Gurbet nedir? Doğduğun topraklardan ayrı kalmak mı? Sevdiklerinden, yolunu gözleyenlerden, can dostlarından uzaklarda, bilinmeyen coğrafyalarda, bilip de bilmenin ötesinde, anlayıp, biz olamadığımız ve asla bizim olamayacak denizler ötesi topraklarda olmak mı? Yoksa bizi davul zurna ile karşılayan ev sahiplerinin şimdi kapıyı göstermeleri mi? Yoksa dilimizi, geçmişimizi unutup doğu-batı sentezi hilkat garibesi bir neo kültürün evladı olmak mi? Yoksa karnımın doyduğu heryer benim vatanım deyip gül gibi yaşayıp gitmek mi?
Bilinen en eski gurbet şarkısı şöyle der: Ben annemi, ben babamı, ben memleketimi özledim. Vatanında iken eğlenceli bir kına gecesi şarkısıdır ama gurbette dinlendiği zaman insanın içine işler, ince belli bir çay bardağı buğusunda göz yaşlarımızı içimize akıtırız. Alışık olduğumuz nevresimi sabunla yıkanmış yün yorgan yerine hazır saten bir yorganı yüzümüze çekerek geride bıraktıklarımızı düşünürüz. Artık ana sesinin sıcaklığının yerini, bizi binlerce kere yollarını arşınladığımız emek ve kaybolan yıllarımız kokan fabrikalara çağıran çalar saatler almıştır. Pencereden dışarıya bakan bir çift durgun göz, renkli insanların doldurduğu, fakirlik kokan ama mutlu cıvıl cıvıl bir mahalle yerine tek tük yaşlıların karşıdan karşıya geçtiği tek tip binaların onları selamladığı ruhu buza çalmış mahallere isyan etmez mi? Bazen canın çeker takarsın kırık bir memleket havası, havasından mıdır suyundan mıdır, memleketinde ki aynı hazzı rakına meze yapamazsın, sence buna kulakların isyan etmez mi?