Yazar: Ömer Erdem

Dikkat İrtica Çıkabilir!!!

Mainz, 02.10.2014 Aslı var mı bilmem ancak bir darb-ı mesel olarak anlatılır. Güya Kastamonu da bir küçük yerleşim biriminin girişine vatandaşlar; „Dikkat daş düşebilür, ayu çıkabilür“ diye bir levha asmışlar. Son günlerde dört bir yanımız yöremiz ateş çemberinde olmasına rağmen ve ülkemiz bütün enerjisini bu ateşten etkilenmeden çıkabilmek ve bu ateşte yanmakta olan insanlardan nasıl yapar da bir cana daha hami olur kol kanat gererim diye gece-gündüz çabalarken nice zamandır pek sesleri çıkmayan kendisini ülkenin kahyası sanan „iyi saatte olsunlar“ takımı yine basmışlar vaveylayı: „İrtica“ geliyor, başörtüsünü ilkokul çağında çocuklara taktırmak da ne demek oluyor. Atatürkümüzün kemikleri sızlıyor. Birileri devrimlerin canına okuyor. Efendim ikide bir de CHP denen partiye çağrılar yapılıyor. Neredesin ey CHP, görmüyormusun ki irtica almış başını yürüyor. Toprağı bol olsun Din düşmanı olan Türkan Saylan bir zamanlar şöyle demişti: „Bize namaz kılan değil bale yapan kız çocukları lazım“. Şimdilerde Hüseyin Aygün denen „densiz-dinsiz ve de edepsiz„ insanımıza ve onun değerlerine utanmadan hayasızca hakaret ediyor. Gezi zekalıların gezi kalkışması esnasında mahalle baskısına rağmen duruşunu bozmayan devekuşu görünümlü „minik serçe“ nam-ı diğer Sezen Aksu denen şarkıcı bozması da sanki çok merak eden varmış gibi bu konuda görüş beyan edip hakaretler savurmuş ve kendisini kapatmaya kimsenin gücünün yertmeyeceği mealinde bazı zırvalarda bulunmuş. Dahası kendisini „eski müftü“ diye tanıtan İhsan Özkes namında bir CHP li vekil televizyon ekranında hiç utanmadan sıkılmadan karşısındaki hanımefendiye; „Siz müslümanlığınızı CHP`ye borçlusunuz“ diyebiliyordu. İrtaca niye...

Devamını Oku

Muhalefet Erdoğana Çalışıyor!

Mainz, 17.07.2014 Türkiye 10 ağustos tarihinde yine bir seçime gidiyor. Ama bu defaki seçim bir çok noktada diğerlerinden farklılıklar arzediyor. Benim görebildiğim kadarıyla öylesine müthiş bir şölen ve bayram havasında yürümüyor kampanyalar. Kimbilir belki bunda Ramazan ayında olmamızın da etkisi olabilir. Fakat ben esas etkinin başka parametrelerde aranması gerektiği inancındayım. Bu seçimde normal olmayan bazı şeyler var, bunu kimse inkâr edemez. Cumhurbaşkanını bizzatihi halkın tayin ve tesbit edecek olması handiyse bir „yönetim yahutta sistem değişikliğini“ icbar ettirse de ülkedeki siyasetçilerin bunun yeteri kadar ayırdında olmadıkları gözlemleniyor. Partilerin fiilen seçim kampanyalarına dahil olmaması yahutta daha ziyade adayların kampanyayı kendi başlarına yürütmesi gibi bir durumla da karşı karşıyayız. Gerçi öteden beri Başbakan Erdoğanın zaten Ak Parti oylarının da büyük bir bölümünü kendi „kişisel karizması“ ile topladığına dair kuvvetli bir inanç bulunmaktadır. Ve fakat yine de bu seçim elbette ki doğası gereği 3 aday arasında geçecektir. Adaylık için 20 milletvekili tarafından aday gösterilme kuralı hatırlandığında ve mecliste grubu bulunan 4 parti olduğunu düşündüğümüzde neden 3 aday yarışıyor diye sormadan edemiyor insan. Nedenini, iki partimiz bizden bir şey olmaz iyisimi ikimiz birleşelim ve „bir çatı kurup oaraya da ithal bir aday“ koyalım demelerinden bu yana öğrenmiş olduk. Muhalefet, Çankaya için kendi içinden bir aday çıkaramamış ve Cumhurbaşkanlığı adaylığı noktasında „Pensilvanya soslu ama yabancı bir akıl“ ile hareket ederek çatı ya bir aday çıkarmış ve toplumun önüne „halim.- selim“ ve biraz da „kıt Türkçesi“...

Devamını Oku

Yusufu Kuyudan Çıkarmak…

Mainz, 14.07.2014 Kâinatı insana, insanı da kendisine (kul olarak) tahsis etmiş bulunan ve insandan enbüyük projesi olarak bahseden yüce Allah insanlığın son çevriminde „eskimez ve eskitilemez değerlerin“, ilâhi prensiplerin yer aldığı, değdiği yeri aydınlara gark eden bir „Nur“ olarak gönderdiği Kuràn-ı Kerimde bir anlatım tarzı olarak oldukça sık bir şekilde „Kıssa“ halinde anlatım yöntemine başvurduğunu görmekteyiz. O kadar ki 6236 ayetten oluşan mübarek kitabımızın yaklaşık 2121 ayeti kıssalardan oluşmaktadır. Bu kıssalar içinde Allahımızın „Ahsenel Kasas“ yani kıssaların en güzeli diye bahsettiği „Yusuf kıssası“ da yer alır. İnsanlık tarihinin belli kesitlerindeki belli insanlara (Peygamberlere) bazı toplumlara, bazı kişilere ve olaylara atıf yapan bu kıssalar çoğu zaman „yer zaman ve kişi“ ismine yer vermezler. Ve herhangi bir kıssa ilgili olayı baştan sona da anlatmaz. Sadece ilgili hayatın önemli kısımlarından kesitler verir. Üstelik bu kıssalar müstakil olarak bir surede de yer almazlar. Ayrıca bizzat Kurànın ifadesiyle bunca yoğun kıssa anlatımına rağmen bunlar sadece özetin de özetinden ibarettir. Zira Kuràn anlatılmayan kıssalardan da bahsetmektedir. Yüce Allahın engüzel kıssa diye nitelemekte olduğu Yusuf suresi az önce saydığımız kriterlerin bir çoğundan istisna edilmiştir. Ancak kıssaların ibret ve mesaj verme ana fikri belki de en fazla bu kıssa da ortaya çıkmaktadır. Yusuf suresi müstakil bir sure ve oldukça uzunca bir sure. Ancak yinede burada Hz. Yusuf (a.s)`ın bütün hayatından bahsedilmez. Bu kıssa da öne çıkan ögeler: KuyuZindanAşkNamusİffetNefretMuhabbetSadakatİhanetHasedFesatTuzak Geleneksel öğretinin „hoca“ adıını verdikleri insanların handiyse emekli olana...

Devamını Oku

Kutuplaştıran Erdoğan mı?

Mainz, 05.06.2014 Türkiyemizde bilgi birikimi yetersiz olanların müracaat ettikleri en kolaycı yol hemen belli-başlı klişelere sarılmaktır. Geçmişte müslümanların, hadi biraz daha daraltalım, müslümanlığı hayat tarzı olarak benimseyenlerin habire horlandıkları klişe „irtica“ denen maymuncuk görevi gören sihirli kelimede idi. Kim ne zaman müslümanlara saldıracak olsa hemen „irtica hortladı yahutta şeriat geliyor“ gibi bazı yaygaralar koparmak vakayi adiyedendi. Halbuki şeriat hiç gitmemişti ki niye gelsindi. Fakat dert başkaydı tabii… O zamandan bu zamana köprülerin altından çok sular aktı. Ve nihayet müslümanlara ülkelerini cehenenneme çeviren o meşùm anlayış milletin feraseti ile içinden çıkardığı bir „yiğit adam“ sayesinde aşıldı. Ülkeyi dindarlar için yarı açık cezaevine dönüştüren azgın azınlık artık mevzilerini iyice kaybetmiş bulunuyor. Eskiden sandıktan çıkma gibi bir kaygısı bulunmayan devlet beslemeleri milletin kahramanca mücadelesi sayesinde arkalarından itikleyen „bürokratik oligarşi“den mahrum kalınca ve tam 12 yıldır hemen her sandıktan ağır bir mağlubiyetle çıkınca ne yapacağını iyiden iyiye şaşırmış vaziyette. Başbakan ile sandık yolu ile başa çıkamayacağını anlayan bu çevreler gözü dönmüş bir şekilde saldırmaya başladılar. Muhlefet partilerinin bütün stratejileri „anti-Erdoğan“ üzerine kurulu. Erdoğan gitsin de ne olursa olsun ve hatta isterse memleket işgâle uğrasın. Benim dediğime bak ki, bu kafa zaten batıda „brost“ çeken bir sokak serserisini her zaman müslüman bir gence tercih eder. Zira bunların ağababaları da İslâm ve müslümanlara düşmandılar ve halen de öyledirler. Bakmayın siz bunu açıktan dillendiremediklerine. Hele az biraz bir güç ellerine geçsin bak bakalım o zaman ülkeyi...

Devamını Oku

Soma'da İmtihandan Geçtik

Mainz, 19.05.2014 13 mayıs tarihinde Manisa ilimize bağlı Soma ilçemizde bulunan maden işletmesinde millet olarak çok büyük bir imtihandan geçtik. En büyük ölümlü kaza olarak „madencilik tarihimize“ geçen bu kaza sonucunda ekmeğini yer altında karataşlardan çıkarmak için çırpınan 301 vatan evlâdını „gayb“ ettik. Yani onları şuhud âleminden gayb âlemine ısmarlamış olduk. Netice olarak istisnasız herkesin gideceği yere gönderdik. Ölüm elbette ki dayanılması zor bir hadisedir. Hele ki aynı anda bunca insanımızın can vermiş olması ülkemizin kahır ekseriyetini olduğu gibi bizi de can evimizden yaraladı. Belki onlar için „dua“ ve gözyaşı biriktirmekten başka bir şey yapamadık ama en azından yüreklerimizin parçalandığını en derin yerimizle hissettik. Helal rızık için yerin altında büyük risk alarak madencilik yapmak zorunda olan bu insanlara Yüce Allahtan sonsuz merhametler temenni ediyor, geri kalanlara sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Mekânları cennet olsun. Amin! Türkiye daha önceleri de büyük felâketler görmüş bir ülke. Daha çok yakın bir geçmişte Van`da bir deprem yaşadık. Van depremindeki durum ve ortaya çıkan hasıla bugünkünden gerçekten çok daha iyi bir durumdu. Demem o ki bu defa bu imtihan çok daha belirleyici oldu. Dolayısıyla „Soma imtihanı“ hem bize birçok şey öğretmiş oldu ve hem de adeta bir „turnosol“ vazifesi görmüş oldu. Şimdi buradan hareketle bu imtihan ile ilgili kimlerin nasıl bir durum ortaya çıkardığına bir gözatalım: Hükümetin İmtihanı Hadise duyulur duyulmaz Başbakan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Taner Yıldız beyi acele olarak olay yerine...

Devamını Oku

İçine Asker Kaçmış Adamlar!

Mainz, 12.05.2014 Eski Türkiyede milletin iradesiyle seçip gönderdiği meclis ve onun içinden çıkartmakta olduğu yürütme organı memlekete vaziyet eden üniformalı zevatın izin verdiği alanda siyaset eder; yol, baraj, köprü, su ve elektrik işleriyle iştigal eder bir nevi rüşvet kabilinden ihale yasasını da uhdesine alınca hiç olup bitene ses çıkarmazdı. Ve memlekette en ufak bir tartışma bile olmadan „ne şiş yansın ne kebap“ kabilinden ülke yönetilir yahutta yönetiliyor „muş“ gibi yapılırdı. Renksiz ve kokusuz sağ iktidarlar kendilerine tanınmış olan bu daracık alandan hiç rahatsız olmazlar etraflarına mavi boncuk üstü „eşantiyon ihaleler“ vererek işi götürürlerdi. Bu arada olan millete olur. Fakirlikten inim inim inleyen insanlar biraz daha fakirleştirilir. Zenginler daha bir zenginleştirilir. Hulasa bu kısır döngü sür-git devam ettirilirdi. Bir ara merhum Özal bu fasit daireyi kırmak için hamle yapmak istediyse de mâlesef başarılı olamadı. Sonunda merhum Erbakan bu konuda çok cesur adımlar attı. Fakat onun iktidarı oldukça zayıf olduğundan bütün „mutlu ve putlu azınlık“ biraraya gelerek üniformalılara müracaat ederek bu güzel girişimin „akim“ kalmasını temin ettiler. Ancak böylesi bir fasit dairenin bin yıl daha sürmesi akla ziyan bir anlayıştı. Öyle ya artık 1940`ların Türkiyesinde değildik. Ama birileri kendi âli menfaatlerini korumak uğruna bu yolda ellerinden gelen herşeyi yapmaya and içmişti. Nitekim sonunda millet 3 kasım 2002 tarihinde olaya el koydu. Ve kendisinin bizzatihi iktidar olma kararlılığında olduğunu göstermiş oldu. Ancak iyi saatte olsunların millete iktidarı teslim etmek gibi bir niyetleri...

Devamını Oku

Ten Beyazlatıcısı İcat Oldu mu?

Mainz, 05.05.2014 Vahşi kapitalzmin hüküm sürdüğü günümüzde hemen her alanda beyazlatan ürünler habire piyasaya sürülmekte ve „beyazlama“ ihtiyacı olan tüketicilere sunulmaktadır. Dişlerden çamaşırlara kadar bir çok beyazlatıcının piyasada rağbet gördüğünden haberdarız. Ancak „ten“ beyazlatan bir ürün olup olmadığı konusunda benim ciddi kuşkularım var. Eğer bu konuda benim duymadığım bir yeni icat sözkonusuysa onu bilemem. Ancak daha çok kısa bir zaman önce ünlü sanatçı Michael Jaksonı`n beyazlama uğruna canından olduğunu biliyoruz. Tabi işin ironisi bir yana elbette ki böyle bir beyazlamadan bahsetmiyoruz. Zira bu tür bir heves sadece heves edenin zararı ile sonuçlanır. Ancak sınıfsal olarak kendisine egemenler tarafından “zencilik” düşmüş olan kimselerin bir zaman sonra “Ben de Beyaz Olacağım” diye tuturmasının sadece kendisine değil hem ülkesine ve hem de milletine zarar vereceği bir kere daha görülmüş oldu. Aslında biz bu ülkenin zencileri kabul edilenler olarak Anadolunun bir köyünden yetişmiş tamamen saf duygulara sahip temiz yürekli milletini ve vatanını canından bile aziz bilen bir insan olarak tanıdığımız Haşim Bey’i, mahkemeye atandığında kendisine yapılan saldırılara karşı savunmuş ve göğsümüzü siper etmiştik. Refah ve Fazilet Partilerinin kapatılma kararına karşı düştüğü muhalefet şerhini ayakta alkışlamış ve özgürlükten yana olan tutumuna hayranlık duymuştuk. Ak Partinin kapatılma davasında yine bir cesur yürek gibi davranmış ve alkışı haketmişti. Anayasa mahkemesine başkan olduğu zaman yaptığı konuşma ile yüreklerimize su serpmiş ve yüksek yargının bundan böyle “vesayet” tutumuna girişmeyeceğini düşünmüştük. Başörtüsü ve benzeri özgürlük konularında cesur kararlar alan...

