Aşk, bir insanla ilk karşılaştığında önce onu tanır. Haysiyetsiz bir merhaba ile başlayan bu ilişki sonunda dünyayı ateşe verebilecek bir delilik derecesine dönüşebilecek kadar evrim geçirebilir. Neler olur o zaman diliminde ah anlatmaya yetebilse kelime hazinemiz…
Üzerinde duracağım yer burası değil. Aşk, karşılaştığı insana ‘biraz’ güvendiği zaman ondan bir söz bekler. İnsanların güvenilmez, yalancı, ikiyüzlü olduğuna çok fazla inanıyor olsada o ‘söz’ kelimesini duyunca nedendir bilinmez bir rahatlama duyar kendi içinde. Artık tamamdır, bütün anahtarlarını ona teslim edebilir…

Sponsor Bağlantılar

Bazı adamlar vardır kendi ortamında şen şakrak kendi aleminde suskun, pervasız… İşte yukarıda anlattığım o süreç bu adamlarda sıkıntılı geçer. Çünkü karşısındaki onu diğerleriyle mukayese etmekle çok büyük bir hataya düşmüştür. Görmüş olsada kahpeliğin binbir türünü bu adam, istesede yapamaz aynısını başkasına, eline yüzüne bulaştırır. Evliya değildir, evliya soyundan da değildir ama iyidir. Anlamını henüz tam çözememiş olsamda fazlaca bir dürüstlük ve iyi niyet vardır üzerinde. O kadar ki bazen omuzlarındaki bu yük dizlerini titretir altından kalkamayacağını bile bile çöker dizlerinin üzerine. Sırf karşısındaki insanların kalpleri kırılmasın diye…

”İnsanları taşımak” hamallığını çok fahiş bir fiyata gerçekleştiren yorulmak, tükenmek bilmeyen hamallardır onlar. Amalleri vardır hayata dair geri kalan herşey araçtır onlar için. Aşkta öyle… Ama aşk, sırtlarında değil gönüllerinde taşıdıkları ve mesaisi hiç bitmeyen bir varlıktır. Bu sevdanın uğruna nelere katlanmışlardır… Ah bilebilseniz…

Bir kaç adam vardır onları bu yeryüzünde anlayan, her biri aynı duyguları tadtığı için yüzyüze geldiklerinde çok derine dalmazlar muhabbette. Yüzeysel konuşurlar. Gece yarıları gönül seramonileri yapmak için en uygun hava şartlarına ve duygusal platforma sahip oldukları zaman dilimidir. Sigara dumanı ise efkarlı bir türkünün notaları gibi uzar gider dudaklarından…

Gelelim asıl meseleye… Aşk ve Söz demiştik…

Sevmek bir kadını, bir yüce davayı söze, makama, mevkiye ihtiyaç duymamaktır onlar için. Hiçbir beklentileri yoktur sevmekten başka. Hatta sevilmeyi bile beklemeden severler. Ne olursa olsun kaç kurşun izi taşıyor olsalarda bedenlerinde, her yalnız kalışları iç hesaplaşmaların ruha tuz basmasına dönüşsede onlar, kaçmazlar… Kaçamazlar…

Ama sevgiliye dönüp bir kez bile söyleyemezler ”Bizim söz vermeye ihtiyacımız yok ” diye… O kadar aşıklardır ki yüzlerini döndüklerinde ona gözlerine takılıverir bütün ruhları, bir bayrağın salınışına kapılıp gidiverirler… Boğazları düğümlenir. Söyleyemezler… Yol ararken nasıl söylerim diye ne yapacaklarını bile unuturlar…

İşte burada bütün mesele sevgilidedir artık insan halinden biraz anlıyorsa bunu anlamalıdır. Gözleriyle söylüyordur aslında o Anadolunun masum çocuğu herşeyini… Sevabını günahını herşeyiyle ortaya koyuyordur o anda. Çakmak çakmak o gözler dünyanın kaldıramayacağı bir desibel seviyesiyle Arş-ı alaya haykırıyordur bütün gerçeği:

” Biz, o sözü doğduğumuzda vermiştik ! ”