile üslubu ve geliştirecek politikalar için bir kılavuz olma niteliğiyle Türkiye’nin bir tür “Grand jeo-stratejisini” ihtiva eder bir hal aldı.

Ahmet Davutoğlu eser yayınlandıktan sonra da açık bir şekilde esas sorunun teori ve dış politika açısından güzel bir gelecek inşa etmekten ziyade geçmiş tutumlar ve günü kurtarıcı eksik politikaların varlığının en kısa sürede ve en etkili şekilde temizlenmesi olduğunu vurguladı.

Eserin yazılışında ki ana düşünce de günümüz politikası çıkış merkezlidir. Günümüz dış politikasının bir stratejik vizyon eksikliğiyle malul olduğu ve bu eksikliğin, tezinin bir nevi torsosu sayılabilecek formülasyonunda sıkça bahsettiği topoğrafya ve tarihi mirasın en iyi şekilde değerlendirilmemesinden kaynaklandığını ve edilgen psikoloji ile dış politikanın günü kurtaran taktik hamleleri aşamadığı gerçeği etrafında şekillendiğini öne sürdü.

Günün karamsarlığı içindeki nikbin çıkarımları ise ilk olarak meslektaşlarından farklı okuduğu Soğuk Savaş ertesi düşünceler oldu. Stratejik Derinlik olgusunun pratiğinin basamaklarından biri olarak kullandığı bu dönem Davutoğlu’na göre Türkiye jeopolitiğinin önemini azaltmamış bilakis oynayacağı rol açısından kazanım elde edilebilecek bir durumun üzerinde tartışılmasının önünü açmıştır.

Sahip olduğu ekol ve dünya görüşü hasebiyle Ahmet Davutoğlu tüm bu aşılması gereken engelleri, sahip olunan avantajları ve idealist bir biçimde giriştiği yeniyi inşa etme tutumunu post-westphaliacı bir tutumla aşmayı ve geliştirmeyi öngördü. İzlediği katı ideolojik ve sabit teorililikten uzak durma diplomasisi, geliştirdiği formüllerinde pek rastlanmasa da, bu formülü hayata geçirme aşamasında değişken birtakım kavramlarla ve ekolünün liderlerinin diplomatik mirasına sahip çıkma durumlarını sentezleyerek neo bir birleştirici diplomasiyle anılmasını sağladı.

Güç denklemi ve güç unsurları tabanlı geliştirdiği güç maksimizasyonuna ve milli menfaate dayalı formüllerde incelediğimiz salt realist paradigmayı, liberal ve inşacı retoriklerle bir arada yürütmesi (daha sonra da üzerinde duracağımız gibi) bir çok eleştiriyi de beraberinde getirdi. Ahmet Davutoğlu “stratejik derinliğinin” temel yapıtaşını şu şekilde açıklamıştır.

Bir ülkenin uluslararası ilişkilerdeki göreceli ağırlığı ve gücü konusunda bu kaygıları da göz önünde bulunduracak şekilde değişik tanımlamalar geliştirilebilir. Sabit verileri (SV) tarih (t), coğrafya (c), nüfus (n) ve kültür (k) olarak; potansiyel verileri (PV) ekonomik kapasite (ek), teknolojik kapasite (tk), ve askeri kapasite (ak) olarak tanımlarsak bir ülkenin gücünü şöyle bir formülle gösterebiliriz.

“G=(SV+PV) x (SZ x SP x Sİ)”

Bu formülde SZ stratejik zihniyete, SP stratejik planlamaya, Sİ siyasi iradeye tekabül etmektedir.

SV= t+c+n+k ve PV= ek + tk + ak olduğu için formülün açılımı;

G= {(t+c+n+k) + (ek+tk+ak )}x (SZ x SP x Sİ) şeklindedir.3

Tezde tek tek açıklanan veriler ve değişken parametrelerde üzerinde itina ile durulmasına yol açan paradoksların bulunması, çalışmanın handikaplarından sadece biridir.

Bu formülasyonu uygulamada kullandığı Özal mirası olan aktif ve çok boyutlu dış politika, ülkenin tarihsel sürekliliğini ve sorumluluklarını inkar etmeyerek bunları kullanmak suretiyle söz konusu problemleri avantaja çevirmeyi amaçlattı ve Ahmet Davutoğlu bu, geleceği inşa sürecinde geçmiş ile yapılan ortak çalışmalar bütününe “çok yönlü ve esnek” sınırlar içinde kattığı ve geliştirdiği kavramlar ile “Davutoğlu Effect” olarak somutlaştırılacak bir boyuta ulaştı. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkilere mal olan bu çalışma hala fevkalade eleştiri alsa da, belirli bir güruh içinde kılavuz olma niteliğini devam ettirmektedir ve “stratejik derinliğin peşinden koşmak” olarak devam eden bir fiiliyata kılavuzluk etmektedir.

Stratejik Derinliğin Peşinden Koşmak

Stratejik derinlik doktrini edilgen, pasif, bekle-gör anlayışına dayalı klasik Türk dış politikasının yerine aktif, uluslar arası sorunlara müdahil olan, etkin, saygın ve yönlendirici bir dış politikayı öngörmektedir. Bu öngörü Ahmet Davutoğlu’nun Türk dış politikasındaki etkisiyle hayata geçirilmeye çalışılmıştır. İdealist bir vizyonu olması gereken dış politika etkisini günümüzde hissettirmiştir. Stratejik Derinliğin anahtar kelimeleri üzerinden dış politikaya yansımalarını görmek mümkündür. Bu yansımalar kimi zaman hedeflenenin uzağında kalmıştır.

Merkez Ülke

Ahmet Davutoğlu tarafından Türkiye’nin uluslararası sistem
içindeki hareket kabiliyetini ifade etmek için kullanılmıştır. Buna göre, merkez ülke kavramının iki temel düzeyi vardır. Birincisi, geleneksel olarak Türk dış politikası söyleminde belirginleşen ve Türkiye’nin batı ile doğu arasında hem materyal hem de kültürel olarak “bağlantısına” işaret eden “köprü ülke” tanımlamasına yönelik eleştiridir. Bu eleştiriye göre, “köprü ülke” söylemi Türkiye’nin uluslararası sistem içindeki konumunu “kendi bağımsız varlığı olan bir aktör” olarak algılamaz, “bu tanımlamanın benimsenmesi, Doğu ile ilişkilerimizde Batı’nın değerlerini empoze etmeye çalışan bir Batılı, Batı ile ilişkilerimizde ise Doğu’nun olumsuz görülen unsurlarını taşıyan bir Doğulu olarak algılanmamıza yol” açmıştır. Bu temel eleştiriden hareketle, merkez ülke söyleminin ikinci düzeyi, Soğuk Savaş sonrası uluslararası sistemde küresel ve yapısal bir düzenlemenin diğer bir ifadeyle “düzen”in yokluğunu başlangıç noktası olarak alır. Türkiye’nin jeo-politik, jeo-kültürel ve jeo-ekonomik olarak Doğu ile Batı arasında bir “aktarım nesnesi” değil aksine çok taraflı manevra kabiliyeti sayesinde kurucu, yapıcı ve düzen kurucu bir ülke olmasına gönderme yapar. Bu anlamda merkez ülke kavramı, sadece coğrafi bir tanımla değil aynı zamanda Türk dış politikasının uluslararası sistemin dönüşümüne ve bölgesel-küresel düzeyde yeni bir düzenin kurulmasına yönelik tarih, kültür ve dini de içeren jeopolitik bir perspektiftir.4

Merkez ülke kavramı Dışişleri Bakanlığının hazırlamış olduğu “sorumluluk ve vizyon 2014 yılına girerken Türk Dış Politikası” adlı kitapçıkta; dünyada hem siyasal hem de ekonomik düzlemde güç dengelerinin yer değiştirdiği ve yeni bir dünya düzeninin ana hatlarının belirlediği bir süreçten geçilmektedir. Türkiye, fırsatlarla tehditlerin iç içe geçtiği bu dönemde değişimin odağında bulunan merkez ülke konumundadır şeklinde yansımıştır. Buradan da anlaşılacağı üzere yeni dünya düzeninin oluşturulmasında Türkiye’nin merkez ülke olduğu iddia edilmektedir. Fakat Türkiye’nin bu yeni düzenini nasıl oluşturduğu ve diğer aktörleri nasıl kanalize ettiği muammadır.