Devamını Oku

Milletimizin 30 Mart Cevabına Dair…

Mainz, 28.03.2014 Yanlış hesap Tayyibi devirmek beyler,  Temmuz sıcağına kar mı dayanır. Kaset, montaj. Şantaj acâyip şeyler, Hiç düşünmediler Millet uyanır.   Sen ayrılma şefkatten dilinde dua, Beddua okuyan diller utansın! Yüreğinde sevgi, gönlünde şuâ, Millete uzanan eller utansın!   Sen yak lâmbaları karanlık bitsin, Güneşi yangın sanan bunak utansın! Neo-con severler defolsun gitsin, Yalancıya aldanan ahmak utansın!   Sen nâdide eserleri bir bir yola diz, Yola ateş saçan nâdan utansın! Sadece Tevhide boyun eğdik biz, Dinini güce satan hâman utansın!   Evet uzunca bir süredir herkes konuştu. Ama ne konuşmalar… Aslında bunlar sadece konuşmalardan ibaret değildi. Bunlara çok yabancı da değildik. Ne zaman Türkiye silkinip toparlanmaya kalksa hemen bir yerlerden „“düğmeye“ basılır ve bu kutlu yürüyüşe bir şekilde engel olunurdu. Bu defa da öyle olması için çok büyük çabalar harcandı. Taksim Gezi Parkı Ayaklanma Denemesi Öncelikle bu ülkenin en naif kesimi olan gençler kullanılmak istendi. Zamanında „iritica“ diyerek „öcü“ ilân ettikleri „yeşili“ bahane ederek darbeleri fiilen yaşamamış gencecik yavruları haince bir örgütleme yöntemiyle örgütleyerek ayaklandırmaya kalkıştılar. Aralarına saldıkları „solcu-sosyalist, emperyalist ve devrimci teröristlerle“ birlikte İstanbulumuzun bir bölgesini yağmaladılar. Adeta işgal görüntüsü vererek polis ve esnafa saldırdılar. Dahası uluslararası şebekelerle işbirliği yaparak ülkemizin imajını zedelemek için kan dökmeye kalkıştılar. Uzunca bir süre bu ayaklanma yoluyla sonuç almaya çabaladılar. Ancak ülkeyi idare eden kadroların „Dik Duruşu“, cesaret ve basireti ile buradan bir sonuç alamadılar. Sonrasında „marksist eskileri liboş yarı aydın...

Devamını Oku

Bizimde Bir Rüyamız Var

Mainz,20.03.2014 Var ama bizim rüyalarımıza efendimiz (s.a.v) teşrif etmiyor. Bundan dolayı elâlemi kıskanacak hâlimiz yok. Günahkârlığımıza verelim. Fakat yine de Allaha sonsuz hamd-u senâlar olsun. Zira en azından rüyalarımıza „şeytan“ da gelmiyor. Sağlam ve selim akıllı hiç bir müslüman Hz. Peygamberin rüyalarına girdiğini ve onunla görüşmeler yaptığını ve hatta ondan bazı talimatlar almak suretiyle günahlara engel olduğunu söyleyemez. Hele hele Hz. Peygamberin „Ankara havaları“ dinlemek üzere geldiğini iddia etmek akıllara zarar bir sapkınlıktır. Ya „Cebrail gelse oy vermem“ diyen kafaya ne demeli acaba? Müslümana yakışan bu bir „klinik“ vaka ise doktor tavsiye etmek değilse tevbeye davet etmektir. Günahta ısrar etmek şeytanın pislik amelinden başka bir şey değildir. Sadık rüyaları ancak Peygamberler görürler. Peygamberlerin dışında kim ne görürse görsün kendinedir, başkalarını ilgilendirmez. Peygamberden talimat aldığını söyleyenler burada durur mu zannettiniz. Asla durmazlar, „bir sınır yoksa hiç sınır kalmaz“. Yakında Peygamberi de devre dışı bırakabilirler. Şarlatanlık nasıl olsa bedava. Üstelik bir hayli de müşterisi var. Ürünün maliyeti, sadece bir „kaykuleden“ ibâret. Ancak milyarlarca dolara tekâbül eden bir pazarlama ağı var. Böylesi bir ticarete şapka çıkarmamak ancak kıskançlık ile te`vil edilebilir. Rüyalarında Peygamber gördüğünü ileri sürenler yeni değildir. Birazcık tarikat geleneğine göz gezdirmiş olanlar bile bilir ki burada „ilim“ den ziyade „ilham“ ve „keşif“ denilen yol ile bilgi edinilir. Bunlarda daha ziyade nedense „uyurken“ olur. Allah ümmetten her daim uyanık olmasını beklerken bu batıni meşrepler devamlı uyuyarak dolayısıyla da rüyalanarak ürünlerini tezgâha...

Devamını Oku

Ablalar, Abiler ve Sandık…

Mainz, 11.03.2014 Herkesin adını bir başka biçimde seslendirmekte olduğu bu karanlık yapı, son zamanlarda „paralel devlet“, Paralel örgüt“ „Uzun Kulak Örgütü“ ve hatta „p*** imalâtçısı örgüt“ olarak bile nitelendirilmektedir. „İnsaf dinin yarısıdır“ diyen bir peygamberin yolunda olduğunu iddia eden bu „karanlık yapı“ 17 Aralık tarihinden bu yana adeta bir yerlerden emir almışcasına insaf ve izàn cinayetine başlamış ve ülkenin kaderi ile oynamaya kalkışarak aslında „başka birilerinin derin bir projesi“ olduğu tezini ispatlamak istercesine işlem ve eylemlere kalkışmıştır.Karanlık yapının resmi pravdası niteliğindeki paçavranın ve benzeri selülozdan imal edilmiş paçavralar ile kanalizasyon hattına bağlanmış tv kanallarından ülkenin seçilmiş Başbakanına bıkmadan usanmadan ve utanmadan küfür ve hakaretler yağdıran bu zavallı güruhun giderek daha da sertleşeceği ve heybesinde bulunan bütün „çirkef ve pespayelikleri“ ortaya saçacağı da biliniyor. Kendileri tarafından adına cemaat yahutta camia veya hizmet hareketi denilen bu hareketin karanlık bir yapı olduğu yeni bir icat değildir. Yukarıda saydığımız isimlendirmeler yenidir, doğru. Ama bu yapının hem „karanlık“ ve hem de „otoriter“ ve „buyurgan“ olduğu ve hatta biraz da „militer“ olduğu eskiden beri bilinen ancak yüksek sesle dile getirilmeyen bir „kaziyye-i muhkeme“dir. Bunların dillendirilmemesinin iki ana sebebi vardı. Kimisi Ak Parti iktidarı bu karanlık yapıya gereğinden fazla yüz veriyor ve hatta şımartıyor diye hikmet-i hükumetten sual olunmaz kabilinden ses çıkarmazken kimisi de „yarın başıma ne iş açarlar“ diye korkusundan ağzını bile açmamıştı. Ne zaman ki „takiyyecilikten“ kısmen vazgeçtiler ve Milletimiz ile birlikte Ülkemize kastetmeye...

Devamını Oku

Koyvermeyin „OY“ Verin

Mainz, 28.02.2014 Ülke yönetiminin seçim sandığı ile el değistirmeye başlamasının üzerinden yarım asırdan fazla geçti. 1980 darbe yıllarının ardından bendeniz de bu sandıkların hemen hepsine şahit oldum. O zamanlardan bu yana handiyse klişe haline gelmiş, „Ülke olarak çok kritik bir dönemden geçiyoruz, bu seçim çok hayati bir önem taşıyor“ özel cümlesini hep duymuşuzdur. Hemen her seçim döneminde hemen herkes tarafından dillendirilmekte olan bu „afilli cümlecik“ bazen istismara açık kapı aralamış olsa bile öylesine yabana atılacak bir ifade de değildir. Bizim ülkemiz gerçekten bu kadarı da „olmaz“ denilen olayların olduğu/oldurulduğu ender coğrafyalardan biridir. Bu ülkede özellikle „müslümanlık“ konusunda hassasiyeti bulunan insanların hemen her zaman ötelenip, aşağılanmalara maruz kaldığı, hor landığı ve devlet idaresinden özellikle uzak tutulduğu ve hatta enselerinde „boza“ pişirilmeye çalışıldığını bilmeyenimiz kalmadı. Anadolunun „kara-kuru“ insanları özellikle merhum Özalın cesaret ve yönlendirmesiyle küçümencik birikimleriyle iş yapmaya kalkışmış ve kısa sayılabilecek bir zamanda önemli mesafeler kaydetmişti. Taraflı tarafsız hemen herkesin en hâinâne darbe olarak nitelendirdiği 28 şubat kalkışmasında Anadolu insanının sadece başındaki „örtüsü“ değil, cebindeki parası da fişlenerek yok edilmeye çalışıldı. Ancak Anadolunun o „kara-kuru, yalın ayak baş kabak“ mazlum insanları bir kere gözünü açmıştı. Evet pekâla bu insanlar da ihracat yapabilir, şirket kurabilir ve hatta ülkeyi yönetebilirdi. Dünyada iş yapmak için illâ da fildişi kulelerde oturmak, boğaza karşı kadeh kaldırmak gerekmezdi. Istanbul baronlarının kurduğu „gayr-i meşru dükalık“ insanımzın kaderi değildi. Ve nihayet 1000 yıl sürecek şekilde kodlanan ve bu...

Devamını Oku

Nemrud Gibi Yaşayıp, İbrahime Talip Olmak…

Mainz, 22.02.2014 Türkçemize hangi dilden geçtiğini bilmiyorum ama yediden yetmişe hemen herkesin kullanımında bulunan ve tam da yukarıdaki başlığı anlatan “takiyye” diye bir kavramımız var. Takiyye kavramı bugünlerde yeniden gündeme oturmuş durumda. Bu kavram için başkaca tanımlamalar da yapılabilir. Meselâ, belli bir amacı gerçekleştirmek üzere başkaca bir grubun, yahutta kurumun içine “gizlenmek, saklanmak” da diyebiliriz. Ancak bu saklanma ve gizlenme kabiliyyetinin çok yüksek bir strateji gerektirdiği de açıktır. Yani öyle hemen herkesin yapabileceği bir eylem tarzı değildir. Takiyye konusunda ustalaşabilmenin en temel şartı amaca iman etmiş olmaktır. Elbette bu şart yeterli değildir. Sağlam bir imanın ardından genişçe bir mide ve amaç için herşeyi mübah gören laçka bir anlayış da şarttır. Zira bazı kurum ve kuruluşlarda saklanmak hiç de kolay değildir. Böylesi kurumlarda saklanabilmek için Nemrud gibi yaşamak şarttır. 28 şubatın kahırlı yıllarında özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinde “dindar” diye bilinen insanların “disiplin suçu” adı altında mağdur edildiklerini hepimiz biliyoruz. Cemaat denilen yapının yayın organları Ak Parti iktidarının ilk yıllarında bu konuyu propaganda etmekten bıkmak bilmemişti. Sonuçta temeli gayet sağlam olan ergenekon ve balyoz gibi davaları fırsat bilen “karanlık yapı” gizlemekte olduğu elemenlarına yol vermek için bir taşla birkaç kuş yerine “kuş katliamına” girişerek suçlu suçsuz ayırımı zahmetine girmeden torbaya koyduğu herkesi kodese tıkarak herkesi canbaza bak oyunuyla aldatarak vesayeti kaldırıyorum diyerek hem kendisini alkışlatmış ve hem de vesayetçilerin makamına kurulup güç zehirlenmesinin de etkisiyle memleketi yönetme hayali ile takiyyeciliğe son...

Devamını Oku

TIR'latan Sadece Savcılar mı?

Mainz, 04.02.2014 Tιrlatmak kelimesi daha ziyade „argo“ literatürde kullanιlmakta olup, „delirmek“ „çιldιrmak“ „aklιnι yitirmek“ gibi anlamlara gelir. Ancak tabi bizim savcιlarιmιz gerçek anlamda „TIR“ lar ile kafayι bozmuşa benziyor. Böyle olunca da ister istemez insanιn aklιna savcιlarιmιz delirmeye mi başladι sorusu geliyor. Malum, son zamanlarda yollarda seyahat halinde bulunan „uzun araçlarι“ durdurmak moda olmuş durumda. Geçenlerde gözünden hiç bir şey kaçιrmayan bir savcιmιz Hatay ilimizde bazι araçlarι durdurmuş ve arama yapmak istemişti. Ancak savcιmιza bu araçlarιn ülkenin „Milli İstihbarat Teşkilatιna“ ait olduğu güzel bir lisan ile izah edilmiş. Bu izahat yeterli olmayιnca gerekli belgeler temin edilip savcιya ulaştιrιlmιş ancak görev aşkιyla yanιp tutuşan savcιmιz ne olursa olsun TIR latmayι kafasιna koyduğu için tutanak tutarak oradan uzaklaşmιş. Daha önce Reyhanlι da meydana gelen „Muhaberat“ kaynaklι terör saldιrιsιnda 52 vatan evlâdι can verdiğinde olay yerine ancak bir hafta sonra intikal eden savcι mesele TIR olunca süratle olay yerine intikal etmişti. Aradan çok geçmeden bu defa yeni tayin edilen savcιmιz da çok büyük bir „iştiyak“ ile yine TIR larιn yolunu kesmiş ve istihbarat teşkilâtιna ait olduğu belgelenen vasιtalarι aramak üzere herhalde uygun polisler bulamadιğιndan olsa gerek „uygun bir komutan“ ayarlayιp jandarma ile baskιn yapmιş ve araçlarι aramak istemiştir. İstihbarat görevlilerinin bütün uyarι ve ikazlarιna rağmen araçlarι aramak için „canhιraş bir şekilde direnen“ kahraman(!) savcιmιz bununla da yetinmeyerek „sizi gelecekte Başbakan bile kurtaramayacak“ diyecebilecek kadar küstahlaşabilmiş, haddini aşarak görevlileri tehdit etme cüretini gösterebilmiştir....

