Harvard Üniversitesi’nden Dr. Herbert Benson’ın dini inanç ile bedensel sağlık arasındaki ilişkiyi inceleyen kapsamlı araştırmaları, bu konuda dikkat çekici sonuçlar vermiştir. Benson, inançsız bir kişi olmasına rağmen, Allah’a olan inancın ve ibadetlerin insan sağlığı üzerinde başka hiçbir şeyde görülmeyecek derecede olumlu bir etki meydana getirdiği sonucuna varmıştır. Benson’ın vardığı sonuç, kendi ifadesiyle, insan bedeninin ve zihninin “Allah’a iman etmeye göre ayarlı” olduğudur. (Rod R. Seeley, Trent D. Stephens, Philip Tate, Essentials of Anatomy & Physiology, 2. baskı)
İman etmeyen insanlar, ne kadar gayret etseler de, imani bir neşeye sahip olamadıklarından, hiçbir zaman gerçek mutluluğu yaşayamazlar. Çok isteseler bile, bir türlü samimi ve içten bir neşe ile hareket etmeyi başaramazlar. Çünkü mutluluk hissini insan ruhuna hissettiren Allah’tır ve sadece iman eden kullarına bu hissi verir. İmanın kendilerine getireceği huzurdan uzak kalan insanlar gerçek anlamda rahat olamaz, karşılarındaki insanlara da rahatsızlık verirler. Çevrelerine ‘hikmetle bakan bir iç göz’leri yoktur, o nedenle olayları sadece zahiri yönden değerlendirebilirler. Batınını göremezler; sadece bakarlar. Allah’a samimi ve kesin bilgiyle iman ederek kazanacakları mutluluğu, akılsızlıkları yüzünden kaybedip mutsuz bir yaşam sürerler.
İman etmeyen insanlar, mutsuzluklarını itiraf etmekten kaçınır ve bu durumun çeşitli sebepleri olduğunu ileri sürerler. Onları mutsuz eden ve ‘tesadüfen’ kendilerine gelip çattığını düşündükleri herşey, aslında Allah’ın onlar için yarattığı imtihanlardır. Yaşadıkları zorlukları, Allah’ın bir hikmet üzerine kendilerine verdiğinin şuurunda olmadıkları için, nefislerinin hoşuna gitmeyen olaylar onları üzer, mutsuz eder.
Hüküm verenlerin hakimi Allah, Kendisine iman etmeyen, dolayısıyla akıl erdiremeyen bu insanların üzerine bir ‘pislik’ çökerteceğini bildirir:
Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme (imkanı) yoktur. O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar. (Yunus Suresi, 100)
İman edenler ile inkar edenler arasındaki bu fark dünyada olduğu gibi ahiret gününde de ortaya çıkar.
O gün yüzler ışıl ışıl parlar. Rablerine bakıp-durur. O gün, öyle yüzler vardır ki kararmış-ekşimiştir. Kendisine, beli büken işlerin yapılacağını anlamaktadır. (Kıyamet Suresi, 22…25)
O gün, öyle yüzler vardır ki apaydınlıktır; Güler ve sevinç içindedir.
Ve o gün, öyle yüzler vardır ki üzerini toz bürümüştür. Bir karartı sarıp-kaplamıştır.
İşte onlar da, kafir, facir olanlardır. (Abese Suresi 38…42)
Fuat Türker
Değerli yazınızın kalbimde, aklımda canlandırdığı veya tekrar uyandırdığı düşünceleri yansıtıyorum:
İman teklifi kalbimize çoktan seçmeli bir sarmal halinde değil, iki seçenekli önermeler halinde gelir. İnsanlar kalbe gelen bu iki seçenekten Alah’a veya nefse uyan bir tanesini onaylar.
“Çevrenizdeki olaylara şöyle bir baktığınızda, eşitsizlik yok mu? Eğer bir eşitsizlik varsa, bu adaletin de şüphe vardır, anlamına gelmez mi?” sorusunu yetişkin ve erişkin soran herkes, hikmetini merak ederek soran bilhasa gençlerimizi tenzih ederek, hariç tutarak, diyoruz ki, ilk defa kendi aklına gelmiş gibi büyük bir gurur ve onurla bu soruyu yönlendirir. Aslında kalbinde karargâh kılan şeytan, ona silah zoruyla bir tehdit getirmemektedir. Fakat bu soruyu soranın nefsine cazip geldiği için, gönlünde şüpheyi arzulayıp şüpheli şıkı sahiplenmeyi tercih etmiştir.