Komşularla Sıfır Sorun İlişkisi

Komşu ülkelerin tümüyle gelinecek sıfır problem noktası, aynı zamanda birinci esas ile de bütüncül bir noktaya ulaşmayı sağlayacaktır. Bu esas ‘Türkiye’nin etrafı sürekli düşmanlarla çevrilidir” psikolojisinden ve buna bağlı gelişen defansif refleksten kurtulup, bütün komşuları ile ilişkilerini iyi düzeye getiren bir ülke olma üzerine kuruludur5 demektedir. Ahmet Davutoğlu esasen bu politikayı denemesine karşın komşu ülkelerdeki iç faktörler proaktif olamama, herkese mavi boncuk dağıtma, dış politikayı iyi okuyamama nedenlerinden dolayı ‘sıfır komşu’ politikasına dönüşmüştür. Türkiye’nin ayrık olarak X ülkesi ile ve yine ayrık olarak Y ülkesi ile sıfır sorun politikası izlemesi mümkünken X ve Y ülkelerinin kendi aralarındaki ilişkiyi hesaba katamaması sıfır sorunu namümkün kılmıştır. Bunun en güzel örneği Azerbaycan ve Ermenistan örneğidir. Ermenistan ile kurulan futbol diplomasisi yoluyla normalleşmeye gidilirken, Azerbaycan’ın kaygıları göz ardı edilmiştir. Bir taraf kazanılırken diğer tarafın kaybedilmesi riski doğmuştur.

Model Ortaklık

Soğuk Savaş dönemi boyunca Türk-Amerikan ilişkilerine stratejik ortaklık damgasını vurmuştur. Stratejik ortaklık, iki ülkenin ortak bir tehdide karşı askeri, istihbari ve siyasi alanlarda ortaklık ettiği bir ittifak biçimidir.6 Türk-Amerikan ilişkilerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin baskın olduğu, Türkiye’nin ikincil konumda tutulduğu stratejik ortaklık modeli hiyerarşiktir. Soğuk Savaş sonrası önemini yitirse de 1 Mart Tezkeresi’nin hemen ardından anlamsızlaşmış, ölü bir modele dönüşmüştür. 2006 yılında yılında Dışişleri Bakanları Abdullah Gül ve Condoleezza Rice’nin imzaladığı ‘Türk-Amerikan Stratejik Ortaklığının İlerlemesi İçin Ortak Vizyon ve Bütünlüklü Diyalog’ ölü bir model olan stratejik ortaklığa suni tenefüs yapılmaya çalışılmıştır.

Model ortaklık kavramı, Barack Obama yönetimindeki ABD ile Türkiye arasında var olan siyasi-askeri-ekonomik ilişkilerin düzeyini ve içeriğini tanımlamak için kullanılmıştır. İlk defa Nisan 2009’da Obama’nın Türkiye’ye yaptığı ziyarette kullanılan kavram, stratejik düzeyde Türk-Amerikan ilişkilerinin geldiği ve gelmek istediği noktayı göstermektedir.7

1 Mart tezkeresi sonrası Türkiye-Amerikan ilişkilerinde ortaya çıkan krizi ortadan kaldırmak için ortaya atılmıştır.

Model ortaklık özünde stratejik ortaklığın yerine geçmesi beklenen yeni ilişki tarzını anlatmayı hedefliyordu. Ancak tarafların model ortaklık konusunda uzlaştığı tek noktada bu iradenin kendisiydi. Model ortaklık üzerinde uzlaşılmış bir çerçeveyi değil, sadece iki ülkenin ilişkileri iyileştirme iradesinin ortak olduğu, ilişkilerin farklı bir şekilde tanımlanacağını, hatta tanımlanması gerektiği konusunda görüş birliğini ifade ediyordu. Bir başka deyişle, her iki taraf da model ortaklığı aslında ‘boş gösteren’ olarak kodlamışlar, ancak bu çerçeveyi farklı algılamaya devam etmişlerdir.8 Model ortaklık kavramı, uluslararası ilişkiler literatüründe bulunmayan, Türk-Amerikan ilişkilerindeki belirsizliği altı doldurulamayan başka bir belirsiz kavramla tanımlamaya çalışmak ile risk faktörünü arttıracaktır.

Yumuşak Güç

Dış politikanın diplomasi, kültür, diyalog, iş birliği, karşılıklı ekonomik bağımlılık ve tarihsel birikim gibi unsurlar üzerine dayandığı bir anlayışı işaret etmektedir.9 Genellikle ekonomik işbirliğinin artması sonucu ülkeler arası diplomatik ilişkilerin arttığı bir gerçektir. Türkiye son dönemlerde Afrika Kıtası ile olan ticaret hacmini büyütmüş ve bununla orantılı olarak Afrika’daki diplomatik misyonlar ve diplomatik ilişkiler artmıştır.

Türkiye’nin batı değerlerine sahip olması, yüzünü batıya döndürmesi, Avrupa Birliği ile olan ilişkileri ve demokrasi ile anılan bir ülke olması dolayısıyla Ortadoğu’ya ‘model ülke’ olarak gösterilmektedir. Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin yumuşak gücü demokrasidir demektedir. Demokrasi de tıpkı ekonomik ilişkiler, kültür, kimlik, diyalog ve işbirliği gibi yumuşak güç unsuru oluşturabilmektedir.

Son dönemlerde Ortadoğu’da meydana gelen gelişmeler ve özellikle Suriye’de yaşanan olaylar Türkiye’nin yumuşak güç olma iddiasını tartışmalı hale getirmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Süleyman Şah türbesine yönelik saldırılarda ‘hard power olmadan soft power olmaz’ diyerek sorunu sert güçle çözmeyi gündeme taşımıştır.

Türkiye’nin dış politikada realist perspektifini kaybetmesi, dış politikanın Sünni-muhafazakar bir zemine oturtulması, hem iç hem dış politikada demokrasinin irtifa kaybettiği iddiaları, yumuşak güç olma yönünde negatif etki yapmaktadır.

Çok Boyutlu Dış Politika

Ahmet Davutoğlu, ‘Türkiye’nin merkez karakteri dolayısıyla dış politikasının çok boyutlu ve çok kulvarlı bir yapı kazanmasıdır. Bugün uluslararası ilişkilerin seyrettiği dinamik şartlarda, Türkiye’nin statik ve tek parametreli bir politika yürütmesi
mümkün değildir10 demektedir. Amerika Birleşik Devletleri ziyareti sırasında “Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir”11 demeciyle çelişkili ifadeler kullanmıştır. Buradan da yola çıkılarak Türkiye’nin klasik dış politikasının izlerini taşıdığını, çok boyutlu dış politikanın Amerika Birleşik Devletleri’nin öncelikleri ile endeksli olduğu açıktır.

Medeniyetler İttifakı

2004 yılında İspanya ve Türkiye’nin başlattığı ve 138 üye devlete ulaşan medeniyetlerin uzlaşma ve ittifakı üzerine kurulu bir girişimdir. Bu girişim özellikle 11 Eylül sonrası dönemde sıkça tartışılan Samuel Huntington’un Medeniyetler Çatışması tezinin bir antitezidir. Farklı medeniyetlerin kendi arasındaki diyaloğunun geliştirilmesi, medeniyetlerin birbirlerini tanıması, kutuplaşmayı önlemesi açısından hayati olsa da kurucu ülkeler Türkiye ve İspanya’nın dış politikalarında önemini yitirmiştir.

Ritmik Diplomasi

Operasyonel dış politika prensiplerinden biri olan ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde daha fazla aktif olmasını öngören ritmik diplomasi, bütün uluslararası örgütlerde ve küresel-uluslararası meselelerde bir aktör olarak Türkiye’nin var olmasını amaçlamıştır.12 Statik diplomasi anlayışından dinamik şartlara intibak ederek13 ziyaretlerle görüşmelerle aktif bir dış politika amaçlanmaktadır.