Devamını Oku

Koç Gibi Ananas(!) Yıldırım Gibi Şike

Mainz, 27.01.2014 2011 yιlι temmuzundan bu yana sporda ülkemizde tam bir „tiyatro“ yaşanιyor. Bu öyle bir tiyatro ki eşi, benzeri, örneği menendi görülmüş değil. Türkiyede futbol konusuna genellikle karanlιk kişilerin yönetici olarak itibar ettiği ve bin bir türlü hile-hurda dolu işlerini futbol kredibilitesi üzerinden „ak-pak“ ettiklerini bilmeyenimiz yoktur. Bunun böyle olduğunu hemen herkes bilir ama kimsecikler bunlarι dillendirmez. Zira „cam“ dan mâlikânelerde oturanlarιn başkalarιnιn camevlerine taş atmasι düşünülemezdi. Nitekim zaman oldu cam dan evi olmayan kaliteli ve dirayetli ve bir hayli yüksek özgüveni olan adam gibi adam Başbakan bu konudaki çürümüşlüğün, kokuşmanιn ve düzensizliğin sonlandιrιlmasι için yine kulüplerin inisiyatifi ile „Sporda şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair“ 6222 sayι numaralι kanunun yasalaşmasιna öncülük etti. Üstelik bu konuda Meclis içindeki bütün partiler de konuya destek verdiler. Tabi bu kanun konusunda en çok ιsrarcι olanlarιn sonradan kanundan en çok „müşteki“ olacaklarι baştan öngörülememişti. Bu kanun zayιflarι dahada zayιflatmak niyeti ile çιkarιlmιştι ama radara  Fenerbahçe yakalanιnca işler değişti. Önce polisler suçlu ilan edildi. Ardιndan savcιlar suçlandι. Arkasιndan hakimler „tu-kaka“ ilân edildi. Yetmedi UEFA, CAS gibi kurumlar bir dernek işte canιm ne olacak denerek aşağιlandι. Ama Fenerbahçe de sadece bir dernekti. Onlara göre herkes suçlu bir tek asker kaçağι suçsuzdu. Bütün dünya bir araya toplanmιş Türkiyenin kurucu askeri lideri olan Mustafa Kemalin emaneti olan ülkenin ordusuna askerlik yapmaktan kaçan birisini yok etmek istiyordu. Ama ne hikmetse bu adam ben ve Fener „Atatürkün askerleriyiz“ diye...

Devamını Oku

Allah İle Aldatmak!

Mainz, 18.01.2014 İnsan, yüce yaratιcιnιn „imtihan sιrrι” gereği kötülük yapabilme kapasitesi ile var edilmiştir. İnsan dilerse şeytanιn „uydusu“ olur, dilerse de Allahιn rιzasιna uygun bir hayat sürüp iyiliğin ve hayrιn peşinden koşarak hem bu dünyada „mutluluğu“ ve hem de öteki hayatta „ebedi saadeti“ yakalar. Allahιn koyduğu yasalarι peşinen reddedenlerin büyük bir azap ile uyarιldιklarι açιktιr. Ancak Allah ile aldatanlarι „alçaltιcι“ bir azabιn beklediğini de yine Kuràn defaatle haber vermektedir. Allah ile aldatmak yeni moda bir aldatma türü değil aksine çok kadim bir tarihi bulunan bir gelenektir. Allah ile aldatmanιn ölçülerini anlamak gayet basittir: Özellikle insanlarι „din adιna Allaha“ değil de cemaatine, kliğine, kulübüne, camisine, dergâhιna, tezgâhιna çağιranlarιn hepsi Allah ile aldatmaktιr. Tarihin en büyük din davetçileri olan Peygamberlerin hiç birisi insanlarι kendisine çağιrmamιş ve bu „davet“ karşιlιğιnda herhangi bir „ücret“ de talep etmemişlerdir. İnsanlarι „din ve diyanete“ çağιrιyorum diyerek muhteşem bir saadet zinciri oluşturup insanlarιn hem gönüllerini ve hem de ceplerini esir alan bazι „sevgi ve hoşgörü kalpazanlarι“ kendilerini saklayarak haklarιnda bir illüzyon oluşturmak yoluyla emirlerindeki servet ile yetinmeyip Milletin „değerlerini“ yok etmeyi amaçlamιşlarsa işte bunun adι „Allah ile aldatmak“ olur. Eğer siz yahudileri ve bilumum ateist ve ataistleri en derin muhabbetle sever ve Müslümanlardan nefret ederseniz, Eğer siz İsraile meşru otorite deyip şehitlere terörist yakιştιrmasι yapmaya kalkιşιrsanιz, Eğer siz kendi ülkenizin milli bankasιnι yahudilere peşkeş çekmeye kalkarsanιz, Eğer siz Müslümanlara Karun ve Firavun deme küstahlιğιna ve kibir zehirlenmesine...

Devamını Oku

Yanlış Algılarla Yanlış Kurgular…

Mainz, 10.01.2014 Yanlιş bir algι ile doğru bir kurgulamanιn mümkün olmayacağιnι peşinen belirtelim. İlk bakιşta meydana gelen milimlik bir sapma açιsι ileride çok büyük bir sapmalara yol açabilir. Son zamanlarda muazzam bir „algι“ bombardιmanι altιnda olduğumuzu da ifade ettikten sonra bir masal anlatmak istiyorum: Masal bu ya, zamanιn birinde bir devler ülkesi varmιş. Bu ülkenin himmet sahibi, gayet anlayιşlι ve adaletli bir yöneticisi varmιş. Günün birinde azgιn bir dev bu ülkeye dadanmιş habire eşkιyalιk yaparak güvensizlik ve huzursuzluk çιkartmaya başlamιş. Hadise devler ülkesinin kralιna iletilmiş. Kral bu duruma çok sinirlenmiş ve bu haddini bilmez eşkιyaya bizzat haddini bildirmek için devin konağιna gitmiş. Bütün heybetiyle içeri girmiş ve, nerde benim ülkemin huzurunu bozan dev diye seslenmiş. Korkudan kaçan dev iç kιsma saklanmιş ama şeytâni bir zekâ ile karιsιna dev gelmeden önce oğlunu yatağa yatιrιp üstünü örtmesini ve sadece ayaklarιnι açιkta bιrakmasιnι söylemiş. Kral devi eşkiyanιn karιsι karşιlamιş ve ona biraz sessiz ol burada küçük oğlumuz uyuyor demiş. Gayet gergin ve oldukça sinirli olan dev yatağa bakar bakmaz müthiş bir korkuya kapιlmιş ve içinden „küçük oğlunun ayaklarι bu kadarsa ya kendisi ne kadardιr“ diye geçirince büyük bir korkuya kapιlmιş ve oradan kaçmak zorunda kalmιş… Masal deyip geçmeyin. Yahutta ne alâka canιm sakιn demeyin. Meselâ bu dev yatağιn üzerindeki yorganι kaldιrmayι denemiş olsaydι ülkesinin esenliğini hemencecik sağlayabilecekti. Algι yönetiminin modern çağιn en önemli parametrelerinden biri olduğunu bilmeyen yok. Bu konuda itiraz olacağιnι...

Devamını Oku

At Gitti Avrat Gitmesin!

Mainz, 04.01.2014 Zamanιn birinde Bağdata yakιn bir mesafede eşiyle Bağdata doğru yol almakta olan bir süvari yolda ιssιz bir yerde „âmâ“ biri tarafιndan durdurulur. Yolda kaldιğιnι, yolunu bulmakta zorlandιğιnι ve kendisini de şehre götürmelerini talep eder. Süvari olan kişi eşinin atιn terkisinde olmasι ve atιn üç kişiyi taşιmasιnιn zorluklarιnι söylediyse de âmânιn yalvarmasιna dayanamaz ve onu da ata bindirerek şehre koyulur. Yolda giderlerken âmâ kişi süvariye aklιna gelen bütün „dualarι“ sιralar. Ancak tam şehir çarşιsιna intikal ettiklerinde âmâ basar yaygarayι: „Yetişin Ey Allahιn Kullarι, ben bir âmâ insanιm işte bu gördüğünüz adamι yoldan aldιm iyilik olsun diye şehre getirdim ama o benim atιma göz dikti, atιmι elimden çalmak istiyor“. Şehir halkι toplanιr ve manzara karşιsιnda merhamete gelerek süvariye bir güzel dayak çekerler. Üstelik adam kendi meramιnι bile anlatmaya fιrsat bulamaz. Netice de olay kadιya intikal eder. Yapιlan muhakeme sonucunda kadι olayιn taraflarιnι ve şahitleri dinledikten sonra atιn “âmâ” olan kişiye verilmesi kararιna varιr. Süvari ve eşi yapιlan haksιzlιktan muzdariptir. Yapιklarι iyiliğin karşιlιğι bu mu olmalιydι? Ama imtihan daha bitmemişti. Mahkeme sonucunda âmâ oluşunu fιrsata dönüştüren bu uyanιk tam da mahkeme dağιlιrken kadι efendi, kadι efendi: “Bu kadιn da benim karιmdιr demez mi?” Atι için gözyaşι döken adam bakmιş ki bu âmâ ile başetmek zor ben bu mahkemenin kararlarιna katιlmιyorum diyerek oradan uzaklaşmιş. Son zamanlarda yaşamakta olduğumuz hadiseler bu naklettiğimiz hadiseye ne kadar da benziyor. Bir tek sonuçlarι bakιmιndan bir...

Devamını Oku

Darbeye Din, Dine Darbe…

Mainz, 14.12.2013 Darp etmek dövmek anlamιna gelen dilmize Arapçadan geçerek Türkçeleşmiş bir kelime. „Darp“ kelimesinden türetilen „darbe“ ise elinde güç ve silah bulunduranlarιn zayιflarι dövmesi anlamιna geliyor. Hani şu söyleyecek fikri olmayanlarιn seslerini yükseltmesi yahutta ağιzlarιnι bozmalarι gibi bir şey. Darbe sözcüğüne üçüncü dünyanιn bedevi ülkelerinde çokça rastlamaktayιz. Aslιna bakarsanιz daha düne kadar bizim ülkemiz de bu kategoride yer alιyordu. 2010 yιlιnda bir referandum ile basiretli insanιmιz bu „soysuz“ anlayιşι tamamen yoketmek için muhteşem bir icraat ortaya koydu ancak görülen o ki hâlâ bu konularda büyük sιkιntιlar var. Üzerlerinde üniforma ve bellerinde paravan kιlιçlarla arz-ι endam eden „omuzu kalabalιklarιn“ vesayetinden ülkeyi kurtarmιşken şimdi de „Cübbeli“ vesayeti ülkemize tebelleş olmuş durumda. Devlet denen organizasyonda önemli bir yeri bulunan ve her konuda mâşeri vicdana huzur bahşetmesi beklenen yargι erki içine sιzmιş bazι cübbeli takιmιnιn devleti yönetenler yerine bir başka mahfilden emir ve talimat almaya kalkιşmasι memleketimizde ufak çaplι da olsa bir kriz meydana getirdiğini itiraf etmeliyiz. Ancak bu kriz kesinlikle kalιcι olamayacaktιr. Bu başarιsιzlιk askerler kadar güçlü olmadιklarιndan kaynaklanmιyor. Aslιna bakιlacak olursa askerler varken bile en büyük güçlerden birini oluşturuyorlardι. Onlarι güçsüz kιlan yegâne karine artιk milletimizin böylesi „oyundιşι- hukukdιşι çetevâri“ organizasyonlara suskun kalmayacak olmasιdιr. Bundan böyle bu millet ne dine darbe vurulmasιna izin verir ve ne de darbeye din uyduranlara geçit verir. Peki ne demektir darbeye din, dine darbe: Dine DarbeBu topraklarda yaşamakta olan insanlarιn kahir ekseriyeti müslüman, bu bir...

Devamını Oku

Dershane Bahane mi?

Mainz; 28.11.2013 Memleketin yığınla meselesi hakkında çok ciddi adımlar atılmışken ülkenin gündemini sadece “dershaneler” üzerinden belirleme çabalarını bile bir yere kadar anlamak mümkündü ama son zamanlarda adına hiizmet hareketi denen bir gruba bağlı yayın organları kantarın topuzunu iyice kaçırmış durumda. Ülkede ki çarpık anlayış, yıllardan beri sürdürülmekte olan vurdumduymazlık, darbeciler ve darbecilerin emrindeki koalisyon hükumetleri tarafından adeta bir kangren haline döndürülmüş bulunan eğitim (belki de öğütüm demeliydim) sistemi sistemi dershaneler denen olguyu zorunlu hale getirmiş olabilir. Dershaneler bir sebep değil, sonuçtur. Dershaneler sınav sistemi değişmeden emirle kapatılmamalıdır. Bütün bu görüş ve düşünceler hakikatli bir şeklide dile getirildiğinde elbette saygın görüşlerdir. Dershanelerin hür teşebbüs tarafından ortaya konulmuş bulunan bir nevi ticari işletmeler olduğu da bir vakıadır. Elbette insanların ticari işletmelerine karşı girişilmek istenen kapatma ameliyesi konusunda tepki göstermeleri de tabii karşılanabilir. Bunların tamamına hakkaniyete riayet eden bir insan olarak “eyvallah” dememek mümkün değil. Ancal geldiğimiz noktada durumun hiç de dershanelerle sınırlı olmadığı çok açık bir şekilde ortaya çıkmış bulunuyor. Zira bana göre mesele sadece dershaneden ibaret olsaydı bu konu kamuoyuna doğru-dürüst yansımadan bir hal yoluna sokulurdu. Peki o zaman mesele ne dir? Yine herkes kendi zaviyesinden bakarak bir değerlendirmeye tabi tuttuğumuzda iki önemli durum tesbiti yapmak mümkün olacaktır: Birincisi: Tayyib Erdoğan fıtratı gereği disiplinli va kararlı bir liderdir. Bu zamana kadar bir çok badire atlatarak, askeri vesayet, mafya-siyaset-iş çevreleri vesayeti gibi durumlardan kurtarmış son olarak da „bürokratik oligarşiye“ son verip...

Devamını Oku

En İyisi Okulları Kapatalım!

