I. Zeliş Romanının Yapısı
Necati Cumalı’nın Zeliş romanı, dış yapı bakımından dört ana bölümden oluşur. Bu bölümler de yine kendi içlerinde alt bölümlere ayrılır. Yazar, her bölüme konuya uygun başlıklar koymuştur. Bu başlıklar okuyucu için birer ipucu niteliğindedir. Öyle ki bu başlıklar, her bölüme ayrı birer hikâye havası katar; bölümlerin rahat anlaşılmasını, romanın sıkılmadan, keyifle okunmasını sağlar.
Zeliş romanının bölümleri şu şekildedir:
Birinci Bölüm “Dipler”: 1. Bir Çürük Urgan, 2. Zeliş’in Nesi Var?, 3. Babalık Hakkı, 4. Baykuşlarla Serçeler, 5. Gece Ateşler Yanarsa…, 6. Recep’in Uykuları, 7. Çokluk Unutulan.
İkinci Bölüm “Analar”: 1. Atsineği, 2. Artan Sıcaklar, 3. Ay Büyürken, 4. Günler Gebe, 5. “İndim çeşme başına / Mektup koydum taşına”, 6. Bir Aşk Anlayışı, 7. Bir Meslek, 8. Kurt Yeniği, 9. “Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar / Ana benim sol böğrümde sancı var”, 10. Zeliş’in Yaşı, 11. Cemal’den Zeliş’e, 12. Zeliş’ten Cemal’e, 13. Cemal’den Zeliş’e, 14. Zeliş’ten Cemal’e.
Üçüncü Bölüm “Uçlar, İğne Atımı”: Uçlar, İğne Atımı.
Dördüncü Bölüm “Nadas”: 1. Güz Türküsü, 2. Evdeki Hesaplar, 3. Uzun Süren Bir Bekleyiş, 4. Tanrı Misafirleri, 5. Savcılık Yüksek Makamına, 6. Hayatın En Kısa Günü, 7. Herkesin Derdi, 8. Küçük Damın Haftası, 9. “Değmeyin yavruya… / Niğde beyleri, beyleri…”, 10. “Çarşamba yollarında / Kelepçe kollarında”, 11. Açık Yargılama, 12. Gelin.
Dört ana bölümden oluşan Zeliş romanı, toplam 232 sayfalık metne sahiptir (Cumhuriyet Kitapları, 19. Baskı: Şubat 2006). Bölümlerin sayfa dağılımları ise şu şekildedir: Birinci Bölüm “Dipler” 33 sayfa, İkinci Bölüm “Analar” 65 sayfa, Üçüncü Bölüm “Uçlar, İğne Atımı” 17, Dördüncü Bölüm “Nadas” 117 sayfa.
II. Zeliş Romanının Konusu
Necati Cumalı’nın Zeliş romanı, tütün tarlalarında çalışan on yedi yaşındaki genç bir kızın aşkı uğruna verdiği dillere destan mücadeleyi anlatır. Bu kız, babası tarafından sevmediği, istemediği bir adama birtakım çıkarlar yüzünden zorla verilmek istenir. Kendisini kaçırmak üzere pusu kurulduğunu öğrenince, sevdiği delikanlıya kaçmaktan başka çaresi kalmaz. Sevdiği delikanlıyla birlikte yollara düşerler. Pek çok sıkıntıya cesurca göğüs gerdikten sonra mutluluğu yakalarlar.
Roman, aşkı elde edebilmek için uzun, çileli bir yolculuk yapmak gerektiğini, aşkın her türlü zorluğun üstesinden gelebilecek güçlü bir duygu olduğunu gösterir. Aşkın onca kahrına, çilesine rağmen yaşanmaya değer güzel, tutkulu, heyecanlı, insanı mutlu eden bir duygu olduğunu anlatır.
Necati Cumalı, yine bu romanında 1950’li yıllarda, İzmir’in küçük bir ilçesi olan Urla’da, halkın karın tokluğuna verdiği yaşam mücadelesini, tütün tarlalarında, zeytinliklerde çalışan işçilerin yoksulluğunu, çektiği sıkıntıları, yaşayış biçimlerini, eğlencelerini, aşklarını başarılı bir şekilde yansıtmıştır.
Zeliş romanının en güçlü teması “aşk”tır. Bu aşk on yedi yaşındaki Zeliş ile askerlik çağındaki Cemal arasında yaşanır. Necati Cumalı, yoksul, unutulmuş insanlar arasında da birtakım güzelliklerin, güçlü duyguların, heyecanların, aşkların yaşandığını göstermek istemiştir. İnsanlar yoksul olabilirler, çaresiz olabilirler, cahil olabilirler; fakat konu aşk olduğunda bu zayıf insanlar bir kaplan kesilirler. Aşkları için olağanüstü bir mücadele verirler.
Zeliş kaçan keçisini geri getirmek için Cemallerin bahçesine gider. Orada Cemal’le göz göze gelir. Cemal’in nasırlı elleri Zeliş’in ellerine dokunur. Zeliş bu dokunuşu ellerinde değil, kalbinde hisseder. Aralarında genç yaşlarının da etkisiyle güçlü bir elektriklenme olur. Hem Zeliş hem de Cemal, ilk görüşte birbirlerine vurulurlar. Rahatça görüşme imkanı bulamadıkları için aşklarını, heyecanlarını, hayallerini mektuplara dökerler.
Bu arada Bekir adında, yirmi beş yaşlarında bir adam Zeliş’e göz koyar. Maddi durumu iyi olan Bekir, kaba, cahil, itici biridir. Bekir, Zeliş’in babasını parayla kendisine bağlar. Ancak Zeliş, bu adama hiçbir zaman yüz vermez. Bekir parasıyla Zeliş’in gönlünü kazanabileceğini düşünür, fakat yanılır. Gönül kazanmak o kadar kolay değildir. Zeliş kendisine soğuk davrandığı için babasını sıkıştırır. Babası kızını kaçırabileceğini, kendisinden şikâyetçi olmayacağını söyler. Bekir, parayla adam tutar, Zeliş’i kaçırmak için fırsat kollar.
Urla’ya taşınacakları gün Zeliş, Bekir’in adamlarıyla birlikte kendisini kaçırmak üzere yolda pusu kurduğunu kız kardeşi sayesinde öğrenir. Zeliş’in kaçmaktan başka çaresi yoktur. O da öyle yapar zaten. Düşünmeden Cemal’in yanına koşar. İki sevdalı yollara düşer. Zeliş’le Cemal aç kalırlar, susuz kalırlar, türlü sıkıntılar çekerler; fakat birbirlerine güçlü bir aşkla, tertemiz bir sevgiyle sımsıkı sarılırlar. Bir daha da hiçbir güç onları birbirinden ayıramaz.
Bir zeytinlikte çalışırlarken jandarmalar tarafından yakalanırlar. Zeliş, Cemal’e olan sevgisini mahkemede cesurca haykırır. Zeliş’in sevdiği delikanlı için verdiği olağanüstü mücadeleye, söylediği heyecanlı sözlere duruşmayı izleyenler hayran kalırlar. Fakat Zeliş’in onca yırtınmasına karşın mahkeme, Zeliş on sekiz yaşını doldurmadığı için -üç ay vardır- Cemal’in tutuklanmasına karar verir. Jandarmalar Cemal’i hapishaneye götürürler. Zeliş de peşlerinden gider. Hapishanenin bahçe duvarının parmaklıklarına sımsıkı sarılır. Cemal olmadan dönmeyeceğini söyler. Halk Bekir’in üzerine yürür. Zeliş’in babası şikâyetini geri alır. Zeliş’le Cemal birbirine kavuşurlar, ertesi gün de nikahları kıyılır.
Romanda işlenen diğer bir tema ise “yoksulluk”tur. Necati Cumalı, Urla’da çiftçi bir ailenin çocuğu olduğu için bu insanların çektiği sıkıntıları bizzat yaşamış, yakından gözlemleme imkanı bulmuştur. Zeliş romanında yoksul bir ilçe olan Urla’nın 1950’li yıllardaki durumunu, halkın verdiği geçim mücadelesini, açlığı, perişanlığı gözler önüne serer.
Zeliş’in babası eli darda olduğu için Bekir’den ara sıra borç para alır. Borcunu ödeyecek gücü yoktur. Bu yüzden Bekir’in karşısında suskun kalır, çaresizdir. Bekir parasının gücüyle Zeliş’i elde edebileceğini zanneder, fakat yanılır. Zeliş kendisine yüz vermeyince, babasını sıkıştırır.
Zelişlerin ve Cemallerin kaldıkları yerler de içler acısıdır. Yarıcı olarak çalıştıkları tarlada, iri ağaçların altında erguvan dallarıyla örülmüş çardaklarda kalırlar. Küçücük çardağın içinde tüm aile bir arada yatıp kalkar. Ailede çoluk çocuk herkes gece gündüz çalışır. Ya tarlaya giderler ya da tütün dizerler. Bunca sıkıntıya ve çalışmaya karşılık misafirlerine verecek bir fincan kahveleri dahi yoktur. Bekir eşeğiyle Zelişlerin çardağına gelir. Kahve içmek ister, olmadığını öğrenince yanında getirdiği kahve ile şekeri verir. Ayrıca kendisi için aldığı yarım kilo eti de verir. Bugün için oldukça ucuz ve değersiz olan kahve, şeker ve yarım kilo et, o dönemde âdeta mücevher değerindedir.