Aşağıda Ahmet Davutoğlu’nun kullanmış olduğu @Ahmet_Davutoglu adlı twitter hesabından atmış olduğu mesajlara yer verilmiştir;

9 Mayıs: Suriye Türkmenleri Genel Kurulu’nda Türkmen kardeşlerimizle kucaklaştık.
18 Mayıs: Bosna-Hersek ve Sırbistan’da meydana gelen sel felaketi ile ilk dakikadan itibaren yakından ilgileniyoruz. 1/4
Az önce Bosna-Hersek Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi Sn. Bakir İzzetbegoviç ile görüştüm. Sırp yöneticilerle de sürekli temas halindeyiz. 2/4
Gerek ilgili kurumlarımız, gerekse bölgede görevli askeri birliklerimiz her türlü yardıma hazırlar. 3/4
Soma’nın acısını yüreğinde hisseden Balkan halklarının her ihtiyacı ile ilgilenmek için tüm imkanlarımızı seferber ediyoruz. 4/4
21 Mayıs: İki günlük CICA Zirvesinin sonunda Çin ve Kazak devlet başkanlarıyla ortak basın toplantısı düzenledik.
21 Mayıs: Zirvede CICA’da ekonomiden, çevreye, askeri ve siyasi alanlara kadar bir çok boyutta güven arttırıcı önlemler üzerinde durduk.
21 Mayıs: Zirvede BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’la Kıbrıs görüşmeleri, Libya’daki durum ve diğer gelişmeleri ele aldık.
21 Mayıs: Özbekistan Dışişleri Bakanı Abdulaziz Kamilov ile ikili ilişkilerimizi nasıl daha ileriye götürebileceğimizi konuştuk.
22 Mayıs: Bugün Balkanlar’daki sel felaketinden en çok etkilenen Bosna Hersek ve Sırbistan’ın büyükelçiliklerini ziyaret ettim.

Mekik Diplomasisi

Genellikle kriz zamanlarında ve konularında kendisine uygulama alanı bulan ve taraflar ve konuyla dolaylı ilgisi olan aktör ile kısa süre içerisinde yoğun ve seri diplomatik görüşmeler gerçekleştirerek sonuca ulaşmayı amaçlayan bir diplomasi türüdür.14 Ahmet Davutoğlu’nun Ekim 2009’daki yaptığı görüşmeler mekik diplomasisine örnek gösterilebilir.

Davutoğlu, 30 Eylül’deki BM Güvenlik Konseyi toplantısına katıldıktan sonra, 1 Ekim sabahı Türkiye’ye dönüşünde yaptığı basın toplantısında, Türkiye için Ekim ayının, küresel barış için bölgede ve yeryüzünde barış, diplomasi ve politika ayı olacağını ilan etti. Türk Dışişleri Bakanı, Brüksel’e gidip hemen o akşam AB Komisyonu Başkanı José Manuel Barrosso, Komisyonun genişlemeden sorumlu Yüksek Temsilcisi Olli Rehn ve AB Dönem Başkanı, İsveç’in Dışişleri Bakanı Carl Bildt ile görüşmeler yaptı. Daha sonra Azerbaycan ve Nahcivan’da Cumhurbaşkanı Gül ile birlikte Türk zirvesine katıldı. Ardından İstanbul’da, Davutoğlu’nun başkanlığında, Güneydoğu Avrupa ülkelerinin Dışişleri Bakanları toplantısı yapıldı. Balkanlar’da barışın nasıl kalıcılaştırılabileceği konusu üzerine görüşüldü. Davutoğlu “Benim için 9 Ekim günü ilginçti. 10 Ekim sabahı Bosna-Hersek, Sırbistan ve Türk dışişleri bakanları olarak üçlü bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantı Balkanlar’daki barış için önemliydi. Ay boyunca bu meslektaşlarımla aynı konu üzerine görüşmelerde bulunduk,” diye belirttikten sonra, Cumhurbaşkanı Gül’ün Sırbistan ziyaretine de değindi.10 Ekim akşamı Zürih’te gerçekleşen, Avrupa Birliği Dış Politika ve Yüksek Temsilcisi Javier Solana, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner ve ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un da katıldığı toplantıda; Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan ile iki ülke arasındaki durumu normalleştiren anlaşmayı imzalayarak tarihi bir adım attı. Daha sonra Davutoğlu on iki Türk bakanla Suriye’ye gidip vizeyi kaldıran anlaşmayı imzaladı. Anlaşma sonrası sınırda gerçek bir bayram havası yaşandı. Önceden de iyi olan Türkiye-Suriye ilişkileri yoğun bir entegrasyon dönemine girmiş oldu. 14 Ekim’de Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Türkiye’ye futbol maçı izlemek için geldi. Böylelikle iki ülke arasında yeni bir etap başlıyordu. 15 Ekim’de Başbakanın başkanlığındaki bir heyetle Irak’a gidildi. On tane bakanın katıldığı bu görüşmelerde bir gün içinde sağlık, enerji, çevre, ticaretle ilgili alanlardan toplam kırk sekiz anlaşma imzalandı. Bir gün sonrasında Bosna-Hersek ve Arnavutluk’a ziyaretler yapıldı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu iki gün sonra Bakü’de Karadeniz ekonomik iş birliği toplantısına katıldı. Daha sonra Başbakan ile Pakistan ve İran seyahatleri yapan Dışişleri Bakanı, orada Pakistan’ın demokratik yapısını korumak için terörizme karşı duruşunu güçlendirmesi yönünde görüşmelerde bulundu. İran’da başta nükleer programlar olmak üzere, bölgesel ve küresel barış için bir dizi görüşmeler yapıldı. Bir gün sonra tekrar Irak’a gidildi ve ilk defa Basra ve Musul’dan sonra Erbil şehri de resmi olarak ziyaret edildi. Tabi ki tüm bunların paralelinde Kıbrıs ile ilgili çok yoğun görüşmeler ay boyunca devam etti. Yunanistan Başbakanı Yorgo Papandreu güzel bir jestte bulunarak ilk dış resmi yolculuğunu Türkiye’ye yaptı.15

Mekik diplomasisinin temel mantığı muhatap olan tarafı diplomatik ataklarla istenilen konuma çekmektir.

Neo-Osmanlıcılık

İlk olarak 1990’ların başında Turgut Özal döneminde Türk dış politikasında Soğuk Savaş sonrası döneme adaptasyonunda izlenen politikayla gündeme gelen bu kavram Ak Parti hükümetiyle birlikte özellikle Türkiye’nin yakın çevresinde artan nüfuz ve ilgisini tanımlamak amacıyla kullanılmıştır. Eski Osmanlı coğrafyasında Türkiye’nin yeniden nüfuz kurma ideali anlamına gelen bu kavram özellikle uluslararası çevrelerde sıklıkla kendisine kullanım alanı bulurken, geleneksel Türk dış politikasından bir kaymaya işaret etmek
için kullanılmıştır. Bununlar birlikte Türk dış politikasının Batı eksenli stratejik kimliğinin Ortadoğulaşmasına ve İslamlaşmasına işaret etmek için de kullanıl-maktadır. İç politik düzlemde ise söz konusu kavram, devlet ideolojisinin, siyasetin, toplumun ve kimliklerin yeniden fakat “Osmanlıcılık” ve İslamcılık ekseninde tanımlanması şeklinde kullanılmaktadır. Ak Parti hükümeti belli dönemlerde kavramı olumlu karşılasa da, politika yapımcılarına göre bu kavram, aktif dış politikayı bir tehdit olarak algılayanlar tarafından üretilmiş ve temelde “Balkanlar’da, Ortadoğu’da, Kafkaslar’da, ‘Osmanlı havası’, yani ‘Türkiye yeniden hegemonya kurmak istiyor’ gibi bir hava” oluşturulmuştur.16

Türk dış politikasında neo-Osmanlıcılık etkisi Davutoğlu’nun başbakan özel danışmanı ve özellikle Mayıs 2009’da Dışişleri Bakanı olduktan sonra hissedilir olmuştur. Neo-Osmanlıcılık fikri uluslararası düzlemde aktör olmayı hedefleyen Türkiye için Osmanlı hinterlandında, Osmanlı tarihi mirası ve birikimi ile kimlik inşası esası üzerinde durmuştur. Büyük savaşlar ve yıkımlar sonrası yeniden dizayn edilen uluslararası ilişkiler, Soğuk Savaş sonrası Grand bir değişime uğramamış ve II.Dünya Savaşı ile oluşturulan ‘Birleşmiş Milletler Sistemi’ ile aynı kalmıştır. Bu noktada yeniden dizayn edilmeyi bekleyen uluslararası sistemde Türkiye’yi merkez ülke hatta küresel aktör yapacak stratejik derinliği derinleştirecek kimlik, neo-Osmanlıcılık olarak kabul edilmiştir.