Mainz, 19.11.2013 Vallahi eğer okulları kapatacak olursak Hasan Ali Yücel ve benzerlerinin tamamı bakanlık yapacak düzeye erişirler. Okulları kapatmakta nereden çıktı demeyin sakın. Madem ki uğruna bunca vaveyla kopartılan dershaneler var ve madem ki bu dershaneler süper başarılı öğrenciler yetiştririyorlar o zaman okulları kapatalım ve dershaneler eğitim işini üstlensin devlet de eğitime yapmakta olduğu bunca harcamadan kurtulmuş olsun. Bu yaklaşım elbette ki bir „ironi“den ibaret. Zira ortada kapatılan bir şey yok. Peki nedir o zaman bunca kızılca kıyamet? O konuya girmeden önce ülkemizdeki eğitim sisteminin yeterince iyi işlemediğini ,çok ciddi problemlerin varlığını ve hemen hemen her gelen bakan tarafından sisteme şöyle yada böyle bir müdahalede bulunulduğunu söyleyelim. Bir kere eğitimli toplum olmak demek çok sayıda insanı „üniversite mezunu“ yapmaktan geçmiyor. En önce bu yanlış algıyı düzeltmek lazım. Mesele çok sayıda insanı üniversite mezunu yapmak değil üniversiteleri kaliteli hale getirmektir. Tabi bir de Türkiyenin güç, imkân ve kabiliyetleri açısından konuya bakmak gerekiyor. Peki nedir bu dershaneler olayı: Olay patlak verdiğinden bu yana hemen herkes her zaman olduğu gibi kendi meşrebine uygun mevzilerden ateş açmaya başlamış bulunuyor. Bu bakış açılarını üç başlık altında toplayabiliriz: 1- Ak Parti askeri vesayet, medya ve iş dünyası vesayetinden sonra üzerinde var olduğu algısı oluşturulan „cemaat vesayeti“ ni bitirmek için böyle bir hamle hazırlığına girişti. 2- Cemaat, özellikle de Sarıgül olayından sonra yeni dönemde daha iyi ve daha iyi geçinebileceği bir partner bulduğu zannına kapıldığı için...

Devamını Oku

Suç, Ayıp, Günah…

Mainz, 08.11.2013 Başlιkta kullanma ihtiyacι duyduğumuz bu üç adet kavram hakkιnda gerek lugavi, gerek nazari ve gerekse ιstιlah olarak uzun uzadιya anlatιmlar ortaya koymak mümkün ancak biz konunun bu yönü ile çok fazla ilgili olmayacağιz. Zira bu konu hemen her zaman olduğu gibi ülkenin gündemini tek başιna belirleme konusunda rakipsiz olan Başbakan özellikle de yurtdιşι seyehatlerinde ola ki bir başka konu konuşulabilir kaygιsιyla dönene kadar gündemi belirlemek üzere bir tartιşma konusu açmak konusundaki maharetiyle ilgildir. Bu defa da öyle oldu. Özellikle üniversite öğrencilerinin barιnma koşullarι konusunda hükumetin gayretlerini dile getirdikten sonra bu konuda halâ önemli boşluklar olduğunu ve boşluktan istifade kötü niyetli ve şer cibiliyetli bazι insan müsveddeleri ve şer odaklarι tarafιndan gencecik çocuklarιn farkιna bile varamadan bazι tuzaklara düşmek suretiyle ziyan olabilecekleri noktasιndaki hassasiyetten hareketle bu konunun eni-konu tartιşιlarak yeni bir takιm tedbirler ve çözümlerin üretilmesi noktasιnda çalιşma yapιlmasι zarureti üzerinde durulmasι gerektiğini söylemiştir. Netice tam da Başbakanιn arzusu istikametinde gelişmiş ve tabir yerinde ise kιzιlca kιyamet koparιlmaya başlanmιştιr. Vay efendim, bak gördünüz mü, işte özel hayatιmιza karιşιlmaya başlandι. Bu ülke laik, laik bir ülkede kimin kiminle kaldιğιndan sana ne? Önce „içki“ konusundaki düzenleme geldi, sonra „başörtülü vekiller“ Meclise girdi, sonra Marmaray projesinde „dua“ edildi ve şimdi de hayat tarzιmιza müdahale edilme yolunda ilerleniyor. Yakιnda „şeriat“(!) bile ilân edilebilir. Daha benzeri bir dünya „zιrva“ pusudakiler tarafιndan tedavüle sokuldu. Aynι zihniyet Başbakanιn üç çocuk tavsiyesini de diline dolamιş ve...

Devamını Oku

Aday Pazarιnda Tezgahta bir Sarι Gül?

Mainz, 23.10.2013 İmparator lakaplι meşhur Türkücü İbrahim Tatlιsesìn şöhretli türküsünde “sarιgül” kendisine yer bulamamιş ancak belli ki bundan bir hayli rahatsιz olan “Sarιgül” bu defa İstanbulu yönetmeye talib olmak suretiyle kendisine türkülerde, şarkιlarda ve hatta siyasette yer tahsis etmeyenler ile kιyasιya bir mücadelenin içine girecek. Ancak bu hiç de kolay gözükmüyor. Zira Sarιgül kendi partisinden aday olmayι göze alamιyor. Partisini terkedip “işte ben geldim” deyip CHP`ye de gidemiyor. Mutlaka oradan en üst düzeyde bir “davet” bekliyor. Davet etsinler gideyim diyor ama aynι zamanda hazιrlιklarιnι da hιzla sürdürüyor. Sarιgül güller arasιndan gelip Şişli yerine bütün İstanbulun Sarιgülü olabilecek mi? Bunu elbette zaman gösterecek. Zira ortada eskilerin deyimiyle „ne fol var nede yumurta“. Dahasι tavuk bile tam olarak ne yapacağιnι bilemez durumda. Burada otlayιp komşunun bahçesinde yumurtlamaya kalkιşmasι bir tavuk için sofraya hazιrlιk yapιlmasι anlamιna gelir. Erbabι bunu çok iyi bilir. CHP´de ki „ikircikli“ tavιr ise sür-git devam ediyor. Ortalιk handiyse toz-duman olmuş vaziyette. İyi saatte olsunlar bunu her ne kadar CHP´nin ne kadar demokrat olduğuna hamletseler de bunun hakikatle bir ilişiği yoktur. Nihayet çok zor durumda kalan CHP yine rakibinin yöntemini benimseyerek bu zor durumun altιndan kalkmaya çabalιyor. Neymiş efendim, anket yapιlacakmιş ve sonuçta hangi „aday“ ile en fazla oy alabileceklerse onu aday göstereceklermiş. Tabi böyle bir karara „kargalar“ bile inanmaz ama olsun, biz bunu şimdilik böyle kabul edelim. CHP yöneticileri de en fazla oy alma konusunda Sarιgülün bir adιm...

Devamını Oku

Spor Medyasında Etik

Mainz, 08.10.2013 Genel kabul görmüş bir tanımı olmasa da „terör“ kavramı son yılların en „popüler“ kavramlarından biri olmayı başarmış durumda. Terör denince genelde ilk akla gelen şiddet ve tedhiş hareketleridir. Sokakta ve spor ile ilgili olarak da „tribünler“ için geçerli olduğunu düşündüğümüz bu kavram ile medya arasında nasıl bir illiyet bağı kurulduğunu sorgulayacak olursak karşımıza terör değilse bile „psikolojik terör“ kavramı çıkacaktır. Medya dediğimiz kitle iletişim sistemleri uzun zamandan beri toplumu „ayrıştırmak“ adına elinden geleni ardına koymuyor. Spor medyası da aynı telden çalmaya devam ediyor. Spor, daha doğru bir tabirle „futbol„ kirletildikçe kirletiliyor. Kendilerinin bile „radara biz yakalandık“ şeklinde bir itirafa rağmen 3 temmuz 2011 tarihinden bu yana ülkemizde inanılmaz „haksızlıklara“ imza atıldı. Medya öylesine muhteşem bir „Karalama“ ve „Ak“ lama kampanyası düzenledi ki insanın küçük dilini yutası gelir. Bir kişinin kişisel ikbali uğruna ülkede estirilmedik terör bırakılmadı. Mağdur olan ve şampiyonluğu çalınan kulüp pravda paçavralarıyla birlikte karanlık ekranlarda „itibarsızlaştırılmaya“ çalışıldı. Eski Fenerasyonlar değiştirilip yeni „Fenerasyon“ haline getirildi. Yasalar bir gece yarısı şimşek hızıyla meclisten geçirildi. UEFA`ya Başbakan maharetiyle ricacı olunuldu ve daha neler neler… Bunca sportif ve adli yöndeki kararlara rağmen adaletin tecellisi yönünde hiç kimse kılını bile kıpırdatmadı. Medya bütün bu çıplak gerçeklere rağmen „yalan“ ve „düzmece“ haberlerle „CAS“ kararlarını bile itibarsızlaştırmaya devam ediyor. Gazetelerin Pozisyonu: Gazeteciler kavramını kasten kullanmadım. Zira bu konularda kalem oynatanların ekserisinde „vicdan“ dediğimiz o ulvi duygu tamamen kaybolmuş. Tam bir „sahibinin sesi“...

Devamını Oku

Bir Paketin Sonrasι!..

Mainz, 03.10.2013 Haftalardιr beklenmekte olan ve üzerinde söylenmedik laf bιrakιlmayan „paket“ nihayet eylül sonunda Başbakan tarafιndan açιklandι. Maddelerden önce bir „manifesto“ tadιnda açιklamalar yapan Başbakan yaklaşιk 21 maddeden müteşekkil yeni düzenlemeleri kamuoyuna açιkladι. Paket sonrasιnda kimin ne diyeceğini de bir bir önceden sιraladι. Paketin sonrasιnda çeşit çeşit duruşlar ortaya çιktι. -Bu paket muhteşem bir reformdur,-Bu paket bir yιkιm projesidir,-Bu paket tam bir hayal kιrιklιğιdιr,-Bu pakete yetmez ama evet diyorum diyenler. Hemen herkes kendi zaviyesinden bakarak bazι değerlendirmelerde bulunurken bir tek CHP`nin ne dediği malesef tam olarak anlaşιlamadι. Yani ne dedi, ne demedi hiç belli olmadι. Pakete muhteşem bir reformdur diyenler ülkenin içinde bulunduğu kuşatιlmιşlιktan hareketle bunu söylemektedirler bundan eminim. Ancak yine de 11 yιldιr iktidarda bulunan bir güçlü partinin olayι muhteşem bir reform olarak sunmasιnι abartιlι bulduğumu ifade etmek isterim. Zira halkι müslüman olan bir ülkede, kamuda hizmet alan insanlarιn üçte ikisinin başι örtülü kadιnlardan oluşan bir ülkede masanιn öbür tarafιnda da “başörtülü” olarak çalιşabileceklerini düzenlemek hiç de muhteşem bir reform değildir. Devletin yaptιğι büyük bir hak gaspιnιn iade edilmesi demektir. Üstelik o bile tam yapιlamamιş yine de üç alanda istisna getirilmek durumunda kalιnmιştιr. Vatandaşlarιmιzιn analarιndan doğduklarι zaman öğrendikleri dilin konuşulmasιnιn, öğrenilmesinin önündeki engellerin sadece bir kιsmιnι kaldιrmakla yetinmek niye muhteşem bir reform olsun. Ermenilerin malι olan arazinin hak sahibine devri niye reform olsun. O her sabah sovyet mangasι gibi hep bir ağιzdan söylenen ve hiç bir işe yaramayan...

Devamını Oku

Bir Dinin İki Mabedi Olmaz

Mainz, 21.09.2013 Hafızam beni yanıltmıyorsa Cemevi konusundaki görüşlerimi daha önce ifade etmiştim. Cemevlerinin bugün için laik Türkiye Cumhuriyetinde Camilere tanınmakta olan hakların tamamından yararlandırılmaları gerektiğini açık yüreklilikle ifade etmiştim, bir kere daha yinelemiş olalım. “Dedeler” için maaş ise maaş, elektrik, su ve benzeri hizmetlerde kamu, “Cami” için nasıl kolaylık sağladı ise aynısını “Cemevleri” için de aynen sağlasın. Buna kendisini Sünni Müslüman olarak tarif eden hiç kimsenin itirazı olacağını sanmıyorum. Benim de bir itirazım yok ve hatta bunu destekliyorum. Ancak Cemevinin “ibadethane” olup olmadığı konusundaki tartışmalara gelince işin rengi orada değişmektedir. Laik bir devletin hangi mekanın ibadethane olup olmadığı konusunda bir karar alması yahutta bu konuda inisiyatif alması asla kabul edilemez. Bunlar toplumların belirleyeceği meselelerdir. Devlet hadiseye vatandaşlarının “eşit ödevlere-eşit haklar” düzleminden bakmak durumundadır. Hele ki bu devlet en azgın ve en katı bir laiklik türünü benimsemişse bu daha çok böyledir. Ancak devlet denilen organizmanın vatandaşlarının barış ve selâmetini temin etmek gibi önemli ve başat bir sorumluluğu da bulunmaktadır. Cemevlerinin ibadethane yahutta bir başka tanımlama ile (farketmez) yasal talepleri karşılanmalıdır. Buna eyvallah. Fakat Cemevinin İslâmın ibadethanesi olduğu tezini savunmak akıllara zarar bir gelişmedir. İşte bu asla kabul edilemez. Hiç bir dinin iki mabedi olmaz. İslâmın bir tek mabedi vardır. O da hiç tartışmasız “Cami” dir. Cami yahut mescit İstılah olarak ikisi de aynı kapıya çıkar. Ancak dergâh yahut benzeri mekânlar cami değildir. Dolayısıyla bu tür yerler İslâmın mabedi değildir. Fakat...

Devamını Oku

Olimpiyat ve Kına!