Recep ile karısının yirmi beş yılı dolduran evlilikleri tarlalarda çalışmakla geçmiştir. Aşkın, sevdanın ne olduğunu anlamaya fırsatları olmamıştır. “O gün bu gündür beraber çalışırlardı tütün tarlalarında. Kavala göçmenleriydi ikisi de. Çocuklukları, gençlikleri, şimdi süregelen hayatları tütünün hizmetiyle geçmiş geçiyordu. Bütün yaşadıklarından hatırladıkları, bütün bildikleri, tütün tarlaları, çardaklar, fidanlıklar; suladıkları, kökledikleri, diktikleri, arıklar; yeşeren, boy atan, kuruyan, sararan, tütünler, tütünlerdi… Kış demek, fidan yetiştirmek demekti. Bahar demek, tarlaları hazırlamak, yaz demek tütün çapalamak, toplamak. Sonbaharda, yakında açılacak tütün piyasasının haberiyle ümitlenir, tasalanır, yüzleri bir gün gülerse, beş gün kederli kalırdı.” (s.32-33)
Cemallerin durumu da pek iç açıcı değildir. Zeliş ile Cemal birbirini çok sever. Cemal sevdiği kızla evlenmek ister, fakat çeyiz düzecek, düğün yapacak parası yoktur. Bu yüzden boynu büküktür, çaresizdir. Zeliş’i kaçırmak zorunda kalmasının nedeni de aslında yoksulluktur.
Romanda göze çarpan diğer bir tema ise “cahillik”tir. Zeliş’in hem anasının hem de babasının okuma yazmaları yoktur. Anası bir gün tesadüf eseri Zeliş’in mektuplarını bulur. Mektuplarda neler yazılı olduğunu merak eder, ancak okuma yazması olmadığı için bu merakını gideremez. Mektuplardaki kalp, çiçek, kuş resimlerinden hareketle bunların birer aşk mektubu olduğunu anlar. Mektupları hemen kocasına gösterir, ancak onun da okuma yazması yoktur. Necati Cumalı, basit bir mektup örneğiyle 1950’li yıllarda insanımızın eğitim düzeyinin ne kadar düşük olduğuna dikkat çeker.
Cahilliğin bir başka boyutu da büyüye inanmadır. Zeliş’in anası büyüye inanan biridir. Aşk mektuplarını bulunca kızına büyü yapıldığını düşünür. Kızının genç bir kız olduğunu, bir kalp taşıdığını, bir erkeğe karşı ilgi duymasının gayet doğal olduğunu anlamaz. Bu olgunluktan, bu bilinçten yoksundur. Kızına yapılan büyüyü bozdurmak için Aynacı kadın adlı büyücüye gider. Aynacı kadın, büyünün bozulması için Zeliş’in anasına bir parça ekmek verir. Bu ekmekleri kediye ve köpeğe vermesini tembihler. Fakat söyledikleri birbirine karışır. Zeliş’in anası da bir şey anlamaz. Fakat kapıdan çıkarken iki buçuk lirayı kadının eline sıkıştırır. Büyücüden çıkınca Zeliş’in anasının içi rahattır artık. Çünkü bir ana olarak üzerine düşeni fazlasıyla yaptığına inanır.
III. Zeliş Romanının Kişileri
Zeliş (Zeliha): Romanın başkahramanıdır. Aynı zamanda romanın da adı olan kişidir. Cemal’in sevdiği kızdır. Recep’in dört kızından üçüncüsüdür. Asıl adı Zeliha’dır, ancak kendisine Zeliş derler.
Son derece çalışkan, hamarat, bir o kadar da güzel bir kızdır. On yedi yaşındadır. Tütün işlemekte oldukça ustadır, bir erkekten daha fazla iş çıkarır. Yoksul dünyasında gönlünü Cemal’e kaptırır. Babası, istemediği bir adama sırf parası için vermeye kalkışır. Zeliş’le Cemal’in mutlu olmaları için kaçmaktan başka çareleri yoktur. Cemal’le birlikte çileli bir yolculuğa çıkarlar. Çok sıkıntı çekerler, fakat sonunda muratlarına ererler, evlenirler.
Zeliş saf, suskun, ürkek biri değildir. Gerektiğinde hakkını savunmak, namusunu korumak için âdeta bir aslan kesilir, korkusuzca savaşır, mücadele eder. Zeliş’le Cemal kaçtıktan bir süre sonra Nuri Bey’in zeytinliğinde çalışmaya başlarlar. Daha ilk gün Nuri Bey, Zeliş’i sıkıştırır. Zeliş, buna izin vermez. Elindeki çuvaldızla adamın üzerine yürür, kendisini savunur.
Zeliş, sevdiği gence ölesiye bir tutkuyla bağlanır. Aşkı için yılmadan, korkmadan, heyecanla savaşır. Mahkemede Cemal’i heyecanlı, ateşli konuşmalarla savunur. Halk, Zeliş’e aşkı, sevdiği uğruna verdiği mücadele konusunda hayran kalır.
Cemal: Zeliş’in sevdiği gençtir. On dokuz yaşındadır. Kadıovacıklı Ali Onbaşı’nın oğludur. Terbiyeli, dürüst, temiz bir gençtir. Bir gün, bahçelerine kaçan keçilerini yakalamak için gelen Zeliş’e daha ilk bakışta içi kaynar, gönlünü kaptırır. Zeliş’in aşkıyla yanıp kavrulur, sarhoş olur. Bir daha da kendine gelemez.
Sevdiği kızı, Bekir’in kaçıracağını öğrenince Zeliş’le birlikte yollara düşerler. Türlü sıkıntılardan sonra mutluluğu yakalarlar. Cemal, Zeliş’e karşı son derece kibar, ince, hoşgörülü davranır, onu bir kez olsun incitmez. Zeliş’i ilk günden itibaren en saf, en güçlü duygularla sever.
Cemal’in ailesi de yarıcı olarak çalışmaktadır. Yoksuldurlar. Cemal’in askerlik çağı gelmiştir. Zeliş’le evlenecek parası yoktur. Bu nedenle boynu büküktür.
Recep: Zeliş’in babasıdır. Karısıyla yirmi beş yıllık evlidir. Dört kızı vardır: Sıdıka, Ayşe, Zeliha (Zeliş), Rabiye. Kızları çok güzel ve hamarat olduklarından çok küçük yaşlarda -önce Sıdıka ve Ayşe, ardından Zeliş- kocaya kaçmışlardır. Recep, düğün yapmaya hasret kalmıştır. Recep ile karısının yirmi beş yıllık evlilik yaşamları tarlalarda çalışarak, yoklukla boğuşarak sıkıntı içinde geçmiştir.
Recep kızları yetişip de tarlanın yükünü üzerinden aldıktan sonra iyice tembelleşir. Karısı ve kızlarının aksine Recep, oldukça tembel ve uyuşuktur. Çalışmayı sevmez, sürekli işten kaytarır. Çoğu zaman çardağında uyur, kahveye gidip çene çalar.
Çıkarı olduğu için kızını sevmediği bir adama, Bekir’e sözler. Bekir’den ara sıra para almaktadır. Kızının Cemal’le mektuplaştığını, Cemal’i deliler gibi sevdiğini bilmesine rağmen, Bekir’e kızını kaçırmasını, kendisinden şikâyetçi olmayacağını söyler. Zeliş babasının bu kadar duyarsızlığına, acımasızlığına, çıkarcılığına rağmen, aşkı için mücadele eder. Sevdiği gence, Cemal’e kaçar. Recep, kızının ve halkın ısrarına daha fazla dayanamaz, şikâyetini geri alır. Cemal hapisten çıkar. Zeliş’le Cemal evlenirler.
Recep’in Karısı (Zeliş’in Anası): Yazar romanda Zeliş’in anası için herhangi bir ad kullanmamıştır. Recep’in karısının ömrü de tıpkı kocası gibi tarlalarda çalışmakla, yokluk içinde kıvranarak geçmiştir. Kocası gibi kendisinin de okuma yazması yoktur. Zeliş’in gizli gizli Cemal’e yazdığı aşk mektuplarını bulunca okuyamaz, sedece mektuplardaki kalp, çiçek, kuş gibi resimlerden bunların birer aşk mektubu olduğunu anlar.
Büyüye inanacak kadar saf ve cahil bir kadındır. Cemal’in ailesinin, kızı Zeliş’e büyü yaptırdığına inanır. Kızına yapılan büyüyü bozdurmak için Aynacı kadın adlı bir büyücüye gider. Aklı sıra kızına yaptırılan büyüyü bozdurur. Kızını kurtardığı düşüncesiyle içi rahatlar. Fakat Zeliş yine de sevdiği gence kaçar.
Rabiye: Zeliş’in kız kardeşidir. Recep’in en küçük kızıdır. On yaşındadır. Ablası gibi çalışkan ve güzeldir. Ablasıyla bir arkadaş gibidirler, iyi geçinirler. Rabiye, ablasının Bekir’le evlenmesini istemez. Bekir’i ablasına yakıştırmaz, beğenmez. Buna karşılık Cemal’le evlenmesini ister. Ablasının mektuplarını taşır.
Urla’ya göç ederlerken, Bekir’in ve adamlarının ablasını kaçırmak üzere pusu kurduklarını görür, hemen geri döner ve ablasını durumdan haberdar eder. Bu şekilde ablasını büyük bir felaketten korumuş olur. Rabiye, yaşına göre olgun, uyanık, zeki bir kızdır.
Ali Onbaşı: Cemal’in babasıdır. Topal Avni Bey’in yarıcısıdır. Recep’in tarla komşusudur. Kaçan keçinin peşinden bahçelerine kadar gelen Zeliş’i gördüğünde oğluna yakıştırır. Oğluna bu kızı kaçırmamasını tembihler. Ali Onbaşı, Kör Fehmi ile Bekir’in birlikte dolanmalarından işkillenir. Oğlunu, bu adamların Zeliş’i kaçırabilecekleri konusunda uyarır. Üstü kapalı olarak sevdiği kızı bu çapulculara kaptırmamasını, elini çabuk tutup Zeliş’i kendisinin kaçırmasını söyler.