Ahmet Davutoğlu Osmanlıcılık ve Özal döneminde neo-Osmanlıcılığın ortak yanlarını şu şekilde değerlendirmiştir:

I- Devletin uluslararası konjonktüre uyum sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması
II- Her iki dönemde de devletin bütünlüğünü tehdit eder şekilde yükselen milliyetçi akımların tesirini de gözetecek şekilde yeni bir siyasi kimlik ve kültür oluşturma çabası
III- Bu yeni siyasi kültür arayışında batılı değerle geleneksel değerler arasında uyum kurmaya çalışan eklektik bir tavrın benimsenmesi
IV- Tanzimat döneminde 1815’de Viyana Kongresi ile oluşan Avrupa sistemine, Soğuk Savaş sonrası dönemde de derinliğine bütünleşme trendine giren AB sistemine entegre olma çabası
V- Viyana Kongresi’nin getirdiği güçler dengesi sisteminde yükselen güç olan İngiltere ile Soğuk Savaş sonrası dönemde ise tek süper güç konumu kazanan ABD ile uyumlu stratejik arayışlar içinde olunması17

Anlaşılacağı üzere Osmanlıcılık ve Özal dönemindeki neo-Osmanlıcılık perspektifleri uluslararası düzlemde devletin entegrasyonunu sağlamak, büyük güçler ile çıkar ilişkileri oluşturmak, etken değil edilgen bir konum edinme amacı taşımıştır. Fakat stratejik derinlik ile beraber bahsedilen durumlar tersine çevrilmeye çalışılmıştır.

Neo-Osmanlıcılığın ön ideolojik varsayımı bir kültürün ve kimliğin varlığını ve diğer kültür ve kimliklerden farklılaştığına vurgu yapar. Bu Stratejik Derinlik kitabına şöyle yansımıştır;

* Türkiye’de siyasi kültür, taşıdığı dinamik karakterle Batı Avrupa ve Amerikan toplumlarının siyasi kültürlerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır
* Türkiye’yi farklı bir eksene oturtan ve özgün bir siyasi kültür dinamizmini doğuran temel fark, Türkiye’nin zaman ve mekanla ilgili iki sabit değişkeninde, yani tarihinde ve coğrafyasında aramak gerekmektedir. Bu iki sabit değişkenin siyasi yapı üzerindeki etkileri ve uluslararası ilişkiler içinde kazandıkları yeni anlamları bu değişkenlerin psikolojik ve sosyolojik faktörleri de devreye sokan bir dinamizme kaynaklık etmesini sağlamaktadır
* Türkiye’deki siyasi kültürü diğer toplumlardan farklı kılan en önemli tarihi faktör, bu ülkenin geçmişte dünya ana kıtasının ana kavşak noktalarını da içinde barındıran, özgün ve uzun ömürlü siyasi düzen kuran medeniyetin merkezi olmasıdır
* Toplumsal aidiyet hissinin güçlü bir tarihi ve sosyo-kültürel temele oturtulması ve bu aidiyetten beslenen bir fikir özgürlüğü ortamının oluşması, böylesi zengin bir stratejik düşünce atmosferinin oluşmasının asgari şartıdır.

Teorik olarak Türkiye’yi Balkanlar, Ortadoğu, Kafkasya ve Ön Asya’da odak noktası haline getirmeye çalışan doktrin ‘stratejik derinlik’, neo-Osmanlıcılık ideolojisini Osmanlı özlemini itici güç olarak kullanarak Türk dış politikasını değiştirmeyi ve vizyon odaklı diplomasiyi hedeflemektedir. Bu teori ilk olarak söylem düzeyinde sonrasında ise pratikleştirilmeye çalışılmıştır.

Söylem Düzeyinde Neo-Osmanlıcılık

3 Mayıs 2009 Dışişleri Bakanlığı Görev Değişimi; Ahmet Davutoğlu: Türk dış politikası artık tek bir bölge ile anılan ülke değildir. Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan Balkan, Kafkasya, Karadeniz, Ortadoğu, Akdeniz, Hazar ve etkileri itibarı ile körfez ülkeleri arasında merkez bir ülkedir. Bütün bu ülkelerde Türkiye düzen kurucu ülke rolünü üstlenmek durumundadır. Bizim sadece 70 milyonu temsilimizin ötesinde her Türk’ün bulunduğu, geçmişte bu topraklarda her türlü irtibatı sürdürmüş olan bütün topraklara tarihi bir borcumuz var. Bu borcumuzu en iyi şekilde yerine getirmek durumundayız.18

3 Ekim 2009; Ahmet Davutoğlu: Son yedi yıldır Cumhuriyet restore edilmektedir, bu bir yıkım değildir. 21.yüzyılda tarih Türkiye’den yana akmaktadır. Bunu görebilmeliyiz. Ne din elden gitmektedir, ne de laiklik. Henüz bakan olmadan dış politika baş danışmanı ve bir akademisyen olarak katıldığım pek çok uluslar arası toplantıda katılımcıları “challenge etmek” için Ben Osmanlıyım” dedim. Ancak kendimi her zaman Türk hissettim.19

22-23 Kasım 2009 Ak Parti 14. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı; Ahmet Davutoğlu: Osmanlı’dan kalma mirasımız var. Yeni Osmanlı diyorlar, Evet, yeni Osmanlıyız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız. Afrika’ya da açılıyoruz. Büyük devletler şaşkınlıkla takip ediyorlar.20

10 Haziran 2010 İstanbul Türk-Arap İşbirliği Forumu; Ahmet Davutoğlu: Türk ve Arap dünyası, Kars’tan Fas’a ve Moritanya’ya, Sinop’tan Ekvator’a, İstanbul Boğazı’ndan Aden Körfezi’ne, Çanakkale Boğazı’na dek dünyanın en önemli strateji kavşağıdır. Biz bunu güvenlik, ekonomik entegrasyon ve refah kavşağına dönüştürmek istiyoruz. Kararlıyız. Bugün İstanbul’da tarihin akışı değişiyor. Aramızdaki duvarlar bir bir yıkılıyor. Bu yeni zihniyet yeni tarihi inşa edecektir ki, bu tarih dünyanın en önemli stratejik kavşağında yep yeni bir atmosfer oluşturmaktadır.21

Oluşturulan bu retorikle neo-Osmanlıcılığa, İslami ve muhafazakar değerlere referans verilerek adım adım yeni kimlik inşası, taban oluşturma, algı yönetimi siyaseti izlenmiş ve Osmanlı hinterlandında yaşayan halklara mesaj verilmiştir. Sonrasında ise neo-Osmanlıcı olma iddiası reddedilmiştir.

Davutoğlu Washington Post Gazetesi yazarı Jackson Diehl’e verdiği mülakatta, ‘İngiltere eski sömürgeleri ile bir milletler topluluğu halinde, neden Türkiye, eski Osmanlı topraklarında, Balkanlar’da, Ortadoğu ve Orta Asya’da yeniden liderlik kurmasın’ demektedir’22 Bu mülakatın ardından TRT’ye verdiği demeçte böyle bir şey söylemediğini dile getirmiştir. Türkiye’nin Osmanlı özlemini neo-Osmanlıcıkla nitelendiren ve bundan
hoşnut olmayan batı dünyasının sık sık bu kavramı kullanması sonrası Davutoğlu bu kavramı kullanmamaya başlamıştır.

Başka bir röportajında ‘Bize yeni Osmanlılar’ diyorlar. Ben bir defa bile böyle bir tanım yapmadım bunu benimsemiyoruz da demiştir.23

Neo-Osmanlıcılığın romantik havası, emperyal devlet kurma hayali uluslararası sistemin realist yapısında ilerlemesi, başarıya ulaşması mümkün değildir.

Eksen Kayması

Bir ülkenin var olan ittifak ilişkilerinden ve temel yönelimlerinden bir biçimde koparak başka yönelimlere ve ittifak sistemine geçmesi anlamına gelmektedir.24 Yukarıda sayılan komşularla sıfır sorun politikası, merkez ülke, çok kulvarlı dış politika, ritmik diplomasi, mekik diplomasisi, model ortaklık, yumuşak güç ve medeniyetler ittifakı gibi kavramlar eksen kayması tartışmalarına hız kazandırmaktadır. Klasik Türk dış politikası batı yönelimliyken yeni Türk dış politikasının Ortadoğululaşması bu tartışmayı beraberinde getirmiştir. Son birkaç yıldır Ortadoğu’da gelişen olaylar Türkiye-AB gelişmelerindeki seyir, eski-yeni dış politika arasındaki gelgitler dış politikanın eksensiz ve çapsız bir görünüme bürünmesine neden olmuştur.