Mainz, 12.09.2013 2020 olimpiyatları Japonyanın Tokyo kentinde yapılacak. Öncelikle medeni bir şekilde kazanan kenti kutlamak gerek. Nitekim bu kutlama en üst düzeyde gerektiği şekilde yapılmıştır. Türkiyemizin olimpiyatlar konusundaki ilk başvurusu değil, görünen o ki son da olmayacak. Peki olimpiyatlara talip olmak gerçekçi midir diye kendi kendimize soracak olsak bu soruyu nasıl cevaplamak gerekir. Elbette böyle bir soruya hemen herkes hemen her zaman adet olduğu üzere kendi kliğinden, mezhebinden, meşrebinden yahutta ideolojisinden bakarak cevap verecektir. Ben kendi nam hesabıma bu soruya tam net bir cevap veremiyorum. Aslında bizim ülkemizde malesef „spor kültürü“ yeterince yerleşmiş değil. Bizim ülkemizde spor denince akla sadece “futbol” geliyor. Varsa yoksa futbol… Yatırımlar da futbola,Seyirci de futbola,Medya da futbola… Diğer spor dallarını özendirmek bir kenara çoğu zaman ciddi başarılar haber bile olamıyor. Ülke insanımızın spor kültürü oldukça zayıf. Herkes kısa yoldan köşe dönme telaşında. Spora da adeta bir kazanç türü olarak bakılıyor. İnsanımızın ferdi olarak spor yapma ile ilgili en ufak bir kaygısı bile yok. Ne yürüyüş, ne yüzme, ne bisiklet ve ne de bir başka spor… Bunların hepsi tamam ve hepsine eyvallah! Peki bütün bunlara rağmen “İstanbul” gibi bir kent olimpiyatlara ev sahipliği yapamaz mıydı? Bunca medeniyet görmüş, Asya ve Avrupanın iki yakasını biraraya getiren ve şairin: Bu şehr-i İstanbul ki bimislü bahadır,Bir sengine yekpare acem mülkü fedadır. Dediği dünyanın en nadide incilerinden olan bu devasa kent elbette ki olimpiyat düzenlemek için en az Tokyo...

Devamını Oku

Demokrasi Sandιk Demek Değildir!

Mainz, 27.08.2013 Demokrasi „sandιk“ demek değilse peki ya nedir o zaman. „Yandιk“ yahut „dandik“ demek midir? Şimdilerde bu cümle moda olmuş durumda. Başbakan ne zaman „Milli İrade“ vurgusu yapsa hemen birileri koro halinde „Demokrasi sandιk demek değildir“ diye ortalιğι veyveleye veriyorlar. Bazιlarι ise zülfüyare dokunmamak için olsa gerek, „demokrasi sandιktan ibaret değildir“ diyerek suret-i hak tan yana gözükme gayretkeşliğine soyunuyorlar. Son zamanlarda yine „nurtopu“ gibi bir tartιşma konumuz oldu. Sen misin habire Milli İrade vurgusu yapan o zaman biz de demokrasinin sandιktan ibaret olmadιğι tezini işleyeceğiz. Eyvallah, işleyin bakalιm. Gerçi geçmişteki hakaretamiz ifadelere baktιğιmιzda bu ifade hafif bile sayιlιr. Öyle ya bu kafa bir zamanlar halkιmιza „göbeğini kaşιyan adam“ da „bidon kafalι„ da dedi. Hatta bedenini pazarlayan bazι manken titr`li soytarιlar kendi oylarιnιn bir çoban reyi ile eşit olamayacağιndan bile sözedecek kadar sapιtmιştιlar. Benzer hakaretleri daha unutmadιk. Onun için sandιk her şey demek değildir diye geveleyenlere ben kιzmak yerine „acιmayι“ yeğliyorum. Zira demokrasinin sandιk olmadιğι tezini savunanlarιn sandιktan çιkabilme umudu kalmadιğι gerçeğini de görmemiz gerekir. Bu konuda onlar her ne kadar sert ve tavizsiz olsalar da biraz „empati“ yapmak gerektiği kanaatindeyim. Ülkede bir başbakan var kaç seçimdir oy`larιnι habire artιrιyor. 11 yιldιr işbaşιnda ama ne gidiyor ve ne de gidecek gibi gözüküyor. Dahasι ülkenin önüne 2023 vizyonu gibi muazzam bir „vizyon“ koyuyor. Yetmezmiş gibi bir de son zamanlarda 2071 vizyonundan bahsetmeye başlιyor. Adam hiç bir şekilde gidecek gibi gözükmüyor...

Devamını Oku

Modern Firavunların Sonu da Boğulmaktır

Mainz, 20.08.2013 Mısır topraklarından en son çağdaş Firavun tam da sonsuza kadar defedildi derken birden bire „Sisi“ adında bir „pisi“ kadar korkak yepyeni bir „çağdaş Firavun“ ülkeyi kasıp kavurdu. Kısa bir zaman içinde binlerce insanın kanını döken bu cani modern Firavun koltuğa öylesine yapışmış ki adeta antik çağ Firavunlarına rahmet okutacak… Antik çağ dönemindeki Firavunlar ile çağdaşımız Firavunlar arasında bir karşılaştırma yapmamız halinde sadece alet ve edevatın değiştiğini geri kalan her şeyin aynı olduğunu görmekteyiz. – Antik çağ Firavunu, Hz. Musa`yı „itibarsızlaştırmak“ için ülkenin en iyi sihirbaz ve simyacılarını, bilginlerini toplatmış ve halk huzurunda ona meydan okumuştu. Musa (a.s) Allahın yardımıyla onları dize getirince hepsi secdeye kapanıp iman etmişlerdi de bunun üzerine Firavun: „Benden izin almadan Musanın Rabbine iman ettiniz ha!“, O halde ben de size her türlü işkenceyi yapıp sizi öldüreceğim demiş ve tehditlerinden sonra terör faaliyetlerine girişmişti. Modern Firavunlar da şimdilerde Mısır halkına siz misiniz bize sormadan „Muhammed Mursi“yi seçimle işbaşına getirenler o halde biz de sizin kanınızı dökeceğiz demekte ve vahşice kan akıtmaya devam etmektedirler. – Antik çağ Firavunları kendi iktidarlarının tehlikeye gireceği haber üzerine zulmünü anaların rahimlerine kadar götürmüş ve ülkede doğan bütün erkek bebekleri katledecek kadar canavarlaşmışlardı. Günümüz Firavunları da kendi ikballeri uğruna erkek kadın, yaşlı bebek demeden insanları, savunmasız masum insanları hunharca katletmeye devam etrmektedirler. Kadim Firavunlar ile çağdaş Firavunlar arasındaki benzerlikler elbette bunlarla sınırlı değildir. Ne ki biz bu kadarının bile yeterli...

Devamını Oku

Ramazan Hoş Geldi de…

Mainz, 10.07.2013 Hoş buldu mu acaba? Zira Ramazan her sene mutlaka gelir. Ramazan, gündemini „İâhi“ kudretin belirlediği „mübârek“ bir zaman dilimidir. İnsanlarιn koştururcasιna yaşadιklarι bir dem de günü birlik kargaşa ve meşguliyetten, hemen herkesin birbiriyle ilgilenmek için habire çaba sarfetmeye çalιştιğιnι sandιğι bir zamanda en çok kendisini ihmâl ettiğinin  ne yazιk ki çok az insan farkιna varιr. İşte Ramazan tam da bunun için gelir. Yani insanιn „içine“ doğru bir sefer yapmasι için gelir.Ramazan, insanιn iç dünyasιnι „imar“ etmek için Allahιn ona sunduğu doyumsuz ve sιnιrsιz bir imkândιr.Ramazan, şeytanι nefislerden söküp atmak için verili bir imkândιr.Ramazan, nefsi „terbiye“ etmek ve ruhu „tezkiye“ etmek için gelir.Ramazan, insanιn maddi boyutu aşarak „lâhuti“ boyuta doğru bir sefere çιkmasι ve kendini tanιmasι, kendisi ile „bilişmesi ve barιşmasι“ için yüce Allah tarafιndan bağιşlanmιş ilâhi bir fιrsattιr.Ramazan, insanιn bir yιl boyunca yorulan midesini dinlendirmek, ihmâl edilen ruhunu zenginleştirmek, insanιn kendi kendisini bakιm ve onarιma almasι yani tam bir „rektefe“ den geçirmesi için tarifsiz bir imkândιr.Ramazanιn gündemini Allah belirler demiş ve Ramazan hoş gelir ama hoş bulur mu sorusunu sormuştuk. Bu sene Ramazan yine hoş geldi, buna şüphe yok. Peki ya hoş buldu mu?Şöyle bir bakalιm hâl-i pür melâlimize:Hikmet kaybolmuş, ara ki bulasιn.İlmin namusu ayaklar altιnda.Hιrsιzlar papyon takmιş Plazalar da cirit atιyor.Müslümanlar „beş boynuzlu“ otellerde fink atιyor.Müslümanlar sadece müslümanlara karşι aşιrι tahammülsüz.Ahlâk sadece namus ile ilişkilendirilmiş.Namuslular köşe bucak kaçιyor, Namussuzlar ortalιkta hava atιyor.“İftar”, iftar pidesine, “Sahur”, Ramazan...

Devamını Oku

Aman Dikkat! Kutuplaşιyoruz!!!

Mainz, 01.07.2013 Günaydιn beyler, hepinize günaydιn, kutuplaşιyoruz öyle mi? Vah! Vah! Ne iyi ettiniz de söylediniz yoksa siitin sene bunu biz asla akιl edemiyecektik. Behey gafil „ikiyüz yüzlü“ münafιk bozuntularι siz hangi kutuplaşmadan bahsediyorsunuz. Siz kendinizi çok akιllι alemi kör ve sersem mi sanιyorsunuz. Bu ülkede tanzimattan bu yana hep kutuplaşma var. Biz ülke insanι olarak ta o zamanlardan kutuplaştιk. Batιlιlarιn içimizden devşirdikleri (28 Mehmet Celebi ile başlar) cins kafalarι kendilerine benzettikten sonra aramιza salmalarιndan bu yana küçük ama „zengin“ ve ´de „mutlu“ (asιl anlamιnda değil) bir kesim toplumun kahιr ekseriyeti ile hep „ayrι“ kutuplarda yaşadι. Cumhuriyet öncesi toplumu topyekun batιlιlaştιrma hamleleri çoğu zaman özendirme yöntemleri ile sιnιrlι kalιrken Cumhuriyetin ilânιndan sonra ülkeye tamamen hakim olan batιcι kadrolar toplum mühendisliği konusunu „zorbalιk“ dahil her yolu kullanarak uygulamaya kalkιştιlar. Onlarιn unuttuklarι tek şey tamamιna yakιnιnιn geri kalmanιn sorumlusu olarak görmekte olduklarι „İslâm“ dinine göre toplumlarι zor kullanarak değiştirmenin imkansιz oluşuydu. Ancak onlar yine de milletin evladιnι milletin evladιna karşι kullanarak bu projede ιsrar ettiler. Peki sonuç ne oldu. Yaklaşιk yarιm asιr süren bu „diktatoryal“ yaklaşιmlar insanιmιzιn İslâmi değerlere daha fazla sarιlmasιna yol açtι. Kendilerini „dünyevileştirmek“ ve din den soğutmak için cebir dahil her yolu deneyen yönetici batιcι elitist kadrolarι bu millet hiç bir zaman bağrιna basmadιğι gibi affetmedi de. Milletin büyük çoğunluğu inancιna ve değerlerine karşι yapιlan bu iflâh olmaz saldιrιlara karşι yine imanιndan aldιğι kararlιlιkla sabretti ve direndi. Bu...

Devamını Oku

Herkes Suçlu, O hariç…

Mainz, 29.06.2013 Şimdilerde ne yaptιğιnι bilmediğimiz bir teknik direktörün itiraf sadedinde söylediği „radara biz yakalandιk“ ifadesinde yerini bulduğu üzere 2010-2011 sezonunda kendisine „Cumhuriyet“ maskesini takmιş olan bir takιmιn idarecileri şampiyonluk adιna her türlü pisliğe bulaşarak alenen „şike suçu“ işlemişler ve bu arada Anadolunun en güzide takιmlarιndan birinin hakkιnι gaspedip „emek hιrsιzlιğι“ yapmιşlardι. Son iki seneden bu yana ülkemizde bu sahtekar ve hιrsιzlarι kurtarmak için çevirmedik dolap ve kurmadιk tezgâh bιrakmayan yetkililer büyük bir „lobi“ çalιşmasι sonucunda UEFA nezdinde de dosyayι kapatmak noktasιnda önemli bir mesafe kaydetmişlerdi. Ama nasιl olduysa (herhalde Trabzon taraftarlarι ile ahlâk ve vicdan değerlerini kaybetmemiş hamiyetperver taraftarlarιn ahι tutmuş olsa gerek) UEFA nihayet sözkonusu kulüpleri suçlu bulup çeşitli cezalara çarptιrdι. Sen sonuca bak bakalιm, çaptιrdι da ne oldu sanki, UEFA da hemen “tu kaka“ ilan edildi. Şimdi sιkι durun bu ahlâksιz süreçte bütün suçlularι aşağιda tek tek deşifre edeceğim: Bu soruşturmada yer alan bütün „savcιlar“ suçludur. Soruşturmayι yürüten, dinlemeleri yapan ve operasyonlarι yürüten bütün emniyet mensuplarι ve hatta „emniyet“ topyekun suçludur. “Hizmet hareketi” toptan suçludur. Başta 16. ağιr ceza mahkemesi ancak genelde “bütün yargι” suçludur. Mehmet Ali Aydιnlar’ιn başkan olduğu “federasyon“ ve onun başta etik kurulu olmak üzere bütün kurullarι suçludur. Kendileri getirmiş bile olsa tüpçünün başkan olduğu federasyon da suçludur. Fenerbahçemiz dese bile suçludur. Ağzι ile kuş tutsa bile… Trabzonspor kulübü onun eski ve yeni “yöneticileri”, taraftarlarι şehrin kendisi, müzesi, kültürü, horonu ve dahi hamsisi...

Devamını Oku

Bir Köprü… Bir İsim… Bin İtiraz…

Mainz, 21.06.2013 Gezi Parkιnι vesile edip gezinirken birazcιk „anarşistce“ takιlayιm derken olaylar „vandalizm“ boyutlarιnι aştι. Bu arada ülkemiz tarihinin en büyük yatιrιm hamleleri hakkιnda yeterince tartιşma imkanι bile bulamadιk. Yaklaşιk 50 milyar dolarlιk yatιrιmlarι konuşamadιğιmιz gibi adeta ülkenin kalkιnmasιna bozulan kimseler varmιş gibi birden bire bir isim tatιşmasι aldι başιnι gitti. Neymiş efendim, „Yavuz Sultan Selim“ ismi ülkede yaşamakta olan Alevi kesimi rahatsιz etmiş, zira Yavuz, Alevi katili bir padişah imiş, mιş mιş da bilmem ne? Şimdi, Yavuz ve Alevi konusuna girmeden önce bazι tesbitlerde bulunalιm: İstanbulda keşke mümkün olsa da nüfus artιşι durdurulabilse daha iyi olur ama mâlesef buna imkân olmadιğιna göre „üçüncü bir köprü“ bu mega kent için acil bir ihtiyaç. Peki isminin Yavuz olarak verilmesi şart mιdιr? Elbette ki hayιr. Bence de bu isim isabetli olmamιştιr. Zira Yavuz ve köprü çok ilintili değil. Madem illâ da tarihsel bir isim verilecek böylesi güzide bir projeye büyük mimarιmιz „Sinan“ιn adι verilebilirdi. Yahutta bir başka devlet adamιnιn adι verilebilirdi. Mesela „Adnan Menderes“ yahutta „Turgut Özal“ denilebilirdi. Fakat madem ki ülkeyi yönetenler bu güzel hizmetin adιnι Yavuz Sultan Selim koymuşlardιr, bu durumda isabetli bir isimlendirme olmadιğι ifade edilir, (benim yaptιğιm gibi) memnuniyetsizlikler dile getirilir, hepsi bu kadar. Ama yok olur mu? Onlar kendilerini ülkenin değişmez „demirbaşlarι“ kabul ettiklerinden dolayι sadece biz bu isimden memnun değiliz demiyorlar ismin değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar ve padişah üzerinden adeta bir tarih yargιlamasι yapmaya kalkιşarak mevzilerini...