Ali Onbaşı, Zeliş’in kaçırılmasında oğluna yardım ettiği gerekçesiyle hapse atılır. Kör Fehmi’nin ve arkadaşlarının yalan ifadeleri yüzünden suçsuz yere bir hafta hapis yatar. Daha sonra Topal Avni Bey’in, işin aslını gerçek şahitlerle savcıya anlatmasıyla Ali Onbaşı serbest bırakılır. Ali Onbaşı, romanın sonunda Recep’in Bekir’e olan borcunu ödeyeceğini söyleyerek şikâyetin geri alınmasını sağlar. Cemal ile Zeliş evlenirler.
Bekir: Varlığıyla çoğu kişiyi huzursuz eden, Zeliş’e türlü sıkıntılar yaşatan kişidir. Romandaki huzursuzluğun, çekilen sıkıntıların kaynağıdır. Zeliş’in kendisinden hoşlanmadığını bildiği, kendisine yüz vermediğini gördüğü halde, ısrarla onun peşini bırakmaz.
Bekir, Zeliş’in babasına ara sıra para verir, et, kahve, şeker götürür. Bu şekilde Recep’i kendi safına çeker. Recep, Bekir’e borçlu olduğu, ondan çıkar sağladığı için olan bitene ses çıkaramaz.
Bekir, kaba bir adamdır. Bir genç kızın gönlünü çelecek incelikten yoksundur. Cahil, kaba, görgüsüz biridir. Parasıyla, âdeta bir mal alıyormuş gibi Zeliş’i babasından almaya kalkışır. Kılık kıyafetine özen göstermez. Cimri mi cimri bir adamdır. Harcadığı tek bir kuruşun bile hesabını yapar.
Bekir ile Zeliş ayrı dünyaların insanlarıdır. Ruhları bütünüyle birbirinden farklıdır. Zeliş’in dünyasında bir genç kızın kalbi parayla pulla, malla mülkle, et, şeker ve kahveyle kazanılamaz. “O dünyada etin, şekerin, kahvenin önemi yoktu! Önemli olan, yüreğin her zamankinden biraz daha hızlı çarpmasına yol açacak bir bakış, bir el kavraması, bir erkeğin saçlarından tutup sürükleyecek kadar arzulu gürünen davranışıydı sadece! Ama nerden bilsin bunları Bekir!” (s.94)
Bekir, Receplerin çardağına her gelişinde Zeliş’in kendisini heyecanla karşılamasını, yüzüne gülmesini, kaçamak bakışlar atmasını bekler. İster ki, “Zeliş hemen yerinden fırlasın, kendisine görünsün, cevap versin. Sonra babasıyla zeytinin altında yahut tarlanın kenarında laf atarlarken, olur olmaz bahanelerle, çardaktan çıksın, etrafta dolansın, kaçamak onu gözetlesin.
Ama Zeliş, aksine önceleri onun bu ziyaretlerinde hiç oralı olmazken, son günlerde onu gördükçe, hep böyle zıvanadan çıktığını belli eder haller takınmaya başlamıştı. Eline ayağına ne geçer, ne takılırsa çarpıp çırpıyor, yüz buruşturuyor, burun kıvırıyor, kendisine bir şey söylenecek olursa ters ters cevaplar veriyor, bazen daha da ileri giderek yüksek sesle söyleniyordu.” (s.93)
Bekir küçük yaşta babasız kalmış, anası dayıları tarafından başka bir kocaya verilince ortada kalmıştır. Bir süre dayısının kalabalık evinde kaldıktan sonra değişik çiftliklerde işçi olarak çalışmış, çocukluk ve gençlik dönemleri sıkıntılı geçmiştir. Recep’in bu yaşına kadar hiç kız arkadaşı olmamıştır.
Bekir hesapçı, cimri biri olduğundan evlilik konusundaki düşünceleri de bu yoldadır. Evleneceği karısını ve doğacak çocuklarını, tarlasında çalışacak işçiler olarak düşünür. Zeliş’e duyduğu hayranlığın altında da, yine bu faydacı düşünce yatar. Zeliş, bir erkek işçiden daha fazla tütün işleyebilen, çalışkan bir kızdır. Bekir bu çalışkan kızla evlenip tütün yetiştirmeyi, kazanacakları paralarla yeni tarlalar almayı planlamaktadır.
Zeliş’in babasının uyuşuk, çalışmada gözü olmayan, para tutmayan, yoksul biri olduğunu görünce, ona yakınlaşmak amacıyla sık sık borç para verir. Kendince, önce babasını avucunun içine alacak, daha sonra da Zeliş’i elde edecektir.
Zeliş’in gönül rızasıyla kendisine varmayacağını anlayınca, onu kaçırmaya karar verir. Zeliş’i kaçırmak için, bu işlerde nam salmış bir kabadayı olan Kör Fehmi’yi parayla tutar. Daha sonra kız kaçırma işinde arabasını kullanmak üzere Külüstür Necmi’yle anlaşılır. Fakat yapılan tüm planlar, suya düşer. Zeliş, Cemal’e kaçar.
Kör Fehmi: Romandaki kötü tiplerden biridir. Kız kaçırmak isteyenlere para karşılığında yardımcı olan, güçlü, gerektiğinde çekinmeden adam döven bir kabadayıdır. Geçimini bu tür pis işlerden sağlar. Bekir, Zeliş’i kaçırmada kendisine yardımcı olması amacıyla Kör Fehmi’yi parayla tutar.
“İşi gücü buydu bunun. Geçimi bu yüzdendi! Kendi deyimiyle arkadaş fedaisiydi!
Yani kız kaçırana, efelik taslayana yardakçılık eder, ya kız, ya toprak anlaşmazlığı ya da parti çekişmeleri yüzünden birbirlerine hasım olan paralı kimselerin kabadayısı olarak sırasında yanlarında gezer, sırasında döv dediklerini döver, bu yüzden sık sık içeri girer çıkarsa da cebinden harçlığı, önünden rakısı eksik olmazdı. Ceza kanununun kadın kız kaçırma, müessir fiili ile ilgili kısımlarını işine yarayacak şekilde öğrenmişti. Tutuklu kaldığı günler çok defa bir haftadan uzun sürmezdi.” (s.98-99)
Kör Fehmi, kız kaçırma işinde Bekir’e yardım edeceğini söyler. Bu arada Zeliş, kaçırılacağını hissettiği için çardaklarından uzaklaşmaz. Bekir’le Kör Fehmi, güpegündüz kız kaçırılamayacağı için çaresiz beklerler. Kız kaçırma işinde arabasının kullanmak için Külüstür Necmi’yle de anlaşırlar. Urla’ya taşınacakları günü öğrenince nihayet bekledikleri fırsat doğar. Külüstür Necmi’nin arabasıyla yol kenarında bekleşirler. Fakat Zeliş, kendisine kurulan tuzağı, kız kardeşi sayesinde öğrenir, doğru Cemal’in yanına koşar. Zeliş ile Cemal yollara düşerler, kaçarlar. Bekir’le Kör Fehmi peşlerine düşerler, fakat yakalayamazlar. Kör Fehmi, arkadaşlarıyla birlikte yalan ifade verir. Cemal’in babası hapsedilir. Kör Fehmi, babasının kendi yüzünden hapse atıldığını duyan Cemal’in hemen gelip teslim olacağını düşünerek yalan ifade vermiştir. Fakat bundan bir sonuç alamaz. Ali Onbaşı’nın suçsuz olduğu anlaşılır, bir hafta sonra serbest bırakılır.
Külüstür Necmi: Eski model, kırık dökük arabasıyla geçimini çıkarmaya çalışan yoksul bir şofördür. Kör Fehmi’nin çoğu dalavereli işlerinde arabasıyla ona yardımcı olmuştur. Kör Fehmi, Zeliş’i kaçırma işinde arabasını kullanmak için Külüstür Necmi’yle elli lira karşılığında anlaşır.
“Eski mi eski, otuz dokuz modeli bir taksisi vardı. Hemen hemen arabanın değişmemiş parçası kalmamıştı. Karasörünün kimi yeri marangoz, kimi yeri tenekeci elinden çıkmıştı son defa. Arka kapı camlarından birinin yerini bir mukavva parçası almıştı. Öbür camlar, ön cam da dahil ya kırık ya da çatlaktı. Kırık parçalar, her iki tarafından birbirine telle bağlı iki gazoz şişesi kapağı arasına sıkıştırılarak tutturulmuştu. Necmi’nin iş saatleri dışında elinden onarım araçları düşmezdi. Doğrusu kimse gönlünün rızasıyla binmezdi taksisine. Bu durum da onun her sefer alınganlığına yol açardı.” (s.143)
Külüstür Necmi, Bekir ve Kör Fehmi ile beraber arabasıyla Zeliş’i kaçırmak için bekleşirler, ancak Zeliş çoktan Cemal’e kaçmıştır.
Nuri Bey: Babasının yıllarca çalışarak biriktirdiği paraları, bar köşelerinde kadınlarla yiyen, sorumsuz, savurgan, ahlâksız bir adamdır. Çalışmayı, sorumluluk almayı sevmez. Sürekli gezmek, içip eğlenmek, kadın peşinde koşmak ister. Babası, belki akıllanır, sorumluluğunu bilir düşüncesiyle Urla’daki zeytinliklerin idaresini ona bırakır. Fakat oğlu yine bildiğini okur.
Zeliş’le Cemal kaçtıktan bir süre sonra Nuri Bey’in zeytinliğine çalışmaya giderler. Nuri Bey, daha ilk görüşte Zeliş’in güzelliğine hayran kalır, onu elde etme arzusuyla yanıp kavrulur. İlk gün, yakaladığı ilk fırsatta Zeliş’e sarkıntılık etmeye kalkışır. Zeliş, elindeki çuvaldızla üzerine yürür, namusunu korur. Zeliş’le Cemal oradan ayrılırlar.
Birkaç gün sonra Nuri Bey, Zeliş’le Cemal’i başka bir zeytinlikte görür. Hemen jandarmalara haber verir, genç âşıkları yakalatır.
