Mainz, 26.03.2010
Doğrusunu söylemek gerekirse ülkemizde ister televizyon ekranlarında isterse gazete köşelerinde olsun tartışmalar yapılırken kavramlar alabildiğine hoyratça kullanılıyor. Oysa kelimelerin de bir ruhunun olduğu gerçeği gözardı ediliyor. Son zamanlarda oldukça revaç gören bir tartışma sözkonusu.
Sponsor Bağlantılar
Hadi biz de hoyratçılar kervanına bir an için katılalım ve bir kişi hem müslüman hem milliyetçi olabilir mi? diye soruverelim. Böyle bir soruya sağlıklı cevap verebilmek için öncelikle bu iki kelimenin anlamını kavramak zorundayız: Allahın Peygamberleri aracılığıyla insanlığa gönderdiği ilahi vahyin tamamına kayıtsız- şartsız teslim olmaya „İSLAM“; bu teslimiyeti bizzatihi hayatıyla ortaya koyan kişiye de „MÜSLÜMAN“ denir.
Millet kelimesinden türetilmiş olan milliyet kelimesine gelince, bu bir aidiyeti temsil eder. Millet kelimesi aslında tamamen bir Kuràn kavramı olmasına ve esasen tam olarak „Din“ manasına gelmesine rağmen yol kazası sonucu „Ulus“ kavramı yerine kullanılır olmuştur. Türkçemizdeki „cilik“ yapım ekinin batı dillerindeki „izm“ ekinin karşılığı olduğu gerçeğinden hareketle zaten dilimize batıdan geçmiş olan milliyetcilik yahut moda tabirle ulusalcılık bilindiği gibi „nationalizm“ kelimesinin karşılığıdır. Selim bir akıl ile düşündüğümüzde hemen hemen her „izm“in bir ideolojiyi temsil ettiğini görebiliriz. İslam karşısında bütün ideolojiler istisnasız merdud dur. Muhtevası ne olursa olsun hiç bir ideoloji İslam dan geçer not alamaz. Din konusunda asgari bir bilgi sahibi olan sade bir müslüman bile hem İslamı ve hem de yanıbaşında bir başka ideolojiyi benimsediğini söyleyemez. Zira İslam, „Tevhid“ demektir. Tevhid ise bölünme kabul etmez. Nasyonalizmin kendine göre bir takım kuramları olan bir ideoloji olduğu gerçeği yadsınamaz. İslamın hayat görüşüne göre Allah, kainatı insan için; insanı da tercihen bilinmek maksadına matuf olarak kendisi için yaratmıştır. İnsanı en güzel surette (et-tin-5) yaratan ve onu en mükemmel vasıflarla mücehhez kılan yüce yaratıcı onu tek tip olarak değil tanışıp-bilişsinler diye farklı farklı yaratmış ve insana “Din” aracılığıyla her iki dünyada da mutlu olabilmenin yol haritasını bağışlamıştır. Nitekim Kurànda bu konuda şöyle buyurulmaktadır: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere (milletlere) ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız en fazla sorumluluk bilinci taşıyanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat suresi- ayet 13)
Elbetteki samimiyetle iman eden bir müslüman için bundan fazlasına gerek yoktur. Ancak “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” (Necm suresi-ayet 39) buyruğunu azami ölçüde vurgulayan bu ilahi vahiy öğretisinin milliyetçiliğe geçit vermesi elbette beklenemez. Zira bireyin hangi millet yahut kabileye ait olduğunu belirleme hakkı yoktur. Türk ya da Kürt bir anne-baba dan dünya`ya gelmeyi hiç kimse kendisi seçmemiştir. İnsanın bizzatihi müdahalesinin olmadığı bir konuyu “övgü” yahut “yergi” meselesi haline getirmesi ne büyük bir hamakat ve hatta ahmaklıktır.
Bütün bu anlatmaya çalıştığımız hadise “ırkçılık” dediğimiz konu ile karıştırılmamalıdır. Zira bir insanın hangi gerekçe ile olursa olsun kendi ırkını diğer insanlardan üstün tutması İslam ile ilişiğinin kesilmesi anlamına gelir. Bazı insanlar tarafından milliyetçiliğin „sade suya tirit“ sadece vatanı ve milletini sevmek gibi bir anlama geldiği ileri sürülüyor olsa da bu görüş kelimenin ruh kökenine dinamit koymaktadır. Bir zamanların moda tabiriyle „Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslüman“ gibi yaklaşımlar insanı İslam inancı dışına itmese bile onay alabilecek görüşler değildir. Milliyetçiliği sadece vatanı sevmek olarak tarif etmek de doğru değildir. Zira bu bölücü bir yaklaşım olur. Ne yani, sizin gibi düşünmeyenler vatansever olamaz mı? Tabi „fetişleştirilmiş“ bir vatan sevgisi ne kadar İslami dir? O da ayrı bir tartışma konusudur. Milliyetçilik, elbette ırkçılık ile bir tutulamaz. Ancak onun bile „öteki“ leştirmek için yeterli olduğu ortadadır. Ötekileştirmek ise vahiyden onay alamaz. Siz Türk milliyetçiliği yaptığınızda bir başkasının Kürt milliyetçiliği yapması kaçınılmaz olur. Ben yaparım ama o yapamaz dediğinizde kavganın fitili ateşlenmiş olur. Peki samimi bir müslüman ait olduğu kabile- aşiret yahut milleti inkar mı etmelidir? Elbetteki hayır! Ama kendi damarlarındaki kanın „asil“ başkalarının kanının „bozuk“ olduğunu ileri sürerse, mutlaka Türk soyundan yada boyundan bir Peygamber icadına girişir olmuyorsa Peygamberden daha üstün! Evliyalar icad etmeye kalkışırsa işte o zaman „yandı gülüm keten helva“ durumuna girilir ki bu gerçek bir çıkmaz sokaktır. Allahın insana bahşettiği her şey güzeldir. Zira Allah „muhsin“ dir. Yani yaptığı ve yarattığı her şeyin en güzel ve en mükemmelini yapan ve yaratandır. İnsan övünecekse de yerinecekse de ait olduğu tabiiyyetle (milliyet) değil sorumluluk bilincinin (TAKVA) derecesine bakmak zorundadır. Allaha, kendine ve insanlığa karşı sorumluluklarını bilen bir insanın hangi aşirete yahut ulusa ait olduğunun hiç bir kıymeti yoktur. İnsan olmak zaten yeterince değerlidir. Allahın istediği şekilde bir müslüman olabilmeyi başarabilmek ise bütün bir dünya ile değiştirilemeyecek kadar değerlidir. Ne mutlu o bahtiyarlığa erişebilenlere!
Baki Selam ve Saygılarımla.
Okuyucuya Not: Bu yazı tamamen bizim anlayışımızla ilgilidir. Yanlış bir anlamaya sebebiyet vermemek için şu kadarını söylemeliyim ki; bizim anlayışımıza göre alenen Allah düşmanlığı yapmadığı sürece kendisini müslüman olarak tarif eden herkes din kardeşimizdir.
Ömer Erdem
Mainz/Almanya
Mart 2010 Ayın En İyi İkinci Makalesi olarak seçilmiştir.
Saygılarımızla.
Yeni Makale Yönetimi