Devamını Oku

Tahammül Kültürü ve Gezi Parkι

Mainz, 13.06.2013 Bütün demokratik ülkelerde yönetenlerden memnun olmayan kesimlerin yasal zeminde tepki göstermeleri ve protesto gösterileri yapmalarι meşru bir eylemdir. Zira bir hükümetin ne kadar başarιlι olursa olsun herkesi memnun etmesi imkan dahilinde değildir. Filhakika bu eşyanιn tabiatιna aykιrιdιr. Demokratik ülkelerde yönetilenler tarafιndan yapιlan gösterilere yöneticilerin de “tahammüllü” olmalarι beklenir. Buraya kadar söylediklerimizin hemen herkes tarafιndan kabul görecek genel karineler olduğu ortadadιr. İstanbulumuzun sembol meydanlarιndan Taksim de bulunan Gezi Parkι denen yerde neler olmaktadιr? Bu konuda hemen her türlü görüş ve düşünce bu zamana kadar dillendirilmiş olup hemen herkes olaya kendi bilgisi, birikimi ve dünya görüşü açιsιndan bir yaklaşιm ileri sürmüş bulunmaktadιr. Olaylarιn gayet safiyane bir çevre duyarlιlιğιndan ivme kazanarak sonuçta malum odaklar tarafιndan “manipüle” edilerek bir anlamda yeniçerilerin “kazan kaldιrma” hikayesine dönüşmüş olmasι noktasιnda handiyse bir görüş birliğine varιlmιş durumdayιz. Fakat geldiğimiz noktada olaylarιn sürme eğiliminde olmasι oldukça düşündürücüdür. Meselenin bu kadar uzamasι, inatla ve ιsrarla devam ettirilmesi noktasιndaki görüşlerimizi açιklama sadedinde bazι önemli tespitleri alt alta sιralayacak olursak: – Belli ki gerek polis ve gerekse MİT içinde halâ eski Türkiye reflekslerine sahip bazι kişiler bulunmaktadιr. Bunun delili hem yeteri kadar önleyici tedbir alιnamamιş olmasι ve hem de olaylarιn başιnda yapιlan o gereksiz ve oldukça sert müdahaledir. – Yabancι basιn tarafιndan olaylara gösterilmekte olan yüksek iltifat ve batι başkentlerinden yükselmekte olan açιk-örtülü destek talepleri ve hatta bazι yabancι devlet görevlilerinin eski meslekleri olan militanvari pervasιz beyanlarι ve yabancι...

Devamını Oku

Kιzιl Laikçilerden Yeşil (!) Kalkιşma

Mainz, 04-06.2013 Bizim ülkemizde eskiden beri hemen herkes olaylara ideolojik bakar. Bu neredeyse bir hastalιk halindedir. Hiç kimse bir hadisenin gerçekte insanιn yararιna olup olmadιğιna bakmaz. Bunu siz ister toplumun ziyadesiyle politize olmasιna, isterseniz fazla düşünüp kafa yormak ve emek vermek yerine ucuz ve kolay olanι tercih ediyor olmasιna bağlayιn farketmez. Bu sebeple son bir haftadιr İstanbul- Taksim den hareketlenmiş olan bu gösteri ve protesto eylemleri de köküne kadar „ideolojiktir“. Efendim bu çok masumâne İstanbulda yeşile hasret gençler tarafιndan başlatιlmιş bir duyarlιlιk iken polisin sert müdahalesi olaylarι „Halk Ayaklanmasι“ (!) na dönüştürdü laflarι tamamen laf salatasιndan ibarettir. Hadiseye halk ayaklanmasι yahut Kürtleri ayaklandιramadιk hadi bir „Türk Ayaklanmasι“ deneyelim tarzι yaklaşιmlar safdillik değilse ahmaklιktιr. Ortada kökü dιşarιda olan oldukça vahim bir „kalkιşma“ denemesi vardιr, bu doğru. Ancak bu kalkιşmanιn „demokratik“ taleplerle ilgisi yoktur. Oraya toplanan kalabalιklarιn hemen hemen tamamιna yakιnι „ideolojik“ bir kalkιşma denemesi ile olayι tahrik etmek ve kιşkιrtιp buradan „rant“ elde etmek niyetiyle hareket ettiği çok açιk. Şimdi bu konu ile gerekeçelerimizi sιralamaya çalιşalιm: – Daha çok yakιn bir zamanda bir üniversite için binlerce ağaç kesildi İstanbulda ama kimsenin gιkι bile çιkmadι.– Taksim denen yerin laikçi-kemalist ve rantiyeci  yani tuzu kuru elitist beyaz Türk ve beyaz Kürtler için özel ve de çok simgesel bir anlamι vardιr. Unutmayιn daha 15 yιl kadar önce Taksime cami yapmanιn „arzusu“ bile darbe gerekçeleri arasιnda yer almιştι.– Eyleme katιlan insanlarιn Taksim, Kadιköy (Bağdat...

Devamını Oku

İbadet mi? Ubudiyyet mi?

Mainz, 23.05.2013   Literatürden biraz haberdar olanlar belki de ilk refleks olarak bu da soru mu şimdi, ikisi de aynι kapιya çιkar diyebilirler. Aslιnda öyle de olmasι gerekirdi. Zira kelimelerin ikisinin kökü de „abd“ den gelmektedir.Hem ibadet ve hem de ubudiyyet bu abd kelimesinden türetilmiştir. Etimolojik olarak bu doğru, ancak ιstιlahi anlama geldiğimizde işin rengi hemen değişiveriyor. Klasik kitaplarιmιzda „ibadet“ olarak andιğιmιz kelime belki de ciltler dolusu diyebileceğimiz bir yekun teşkil ederken „ubudiyyet“ ile alakalι olarak bunun binde birine bile rastlamak ne yazιk ki mümkün olmuyor. Ubudiyyet tam olarak „kulluk“ dediğimiz şeyi işaret ederken „ibadet“ ise bu kulluk ile ilgili insanιn bizzatihi kendisiyle ilgili bazι araçlara işaret ediyor. Yani ubudiyyet, ibadeti de kapsayan hayatιn tamamιnι ilgilendiren bir kavram iken, ibadet, sadece insanlarιn kul olmalarιnι göstermek için ortaya koyduklarι bazι eylemlerden ibarettir. İbadet belli zamanlara belli mekanlara hasredilmiş eylemleri ihtiva ederken, ubudiyyet bir insanιn doğumundan son nefesine kadar bütün eylemlerini kapsayacak niteliktedir. Zariyat suresi 56. ayet-i kerimeyi klasik tefsir yahut meallerin (Ben insanlarι ve cinleri ancak bana ibadet (kul olsunlar) etsinler diye yarattιm.) şeklinde çevirmeleri, „kul olsun“ diye çevirenlerin de çoğusunun buradan muradιn ibadet olduğu şeklinde bir yaklaşιm ileri sürmesi sonucunda koca bir hayatιn sadece belli-başlι ibadetlerle sιnιrlandιrιlmasι zaafiyetine düşülmüş ve çağιmιz da garip garip müslüman tipolojileri ortaya çιkmaya başlamιştιr. Tabi bu tiplerin tarih boyunca şu veya bu şekilde var olduğu bir gerçek ama hiç bir zaman bu durum bu...

Devamını Oku

Ne Verdik… Ne Aldιk…

Mainz, 12.05.2013   Türklüğümüzü verdik, Kürtlüğü aldιk! TRT kurumuna ait bir çok kanalι verdik, TRT şeş diye bir kanal aldιk. Türkçeyi verdik, Kürtçe aldιk. Al yιldιzlι bayrağιmιzι verdik, üç renkten oluşan bir flamanιn sahibi olduk.Bunu verdik, şunu aldιk, yok bilmem ne verdik, bilmem ne aldιk. Bunlarιn hepsi kelimenin tam anlamιyla „zιrva“. Zιrva ise tevil götürmez. O zaman niye bu ülkede kan durdu ve neden bu teröristler çekiliyorlar, birden bire hidayete mi eriştiler v.s, v.s. Bu sorularι çoğaltmak da mümkün. Daha düne kadar dokunulmazlιklarι üzerinden köşeye sιkιştιrιlmaya çalιşιlan meclisimizdeki PKK uzantιlarι birden bire „barιş havarileri“ olup çιktιlar. Hemen herkes bu sorularι kendi birikimi dahilinde bir şekilde cevaplandιrmaya gayret ediyor. Bu konuda en rahat olanlar ise muhalifler. Onlara göre ortada büyük bir „ihanet“ var. Ülkenin yarιsιnιn rey vermekte olduğu ve ilk seçimde yarιsιndan fazlasιnιn oy vermeye hazιrlandιğι bir partinin ülkeye ihanet içinde olabileceğini düşünmek bile akιllara zarar bir görüştür. Ancak bu ülkede sayιlarι bir çift parmak sayιsιnι geçmeyecek kadar küçücük bir demode „Mao cu ve Leninist“ bir partinin „karanlιk!“ adlι tefrikasιnιn peşine takιlan aciz bir muhalefet olunca ortaya da böylesi akla zarar düşüncüler çιkιyor. Meselenin özü şudur: Kimsenin bir şey verdiği de yok, kimsenin bir şey aldιğι da yok. Zira bu ülke artιk kabile şefi olduklarιnι engelleyen tek alemet-i farikasι „frak ve simokin“lerinden ibaret olan diktatoryal bir takιm efendilerin inhisarιnda değildir. Meselenin elbette ki dünya konjonktürü ile epey bir ilişkisi var...

Devamını Oku

Ulusçuluk İflâs Etti

Mainz, 24.04.2013   Ve nihayet çakma bir ideolojinin daha iflâs ettiğini müşahede etmekteyiz. Her ne kadar bir takιm tuzu- kuru beyaz Türk ve beyaz Kürt karιşιmι marksist ve mao eskicilerinin kemalist şarap teknesinde vaftiz edilerek ortaya çιkmιş bulunan bir güruh direnmeye cansiperâne devam ediyor olsa da bu ideoloji artιk son nefeslerini de tüketmektedir.Hiç bir ideoloji, meşrep, mezhep, yahut klik toplumsal bir tabana oturmadan tutunma imkanιna sahip olamaz. Hele hele özgün bir ideoloji olmadιğι halde öyledir yutturulmaya çalιşιlan ve hatta cebir ve şiddetle yani zorbalιkla benimsetilmeye çalιşιlan ideolojilerin hiç şansι yoktur. Nitekim içi her tür ideoloji ile doldurulmuş bulunan kemalist felsefenin tumturaklι bir icadι olan „ulusçuluk“ nihayet miadιnι doldurmuş oldu. Yaklaşιk bir asιr önce dizayn edilmiş bulunan tek ulus projesinin mimarlarι bir imparatorluk bakiyesi olan Anadolu topraklarιnda „İslâm Kardeşliği“ ni çimento olarak görmek yerine İslâma düşman kuvvetlerinden bile daha fazla düşman kesilmiş ve bunun yerine toplum mühendisliği gibi akla zarar bir projeyi uygulamaya sokmayι uygun görmüştü. Aslιna bakιlιrsa bugünlerde bazι vicdan  kιrιntιlarι kalmιş bulunan „laik-kemalist“ yarι aydιnlarιn bile yarιm ağιz ve kem- küm edip bin tane gerekçe sιralayιp arkasιna „zamanιn ruhu“ diye bir heyula da ekleyerek kabul etmek zorunda kaldιklarι üzere yapιlan bu uygulama binlerce masum insanιn canιna mal olsa da başarιlι olamadιğι gerçeği ortaya çιkmιştιr. Bu saatten sonra artιk ulusçuluk devri kapanmιştιr. Zira ulusçuluk ideolojisi tepeden tιrnağa „faşist“ bir ideolojidir. İnsanlarι bazι şeylere zorlamak mümkün olabilir. Mesele kültürlerini ve...

Devamını Oku

… Süreci !

Mainz,10.04.2013   Herşeyi bir yana bιraktιk ülkenin bir asιrlιk problemi konusunda tam da ciddi bir irade belirmişken “sürecin adι” konusunda ihtilâfa düşer olduk. Ne kadar da sιğ bakma alιşkanlιklarιna sahibiz. Sahi sizce de öyle değil mi? Ne var yani, ülkenin böylesine hayati bir meselesi halledilirken adιnιn ne olduğunun ne önemi var? Olur mu, bazιlarιna göre elbette olmaz.Efendim, biz Kürtlerle hiç bir zaman darιlmamιşιz ki adι “barιş süreci” olsun diyenlere bir bakιn hele, daha bunlar düne kadar Kürtlerin af buyrun “kart-kurt” sesinden türediğini ileri sürenlerdi. Ne yaman bir çelişki. Bence meselenin adιnιn “çözüm” yahut “barιş” süreci olarak isimlendirilmesi tamamen teferruattιr. Ancak bazι ekran zevatιnιn meseleyi “toplumsal barιş süreci” olarak lanse etmesine ufak bir itirazιm var. Zira Kürtler ve bu ülkede yaşamakta olan Türkler ve diğer etnik unsurlar arasιnda hakikaten hiç kavga olmadι, olmasι da beklenmiyor. Dolayιsιyla kafalarιnι kiraya vermiş küçük bir azιnlιk dιşιnda toplumun birbiriyle asla kavgasι yok. Kavga ve küslük yoksa elbette barιş tan sözetmek de abes olur. Ancak Kürtler ile devletin kavgalι olduğu doğrudur. Hatta kemalist rejim ile sadece Kürtler değil esasιnda bütün müslümanlar kavgalιdιr. Zira bu rejimin zulmetmediği ve ezmedeği bir avuç mutlu-putlu azιnlιk dιşιnda kimse kalmamιştιr. Dolayιsιyla  bir barιş sürecinden sözedeceksek ve ille de adιnι “barιş süreci” olarak koyacaksak buna toplumsal barιş değil ancak “kamu barιşι” adιnι koymamιz gerekir. Meselenin bir diğer yanι ise terror, kan ve kin konusudur ki burada kan akmasιna mani olmak için...