IV. Zeliş Romanının Zamanı
Zeliş romanının sosyal zamanı 1950 yılıdır. Yani romanda geçen olaylar 1950 yılında geçer. Zeliş on yedi yaşında bir kızdır. Romanın sonlarındaki şu ifadeden romanın sosyal zamanını net olarak belirleyebiliriz:
“Recep kızı, Fatma’dan doğma, 21 Şubat 1933 doğumlu Zeliha Kayalı…”
Romanın yazar tarafından kaleme alınma zamanıyla ilgili olarak romanın bitiminde şu tarih vardır:
“3 Eylül 1957, İzmir – 13 Haziran 1959, Paris”
Romanda yaşanan olaylar dört aylık bir zaman dilimini kapsar. Olaylar temmuz, ağustos, eylül ve ekim aylarında geçer. Olayların anlatımı, zamanın akışı kronolojik bir düzen içindedir. Kimi yerlerde zamanda atlamalar yapılır.
Zeliş romanındaki dört aylık zamanın bölümlere göre dağılımı şu şekildedir:
Birinci Bölüm “Dipler”: Bu bölümde olayların yaşandığı zaman yaklaşık bir gündür. Bir temmuz günü, öğleye doğru Zeliş’in, keçisinin kaçtığını fark etmesiyle başlayan zaman dilimi, ertesi gün kuşluk vakti Cemal’le su kuyusunda karşılaşmaları ile sona erer. Zamanın akışı kronolojiktir.
“Öğleye geliyordu… bir bulutsuz temmuz göğü…” (s.15)
“Kuşluğa doğru, Cemal, sıkıntısından kalktı…” (s.43)
İkinci Bölüm “Analar”: Bu bölümde yaşanan olaylar ise yaklaşık bir buçuk aylık bir zaman dilimini kapsar. Belirli aralıklarla zamanda atlamalar yapılır.
“Temmuz ortalarında… Zeliş’le Cemal’in kuyu başında karşılaşmalarından bir hafta sonra…” (s.56)
Üçüncü Bölüm “Uçlar, İğne Atımı”: Bu bölümde yaşanan olaylar ise ağustos sonlarından eylül ortalarına kadar yaklaşık üç haftalık bir zaman dilimini kapsar.
“Ağustos sonlarına doğru bir akşamüstü…” (s.119)
“Ağustos, eylül bu patırtılarla geçti.” (s.126)
“Kör Fehmi Ağustos sonlarına doğru…” (s.127)
“Henüz eylül başlarıydı daha.” (s.129)
“Sümbül kadın, o günden sonra, üç dört günde bir iki hafta süreyle Recep’in çardağına uğradı.” (s.129)
Dördüncü Bölüm “Nadas”: Romanın son bölümünde geçen olaylar ise yaklaşık 16 günlük bir zaman dilimini kapsar. Bu zaman ekim ayının ortalarında başlar, sonlarında biter.
“Ekim ortalarına yaklaşıyordu.” (s.140)
“Sorma, on beş gündür dolaşmadık dağ taş bırakmadık! Bu baskıcı Recep’in kızı başımıza ne işler açtı…” (s.230)
V. Zeliş Romanının Özeti (Olay Örgüsü)
Birinci Bölüm “Dipler”
On yedi yaşında genç ve güzel bir kız olan Zeliş, on yaşındaki kız kardeşi, anne ve babasıyla iri bir zeytin ağacının altında, yabanî erguvan dallarından örülmüş çardakta kalmaktadır.
Temmuz başlarıdır. Zeliş, öğlene doğru, sabahleyin yan tarlaya bağladığı keçinin yerinde olmadığını fark eder. Zeliş, keçiyi sıkıca bağlamış, ancak ip çürük olduğu için hayvan ipini kırıp kaçmıştır. Annesi keçinin kaçtığını öğrenince Zeliş’le kardeşini azarlar. Konu komşunun bahçesine zarar vermeden keçiyi çabucak bulup getirmelerini söyler. Zeliş’le kardeşi kaçan keçinin peşine düşerler.
Kadıovacıklı Ali Onbaşı, ailesiyle beraber Topal Avni Bey’in tarlasında büyük bir badem ağacının altındaki çardakta kalmaktadır. Ali Onbaşı, Topal Avni Bey’in yarıcısıdır. Zelişlerin keçisi Topal Avni Bey’in bahçesine girer. Topal Avni Bey’in yarıcıları, gürültü üzerine çardaktan çıkarlar. Ali Onbaşı’nın askerlik çağındaki oğlu Cemal, keçiyi yakalar. Hayvan bahçedeki fasulye ve mısırlara biraz zarar vermiştir. Cemal ile Zeliş göz göze gelirler, kalplerinde bir kıpırdanma, müthiş bir elektriklenme olur. Her ikisinin de utangaç ve heyecanlı tavırları oradakilerin gözlerinden kaçmaz, gülüşmeye başlarlar.
Cemal’in anne ve babası, Zeliş’e gayet nazik davranırlar. Ali Onbaşı, oğluna “Aç gözünü kocaoğlan! Bunu kaçırayım deme…”, annesi de “Helal olsun böylesine… kızı gördüm, ne mısırlara acıdım, ne fasulyelere!” (s.21) der.
Zeliş, sürekli olarak Cemal’i düşündüğü için canı yemek istemez. “Zeliş çorbadan bir iki kaşık aldıktan sonra çabuk gelen bir tokluk duydu. Kaşığı elinden sofranın üstüne kaydı. Bakışları Cemal’in avuçladığı eli üstüne takılı kaldı. Orada, nasırlı, kaba bir erkek elinin değmesini duyuyordu hâlâ. Kendiliğinden öbür elinin parmaklarının ucu, bu küçük, duygulu alanın üstüne gelip durdu. Parmaklarının ucuyla o garip ürpertiyi yakalamaya, anlamaya çalıştı. Garip şey, önce elinin üstünden, sonra ekmeğinin, sofranın üstünde, başını kaldırınca, zeytin ağacının üstünde, babasının yanı başında, kısacası bakışlarını her çevirdiği yerde, küçük büyük, sayısız, Cemaller görüyordu…” (s.23-24)
Bekir, eşeğiyle Zelişlerin çardağının yanına gelir. Recep Ağa’ya seslenir. Bekir’in Zeliş’te gözü vardır. Bekir, bin lira başlık parası vereceğini söyleyerek Recep’le anlaşmıştır.
Zeliş’in babası Recep, uyuşuk, tembel bir adamdır. Çalışmayı sevmez; karısıyla kızları çalışırlarken kendisi sürekli uyur, işten kaytarır. Kızında gözü olan Bekir’den ara sıra para koparmak, ondan faydalanmak hoşuna gider. Bekir, getirdiği kahve ve şekeri verir. Zeliş, bu adamdan hoşlanmamaktadır. Bu yüzden Bekir’den uzak durur. Bekir, kahveleri Zeliş’in değil de küçük kızın getirmesine bozulur. Zeliş’in kendisinden kaçtığından, kendisine yüz vermediğinden dert yanar. Recep ise, kızının utandığını, kendisini naza çektiğini söyleyerek Bekir’in gönlünü alır. Bekir giderken, Recep onu yine kıstırır, ondan para ister.
“− Bununla idare et bugünlük! Doksan altıydı borcun bununla oldu doksan sekiz buçuk! Yaz bir yere hesap karışmasın! Tütün, şeker getirdiklerim ayrı… Sözünden dönersen yazılı ne varsa isterim, dinlemem bilakis!” (s.30)
Recep, karısı ve kızlarının aksine, çalışmayı sevmeyen biridir. Bütün gününü kahvede, çene çalmakla, uyumakla geçirir. Karısıyla yirmi beş yıldır evlidir. Ömürleri tütün tarlalarında çalışmakla geçmiş, gece gündüz çalışmalarına karşılık yarı aç yarı tok bir yaşam sürmüşlerdir. Dört kızları olur; hepsi de birbirinden güzel ve hamarattır. Büyük kızı Sıdıka, henüz on altısındayken bir deniz erine kaçmış, aynı şekilde onun küçüğü Ayşe de on sekizindeyken, tütüncü bir gence kaçmıştır. Ablalarının gitmesinden sonra tarlanın bütün işlerini Zeliş sırtlanır. Çok usta, becerikli ve çalışkandır. Recep’in gözünde Zeliş, âdeta bir erkek evlat değerindedir.
Zeliş, kız kardeşi Rabiye ile konuşur. Rabiye, ablasının Cemal’e olan ilgisini bilmektedir. Laf arasında Bekir’in kendisini istediğini söyler. Rabiye, ablasının Bekir’le evlenmesini istemez. Ablasıyla Cemal’i birbirine yakıştırır.
Bu arada Cemal de, keçi olayı sayesinde gördüğü Zeliş’i çok beğenmiş, ona vurulmuştur. Zeliş’i görmek, onunla konuşmak, gezmek ister. Fakat bulundukları ortamda bunları gerçekleştirmesi imkansızdır. Zeliş’i görmek için iki adım atacak olsa, komşu tarlanın sahipleri kendisini görüp ne için dolandığını soracaktır. İçinde bulunduğu çaresizlik yüzünden kalbinde şiddetli bir sıkıntı duyar.
Cemallerin çardağı ile Zelişlerin çardağı birbirine çok uzak değildir. Cemal, Zeliş’in dikkatini çekmek amacıyla kurumuş otları bir yere toplar ve ateşe verir. Cemal’in kardeşleri yanan ateşi keyifle seyrederler. Cemal, Zeliş’in duyacağını düşünerek türküler söyler. Zelişlerin çardağının önünden el feneriyle işaret gelir. Cemal’in kararmış yüreği o anda aydınlanır, sıkıntılı gönlü ferahlar.