2014 Yılında Türkiye’nin Stratejik İlişkilerinde Derinlik

Dış politikamızı mevcut stratejik ilişkilerimize yeni boyutlar ekleyerek geliştirmekteyiz. Bu bağlamda Avrupa ve transatlantik siyasi, ekonomik ve güvenlik yapılarıyla işbirliğimiz derinleşmektedir. ABD ile model ortaklık olarak tanımladığımız ilişkilerimiz birçok konuda ve geniş bir coğrafyada, çok yönlü ve eşit ortaklık felsefesine uygun bir nitelikte sürdürülmektedir. Türkiye, stratejik bir tercih olarak belirlediği AB’ye üyelik yolunda katılım müzakerelerini başarıyla sonuçlandırmak için gayretlerini sürdürmektedir. Ülkemizde kararlılıkla yapmakta olduğumuz reformlar bu süreci destekler niteliktedir. Keza, Avrupa-Atlantik güvenliğinin temel taşı olarak görmeye devam ettiğimiz NATO içindeki konumumuz da her geçen gün daha güçlenmektedir. Türkiye’nin İttifak’a yaptığı katkıların niteliği bir kanat ülke konumundan merkez ülke rolüne dönüşmüştür.25

Dış politikada devletler belli bir politika belirleyip uzun bir dönem bunu takip etmektedir. Klasik dış politikalar devletler için vazgeçilmezdir. Dış politikalardaki yenilikler her zaman için risk barındırmaktadır. Bu durum ‘maya metaforuna’ benzemektedir. İki riskli ihtimal vardır;

a) Maya tutmayabilir
b) Mayanın tutması uzun bir zaman alabilir

Türk dış politikasına Ahmet Davutoğlu maya metaforu ile bir yenilik getirmiştir. Maya metaforunun olumlu yönleri ilk başlarda hissedilse de 2011 yılından itibaren birinci şık etkisini hissettirmiştir. Son altı aylık periyotta tekrar bir restorasyona girişilmiştir.

Ahmet Davutoğlu ve Stratejik Derinliği önemli kılan faktör yeni bir mayalamayı dış politikada uygulamasıdır.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun siyaset anlayışında en belirgin özellik olarak öne çıkan yaklaşım şüphesiz “sıfır sorun” söylemi altında dikte edilen, komşuların hepsini içeren bütüncül ve sorunsuz politika olgusudur. Açıkladığımız bu kavramın elbette ki handikapları vardır.

Bertolth Brecht’in vecizesinde ki gibi bazen büyük sıçrayışlar için tabi ki dibe vurmak gerekir, fakat söz konusu olan edebiyat değil reel bir diplomasi ise, çok yüksekten düşmenin ölümcül sonuçlar doğuracağının da bilinmesi gerekir. Daha statik ve stabil dış politika izleyen üçüncü dünya ülkeleri dahi bazı açılardan Türkiye’den avantajlı durumda olabilir. Çünkü her zaman büyük avantaj olarak gösterilen çok yönlü dış politika, mekik diplomasi, maya metaforu gibi oynak politika örneklerinde herkesi memnun etme çabası bir yerde gerçekleşmezse, her yerde bocalamaya ve bütün dengelerin kontrolden çıkmasına sebep olur ve bu durumda “sıfır sorun” ideasını “bütün soruna” evrilmesini mümkün kılar.

Uygulanması meşakkatli fakat hayata geçirildiğinde çok önemli kazanımları olabilecek bu realist çıkar amaçlara hizmet eden ve amaç için liberal yöntemleri kullanmayı gerektiren bu politikanın uygulanması için elzem olan birçok unsur vardır. AK Parti döneminde sıkça zikredilen ve her defasında çokça sorgulanan sağlam irade ve istikrar olguları, bu değişken diplomasiyi gerçekleştirebilmek için gerekli en önemli altyapısal kavramlardır.

Davutoğlu’na göre, doksanlı yıllara damgasını vuran vizyon eksikliğinin ve istikrarsız koalisyon hükümetlerinin kısa dönemli değişken manevraları ile dış politika bürokrasisinin risksiz dış politika anlayışı arasında gidip gelen taktik adımların stratejik bir bütünlük oluşturamaması, biraz da bu konuda ki ortak bakış eksikliği nedeniyledir.26 Günü kurtarmaya yönelik hamlelerden kurtulması gereken Türkiye’nin yakın geleceğini hala üçüncü dünya ülkesi görüntüsünde gösteren darbe dönemleri ve özellikle 80 darbesi sonrası kurulan hükümetlerin akıbeti de Davutoğlu’nu destekler niteliktedir. Darbe sonrası kurulan hükümetlerin dışişleri bakanlarının ortalama ömrünün 1,5 yıl olması, istikrar ve irade kavramlarını imkansız hale getirmiştir. Bu ara dönemde İsmail Cem istisnasının ise Ecevit mirası söylemler sayesinde bütün ile barışan ulusalcı söylemlerin kısa ve geçici başarısı olduğunu söylemek mümkün. Davutoğlu’na getirilebilecek olumlu eleştirilerden biri ise tam bu noktada ideolojisine yönelik olabilir. İsmail Cem’in “başkalarına özenen değil, başkalarının özendiği bir dünya devleti inşa etmek üzere dış politika”27 söyleminin altına imza atan ve referans veren Davutoğlu’nun, bağnaz ve kayıtsız şartsız ideolojik reddiyeye mahir olmadığını göstermektedir.

Ahmet Davutoğlu’nun sahip olduğu ideoloji ve içinden geldiği yapılanma dahilinde daha birçok olumlu/olumsuz eleştiri getirilebilecekken, bu eleştiri durumunun tamamen akademik ve alanımızın çizgileri dahilinde olması gerektiğini, kavramın eksikliklerini görmek ve geliştirmek adına daha uygun olacağı sonucunda birleştik.

Pozitif noktaları belirttikten sonra, ideolojik ve konu dışı sapmaların doğmaları ile hareket etmenin yanlış bir yöntem olacağına inanarak, öncelikle eleştirilmesi gereken kısmın, tezin çıkış misyonu olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Ortaya atılan kavram bir kelime, bir düşünce veya bir çıkarımdan ziyade, daha günümüzde tarihe mal olabilme potansiyeli gösteren ve alanımızda kaynak olarak alınan, kendi içinde “devrimsel” nitelikli tezlere bir antitez niteliğindedir. Davutoğlu’nun eserlerinde antitez geliştirdiği ve sıkça referans olarak gösterdiği bu iki eser hiç kuşku yok ki S. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ ve F. Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ tezleridir. Direk olarak kendi içinde tutarlı olan tezlere itirazını dile getiren Davutoğlu’nun geliştirdiği kavramları söylemekte fayda var. “Medeniyetler İttifakı” ve “Tarihin Sonu Gelmez” tezleri…

Çalışma hakkaniyeti açısından özellikle Medeniyetler İttifakı tezinin barışçıl ve başarıya odaklı bir kuram olduğunu söylemek gerekir. Huntington’un özellikle soğuk savaş sonrasında ekonomik ve güç maximizesine değil, doğrudan geçmişten gelen etno-sentrik ve kültürel farklılıklardan kaynaklı büyük çaplı ve ağır sonuçlu savaşların
başlayacağını iddia ettiği tezi üzerine gelen “Medeniyetler İttifakı” antitezinin, her ne kadar derinliğine inildiğinde kof bir hal alsa da, daha barışçıl ve kansız olgular üzerine inşa edilmesi (en azından teori kısmında) sevindirici sayılabilir.

Medeniyetler İttifakı’nı ilk olarak Ekim 2004 BM Genel Kurul’unda yaptığı konuşmada, çizgilerini belirleyerek kullanan dönemin İspanya Başbakanı L.R. Zapatero ve Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan olarak görülüp, pozitif ve negatif birçok çıkarımda bulunabilinir. Fakat bu barışçıl çalışmanın ana formu ve düşünsel arka planının, bulunduğu güruh nezdinde ‘Hoca’ olarak anılan Davutoğlu olduğunu unutmamak gerekir. Bir sonraki aşamada ana çalışmanın sahip olduğu paradigmaya istinaden eleştirileri sıralamadan önce, “Medeniyetler İttifakı” ve “Stratejik Derinlik” olgularının benzer yapıtaşlarını odaklanmak çelişkileri görmek açısından önemli olacaktır.