Devamını Oku

Milliyet mi? Cibiliyyet mi?

Mainz, 26.02.2013   Başbakan, „her tür etnik milliyetçiliği ayaklarιmιn altιna alιyorum, bunlar şeytandandιr, şeytan ise merdud dur“ mealinde konuşunca ortalιk yine birden bire toz-duman oluverdi. Başbakan bu sözleri ilk defa söylemiyordu, bu gidişle son olacağa da benzemiyor.Başbakan kendisinin beslendiği havzanιn dili ile konuşuyor ve doğru da yapιyor. Zira milliyetleri yarιştιrmanιn düşman bir zihniyetin ürünü olduğunu çok iyi biliyor. Millet, milliyet gibi kavramlara daha önceki yazιlarιmιzda çok fazla yer verdiğimizden dolayι burada üzerinde durmak istemiyoruz. Ancak şu kadarιnι belirtmekte büyük yararlar var ki; herhangi bir insanιn kendi çaba ve gayreti hulâsa „emeği“ bulunmadιğι bir konuyu övgü meselesi haline getirmesi hamakat değilse „ahmaklιktιr“. Bir başkasιnιn emeği ve dahli bulunmayan bir mensubiyetini „yergi“ meselesi haline getirmesi ise bir hak ihlâlinden ziyade „insanlιk suçu“ dur. Oysa ki insan yeryüzünün yegâne iradeli varlιğι olarak „eşref-i mahluk“ olan hususiyetli bir canlιdιr. Ve insanlarιn „insan“ olmalarι saygιn olmalarι için yeterlidir. Anadolu coğrafyasιna şöyle bir gözattιğιmιzda halk irfanιnda „yetmişikibuçuk millet“ diye ünlenen meşhur sözde olduğu gibi çok çeşitli etnisitelere rastlamaktayιz. Bundan daha tabii ne olabilirdi ki zaten, neticede biz koca bir imparatorluğun bakiyesinden ibaretiz. Yüzyιl öncesine kadar insanlar hiç bir zaman etnisitelerini dikkate almazlar, dahasι bunu akιllarιna bile getirmezlerdi. Bunun yegâne sebebi bu coğrafyada yaşayan insanlarιn „İslâm Ümmeti“ adι altιnda bütünleşmesiydi. Bu öylesine muhteşem bir bütünleşme idi ki müslüman olmayanlar bile kendilerini bu ümmete izafe ediyorlardι. Birinci cihan harbi sonunda „milliyetçilik zehrini“ bu coğrafyanιn üzerine akιtan batι...

Devamını Oku

Hakikatin Hatιrι…

Mainz, 27.01.2013   Hatιr konusunda çok zengin bir kültüre sahip olduğumuz ortada. Arkadaş hatιrι için çiğ tavuk yemekten tutun, bir fincan kahvenin 40 yιl hatιrι olmasιndantutun da hatιr çekine kadar… Bu arada „hal-hatιr“ sorma gibi rutin eylemimizi de ihmal etmeyelim.Ancak hakikatin hatιrι konusunda ne yazιk ki bu kadar iyimser olma imkanιmιz bulunmuyor. Hatta insanιmιzιn hakikat ile ilgili ciddi bir kanaate sahip olup olmadιğι bile tartιşmaya açιktιr. Peki nedir hakikat? Hakikat; „hususiyetle korunmasι gereken şey“ demektir. Arapçada „Huk“ mafsallarιn birleştiği yere denilir, bu omirilik için de aynιdιr. Buralarda meydana gelebilecek milimlik bir sapma bedenin „felç„ olmasιna yol açar. „Hakaka“ kökünden gelir, „uygunluk ve muvafakat“ anlamlarιnι ihtiva eder. Dolayιsιyla sadece Allah için kullanιlmasι mümkün olan „El-Hak“ ise mutlak gerçek demektir. Zira El-Hak olan eşsiz ve benzersiz mutlak gerçeğin mutlak kaynağιdιr. Hak kelimesinin tam karşιlιğι gerçek, sahih, adalet, vacip, sorumluluk ve anlamlιlιktιr. Hak kelimesinin zιddι ise batιldιr. Batιl, anlamsιz ve amaçsιz olan demektir. Hakikat kaynağιnι El-Hak olandan yani mutlak hakikatin sahibinden onun izin verdiği ölçüde alιnan mukayyet gerçeklerdir. Mutlak gerçeklik sadece ve sadece Allaha mahsustur. Ancak onun var ettiği varlιğιn da bir hakikati vardιr. Varlιğιn hakikati kaynağa sadakatle doğru orantιlι olmak durumundadιr. Aksi takdirde batιl ile bulaştιrιlmιş bazι hakikatlerden bahsederiz ki bu Allahιn rιzasιna muhaliftir. Bu sebeple Allah insandan ne az ne de fazla inanç bekler, sadece kendisinin öğrettiğine iman, öğrettiği gibi iman edilmesini ister. Müşrikler Allahι inkar etmiyorlar tersine fazladan iman...

Devamını Oku

Sulh Mesafesi…

Mainz, 20.01.2013   Kabul edelim ki, „otoriterlik ve buyurganlιk“ toplumumuzun kιlcal damarlarιna kadar işlemiş bir durumda. Daha yeni yeni gelmekte olan nesiller sayesinde özgür düşünme ve bireysel tutum takιnma konusunda mesafeler almaya başlayabildik.Ve yine kabul edelim ki bugün bile ülkemiz insanι belki futboldan sonra en fazla siyaset konuşmakla birlikte yine de ülke sorunlarιna ilgi den daha ziyade „kese“ yahut „kasa“larιna neyin girip girmediği ile daha çok ilgililer. Tam da bu yüzden ülkemizin en önemli meseleleri konusunda halkιmιz siyasi partilerin lider kadrolarιnιn almιş olduğu tavιrlara genellikle olumlu yanιt vermektedirler. Böylesi bir durum tabi ki her zaman aleyhte değildir. Nitekim, naçiz kanaatime göre ak partiye oy vermekte olan insanlarιn kahιr ekseriyeti esasen MHP zihniyetine daha yakιn durmalarιna rağmen özellikle de sulh noktasιnda Ak Parti liderliğinin göstermiş olduğu büyük liyakat ve cesaret sayesinde daha bir olumlu noktaya gelebilmektedirler. Mecliste temsil edilmekte olan siyasi partilerimizin sulha mesafelerine şimdi kιsaca bir gözatalιm: BDP: Kendisine ait bir irade beyanι olmayan bu „Kürt Milliyetçisi“ parti terör örgütünün „istepnesi“ gibi davranmaya devam ediyor. Sanki son süreçte barιş konusunda bir mesafe kaydetmiş gibi gözükmekle beraber yine de efendilerinin emir-komuta zincirine aykιrι bir irade gösterebileceklerine dair bir işaret bulunmuyor. Tavanι tamamen „pozitivist“ kafalara sahip olan bu partinin tabanι kahιr ekseriyetle müslümanlardan oluşuyor. Bu partiye destek veren müslümanlarιn müslüman olmalarιna rağmen „Kürt“ kimliklerini „Müslümanlιk“ kimliğinin önüne geçirdikleri aşikar. MHP: Bu partinin kendine ait bir iradesi var ancak onlar da Kürtleri...

Devamını Oku

Kuvvetlere Kuvvetli Hücum!

Mainz, 27.12.2012   Kimilerine göre icranιn önünde ayakbağι kimilerine göre ise demokrasinin vazgeçilmez unsurlarι olan bu kuvvetler elbette ki kara, deniz ve hava kuvvetleri değil. Gerçi memleket dizaynι açιsιndan bunlarι da vazgeçilmez sayan marjinal bir grup var ama onlar devede kulak kabilinden…Demokrasi olsun olmasιn dünyanιn hemen her yerinde bir şekilde mevcut bulunan yönetim anlayιşιnda sözü edilen kuvvetlerin Yasama, Yürütme ve Yargι dan ibaret olduğunu biliyoruz. Bu kuvvetlerin her düzende olduğu bir vakιa. Meclisi, Mahkemesi olmayan bir ülke ben bilmiyorum. Ancak tabiidir ki bu kuvvetlerin siyaset düzeni içinde nasιl konumlandιrιlmιş olduklarι önemlidir. Yaklaşιk ikiyüz yιldan bu yana tutku ile bağlanmιş olduğumuz Batι dünyasιnda bu kuvvetler düzenlenirken birbirinden bağιmsιz ama birbirine karşι sorumluluk sahibi olan birbirini nakzeden ve engel yada rakip olan değil birbirini tamamlayan ve karşιlιklι denetleyen bir mekanizma biçiminde düzenlenmiş ve gördüğümüz kadarιyla başarιlι bir şekilde de çalιşmaya devam ediyor. Bizim gibi her 10 yιlda bir „darbe“ geleneği olan ve demokrasiyi de bir şekilde tepeden inmeci yaklaşιmla ve bunu isteyenlerin istediği kadar bir demokrasi ile yönetilmeye alιştιrιlmιş toplumlarda ise bu kuvvetler icat edildikleri topraklarιn aksine birbirine rakip olmanιn ötesinde çoğu zaman „hasιm“ bile olabilmektedirler. İşte problem de buradan kaynaklanmaktadιr. Eli kanlι bir uygarlιk olduğuna bütün bir samimiyetimle inamakta olduğum Batιlιlar, ilgili kuvvetler arasιnda çok güzel bir sistematik kurarak sağlam bir işleyiş elde etmişlerdir. Türkiyemizde ise bu konularda daha yakιn geçmişte çok can alιcι sorunlar yaşanmιş ve hâlen de yaşanmaktadιr....

Devamını Oku

Cemevi ve Siyasal Alevilik

Mainz, 19.12.2012   Önce en güncel olandan başlayιp Cemevi denen mekânlarιn bir „ibadethane“ olup olmadιğι konusundaki tavrιmιzι belirleyelim. Laik bir ülkede herhangi bir mekânιn ibadethane olup olmadιğιna devletin karar veremiyeceği önemli bir kaziyye-i muhkemedir.Devlet böyle bir kararιn asla tarafι olamaz, olmamalιdιr. Herhangi bir inancιn müntesipleri ilgili mekânιn kendileri için bir ibadethane olduğu kabulüyle hareket ediyorlarsa orasι onlar için bir ibadethanedir. Cemevlerinin ibadethane olup olmamasι devletin sorunu değildir. Ha, bu konunun ιsrarla dile getirilip kabul ettirilmesi hususu sadece ekonomik bir takιm çιkarlar elde etmek ise bu da bence çok haklι ve de gerçekçi bir taleptir. Nasιl ki devlet camilerdeki imamlarιn maaşlarιnι ödüyor ve camilere elektrik ve su konusunda bazι kolaylιklar gösteriyorsa aynιsιnι „cemevleri“ için de sağlamalιdιr, bu konularda bir tartιşma yapιlmasι bile doğru olmaz. Alevilik konusunda söz söylemeye kalkιşmak hem konunun uzmanlarιna saygιsιzlιk ve hem de bir makale hacminin çok çok ötesinde olduğundan bu konuya girmek niyetinde olmayacağιz. Ancak Alevilik ve Sünnilik denilen ekollerin tamamen siyasi bir ayrιşma olduğu gerçeğini görmemiz gerektiğini vurgulamakta büyük faydalar var. Dolayιsιyla her iki ekol de siyaseten gelişip vücut bulmuş ekollerdir. Yaşanmakta olan „din“ bakιmιndan her ikisi de „rivayet kültürü“ üzerinde oturmaktadιr. Ancak ne Alevilik ve ne de Sünnilik noktasιnda herhangi bir yorumda bulunmak niyetinde değilim. Zira bugün esas üzerinde durmak istediğimiz konu „Aleviliğin siyasallaşmasι“ konusudur. Akl-ι selim sahibi herkes kabul eder ki, toplumun kahιr ekseriyetini teşkil eden geniş katmanlarda hiç bir sorun bulunmamaktadιr. Toplumun...

Devamını Oku

Spor Medyasι ve Hakkaniyet!

Mainz, 12.12.2012   Başlιkta spor medyasι ifadesi kimseyi aldatmasιn. Türkiyemizde spor denince akla sadece futbol, futbol denince sadece süperlig, süperlig denince sadece İstanbul takιmlarι ve hatta onlardan da sadece adι malum “şike” ile anιlan takιm anlaşιlιr.Diğerleri sadece onun varlιğιnιn devamιnι sağlayan koltuk değnekleri mesabesindedir. İlk bakιşta bu yaklaşιm çok abartιlι gibi gelebilir. Fakat işin aslι bu ifadeler hiç de abartιlι değildir. Adιna spor medyasι denen bu alanι birazcιk takip edenler bile çok iyi bilirler ki bütün spor denen mesele o malum takιm etrafιnda dönmektedir. Bir başka takιmιn gündem olabilmesi ancak ve ancak o malum takιmιn menfaatine yarayabilecek bir sürecin içinde olmasι ile mümkün olabilmektedir. Bu söylediklerim hem görsel medya ve hem de yazιlι matbuat için geçerlidir. Medya tabirini kullanmamιz da zaten bu sebepten dolayιdιr. Yoksa gelişmiş bir ülkede böylesi bir anlayιşa en fazla yazιlι yahut görsel dedikodu yahutta “Alis Harikalar Diyarιnda” adι verilebilir. Ülkemizde adιna spor medyasι denen bu mekanizma sadece ve sadece bir takιma ayarlι faşizan bir “monopol” yapιdan ibarettir. Malum takιm yense de yenilse de mutlaka ama mutlaka manşetten haber olur. Malum takιmιn şikeden mahkumiyet kararι bulunan başkanι kazara öksürecek olsa bu medyadaki köşebaşι elemenlarιnιn tamamι hastalanιp yataklara düşerler. Gözükara yiğit bir adam çιkιp bunlarι söylemeye kalkιşsa bahaneleri de hemen hazιrdιr. Efendim biz ne yapalιm, en çok taraftar onlarda gazetenin satmasι için elbette malum takιma daha çok yer vermeliyiz gibi gerekçeler iler sürerler. Hani tam da Sultan...

