Evlilik, iki insan arasında yapılan bir sevgi ve bağlılık sözleşmesidir. Ya da başka bir deyimiyle insanların cinsel yaşamının toplum karşısında onaylanmasıdır. İnsanlar birbirlerini severler, aşık olurlar ve sonra da evlenmeye karar verirler, mantık evliliklerini saymazsak tabii.
Peki gerçekten iki insanın birbiriyle evlenmesi için sevgiye, aşka ihtiyaç var mıdır? Bu, kişiden kişiye hatta toplumdan topluma değişir. Bugünkü batı toplumuna baktığımızda insanlar gerçekten sevgiye ve aşka büyük önem verirler. Onların kutsallığına inanırlar. Geri kalmış toplumlarda ise durum biraz farklıdır. Onlar aşktan çok geleceklerini düşünürler. Aile-akraba ilişkileri onlar için çok önemlidir. Maddiyat, iş, aş ve bu tür şeyler gelişmemiş toplumların evliliklerinde olmazsa olmazlardandır. Sevgi-aşk daha geri plandadır. Bazen sırf çocuk yapmak için evlenen toplumlar vardır ki onlara çok ayrı bir parantez açmak gerekir diye düşünüyorum. Peki evli ve mutlu olmak için hangisi gereklidir? Para, çocuk, iş, eş, saygı, sevgi, aşk, seks… Mantıklı olmak mı, yoksa oluruna bırak mı? Bu noktada Amerikalı ünlü yazar Elizabeth Gilbert’e ve yazmış olduğu EAT-PRAY-LOVE (YE-DUA ET-SEV) adlı kitaba sizleri götürmek istiyorum.

Sponsor Bağlantılar

Elizabet Gilbert bu kitabında bir gece yarısı tuvaletin arkasında nasıl ağladığını, kötü giden evliliğinin nasıl çekilmez bir hal aldığını ve belki de ağladığı andaki şeyi anlatmıştı: ’’Dayanamıyorum.’’ Evet, Liz dayanamıyordu artık. Evliliğin, bağlılığın, tekdüzeliğin dayanılmaz sancısını ve boşandıktan sonra kendini bulma adına yaptığı şeyleri şeyleri anlattı Liz. Bu sancıdan kurtulmak için boşandı. Tabii boşanmak dediysem bu da sancılı bir süreçti. Bütün bu ‘sancılı’ sürecini atlatma ve kendini bulma adına 3 yola gitti. Kitabın adın da anlaşılacağı gibi yedi, dua etti ve en sonunda gerçek aşkımı buldum dediği Felipe’yle tanıştı. Sevdi. İlk olarak pizza ve spagetti delisi olduğu için İtalya’ya 3 aylığına bir yolculuğa çıktı. Bunalımının bir kısmını burada bıraktı. Daha sonra ruhunu bütün bu sancılardan, mutsuzluklardan arındırmak ve dua etmek, Tanrı’ya yalvarmak için Hindistan’a gitti. Bol bol yoga yaptı. Rahatladı. Ve en sonunda da gerçek aşkı bulmak için Endonezya’ya gitti. Sonuç neydi peki? Arkadaşının partisinde gerçek aşkı buldu. Felipe’yle o gece tanıştılar. O da Liz gibi kötü bir evlilik deneyimi yaşamıştı.İkisi de evlilikten nasiplerini almışlardı.Onlar evlenmek istemiyorlardı. İstedikleri tek şey sonsuza dek birlikte olmak ve yaşamaktı. Hayat onlara evliliğin ne kadar sancılı, yıpratıcı, üzücü ve biraz da sıkıcı olduğunu net bir şekilde öğretmişti. Evet, kitap bu şekilde devam ediyordu. Fakat her şey ne yazık ki onlar için yolunda gitmeyecekti. Liz ve Felipe mutluluğu yakalamışlardı. Çünkü gerçek aşkı bulmuşlardı. Ama aradan zaman geçtikten sonra Liz’in Felipe’yi Amerika’ya getirmesi gerekiyordu. İlk başlarda her şey yolunda gitse de bir gün geldi ki Felipe Amerika’ya giriş yapamadı. Amerikan konsolosluğu Brezilya vatandaşı olan Felipe’nin artık Amerika’ya girmesinin yanlış olduğunu düşünüyordu. Ve onlar için bir şart koşmuştu: ‘Evlilik!!!’

Evet, sonucu size bırakıyorum. Sizce evlilikten nasibini almış bu iki insan, Elizabeth ve Felipe, aşkları uğruna tekrar evlenecekler mi, yoksa evlilik kurumu bu iki insanı birbirinden ayırmaya yetecek mi? Fakat sonuç ne olursa olsun evlilik kurumu her zaman tartışalacak ve hiçbir zaman önemini kaybetmeyecektir. Tıpkı Liz ve Felipe’nin hikayesi gibi…

İLHAN ACAR tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…