Etno-sentrik ve tarihi kültürel ayrışmalar ve kendi özü içinde birleşim düşünceleri ile geliştirilen bu kavramda Davutoğlu, ikinci kısım olan kendi özü içinde birleşim düşüncesi üzerinde yoğunlaştı. Bu ideaya ağır bir darbe vuran ve Westphalian sistemine de bu vesile ile ağır ithamlarda bulunan Davutoğlu’nun ulus-devlet olgusundan bir geri dönüş ile yekpare medeniyet ile başarıya ulaşacağını öngörmesi, tozlu raflara kalkan düşüncelere akademik ve ilmi cesaretlendirici oldu. Bu durumu ise “millet sistemi, ulus-devlet” çatışması olarak dikte etti.

Günün konjonktürüde dahil olmak üzere o zaman ki çalışmalarında ve söylemlerinde ‘medeniyetler ittifakı’ kuramı üzerinde samimi bir şekilde çalışmalar yapmış olsaydı, 21. Yy komünistleri, liberalleri, fundamentallerini tek bir şemsiye altına toplamayı ( en azından teorik olarak) başarabilecek olan Davutoğlu, tercihini insanın fıtratı gereği diyebileceğimiz doğasal ve düşünsel nedenlerden ötürü “Medeiyet İttifakı”na bağladı. Diğer medeniyetleri göz ardı ederek özellikle tarihi idrak ve şöven duygular çıkış noktalı olan Türkiye merkezli bir yekpare Türk- İslam medeniyet ittifakı düşledi. Çalışmalarına başka medeniyetleri katmadan ya da kattığı yerleri sadece ‘çuvaldızı başkasına’ mantığı ile yaptığından, barış ve kardeşlik nidalarının retorikten ve ben merkezcilikten öteye gidemediğini söylemek, ithamı ağırlaştırmış olsa da gerçek dışı bir tespit olmayacaktır. Davutoğlu’nun El-cezireye verdiği röportajda kullandığı ‘amaç ülkede ki savaşı engellemek, bu olmasa da ülkemize sıçramasını engellemektir’ cümlesi, asıl zihniyetin birey merkezli savaşsız ortam arzusunun değil, ben merkezci, ne olursa olsun bize bir şey olmasın mantığının göstergesidir.

Şemsiye altında tahayyül edilen skalanın komünistlerden fundamentallere kadar geniş tutulmasına, İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin ( Partido Socialista Obrero Español- PSOE ) 7 yıldır sarf ettiği gayret ve EZLN (Ejército Zapatista de Liberación Naciona) gibi örgütlerin açıkça destek verdiği bir oluşuma, birçok şerri ve liberal ülkenin bulunduğu 138 ülkelik onaylı katılım, en önemli ve kayda değer tablo olarak sunulabilinir. Başka hiçbir platformda bir araya gelmeyen bu isimleri birleştirme meziyetinin sahibi olan düşünceyi tabi ki olumlamak gerekir. Fakat ;

– Liberal bir durumu realist yordam ile sisteme monte etmek.
– Makyavel stratejiyi, Kant – Ghandi – Laclau sentezi ile paketlemek.
– Mazlumculuk oyununda emperyal ve kapital canavar olma histeriği.
– Her şeyden ürkütücüsü, umut verici fakat ütopik bir düşünce oluşunun da en yüksek ses tonuyla eleştirisini yapmak gerekir.

Entegrasyon sürecinde devletlerin uyum içinde ve işbirliği münasebetiyle iç içe girmesi ve bu ülke diktesinin direk olarak ‘medeniyetlerin ulus-devletleri’ olarak görülebilmesi olasıdır. Dikkat etmek gerekir ki tam da bu üslup doğrudan klasik ve neo liberal terminolojiye aittir. Fakat bu düşünceye Davutoğlu, güç maximizasyonunu ve stratejik güç olma çabalarını da dahil edince, ortaya eleştiriye mutedir bir fikir yığını çıkmaktadır. Morghentau ve Kissinger’dan alıntıların olduğu açıklamalarda ki vecizelerle çatışan liberal ve barışçı Davutoğlu görüşlerini eleştirmekte hiçbir beis görülemez. Davutoğlu’nun amaç için her yol mübah mottosunu etik kullanmadığının verisi ise Kant, Ghandi ve Laclau söylemlerini kullanarak oluşturduğu teori ile pratik arasında ki antogonizmadır. Tüm bu açıklamalar, realist tutuma liberal yordamın eleştirisidir.

Durumun aslında en hafif tabir ile riyakarlık olduğunu ‘silah ve şiddet’ olgusu üzerinden giderek anlamlandırabiliriz. “Silahsız mücadele için gerekirse silah bile kullanırım” sözünü dış politika için 2005’te kuran Davutoğlu’nun, 11 Eylül öncesi güvenlik ikileminin henüz patlak vermediği bir zamanda yazdığı eserinde, barış kokan cümlelerin varlığı bizleri Davutoğlu’nun barış söylemlerine inandıracakken, tezinin üçte ikilik kısmında jeo-politik miğferlikten sıyrılmanın ve güç + para denklemlerini, güç kullanma ile söz sahibi olabilme idrakine bağlaması son derece güce dayalı ve şiddetle elde edilebilecek kazanımlara dayalı bir paradokstur.

Sükunetten öte atağa dayalı bir dış politikanın varlığından söz etmesi ile samimiyet kaybına neden olmuştur. Davutoğlu’nun teorisinin barışçıl söylemleriyle çelişkisini sadece denkleminde kullandığı potansiyel veriler dahilindeki askeri güç olgusu üzerine olan düşüncelerini inceleyerek bile ulaşabiliriz. Medeniyetler İttifakı, sıfır sorun, ebedi dostluk söylemlerinin aksine tezinde, güç maximizasyonunu yapmalıyız ve ağır sanayi askeri mühimmat satışında söz sahibi olmalıyız demesi, samimiyetine tamamen halel getiren nokta olmuştur.

Bu yapılan eleştirilerden sonra Davutoğlu’nun diplomatik riyakarlık olarak adlandırabileceğimiz, liberal tutum ve söylemlerin ardında ki realist zihniyet arasında ki durumu şu şekilde somutlaştırabiliriz.

Aujaurd’hui la Turquie gazetesinin önemli bir parantez açtığı Davutoğlu – realizm paralelliği konusunda, A. Davutoğlu’nun 6 Kasım 2009’da Academie Diplomatique Internationale(ADI), Paris’te yaptığı konuşma sırasında, Davutoğlu’nun sahip olduğu teoriyi tanımlayıcı bir soru geldi. “Realist üslubuyla 1973 Nobel Barış Ödülü sahibi Kissener’a benzetilen Türk Dışişleri Bakanı neler düşünüyor?28

Bu cümle Davutoğlu’nun iç politikadaki söylemlerinin aksine, uluslararası platformda ne kadar iyi tanındığını gösteren bir cümle niteliğinde. Kissengar’dan devraldığı mekik diplomasisinin uygulamasınıda, realist yöntemlerle gerçekleştirmeyi amaçlasa irdelenecek nokta kendi içindeki tutarlılık durumu olacaktır. Fakat defalarca yinelediğimiz gibi bu mücadeleyi teoride farklı pratikte farklı bir şekilde yürütmesi, ortaya etik olmayan bir diplomasi anlayışını ortaya çıkarmıştır.

Liberal bir dayanak olan küreselleşme hakkında Friedman ile giriştiği düşünsel farklılığa, son anda eklediği romantik, ütopik ve tarihi gerçekler ışığında yanlışlığı su götürmez bir gerçeklik olan Osmanlı fikri Davutoğlu realizmindeki neo-osmanlıcı teorinin ham ve duygusal veriler üzerinde oluşturulduğunu göstermektedir.

Davutoğlu T. Friedman’ın, “küreselleşmeye ayak uyduramamanın geleceği yok” sözlerinden bahisle, küreselleşmeye ilişkin yorumunu şöyle yapıyor:
/>“Açıkçası ben küreselleşmeyi Friedman gibi görmüyorum. Küreselleşme daha önce de örnekleri değişik dönemlerde yaşanmış bir ölçek patlamasıdır. Bir potansiyel yayılmasıdır. Küreselleşmenin çift yönlü bir ölçü olduğunu görmek lazım. Bir taraftan batı değerleri ve batı ekonomik yapıları küresel bir etkinlik alanı kazanırken diğer taraftan batı dışı medeniyet havzaları da kendilerine yeni bir hayat alanları açıyorlar.”29

Bu düşünceden sonra küreselleşmeyi sadece nüfusların ekstrem münasebetleri olarak son derece yanlış bir okuma sonunda, Hint İmparatorları’nın da daha önce yıkılmasına istinaden küreselleşmenin son örneği kadim Osmanlı İmparatorluğu’nu tamamen ideolojik ve kof bir düşünceyle ortaya koymuştur.