Devamını Oku

Yersizlerin Muhteşem Yerli Dizisi

Mainz, 30.11.2012   Ben bu televizyon dizisini kasten izlemiyorum. Bunu kuru bir muhalefet olsun diye yapmιyorum. Kanâat sahibi olmak için dizinin mutlaka izlenmesi gerektiğine de inanmιyorum.Bu diziyi ortaya koyan ekibin ideolojik yapιsι ve ticari kaygιlarι ve hatta dizi ile ilgili olarak yapιlan eleştirilere getirdikleri savunmalar zaten herşeyi anlatmaya yetiyor. Dolayιsιyla dizinin tenkit edilebilmesi için izlenmesi gerektiğine inanmιyorum. Öncelikle dizinin ortaya çιkmasιnda emeği olanlarι kutlamak gerektiğine düşünüyorum. Zira gerek adι ve gerekse işlenen tema itibariyle hedef tutturulmuş, dizi sadece ülkemizde değil Balkanlardan Kafkaslara, Ortadoğudan Orta Asya`ya kadar çok önemli bir coğrafyada izleyici kitlesine ulaşmayι başarmιştιr. Mesele sadece ticari kaygιlar ise maksat hasιl olmuş, yok mesele bir kast-ι mahsusa ile Osmanlι padişahιnι kötü göstermek yada bir başka ifade ile „abâ-i ecdadιna küfür etmekse“ ve müslümandιlar diye onlardan intikam almak ise yahutta bu yolla şimdi işbaşιnda olanlara gerine gerine küfredemiyoruz bari „değerlerine“ saldιralιm niyeti ise bunda da kιsmen bir başarι sağlandιğι söylenebilir. Zira daha önceleri bu dizi hakkιnda çok sözler söylendi ve çok ağιr tenkitler yapιldι ama hiç bu kadar gündeme oturmamιştι. Tabi bir konuda Başbakan konuşunca meselenin hemen en başat mesele haline geliyor olmasι da oldukça düşündürücü ama onu biyol geçelim. Dizinin mucitleri bunun bir „kurgu“ olduğunu dolayιsιyla sinema tekniği ve dizi stratejisi bakιmιndan da birebir tarihsel olaylarι içermesinin mümkün olmnadιğιnι, bunun bir „belgesel“ olmadιğι tezinden hareketle yaptιklarι ürünü savunuyorlar. Bu gayet yerinde bir savunma gibi görünüyor olsa da o zaman...

Devamını Oku

Adam Gibi Ölmek…

Mainz, 25.11.2012   Nüktedan âlim Hoca Nasreddinin; „kazanιn doğduğuna inanιyorsun da öldüğüne niye inanmιyorsun“ veciz sorusunda olduğu gibi doğan her canlιnιn ölmesi hak tιr ve kesindir. Ölümden kaçιş yoktur. Zira ölüm yaratιcιnιn var ettiği kâinat için koymuş olduğu en esaslι yasalardan biridir.Canlιlarιn ölmesi değiştirelemez ve hatta değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir sünnetullahtιr. Yeryüzü tarihi boyunca bu böyle olmuştur, bundan böyle de böyle olmaya devam edecektir. Ta ki büyük kιyamet dediğimiz kâinatιn ölümüne kadar. Ölüm bütün canlιlar için konulmuş bir yasa ancak biz insan açιsιndan bir değerlendirmede bulunmak niyetindeyiz. Akιl sahibi bir insan için „ölüm“ esasen kaçιnιlmaz bir son olmakla beraber aslιnda aynι zamanda önemli bir „nimettir“ de. Günümüz insanι için düşünelim bir bakalιm, ne kadar bakιmlι olursa olsun bir asrι devirmiş ve önemli sιkιntιlar çekmekte olan hiç bir kimse bir yüz yιl daha yaşamak istemez. Zira ona verilen mucizevi nizamιn da belli bir ömrü vardιr. Bu sadece maddi organlar için değil, akιl, irade ve vicdan gibi mânevi değerler için de böyledir. Hâl böyle olunca belli bir zaman sonra insan „ölüm güzeldir“ noktasιna bile gelebilir. Hele hele, ölmeyi bir başka ve „sonsuz bir aleme doğmak“ olarak anlayan biz müslümanlar için ölüm elbette ki çok önemli bir nimettir. Ölüm bir vakιa olarak „acι“ gibi dursa da aslιnda güzeldir. Öldüğümüz zaman ölümün ne kadar güzel olduğunu daha iyi anlayacağιz. Ancak kendi yakιnlarιmιza ölümün gelip çatmasι hepimizi derinden üzer. Zira Anadolu irfanιnda „ölümün...

Devamını Oku

İnsanlιk İçin „Özge“ Bir Yolculuk… Hicret

Mainz, 17.11.2012   Geçtiğimiz günlerde insanlιk tarihinin akιşιnι değiştiren bir güzide yolculuğun, Adem ile başlayan nübüvvet yolcularιnιn sonuncusu Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) efendimiz ile kemâle ulaşacak bir yolculuğun yιldönümünü idrâk etmiş olduk.Yani bu kutlu yolculuğun 1434. yιlιna vasιl olduk. Bu kutlu yιldönümünün bütün İslam ve İnsanlιk alemine hayιrlar getirmesi temennisiyle hicret üzerinde birkaç kelâm edelim istiyorum. Ancak öncelikle şunu ifade edelim ki, hicretin ne olduğunu daha iyi kavramak adιna ön kabullerimiz olan bazι durumlarι bir tashih edelim. Hicret, sadece müslümanlarιn kullanmakta olduklarι kameri takvimin başlangιcιndan ve Hz. Peygamberin 53 yaşιnda iken sadιk dostu Ebu Bekir (r.a) ile birlikte Mekke şehrinden „Yesribe“ gitmesinden ibaret değildir. Hicret; Bir aydιnlιk arayιşιdιr: Güçlülerin haklι, haklιlarιn güçsüz, zalimlerin kol gezdiği, karanlιktan güneşin bile bizar olduğu, insanlιğιn adeta tefessüh edip, şeytan treninde vagon olmaya mahkum olduğu, „hak, adalet, vicdan, rahmet ve merhamet“ gibi hasletlerin ha ki tamamen kaybolduğu bir zamanda insanlarιn insanoğlundan tamamen ümitlerini kaybetttikleri bir zamanda insanιn yaratιcιsι olan yüce Allah eşsiz ve benzersiz rahmetinin tecellisi ile insanlιğι son bir defa kalιcι bir „aydιnlιk“ ile uyarmak üzere hayatιnι insanlara adayacak, vakfedecek, „insanlιğιn sadakasι“ olacak kutlu bir Peygamberi görevlendirir. 40 yaşιna kadar bu vahşi insanlar arasιnda yer almasιna rağmen „Muhammedü`l Emin“ sιfatιnι hakeden bu insanlιk sadakasι elçi önce yιllarca sürecek bir „Hira“ hicretini gerçekleştirir. Bu hicret içeri doğru yapιlan bir yolculuktur, yani adayιşιn arayιşιdιr. Ancak bu muhteşem iç hazιrlιğιna rağmen bu görev hiç de kolay...

Devamını Oku

Muhalefet Düştü!

Mainz,11.09.2012   Aşağιlιk, alçak, seviyesiz, seciyesiz ve çukur dememek için bir anlamda mecburen düştü ifadesini kullandιm. Siyasette parti başkanlarιnιn birbirlerine karşι sert eleştiriler yöneltmeleri vakayi adiyedendir. Siyaset erbabι arasιnda rakibe yapιlan ince ayar eleştiriler ve hatta makaraya saracak cinsten iğneli dokundurmalar her zaman halk nezdinde karşιlιk bulmuştur.Ama tabiidir ki „hicvetmek“ bir sanattιr. Ne var ki siyaset erbabιmιzιn sanatla uğraşacak vakti yoktur. Hele ki muhalefet partilerimizin hiç vakti yok. Mecliste grubu bulunan muhalefet partilerinden birisinin sözlüğünde „yιkιm“ ve „ihanet“ sözcükleri ve onlarιn diğer versiyonlarι dιşιnda bir sözcük ara ki bulasιn. Ana muhalefette bulunan çakma Gandi de denilen „kaset“ li genel başkan ise bιrakιn ince espriler yapmayι doğrudan doğruya „küfürbazlιğa“ soyunmuş durumda. Anamuhalefetin genel başkanι olan kişi seçim meydanlarιnda bir ara kendini öyle kaptιrmιştι ki ana-avrat sövmekten son anda sιyιrabilmişti. En son söylenmesi gerekeni bu defa en başta söyleyecek olursak sin-kaflι küfürlere müracaat etmek bir kere yetersizlik, beceriksizlik, terbiyesizlik, kifayetsizlik, ahlâksιzlιk ve edepsizliktir. Herşeyden önemlisi „düşüklüktür“, yani „çukurlaşmaktιr.“ Yanιlmιyorsam Necip Fazιl olsa gerek; böylesi adamlara çukur demek, çukurlara hakaret sayιlιr demişti. Gerçek şu ki çukur dediğin bile esasen bir değer yargιsιdιr. Anamuhalefetin lideri son grup toplantιsιnda adeta pusulasιnι kaybetmiş gemi gibi kayalιklara çarpa çarpa yol almaya başlamιş durumda. Kemal Kιlιçdaroğlu „bahtsιz“ bir adam mι? Nitekim bu akιl almaz küfürbazlιk bu benzetme üzerine geldi. Bence adam piyangodan çιkar gibi gelip partinin başιna oturdu ama ne oturdu, adeta iğneli fιçι gibi mübârek. Partiye...

Devamını Oku

Cumhuriyet: Mecburi Mesruriyet

Mainz, 29.10.2012   Batι dillerindeki „rebublic“ kelimesinin Türkçe karşιlιğι olarak kullanιlmakta olan bu kelime mâna itibariyle çoğunluk, çoğunluk yönetimi, çok adam yönetimi gibi çağrιşιmlar yapmakla birlikte esas itibariyle tek adam yönetimi olan monarşizmin „monark, kral v.s“ muhalifi olan bir sistemin ismidir.Ancak pratikte dünya ölçeğinde hemen herkesin itibar ettiği bu isim her zaman ismindeki işlevi icra edememiştir. Sözümona bizim coğrafyamιzda bile en az 40 yιl devam eden tek adam diktatörlüklerinin bile hepsinin adι Cumhuriyet. Kapι komşumuzdaki batι eğitimli içi hümanizmle dolu (eşleri hanιmefendi gayet çağdaş ve modern giyimli) yakιşιklι ama eli kan dolu Esedìn ülkesi bile Cumhuriyet. Daha böyle örnekler dolu, üstelik sadece etrafιmιzda değil dünyamιzιn bir çok yerinde adι Cumhuriyet olan zebil gibi diktatörlükler var. Bu yüzden sanki Cumhuriyet tabiri bir yönetim biçimini tam olarak tarif etmiyor gibi geliyor bana. Batιlιlar bunu kιsa zamanda anlamιş olacaklar ki biri „demos“ diğeri „kratos“ olan iki kelimeyi yan yana getirerek „halk idaresi“ adιnda „Demokrasi“ denen yeni bir kavram icat etmek zorunda kalmιşlardι. Bugün hemen herkesin örneklendirmekte olduğu misalden hareketle İngiltere bir krallιk olmasιna rağmen en demokratik ülkelerden sayιlmakta ama mebzul miktardaki Cumhuriyet ülkeleri pekala diktatörlükle yönetilebilmektedir. Demek oluyor ki uygulama olarak Cumhuriyet isimlendirmesi yeterince ismiyle müsemma olamιyor. Yani Cumhuriyet denen idare şekline kara-pazar methiyeler düzmek, hele hele onu kutsamaya çalιşmak çok akιllιca bir eylem değil. Bu manada Cumhuriyet dediğimiz kavram kerameti kendinden menkul olmayan bir anlamda „nötr“ bir işlev görmektedir. Onun için...

Devamını Oku

Lütfen Hayvanlarι Kesmeyelim!…

Mainz, 23.10.2012   Yakιnlaşma duygusu insan doğasιnda bulunan en özel duygulardan biridir. Yakιnlaşmanιn sadece duygusal bir boyut olmadιğι ve veya sadece „fizikötesi“ âleme hasredilemiyeceği gerçeği de ortada. Sözümona biz de zaten bu yazιyι kaleme alιrken „Yakιnlaşma Bayramι“na yaklaşmakta olduğumuz gerçeğinden hareket etmiş bulunuyoruz.Az önce kullandιğιmιz ifadeden hareketle Müslümanlarιn mübârek bildiği kurban bayramι için yeni bir isimlendirme gayreti içinde olduğumuz sanιsιna varιlmasιn. Bu ülkenin „elitistleri“ bu kutlu bayram için „Et Bayramι“ diğeri için de „Şeker Bayramι“ gibi nobran yaklaşιmlar zaten sergiliyorlar, neyse ki konumuz bu değil. Biz yaklaşmakta olan kurban bayramιnιn sadece bir „yaklaşma“ meselesi olduğuna vurgu yapmak niyetindeyiz. Bu bakιmdan kurban bayramιnι mübârek bilenleri muhatap alarak bazι şeyler söylemek niyetindeyiz. Zira kurban bayramι müslümanlar arasιnda bile hakkιyla takdir edilememektedir. Mesele ya Hz. İbrahime indirilen „koyun“ ile masalιmsι bir duygusal iklime yahutta „sosyal yardιmlaşma“ gibi pratik faydaya tahvil edilmeye çalιşιlmakta, en azιndan böyle bir algιnιn oluşmasιna hizmet edilmekte ve kurbandaki esas maksat olan „yakιnlaşma“ yahutta „takkarrub“ gözden uzak tutulmaktadιr. Bir kere normal bizim ilmihâl kitaplarιmιzda ki fιkιh kodifikasyonu üzerinden yapιlmakta olan öğretinin baştan aşağιya sorunlu olduğunu ifade etmek zorundayιz. Kurbanιn İmam-ι Azam Ebu Hanefi ye göre vacip diğer bazι mezheplerde kuvvetli sünnet olmasι (Esasen vacip kategorisi de bir nevi kuvvetli sünnettir.) ve mutlaka ilgili şartlarι havi her müslümanιn yerine getirmesi gereken bir ibadet olduğu yönündeki anlatιmlar özünde doğru olmakla birlikte eksik anlatιmlardιr. Bir keresinde laikçi medyadan bir muhabir bu sene...

Devamını Oku