Hem Zeliş hem de Cemal sabahı zor ederler. Cemal, Zeliş’i görme umuduyla komşularının bağındaki kuyuya, su getirme bahanesiyle gider. Zeliş de kuyuya gelir. Cemal, Zeliş’i karşısında görünce ne söyleyeceğini bilmez, laflar ağzında düğümlenir. Öylesine konuşurlar. Bu sırada karşılarına bir delikanlı çıkar, ayrılırlar.
İkinci Bölüm “Analar”
Cemal, Zeliş’i göremediği için sıkıntılıdır. Kuyu başında görüşmelerinin üzerinden bir hafta geçmiştir. Bu arada temmuz ortalarına gelindiği için sıcaklar da iyiden iyiye artmıştır. Sıcakların artması, tütünlerin normalden daha erken olgunlaşmasına neden olur. Recep tarlasına şöyle bir göz atınca, tütünlerin olgunlaştığını, kırılabilir duruma geldiğini görür. Telaşa kapılır; karısı ve kızlarıyla geceli gündüzlü çalışsalar dahi, yetiştiremeyeceklerini anlar. Yardımcı tutması gerekmektedir, ancak parası yoktur.
Recep, yan tarla komşuları Kadıovacıklı Ali Onbaşı ile karşılaşır. Ali Onbaşı, hal hatır sorduktan sonra tarlanın durumunu görür. Recep’in acilen yardımcılara ihtiyacı olduğunu anlar. İki kızıyla küçük oğlunu bir günlüğüne Recep’in tarlasında çalışmak üzere gönderir. Akşamın serinliğinde hep birlikte güle oynaya, yarış ederek tarlada tütün kırarlar. Dolan küfeleri çardağa getirirler. Ertesi sabah yine neşeyle bu tütünleri dizmeye başlarlar. Ali Onbaşı’nın kızları, bir araya gelerek çardaklarının önünde bir eğlence düzenlemeye karar verirler.
Komşular Ali Onbaşı’nın çardağının önünde toplanırlar. Ateş yakılır, eğlence başlar. Çalılar çalınır, hep bir ağızdan şarkılar söylenir, oyunlar oynanır. Günlerdir birbirine hasret kalan Zeliş’le Cemal nihayet kavuşurlar.
“Zeliş… kalabalığın gerilerinde, konuşmadan, sorularla dolu, tasalı gözlerini üzerine dikmiş, kendisine bakan Cemal’i gördü. Hemen yüreğinde mutluluklar uyandı. Gözü göğnü donandı. İçleri ışıl ışıl yanan gözbebeklerinden, yüzlerce, binlerce ışıktan kuş, bir anda uçtular Cemal’in gözlerinin içine kondular. Kalabalıktan biri, o anda aradan geçen on günün küçük küçük kaygılarının, umutlarının, hayal kırıklıklarının, artan sabırsızlıklarının hazırladığı, dillendirdiği bu bakışları görseydi, o gece bir daha gözlerini Zeliş’le Cemal’den ayıramazdı.” (s.64)
Eğlencenin ilerleyen saatlerinde Zeliş, el yüz hareketi yaparak, Cemal’e çardağa doğru gitmesini işaret eder. Cemal kalabalığa hissettirmeden eğlence yerinden ayrılır, büyük bir zeytin ağacının altına gelir. Bir süre sonra Zeliş de gelir. Heyecandan nefesleri kesilir, konuşamazlar. Karanlıkta konuşmadan birbirlerine sokulurlar.
Bir süre sonra eğlence yerinde Zeliş’le Cemal’in yokluğu fark edilir. Zeliş, kendisini aramaya çıkan kardeşi Rabiye ile tarlada karşılaşır. Rabiye, ablasının Cemal’le buluştuğunu anlar. Zeliş, tuvalet ihtiyacını gidermek amacıyla kaybolduğu süsünü verir. Cemal ise kendisini arayanlara, hayvanlara şöyle bir göz attığını söyler. Eğlence sona erer, insanlar vedalaşır.
Zeliş, geceleyin annesiyle babası konuşurlarken kendisini Bekir’e vereceklerini duyar. Bunun tesiriyle o gece rüyasında Bekir’le evlendiğini görür. Sabahleyin bir kabustan uyanıyormuşçasına terler içinde yatağından sıçrar. Kuşluk vakti su getirmek için kuyuya gider. Kuyudan dönerken Yaşar önüne çıkar. Zeliş’e Kadıovacıklıların oğlu Cemal’le arasında bir şey olup olmadığını sorar. Zeliş’i sıkıştırır. Zeliş kimseden korkmadığını belirterek ağzına geleni söyler.
Zeliş, Cemal’e görüşmeleri zor olduğu için kendisine mektup yazmasını söyler.
Bir iki gün sonra Yaşar, Zeliş’le Cemal’in arasını bozmak için ortaya yalan yanlış laflar atar. Cemal’in Zeliş’i kaçıracağını söyler. Bu haber ağızdan ağza renklenerek komşuların tümüne yayılır. Yaşar, bir ara Bekir’e de rastlar. Zeliş’in Cemal’le buluştuğunu söyleyerek Bekir’i kışkırtır.
Bekir, soluğu Recep’in yanında alır. Ona, verdiği sözü hatırlatır. Recep, sözünden dönmediğini, Kadıovacıklı Ali’nin oğluna verilecek kızı olmadığını söyler. Tütünlerin bitimine yakın, bir fırsatını bulup kızını kendisinin kaçırmasını, daha sonra da nikah kıymasını söyler. Karakola gidip kendisinden şikâyetçi olmayacağını söyler.
Cemal, mektup yazmak için kalemle defter alır. Mektubu nasıl yazacağını, nelerden bahsedeceğini düşünür. Fakat işin içinden çıkamaz. “En Sevilen Maniler” adlı bir kitap alır. Manilerin hepsini bir solukta okur, çoğunu da ezberler. Bir zeytin ağacının altına oturur, Zeliş’e olan duygularını, aşkını kâğıda döker. Mektubuna birkaç da mani ekler. Mektubun altına ise yaralı bir kalp resmi çizer. Mektubu kuyunun başındaki ocağın taşının altına koyar. Zeliş de bir mektup yazar. Mektubunu çiçek resimleriyle süsler.
Bekir, eşeğiyle Urla’ya giderken Recep’in tarlasının önünde durur, ayak üstü konuşur. Zeliş, Bekir’i görünce suratını ekşitir, sırtını döner. Bekir bu duruma bozulur.
“Bekir isterdi ki, Recep’in tarlasına yaklaşıp da yoldan ‘Recep Ağa Hooo Recep Ağa!’ diye seslendi mi, Zeliş hemen yerinden fırlasın, kendisine görünsün, cevap versin. Sonra babasıyla zeytinin altında yahut tarlanın kenarında laf atarlarken, olur olmaz bahanelerle, çardaktan çıksın, etrafta dolansın, kaçamak onu gözetlesin.
Ama Zeliş, aksine önceleri onun bu ziyaretlerinde hiç oralı olmazken, son günlerde onu gördükçe, hep böyle zıvanadan çıktığını belli eder haller takınmaya başlamıştı. Eline ayağına ne geçer, ne takılırsa çarpıp çırpıyor, yüz buruşturuyor, burun kıvırıyor, kendisine bir şey söylenecek olursa ters ters cevaplar veriyor, bazen daha da ileri giderek yüksek sesle söyleniyordu.
Bekir onun bu hallerini gördükçe sararıyor, alt dudağı sarkık, gözleri sorularla dolu, Recep’in yüzüne bakıp kalıyordu.
Sonra eşeğinin üstünde uzaklaşırken hırslanmaya başlıyordu. Topuklarını öfkeyle indiriyordu hayvanın karnına! O kahveleri, o şekerleri, etleri kimin için taşıyordu Recep’in çardağına? Kimin için bozuyordu paracıklarını? Kim sanıyordu onu kaltak? Baldırıçıplak tütün yarıcısı mı? Kadıovacıklının oğluyla bir mi tutuyordu onu? Ağa sayılırdı o daha şimdiden! Çift sahibi, tarla sahibiydi…
‘Aç bırakmalı bunları!’ diyordu topuklarını hayvanın karnına indirdikçe! ‘Aç bırakmalı bunları da gelip ayaklarına kapanıp yalvarsınlar, anlasınlar kıymetini! Evlensin o Kadıovacıklının oğluyla da anlasın kahpe! Sürünsün onun bunun tarlasında ömrü boyunca! Gelsin gündelikle tarlasında çalışsın, yarıcı olmak için yalvarsın!’
böyle düşünerek karara varıyordu. Almayacaktı Zeliş’i! Bir daha da ne et, ne kahve, ne şeker! Ne de babasına harçlık!..
E peki? Recep’teki alacağı? Verdiği paralar, batsın mı?
Hesaplaşırlar alacağını isterdi tütün satımında! Kızını da bulsun kendi ayarında bir damat evlendirsin bakalım bulabilirse! Bedava almıyordu ya kızını!
Sıra buraya gelince vardığı karardan memnun ‘Ha şöyle’ diyordu, saydır azıcık kendini! Göster ağalığını! Onlar gelip sana yalvarsınlar! Bu zamanda senin babasına vereceğin parayı kim verir?