Stratejik Derinlik ışığında incelenmesi gereken bir başka kavram ise eksen kaymasıdır. Yakın geçmiş Türk Dış Politikası’nın gündemini eleştirel olarak sıkça meşgul eden kavramı, 2009 sonrası dışişleri bakanlığında çok daha net tanımlayan bir Davutoğlu ile karşılaşıyoruz.

Türk Dış Politikasın’da eksen kayması yaşanmadı!

Bu sonuca objektif olarak varabilmek için Türk Dış Politikası’nın ekseninin net olarak tanımlanması gerekir. Davutoğlu özellikle Özal mirası olarak kabul edip geliştirdiği, neo-Osmanlıcı paradigmanın gereği olarak kullandığı, çok eksenli dış politika, mekik diplomasisi vs. kavramlar, yörüngenin doğrusal değil dairesel olduğunu göstermektedir. Bu çok yönlü politikada herhangi bir değişimi kayma değil, değişme hatta genişleme olarak adlandırılabilmektedir.

Osmanlı Devleti’nin son döneminden bu yana, genel Türk diplomasisinde yaklaşım şu olmuş; büyüyen bir imparatorluğu olduğu yerde tutabilmek açısından dış tehditlere karşı, büyük bir aktör varsa, onun yanında yer almak. Mesela 19. Yy da bizi Rusya tehdit etmiş, ona karşı İngiltere safını seçmişiz. Kırım Savaşı esnasında İngiltere ve Fransa ile birlikte olmuşuz. Sonra İngiltere sömürgeci yöntemle Osmanlı Devleti’ni parçalamaya yöneldiği zaman, biz Almanya’nın safını seçmişiz. 1. Dünya savaşına öyle girmişiz. SSCB bizi tehdit ettiği zaman A.B.D’nin ve NATO’nun safına doğru kaymışız. Dolayısıyla bir büyük güç bizi tehdit ettiğinde, başka büyük bir gücün desteğini aramışız. Şimdide, AB bir büyük aktör olarak bizi reddettiğinde, B planı olarak nereye sığınacağımız sorgulanıyor. Bizim sığınacak bir yerimiz yok. Biz ancak ve ancak kendi milletimizin derinliğine sığınabiliriz, kendi coğrafyamızın kendi tarihimizin derinliğine sığınabiliriz. Bizim sığınmaya değil açılmaya ve açılma mantığına ihtiyacımız var.30

Atatürk’ün ülkeyi modern dünyaya taşıdığı günden beri Sadabad Paktı gibi devam ettirilmeyen politikalar bir yana, Türkiye’nin eğilimi hep Batı eksenli31 olduğu gerçeği üzerine değişen politikalara ithafen söylenen ‘eksen kayması’ kavramı, dış politikaları gerçekleştiren zihniyetlerin farklılığından ötürü, aceleci bir reaksiyon olarak göze çarpıyor. Ama bu okumaları, özellikle AB sürecinde, neo-osmanlıcı bir tutumla gözden geçirmek, eksen kayması olarak değil, eksen genişlemesi şeklinde bir sonuç doğurur.

Türkiye’nin Arap-İslam dünyasıyla olan ilişkileri ile Avrupa Birliği yönelimi birbirinin alternatifi değil… Bölge ülkeleriyle yakınlığımız bizi AB gözünde daha makul hale getiriyor.32 Ahmet Davutoğlu’nun bu görüşlerini destekler mahiyetinde Erdoğan ise “ AB’ye üye olmak istiyoruz. Bu nedenle AB kriterlerinin ülkemizin hayat kalitesini arttırmak için de yapıyoruz. Ancak AB’ye üyeliğimiz konusunda bir adım atılmazsa bizim için hayatın sonu değildir. Biz yine insanımızın hayat kalitesini arttıracak yasal düzenlemeleri yapacağız. AB kriterlerine Ankara kriterleri der, yolumuza bakarız.33” olarak vurgulamıştır. Bu düşünceler bütünü ise A.Davutoğlu’na göre, eksik olan vizyonu inşa etmenin somut adımlarıdır.

Giriş bölümünde açıklanan ve “stratejik derinliğin” özünü oluşturan Davutoğlu formülü üzerinde de önemle durulması gerekmektedir.

G= ( SV + PV ) x (SZ x SP x Sİ ) formülü üzerinden jeopolitik miğferlikten jeo-stratejik oyunculuğa geçişin anahtarını vermeye çalışan Davutoğlu, bu formülasyonu çok iyi bir matematikçi edasıyla yazmıştır ve temel eleştirilmesi gereken nokta budur.

Formülle verilen değişkenleri ve niteliklerini akademik bir üslupla yazmış olduğunda, işlemlerin doğası gereği sonucu etkileyecek değişiklikleri göz ardı edebilirdik. Fakat ;

Bu formül çarpan etkili, iki verili ve pozitif/negatif sonuç odaklı incelenmesi gerekir. Açık ifadeyle bu formül şu şekildedir;

Güç = (Sabit Veriler + Potansiyel Veriler) x ( Stratejik Zihniyet x Stratejik Planlama x Siyasi İrade ) dir.

Güç odaklı bir formül için göz ardı edilmiş olması son derece eksik olan “bilgi” parametresinin yokluğu direk olarak sonucu etkileyecek hayati bir eksikliktir.

Formülde verilen değerlerin reel nitelik ve nicelikleri net olarak belirtilmeyip, negatif olma durumları göz önüne alınmadığında, iki verili çarpan etkili işlemin bir tarafının, dolayısıyla sonucun, negatif olma durumu göz önüne alınmamıştır. Örneğin; ( SV + PV ) toplamının negatif oluşu, tüm işlemi (gücü) negatif yapar. Sabit veriler değişmez olduğunda bu hata, PV > SV önkoşulu ile belirtilmesi gerekir. Zaten bağımsız değişken olan PV’nin nicel değişikliği ülke gücü ile doğru orantılıdır.

Bir diğer hata; nüfus kavramında göze çarpar. Entegrasyon sürecini tavan noktasında yaşayan dünyamızda, emek ve beyinsel göçlerinin yanı sıra birçok duruma bağlı nüfus artması ve azalması artık olağan bir hal almıştır. Westhpalian sisteminin getirisi ve yeni olan S.S.B.C’nin dağılma süreciyle gözlemlediğimiz az nüfuslu küçük ülkelerin temel ve değişken özelliği olan nüfus kavramını, ütopik bir saptamayla imparatorluk verisi gibi görmesi ve değişken parametre olan nüfusu SV (sabit verilere) dahil etmesi, Davutoğlu’nun bir başka hatasıdır.

Son olarak G =( (+) + (+)] x [( + x – x + )] örneğinin gerçekle bağdaşmayan bir temellendirmesi: Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük ziyareti…

Formülün tam değişkenlerini Davutoğlu’nun farz ettiği gibi yüksek değerli ve pozitif olarak alırsak Türkiye için ;

( SV = +, PV = + ), ( SZ = +, SP = +, Sİ = + ) bu değişkenler tabiî ki ideolojik bir şekilde ‘sıfır sorun’ doktrinine göre değerlendirilmiştir. Fakat SZ ve SP ye pozitif değer veren Davutoğlu için, başka ülkelerin iç işleri, görüldüğü üzere bir hayli önemsizdir. Merkezi hükümetin uyarılarına rağmen diretilen K. Irak diplomasisinin sonucu, Davutoğlu sonucu ile son derece çelişmiştir. Pozitif anlam yüklediği SP ve SZ’nin yansıması olarak söylediği “bir gece ansızın gelebilirim demiştim, sabah erkenden geldim, inşallah bundan sonra da sıkça geleceğim.”34 sözünün, ertesi günü Irak merkezi hükümetinden, sıfır sorun politikasını ezip geçer nitelikte gelen ‘A. Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız var’ notası, tüm değişkenleri (+) olan çarpan etkili formülün sonucunun nasıl negatif ( – ) bir sonuç çıkardığını, formülün ne kadar yanlış olduğuna kanıt olarak gösterilebilinir.

