Yolların kaderidir gözyaşı. Her bir tanesi ayrı anlamlar ve nedenler taşır içinde. Ya hüzünden ya sevinçten ya da tanımlanamayan sebeplerden… Dikkat ettiyseniz de hep bozkırlarla dağların birleştiği yerlere akar gözyaşları. Nefes alan şeylerdense sarı ve kahverengi daha samimi gelir gözyaşlarımızı paylaşmak için. Hostesin ‘’ne alırdıınız’’ sesi ile irkilseniz de cevap bellidir aslında ‘’kahve lütfen!’’ kahverenginin sizin gözyaşlarını kucaklamasından sonra daha bir yakın olmak istersiniz kahvenin rengine…Gün geceye dönerken arabadaki sessizlik sizi herkesin uyuduğu kanaatine vardırsa da bu tamamen bencilliğinizdendir. Aynı arabadaki insanlar kaderdaştırlar. Kaderleri belki birlikte ölmek kadar bile önemli olabilecekse de asıl kaderleri aynı anda kavuşacak olmakır ya da aynı anda aynı kilometrelerde uzaklaşmak sevdiklerine. O yüzden basabilirsin otobüsün küçük ışığını yakan düğmeye, merak etme, kimse uyumuyor… Tabi katlanabilecekseniz hüzününüzü paylaşmaya çalışan yan koltuğa… Büyük olasılıkla ‘’Bugün de hava çok sıcak’’ diyecektir. Tahmin ettiğim üzere de siyasete getirir konuyu sonra bir yolunu bulup tekrar kapaırsın ışığı… Yolu 2’ye bölmek için çizmiş çizgiler, şimdi sizi 2’ ye bölüyor öyle değil mi?Ama yalnız değilsiniz sonsuzluğa yuvarlanan 0 lar kadar çok geride kalan çizgiler hem de yalnızca sizi değil şuan beni de ayırıyor 2’ye… Anlayacağınız yoldayım… Ankara’dan Sivas’a… Serenadın yazarı gibi hissettim kendimi, belimde bir ağrı, iki büklüm olmuş belim ama klavyeye kararlı basan parmaklarımla hostesin getirdiği kahverengi kahvemi yudumluyorum. En sevmediğim anda sıra… Boğuk bir sesle ‘25 dakika konaklayacağımız mola yerine gelmiş bulunmaktayız değerli eşyalarınızı yanınıza almanız önemle rica olunur’’ Yahu değerlilerimiz geride kaldı çalacaklarsa da çalsınlar arda kalanları, hem neden duruyoruz onu da anlamıyorum. Kavuşacaklarımız var bırakın gidelim, geride bıraktıklarımız var neden duruyor zaman? Neyse biraz aşağıya ineyim, Opet’in tuvaletleri güzeldir… Bakalım çalınacak mı değerli eşyalarımız…

Sponsor Bağlantılar

Dolduramadım mola zamanını, koşa koşa çıktım merdivenlerden, ‘’değerli eşyalarımın’’ yanımda olmadığını fark ettim yine. Allahtan kahve servisi yeniden başlıyor. Kahvenin rengi, kokusu alır biraz yalnızlığımı… Her neyse, yolculuğun 2. kısmı yeni başlasa da aynı şeyler olacak biliyorum. Kulaklıkta Candan Erçetin, öndeki teyzenin daralmış bedenimi daha da daraltan koltuğu yatırma hamlesi, arkadaki ergenin facete düşsel bilmemlere takılıp bastığı kahkaha, ve korkarım yanımdaki adamın izlediği programda yaşanan izdivaç… Sonra beyaz çizgilerin birbiriye yarışmasını göreceğim yine. Hep merak edeceğim şu dağın arkasından çıkacak mı bir dost diye. Yeni bir dağ çıkacak arkasından. Yeniden umut etsem de yenidan dağlar… Sivas’a yaklaştıkça daha da sıklaşan dağlar…

Neyse yolculuğun sonuna geliyoruz. Her yolculuğun, her ayrılığın ortak özelliğidir; otogarda çaresizlikten başka mevzular açılması, tıslayarak gelen otobüs, son demde dökülen gözyaşı ve şehrin sınırlarından çıkıncaya kadar sürüp giden hüzün. Ama hayat işte, şavkı sularda bir dolunay misali… Dolunay batmadan çıkmayan güneş gibi. Kavuşmalarda böyle hasretler olmadan kavuşamamak misali… Çelik’in çok güzel bir şarkısı vardır, şimdiki gençler ‘’ıyy kro’’ deselerde… ’’Sevdalar aşka doymak için; vuslatlar sana kanmak için’’ bir de benim bir şiirim var. ’’Ne kadar uzak olursan ol, aradakilerin hepsi dağ işte. Hangi dağın heybeti bir aşk kadar olabilirse vuslat da o kadar işte… Ayrılıklar olacak illaki; önemli olan ayrıldığın yerde mutlak sadakat bırakmak gittiğin yerde de aynı sadakatle yunu gözletmek… Her dağın arkasında bir şey bırakabilirseniz nefes alan, o zaman her ayrılık bir kavuşma olacaktır… Her dağın arkasında bir kavuşmanızın olması dileğiyle…