Bekir, böyle kolaylıkla anlaşılacağı gibi Zeliş’in, bambaşka kendisiyle ilgisiz bir dünyada yaşadığının farkında değildi! Zeliş’in dünyasıyla bu kadar zamandır en küçük bir bağlantı kuramamıştı. O dünyada etin, şekerin, kahvenin önemi yoktu! Önemli olan, yüreğin her zamankinden biraz daha hızlı çarpmasına yol açacak bir bakış, bir el kavraması, bir erkeğin saçlarından tutup sürükleyecek kadar arzulu gürünen davranışıydı sadece! Ama nerden bilsin bunları Bekir!” (s.93-94)
“Recep’in kızını, öküzlerini önüne katmış, tarlasına döndüğü bir akşamüstü görmüştü. Kız ona bakıp gülmüştü. Çocukluğundan bu yana kimsenin, hiçbir kızın kendisine bakıp güldüğünü hatırlamıyordu. Zeliş gülünce o da gülmüştü. İşin tuhafı, bu yaşına kadar kendisinin de kimseye bakıp, güldüğünü hatırlamıyordu. Bu küçük olay birkaç bütün düşüncesini altüst etti. Ertesi gün, daha ertesi gün Recep’in tarlasının önünden geçtikçe, Zeliş’in kendisine bakıp gülmesini bekledi. Ama ya ortalarda Zeliş’i göremedi yahut da gördüğü zaman başını önüne eğdi, kızın yüzüne bakamadı. Birkaç gün sonra da, yüzüne bakacak kadar kendinde cesaret bulduğu zaman, onun bakmadığını, kendisiyle ilgilenmediğini gördü. Bir çeşit hayal kırıklığına uğradı.
Aradan birkaç gün daha geçince, Bekir’in hesaplı kitaplı hayatından, bu küçük heyecan anı silinip gitti. Zeliş’in, on dönümlük bir tarlanın tütününü kendi başına hak edecek kadar usta olduğunu görünce evlenebileceği kızı bulduğunu anladı. Ondan sonra hep Zeliş’le evlenmeyi, birlikte yirmi dönüm tütün yetiştirmeyi düşünmeye başladı.
Zeliş onun varlığından yokluğundan habersiz görünüyordu ama, babasının para tutmadığı, darda olduğu gözünden kaçmadı. Recep’le bu yoldan yakınlığı arttı. Borç verdi. Bakkal gösterdi. Kızını istedi.
Peki ama Zeliş niye kendisiyle evlenmek istemesin?
Önceleri, hesapta açıldıkça ya kız varmazsa diye kuşkulanan kendisiydi. Ama kızın varmayacağına aslında inandığı da yoktu. İnansa bir kuruş kaptırmazdı Recep’e. Şimdi Zeliş’in hallerini gördükçe aklı büsbütün karışmaya başladı. Yirmi dönüm tarlası, çifti vardı. Zeliş kendisiyle niye evlenmek istemesin? Kadıovacıklının oğlu için dünden beri duyduklarından sonra aklı daha da yatmıyordu. Askerliğini yapmamış, beş parasız, çıplak bir Cemal’in nesi vardı evlenilecek?” (s.96-97)
Bekir, Zeliş’i kaçırma işinde kendisine yardım etmesi için Kör Fehmi’nin yanına gider. Kör Fehmi kız kaçırma konusunda pek çok kişiye para karşılığında yardım etmiş, adam dövmüş, bu uğurda çoğu kez hapse girmiş bir kabadayıdır. Kaçıracakları kız hakkında Bekir’e sorular sorar. Bir köfteci dükkânına girerler. Kör Fehmi, Bekir’in kesesinden kendisine bir ziyafet çeker. Zeliş’i kaçırma işinde kendisine yardımcı olacağını söyler.
“Kör Fehmi, kızı tarlalarından kaçırmanın güç olacağını hesaplıyordu. Otomobil tarlaya kadar gitse mesele kalmazdı. Ama yollar bozuk, otomobilin Dörtyol ağzını geçmesini engelleyecek çukurlar, kayalarla dolu olduğu için, kızı çardaklarından kaçırmaya kalkarlarsa otomobile kadar sürüklemeleri güç işti. Konu komşu etraftan yetişir, kurtarırlardı. Oysaki otomobil çardağa kadar yanaşacak olsa, kucakladı mı atıverirdi otomobilin içine, ondan sonra kimse elinden alabilirse alsın!.. Çare? Çare, Dörtyol ağzında yolunu beklerler, kaptıkları gibi atarlardı otomobilin içine!..” (s.104-105)
Aynı gün alışveriş için Urla’ya inen Ali Onbaşı, Bekir’le Fehmi’yi bir arada görür. Ertesi gün de Recep’le Bekir’in bir ağacın altında uzun uzun konuştuklarını görür. Bekir’in boş yere Fehmi’ye içki içirmeyeceğini, bugün de Recep’le konuşmasının altında mutlaka bir şeylerin olduğunu sezinler. İçine bir kurt düşer. Bekir’in Zeliş’i kaçırtacağını anlar. Oğlu Cemal’in Zeliş’i sevdiğini bilmektedir. Ali Onbaşı, oğlunu yanına çağırır, gördüklerini anlatır, gerekeni yapmasını söyler.
Cemal, Zeliş’in kaçırılacağını düşündükçe yüreği acı içinde kıvranır. Zeliş’i ölesiye sevmekte, ancak fakirlik elini kolunu bağlamaktadır.
“Zalim, sinsi bir acı yüreğini eziyordu. Zeliş’in başkasıyla evlenebileceği hiç aklından geçmemişti şimdiye kadar. Kör Fehmi’nin marifetini duyar işitirdi. Zeliş’e elini değmesi demek, ölmesi demekti onun! Bağışlayamazdı böyle bir hareketi! Ya Fehmi’yle Bekir, ya o!
Neye yarar alır giderse Zeliş’ini? Katil olamk, ölmek neye yarar? (…)
Fakirdi! Bir kuruşu yoktu! Askerliğini yapmamıştı! Nişan düzemez, düğün yapamazdı! Ama âşıktı işte!.. Nereden düşmüştü bu derde?” (s.108)
Cemal, babasından öğrendiği gelişmeleri bir mektupla Zeliş’e bildirir. Zeliş de bir mektup yazar, Cemal’in endişelerini giderir. “Benim dünya ahret iki cihanda sevdiğim sizsiniz… Bana kimse el süremez.” (s.113) Cemal, incecik bir yolda el ele vermiş giden bir kadınla bir erkek resmi çizdiği mektubunu Zeliş’e gönderir. Mektubunda Zeliş’e hoş bir teklif yapar. “Anam gelsin sizi istesin mi? Yoksa el ele verip dağlara mı düşeceğiz?” (s.114) Zeliş, Cemal’in mektubunu okuyunca çok sevinir. Gaga gagaya vermiş iki güverci resmiyle süslediği mektubunu Cemal’e gönderir. “Bastığım yeri bilmez oldum. Yürümüyor uçuyorum… Anneniz şimdi gelmesin… Çare kalmazsa kaçarız.” (s.115)
Üçüncü Bölüm “Uçlar, İğne Atımı”
Ağustos sonlarına doğru bir akşamüstü Zeliş’in anası yatakları sererken bir kuyruklunun (akrebin) hızla kaçtığını görür. Kuyruklu, Zeliş’in bohçasının içine girer. Anası, bohçayı dikkatli bir şekilde açar, kuyruklu ile birlikte bir tomar mektup yere düşer. Kadın, elindeki nalını kuyruklunun sırtına indirir. Daha sonra mektupları incelemeye başlar. Okuma yazması olmadığı için merak ve şüpheyle mektuplara bakar. Çiçek ve kuş resimlerini, yaralı kalpleri görünce bunların birer aşk mektubu olduğunu anlar. Kızı Zeliş’in Cemal’le mektuplaştığını düşünür. Mektupları hemen kocasına gösterir. Recep’in de okuma yazması yoktur. Fakat mektuplardaki resimler her şeyi anlatmaktadır. Recep öfkelenir, kızına iyi bir dayak atmak gerektiğini düşünür. Karısı, sakin olmasını, kızına hiçbir şey belli etmemelerinin daha doğru olacağını, kızına büyü yapıldığını söyler.
Zeliş’in anasının içi rahat etmez. Ertesi gün Urla’ya iner, kızına yapılan büyüyü bozmak amacıyla Aynacı kadına gider. Aynacı kadın (büyücü) karmakarışık bir şeyler söyler. Büyücünün evinden çıkarken cebine parasını sıkıştırır. Zeliş’in anası çardağa döndüğünde, kızından yana içi rahattır artık.
Zeliş mektuplarını sakladığı bohçasının karıştırıldığını anlar. Yeni mektuplarını bohçaya koymaz, bir süre koynunda taşır, daha sonra bir ağacın kovuğuna saklar. Zeliş’le Cemal gizli gizli mektuplaşırlar. Anası birkaç kez Zeliş’in bohçasını kontrol eder, yeni mektuplar göremeyince kızına yapılan büyünün nihayet bozulduğunu, kızının Cemal’den soğuduğunu düşünür.
Zeliş’le Cemal’in aşkı komşuların dillerinden düşmez. Her iki aile de çocuklarını karşı tarafa layık görmez. Gerek Cemal’in ailesi, gerekse Zeliş’in ailesi birbirlerine küçük düşürücü laflar ederler. Ağustos ve eylül ayları bu söylentilerle geçer.
Kör Fehmi, Recep’in tarlası civarında dolanır. Zeliş’i kaçırmanın imkansız olduğunu görür. O günden sonra Zeliş, çardaklarından uzaklaşmaz. Cemal de her gün sabahtan akşama dek Zeliş’e gözcülük eder. Bu arada Bekir de Recep’i iyiden iyiye sıkıştırır.
“Recep gün günden daha çok sızlanan Bekir’e, bir defasında: ‘Ne istersin?’ dedi. ‘Alayım da koynuna mı iteyim? Erkek gibi kaçıracaksan kaçır! Ben babasıyım, çeribaşısı değil. Kaçırabilirsen şikâyet etmem. Kıyarsın nikâhı. Ama babasıyım, gözümün önünde kaçırmaya kalkarsan âlemi güldüremem kendime, kızıma da küçük düşmem! Kızımdan yana çıkarım..’