Sonuç yerine; Tezin felsefesi ve düşünsel arka planının çelişkilerini kısaca bu şekilde açıklayabiliriz.
Davutoğlu için bu eserin yazıldığı koşullar göz önüne alınarak bir soru sormak, eseri ve ’Hoca’yı manasızca yüceltenlere ve körü körüne bilgisizce eleştirenlere karşı objektif bir tutum sağlamaya yönlendirecektir. Eserin yazıldığı dönem şans mıdır, şanssızlık mıdır? Öyle ki bu kırılma noktasına sahip, üstelik dış politika ile ilgili tam böyle bir tarihte kaleme alınan tek eser ‘Stratejik Derinlik’ tir. Bu yüzden karşılaştırma yöntemi ile mantıklıyı bulma olasılığımız egale olmuş oluyor. Sistemde ki 11 Eylül buhranından sadece 5 ay önce basılan kitap, acaba yarım yıl sonra yazılsaydı, üzerinde ki değişiklikler ne olacaktı? Bunun hakkında net ifadeler kullanmak subjektif olacaktır. Buna ek olarak Davutoğlu’nun tilki kurnazlığı ile, 11 Eylül öncesi paranoya olmadan kaleme aldığı eseri, dış işleri bakanlığına denk gelen, tansiyonu azalmış 10 yılın sonunda tekrar gündeme getirerek yoluna devam etmesi ve ‘Hoca’nın buna yandaş bulması, dönem insanının bilgiden ne kadar uzakta olduğunu da en iyi şekilde anlatmaktadır.

Son dönem özellikle Suriye gelişmeleri resmen kanıtlanmadığından, eleştirisi öznel olacaktır diye bu çalışmada bilinçli olarak kullanılmamıştır. Bu konuda söylenmesi gereken net ve son şey, dini iradenin yanlış ifadesinin tezahürüdür. Zira mezhepsel farklar yüzünden Suriye otoritesine karşı hat safhada olan vicdanı, Suud’da hiçbir zaman keskin bir dille göremediğimizi söyleyebiliriz.

KAYNAKÇA

BAYHAN, Fatih ; Dip Dalga Davutoğlu, Türkiye’nin Stratejik Aklı, Paradoks Yayınları, 2012
DAVUTOĞLU, Ahmet ; Stratejik Derinlik, türkiyenin uluslararsı konumu, Küre Yayınları, 2001
Dışişleri Bakanlığı; Sorumluluk ve Vizyon 2014 Yılına Girerken Türk Dış Politikası
DUMAN, Bilgay ; Tarihsel Persoektif Işığında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Ve Yansımaları, Ortadoğu Analiz, Eylül 2012
El-Cezire’nin Ahmet Davutoğlu ile Röportajı, 2011
ERDAĞ, Ramazan; Türkiye’nin Stratejik Kültürü ve Dış Politikada Yansıması, Akademik İncelemeler Dergisi, 2013
GÖZEN, Ramazan ; Türkiye’nin Dış Politikası, Palme Yayınları, 2009
GRIGORIADIS,Ioannis; The Davutoglu Doctrine and Turkish Foreign Policy, Middle Eastern Studies Programme, April 2010
KARADELİ, Cem; Ortadoğu’ya Yönelik Türk Dış Politikasında Kırılmalar ve Yenilikler, 2011
KÖSEBALABAN, Hasan; Stratejik Derinlik Kitap Değerlendirmesi, 2003
KÜÇÜKYILMAZ, Mücahit; Söyleşi, 2009
LATİF, Hüseyin; Aujaurd’hui la Turquie Gazetesi, Aralık 2009
OĞUZLU, Tarık; Türk Dış Politikasında Davutoğlu Dönemi, Ortadoğu Analiz, Eylül 2009
SARAÇOĞLU, Cenk; AKP, Milliyetçilik ve Dış Politika: Bir Miliiyetçilik Doktrini Olarak Stratejik Derinlik, Alternatif Politika, 2013
Stratejik Araştırma Enstitüsü; Cumhuriyet Hükümetinin Yeni Osmanlıcılık Hedefi, Haziran 2010
The Davutoglu Effect; All Change for Foreign Policy, The Economist, October 2010
ÜLSEVER, Cüneyt; Yeni-Osmanlıcılık ve Kürt Açılımı, Kırmızıkedi Yayınları, 2011
YANAROCAK, Cohen ; İsrail’li Gözüyle: Davutoğlu ve Buzdağı
YEŞİLTAŞ, Murat – BALCI, Ali; AKP Dönemi Türk Dış Politikası Sözlüğü: Kavramsal Bir Harita, 2011
YILMAZ, Nuh; Stratejik Ortaklıktan Model Ortaklığa
http://www.cypriot.org.uk/Documents/Haber5/29-Agustoz.htm
http://www.netpano.com/turkiyeyi-markalastiran-ritmik-diplomasi
http://www.turksam.org/tr/makale-detay/731-soguk-savas-donemi-sonrasi-turk-dis-politikasinin-kimlik-bunalimi-ve-benlik-arayislari
http://www.milliyet.com.tr/davutoglu-nun-hayali-osmanli-milletler
http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/12/04/yeni_osmanlilar_sozu_iyi_niyetli_degil

DİPNOTLAR

1. M. K. Atatürk, Türkiye İktisat Kongresini Açış Söylevi İzmir, 17 Şubat 1923
2. DAVUTOĞLU, Ahmet ; Stratejik Derinlik,türkiyenin uluslar arası konumu, Küre yay. Syf ;6
3. DAVUTOĞLU, Ahmet ; a.g.e, syf ;17
4. YEŞİLTAŞ Murat, BALCI Ali, Ak Parti Dönemi Türk Dış Politikası Sözlüğü: Kavramsal Bir Harita, syf;13
5. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=107581
6. YILMAZ Nuh, Stratejik Ortaklıktan Model Ortaklığa: Türkiye’nin Bağımsız Dış Politikasının Etkileri, syf;552
7. YEŞİLTAŞ Murat, BALCI Ali; a.g.e., syf;26
8. YILMAZ Nuh; a.g.e., syf;567
9. KALIN İbrahim, http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ibrahim__kalin/2010/01/23/turkiyenin_ince_gucu
10. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=107581
11. ÜNSEVER Cüneyt, Yeni Osmanlıcılık ve Kürt Açılımı; Kırmızıkedi yay., syf;103
12. YEŞİLTAŞ Murat, BALCI Ali; a.g.e., syf;16
13. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=107581
14. YEŞYİLTAŞ Murat, BALCI Ali; a.g.e., syf;19
15. http://aujourdhuilaturquie.com/files/arsiv/90/90.pdf
16. YEŞİLTAŞ Murat, BALCI Ali; a.g.e., syf;29
17. DAVUTOĞLU, Ahmet ; a.g.e, syf ;85
18. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü; Cumhuriyet Hükümetinin Yeni Osmanlıcılık Hedefi; syf;3
19. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü; a.g.e., syf;4
20. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü; a.g.e., syf;4
21. Stratejik Araştırmalar Enstitüsü; a.g.e., syf;5
22. http://www.milliyet.com.tr/davutoglu-nun-hayali-osmanli-milletler-toplulugu/dunya/haberdetay/07.12.2010/1323171/default.htm
23. http://www.sabah.com.tr/Siyaset/2009/12/04/yeni_osmanlilar_sozu_iyi_niyetli_degil
24. YEŞİLTAŞ Murat, BALCI Ali; a.g.e., syf;30
25. Dışişleri Bakanlığı Sorumluluk ve Vizyon 2014 Yılına Girerken Türk Dış Politikası; syf;30
26. DAVUTOĞLU, Ahmet ; a.g.e, syf ; 45
27. http://www.turksam.org/tr/makale-detay/731-soguk-savas-donemi-sonrasi-turk-dis-politikasinin-kimlik-bunalimi-ve-benlik-arayislari, Ahmet gencehan
28. Aujaurd’hui la Turquie gazetesi, Hüseyin Latif, Aralık 2009
29. BAYHAN, Fatih, Dip Dalga Davutoğlu, Türkiye’nin Stratejik Aklı, Paradoks yay. 2012 syf :141
30. A. Davutoğlu Röportaj.24 ocak 2005 .http://www.netpano.com/turkiyeyi-markalastiran-ritmik-diplomasi/
31. BAYHAN, Fatih, a.g.e, syf:135
32. BAYHAN, Fatih, a.g.e, syf 1
33. http://www.cypriot.org.uk/Documents/Haber5/29-Agustoz.htm
34. DUMAN, Bilgay ; Tarihsel Persoektif Işığında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Kerkük Ziyareti Ve Yansımaları, Ortadoğu Analiz, Eylül 2012, syf;30