Bu ve benzeri sorular sorulduğunda, kimden hangi cevabın alınacağı bilinmektedir. Sorduğu bu sorunun cevabı ise kalbinde çoktan seçmeli şeklinde değil, iki seçenek şeklinde bulunmaktadır. Beğendiği seçeneği tercih ederek, diğerini anlayamıyormuş gibi davranmaktadır. Burada dikat edilen husus, tek cevaba yönlendirilen bir mantık silsilesi değil, kalbe nefisten veya ruhtan ya da şeytandan veya melekten, decaldan veya mehdiden ya da istediğinizi söyleyin, firavundan veya Musa’dan gelen cevaplardan istediğini seçerek, tarafını beyan etmektedir. Sanki kendisine tek bir tebliğ ve tebelüğ mecburiyeti varmış gibi.
Oysa iman sahibi bir kişi de aynı şekilde iki seçeneği müşahede edecektir. Ama kendisini değil de, Alah’ın asla yanlış veya herhangi bir eksiklik yapmayacağını referans alacağı için Alah ile idialaşmayacaktır. Alah’ı tik etmenin ötesinde, düşünce ve tefekür ibadetine sevk eden bir imanla hareket ederse, ilime de kavuşacaktır.
Hz. Ali “Doğru tektir, doğruyu öğrenen bütün yanlışları öğrenmiştir” der. Doğruya ulaşmak için düşünmeye dalanlar ise eşitliğin her zaman adalet olmayacağını anlayacaklardır. Hz. Ömer’e “Ya Ömer herkese farklı ebatlarda kumaş verdin, biz seni adil bilirdik. Neden eşit dağıtmadın?” dendiğinde; “Eşit verirsem adaletsizlik olur” diye buyurduğu bize haber verilmektedir.
Ayrıca Yüce Alah’ın kularına vereceği nimetlerini, ne zaman, ne şekilde dengeleyeceğini bilmek imkânsızdır. Tabi mülkün gerçek sahibinin, bize ne kadar bahşiş de bulunacağını belirlemek de bize düşmez, değil mi? Neyin nimet, neyin külfet olduğunu idrak etmekte aslında yine ayrı bir tercih meselesi gibi durmaktadır.
Basitçe izliyoruz ki, kalplere inmeye başladığımızda çeşitlilik başlamaktadır. Bu çeşitlilik başlangıçta Rabine kuluk etmek isteyenler ve istemeyenler şeklinde iki seçenektir. Üzerinde durduğumuz konu gereğince, Rabine kuluk etmek istemeyenler üzerinde yoğunlaşmamıza gerek yoktur. Onlar bizim zararsız dünyamızı engelemediği müdetçe.”
S.A.ramazanınız mubarek olsun.insanoğlu ve onu çepecevreleyen kainat yüce yaratıcı tarafından mükemel üstü hesaplarla yaratılmıştır.ve insanları yeryüzüne halife tayin etmiştir.ne varki bu kadar mükemel yaratılan insan bir o kadarda acizdir.herşeyin bitiği yolun sonuna gelindiği zamanlarda insanın yapacak hiç bir şeyi yoktur.işte bu devrede insanın yeniden hayat bulabilmesi ve yoluna yeni umutlarla devam edebilmesi için olağanüstü bir güce ihtiyacı doğmaktadır.insanlık tarihine baktığımız zaman bu gücün yerini gerçek yaratıcı yerine bir çok başka şeylerin aldığını görebilmekteyiz.bunların hep ziyan olanlardan olduğunu yaşayışlarını incelediğimiz zaman müşahede etmekteyiz.insanlar insanlık tarihi boyunca bir takım şeylere inanma gereği hisetmişler ve inanmışlardır.önemli olan hakika yaratıcıyı keşfetmek ve ona hürmet ve tazim etmektir.bunun içinde yüce yaratıcı insanlara bir çok defalar yine onların içinden uyarıcılar elçiler göndermiştir.ne mutlu onlaraki o elçilere uyup yaratıcının yolundan gitiler.rabim bizi yolundan ayırmasın amin….