Recep kızını Bekir’le evlendirmek istiyor, ama kızı istemediğine göre ne yapması gerektiğini de bilemiyordu. Sözle, kötekle olacak bir iş gibi görünmüyordu bu evlenme onun gözünde. Daha ileri gidemeyişinin bir sebebi de ‘ölümünden sonra kızının kendisini lanetle anması’ korkusuydu. Kızı Bekir’in adını andırmıyordu çardakta! Hâlâ Cemal’e tutkun muydu? Orası şüpheliydi, fakat tutulacak en doğru hareket tarzı, Zeliş’in kaçmasını önlemek için, fazla üstüne varmamak, Cemal askere gidinceye kadar işi savsaklamak gibi görünüyordu ona. Olur da kızı, kendiliğinden Cemal’in bahara askere gideceğini hesaplar, askerden dönüşünü baba evinde beklemeyi uygun görürdü. Böyle olursa zamanla kızının aklını çelmek kolaylaşırdı…” (s.128)
Kör Fehmi, Zeliş ile Bekir’in arasını yapması için Bohçacı Sümbül’ü bulur. Bohçacı Sümbül, Zelişlern çardağına gider, Zeliş’in falına bakar. Kısmetindeki kişiyi anlatırken üstü kapalı olarak Bekir’i işaret eder. Zeliş, bohçacı kadının ağzından merak ve heyecanla Cemal’in tarifini beklerken, kadın ısrarla Bekir’i tarif eder. Bohçacı kadın birkaç kez daha gelir. Zeliş, bohçacı kadının çöpçatanlık amacıyla Bekir tarafından gönderildiğini anlar. Sonunda “Yeter yorulduğun Sümbü kadın! Misafir gibi oturacaksan otur! Oturmazsan hadi geldiğin yere! Üç arşın basmaya satılacak gönül yok bende. Boş yere zahmet etme!” (s.135) diyerek bohçacı kadını kovar.
Dördüncü Bölüm “Nadas”
Ekim ortalarına doğru yarıcılar, aylıkçılar çardaklarını boşaltıp evlerine dönmeye başlarlar. Kör Fehmi, kız kaçırma işinde taksisiyle kendisine yardım etmesi için Külüstür Necmi ile konuşur. Sıkı bir pazarlıktan sonra elli liraya anlaşır.
Bekir, kahveden dönerken yolda Recep’le karşılaşır. Cuma’dan sonra taşınacaklarını öğrenir. Akşama doğru şiddetli bir yağmur yağar. Çardağın içi göl olur. Çardağın içinde yorganlara sarınarak yağmurun dinmesini beklerler. Çardağın içindeki her şey ıslanır. O gece, ertesi gün Urla’ya göç etmeye karar verirler. Sabahleyin güneş açar. Islanmış öteberilerini güneşte kurutup öğleden sonra da yola koyulmaya karar verirler. Kuşluk vakti eşeğiyle Bekir gelir. Akşamki yağmurdan sonra ne halde olduklarını sorar. Öğleden sonra Urla’ya göç edeceklerini öğrenir. Eşeğini doğru Fehmi’in yanına sürer.
Külüstür Necmi’nin arabası Dörtyol ağzında motor kaputu açık bir şekilde durmaktadır. Külüstür Necmi, Kör Fehmi ve Bekir, Zeliş’i kaçırmak için beklemektedir. Önce Recep görünür. Hemen arkasından küçük kızı Rabiye gelmektedir. Rabiye Külüstür Necmi’nin arabasını, Kör Fehmi’yi ve Bekir’i bekler halde görünce her şeyi anlar. Hemen geri döner, ablasına gördüklerini anlatır. Zeliş, artık kaçmaktan başka çaresinin kalmadığını, vaktin geldiğini anlar. Doğru Cemal’in yanına gider. Cemal, Zeliş’i karşısında görünce her şeyi anlar. Birlikte yola düşerler.
Kısa bir süre sonra Zeliş’in yokluğunu anası fark eder. Kızının Cemal’e kaçtığını anlar. Sağa sola bağırmaya başlar. Bağırtılar üzerine Cemal’in ailesi de dışarı çıkar. Zeliş’le Cemal’in kaçtıkları anlaşılır. İki aile birbirine aşağılayıcı, kırıcı sözler söyler. Bir kıyamettir kopar.
Haberi alan Bekir’le Kör Fehmi, genç âşıkların peşlerine düşerler. İzleri takip ederler, fakat biraz gittikten sonra izler kaybolur. Hangi yöne gideceklerini şaşırırlar. Karakola haber vermekten başka yapabilecekleri bir şey yoktur.
Güneş, tepelerdeki zeytinliklerin ardında kaybolmaya başlar. Cemal, gerilerde kimsenin olmadığını görür. Bir süre dururlar. Zeytinliklerin arasında oturacak bir yer ararlar. Zeliş ile Cemal göz göze geldiklerinde kalp atışları hızlanır, solukları kesilir. Cemal, Zeliş’i kendisine doğru çeker. Aylardır süren hasret nihayet son bulur. Zeliş, kendisini Cemal’in kollarına bırakır.
Yeniden yol koyulurlar. Hava iyice kararır. Laz Ziya’nın evine gelirler. Laz Ziya, Kadıovacıklı Ali’nin oğlunu tanır. Soru sorma gereği duymadan, gayet sıcak bir şekilde misafirlerini ağırlar. Karısı ve gelinleri sofrayı hazırlarlar. Zeliş’le Cemal karınlarını bir güzel doyururlar. Odalardan birine yatakları hazırlanır. Zeliş, kaçtıkları ilk geceyi böyle karnı tok, bir çatı altında ve sıcak bir yatakta geçirdikleri için mutludur.
Öte tarafta Bekir, Kör Fehmi ve Recep sabahleyin erkenden Cumhuriyet Alanı’na gelip dilekçe yazdırırlar. Kör Fehmi, işin hukukî yönünü daha iyi bildiği için, dilekçeyi kendi çıkarlarına uygun biçimde yazdırır. Ali Onbaşı ile oğlu Cemal’in, Zeliş’i birlikte kaçırdıklarını söyler. Dilekçelerini ancak öğle vakti savcının eline tutuştururlar. Jandarmalar, Ali Onbaşı’yı tutuklarlar. Ali Onbaşı, Zeliş’in kaçırılmasında oğluna yardım ettiği gerekçesiyle tutuklanır. Ali Onbaşı, sorguya çekilir; kendisine iftira atıldığını, olandan bitenden haberi olmadığını söyler. Ancak yalancı şahitler yüzünden Ali Onbaşı hapse atılır.
Zeliş’le Cemal, Laz Ziya’nın evinden ayrıldıktan sonra yine yollara düşerler. Cemal, dayısının evine gitmeyi düşünmektedir. Dayısının evine yaklaştıklarında jandarmaların evi aradıklarını görürler. Hemen oldukları yerde saklanırlar, jandarmaların gitmesini beklerler. Yeniden yollara düşerler. Harap bir bağın ortasında boş bir ev görürler. Evin kapısında asma kilit vardır. Eve pencereden girerler. Böylesine güç bir durumda bu ev, Zeliş’le Cemal’e saray gibi gelir.
Öte tarafta Kör Fehmi, Cemal’in, babasının tutuklanma haberini duyar duymaz gelip teslim olacağını zannederler. Fakat günler geçer, Cemal’in yakalanma haberi duyulmaz.
Topal Avni Bey, yarıcısı Ali Onbaşı’nın tutuklandığını, oğlunun da kız kaçırdığını duyunca tarlalarındaki tütünlerin tavının kaçacağı için endişelenir. Sevdiği bir arkadaşının suçsuz yere hapse atılmış olmasına da canı sıkılır. Topal Avni Bey kasabanın hatırı sayılır kişilerindendir. Savcıya gider, Ali Onbaşı’nın üç gündür sabahtan akşama kadar kendi deposunda çalıştığını, yanında çalışan diğer işçilerin de buna şahitlik edeceğini söyler. Bir hafta sonra, şahitlerin ifadeleri doğrultusunda Ali Onbaşı suçsuz bulunur ve serbest bırakılır.
Kör Fehmi park kahvesinde Ali Onbaşı’yı görünce sinirinden kudurur. Kendisinin ve arkadaşlarının yalan ifade verdikleri anlaşılmıştır.
Cemal ile Zeliş, ilçede olup bitenden habersiz, buldukları boş evin içini temizlerler, odanın bir köşesine de ottan yatak uydururlar. Kendilerini ele vermemek amacıyla kapının üzerindeki asma kilide dokunmazlar, eve pencereden girip çıkarlar. Cemal, gün doğmadan dışarı çıkar, yakınlarındaki bir sebze bahçesinden domates, salatalık, biber toplayıp getirir. Daha önce yolda buldukları sapanla da birkaç tane kuş avlar. Duman çıkar yakalanırız korkusuyla ateş yakmaya çekinirler. Dört beş gün burada kaldıktan sonra, çevredeki zeytinliklere gidip iş aramaya, çalışıp karınlarını doyurmaya karar verirler.
Nuri Bey adında zengin bir tarla sahibi, sabahın erken saatinde traktörüyle zeytinliklere giderken yolda genç bir kadınla erkeğin yürüdüğünü görür. Bunlar Zeliş’le Cemal’dir. Nuri Bey, Zeliş’i yakından görünce, onun güzelliğinden, gençliğinden etkilenir. Zeliş’le Cemal traktörün römorkuna binerler. Nuri Bey, zeytinliklerde çalışacak işçilere ihtiyacı olduğunu söyler. Bu arada Zeliş’i süzer, içinden kötü düşünceler geçer. Onu bir köşede yalnız yakalayıp tadına bakacağı anın hayalini kurar.
Nuri Bey, hayırsız bir evlattır. Babasının yıllarca çalışarak, idare ederek elde ettiği birikimi, bar köşelerinde karılarla yer. Çalışmayı sevmez, gece gündüz gezip eğlenir. Oğlunun sorumsuz davranışlarından, savurganlığından bıkan babası, sonunda belki adam olur düşüncesiyle Urla’daki zeytinliklerin idaresini oğluna bırakmıştır. Fakat Nuri Bey, alışkın olduğu yaşamı Urla’da da sürdürür. Gördüğü kadına saldırır, beğendiği her kadını elde etmek ister.
Nuri Bey, Zeliş’le Cemal’i traktörüyle zeytinliklerden birine götürür. Yusuf Ağa’ya kendisine yeni yardımcılar getirdiğini söyler. Nuri Bey, hemen Cemal’i bir köşeye çeker, Nuri Bey’in çapkınlığı konusunda uyarır. “− Eli açık, öbür huyları hep iyidir ama, bir kadın bir kız gördü mü beye hiç güvenmeye gelmez! Hele eli yüzü düzgün bir kadın görürse karşısında, aklı başından gidiyor. Nerdeyse oğlanla benim gözümün önünde bizim geline saldıracaktı! Ona göre davran.” (s.222)
Yusuf Ağa, Cemal’e babasının bir süre hapis yattığını, fakat şimdi serbest olduğunu söyler. Olan biteni anlatır. Kaçaklara sıcak bir yemek yedirdikten sonra hep beraber işe koyulurlar. Cemal zeytin silkmeye, Zeliş ise çuvalları yamamaya başlarlar. Nuri Bey, Zeliş’in kulede yalnız olduğunu fark eder etmez saldırıya geçer. Fakat Zeliş buna izin vermez; elindeki çuvaldızla kendisine sırnaşan Nuri Bey’i tehdit eder, uzaklaştırır. Nuri Bey’in kuleye girip de çıkmadığını gören Yusuf Ağa şüphelenir, hemen içeri girer. Nuri Bey, çaresiz dışarı çıkar. Traktörüne biner ve uzaklaşır.
Nuri Bey akşamleyin içki içerken Kör Fehmi’den, Recep’in kızının kaçırıldığını, on gündür bulunamadığını öğrenir. Hemen aklına sabah traktörüne aldığı gençler gelir.
Zeliş’le Cemal, Nuri Bey2in burada kendilerine rahat vermeyeceğini bildikleri için akşamdan ayrılırlar. Önceki boş evde birkaç gün kaldıktan sonra başka bir zeytinlikte çalışmaya başlarlar. Çalışmaya başladıklarının ikinci günü, Nuri Bey traktörüyle geçerken Zeliş’le Cemal’i görür. Jandarma ile bekçilere kaçakların yerini söyler.
Çok geçmeden jandarmalar zeytinliğe gelir, Zeliş’le Cemal’i yakalarlar. Cemal’in koluna kelepçe takılır. İşçiler kendi aralarında topladıkları bir miktar parayı Cemal’in ceketinin cebine koyarlar. Kadınlar, Zeliş’e sevdiği adamın peşini bırakmaması, gönlünün sesini dinlemesini söylerler.
“− Sakın dönme sözünden! Sakın yumuşama babana!” (…)
“− Dayat kız Zeliş, dayat! Nasıl şimdi dayattın, karakolda da böyle dayat! Sakın kanma anana babana!” (…)
“− Hepimizin başından geçti bunlar! Hepimizin başından geçti! Sakın kendi bildiğinden şaşma!.. Gönlünün dediğinden başka söze uyma.” (…)
“Duyarsınız arkamdan! Ben Cemal’e elletmem! Ölürüm de ayrılmam! Duyarsınız elbette! Helal edin hakkınızı.” (s.234)
Zeliş’le Cemal’in jandarmalar eşliğinde Urla’ya gelişi büyük bir heyecan yaratır. Cumhuriyet alanına kalabalık bir insan kümesi toplanır. Doktorun verdiği raporla Zeliş’in kız olmadığı anlaşılır. Zeliş, savcının sorduğu sorulara heyecanlı, ateşli yanıtlar verir. Cemal’e sorulan soruları da kendisi yanıtlar. Zeliş, Cemal’i öteden beri çok sevdiğini, kendi isteğiyle ona kaçtığını söyler.
“Zeliş’in öfkesi iyice yükseldi:
− Bak utanmazlara; bak terbiyesizlere! Bundan ötesi olmaz iftiranın! Yaptıkları yetmiyormuş gibi, üstelik sizi de kandırmaya kalkmışlar! Reziller! Onların benim yolumu beklediklerini haber aldım da, ben onların elinden kurtulmak için kaçtım. Bir yazdan beri mektuplaşır, sevişiriz Cemal’le, savcı bey! Biz birbirimizi dün tanımadık! Yazdan beri de kararlıydık da kaçtık. Başkası niye yardım etsin?” (s.240)
“− Ne olursunuz savcı bey, bizi ayırmayın birbirimizden! Siz bilirsiniz artık! Ne yaparsanız yapın, yeter ki bizi ayırmayın!.. Siz bize büyüklük edin!..” (s.241)
Zeliş henüz on sekiz yaşını doldurmadığı için -üç ay vardır- ayrıca babası da şikâyetçi olduğu için eli kolu bağlıdır. Hiçbir şey yapamaz. Toplanan kalabalık duruşmayı heyecanla takip etmektedir. Zeliş’in konuşmalarından sonra Fehmi’nin ve arkadaşlarının yalan ifade verdikleri ortaya çıkar.
Zeliş, son derece heyecanlı, duygulu, içten ve kararlı konuşmalarıyla hem hâkimi hem de salondakileri etkilemeyi başarır. “Ben kaçmasaydım, gidip Cemal’i bulmasaydım, onların niyeti benim şerefimi, namusumu iki paralık etmekti! Ölürdüm ben hâkim bey, ölürdüm de bunlara teslim olmazdım! Ben, bunların beni Bekir’e kaçırmak için yolumu beklediklerini haber aldım da kaçtım.” (s.246)
Sonunda hâkim, kararını açıklar. Zeliş’in on sekiz yaşını doldurmasına daha üç ay vardır. Bu nedenle Cemal’in tutuklanmasına, Zeliş’in de ailesine teslim edilmesine karar verir. Jandarmalar Cemal’i hapishaneye doğru götürürler. Zeliş de peşlerinden gider. Hapishanenin bahçe duvarının parmaklıklarına sarılan Zeliş, “Cemal!..” diye haykırır. Cemal geri döner, parmaklıkların gerisinde sımsıkı sarılırlar. Jandarmalar Cemal’i güçlükle alır, koğuşa götürürler. Diğer jandarmalar da toplanan kalabalığı dağıtmaya çalışırlar. Zeliş, bütün gücüyle parmaklıklara sarılır. Tüm ısrar ve uyarılara rağmen olduğu yerden kımıldamaz. Kızını ikna etmek için babası gelir. Zeliş, babasına öfkeyle bağırır. “− Yok benim anam babam!.. Buradan cenazemi alırsın benim alırsam! Cenazemi verirsin Bekir’e.” (…) “− Buradan bir yere ayıramazsınız beni!.. Cemal içeride kaldıkça benim de yerim burası!..” (s.250)
Kalabalık, Zeliş’in aşkı uğruna, sevdiği delikanlı uğruna verdiği mücadeleye hayran kalır, ona destek verir. Kalabalık, bir anda Bekir’in üzerine yürür, kızdan vazgeçtiğini söylemesi için ona baskı yapar. Ali Onbaşı, Recep’in Bekir’e olan borcunu ödemeyi kabul eder. Yusuf Çavuş, Recep’i bir köşeye çeker. “Biz temelli değiliz bu dünyada! Âlem de, çocuklarımız da ardımızdan kötü laf etmesinler!” (s.252) diyerek şikâyetini geri almasını ister. Recep, şikâyetini geri aldığını başçavuşa söyler.
Zeliş’le Cemal’in ertesi gün nikahları kıyılır. İzmir’e çalışmaya, tütün işlemeye, giderler.
− S O N −
Elerinize sağlık teşekürler.
Emeğine sağlık hocam çok güzel olmuş.
iyi güzelde biri bu romanın zihniyetini yazabilirmi lütfen ???
saolun cok güsel olmus tam hocanın istediği gibi
yha genelde yazılılarda ne sorarlar bu kitap la ilgili bilen varsa söyleyebilir mi?
çk güzel
güzel olmuş tşk ederm bnde böyle bi aşk yaşadım tm bni anlatıyo yhani..:(
nsl bulcaz bu kitabı karkiler
amada uzun olmuş ama hikayenin sonunu beğendik. yazarımıza teşekür ederiz..!!!!!
hocam ben buğra aydoğan 9-b den:) çok iyi anlaşılır,sade ve çok güzel yorumlamışsınız.Elinize emeğinize sağlık yazılarınızın devamını bekliyoruz ve dikatle takip ediyoruz…
cok seviceniz romandır
aşk bu kitapta ısız ve oldukça naturel bide gerçek aşklara baktınız mı kendinizden utanırsınız gerçi bu bi dönemeç ruh mutlu oldumu dönmez ama kötü oldu mu aynı dönemeçi döner tekrar tatsızlık verir ve bunun ötesinin var olduğunu bilmez aynen şöyle ;siz hayatınızı bize verin işimize yarıyorsa biz severiz yaramıyorsa hadi ALAH versin deyip acılara terkederler
süper
herşeye rağmen sevebilmek ne güzel birşeymiş ya gerçekten çok güzel bir roman bu romanı herkez okumalı yani bi aşk romanı bu kadar güzel ifade edilirdi şimdiki aşklar hep faso fiso yani tek kelimeyle muhteşem :))))
hocam Alah raz? olsun. çok güzel yorumlam??s?n?z.
Necati Cumal?n?n Zeli? ROman? cok güzel bu özete süper olmu? elinize sa?l?k
Çok i roman
Çok uzun y?lar önce lise ö?rencisi iken okumu?tum. Yaz?n?z? okuyunca, roman? bulup bir kez daha okuma iste?im uyand?.
tek kelimeyle mükemel olmu?. te?ekürler.