Bizim tarafı olduğumuz ruh’u kendimize bakarak tanımamız, imkânsız gibidir. Çünkü üzerine ilave edilen bir nefs vardır. Böylece derinlerin derininde, en gizli yerlerde kalmıştır. Zaman, zaman güç bulup da dışarıya sızıyor olsa bile ekseri nefsin kontrolünde ki hareketlerin arasından onu seçmek zordur. Eğer sahabelerin, peygamberimizde ki kemalatı, olgunluğu, Ruh’un tasarrufunun açığa çıkışını izleme bahtiyarlığına sahip olsaydık işimiz kolaylaşabilirdi. Hem bu durumda O’da bize maddi ve manevi yardımlarda bulunarak yardımcı olurdu. Fakat bizim için şu an öyle bir ihtimal yoktur.
Madem Allah dinleri onun güzel ahlakı ile süslenmemiz için göndermiştir, bu durumda cismi tecelli tur’u olmuş başka Salih kullarda hep var olacaktır. Çünkü Allah boş işlerden münezzehtir. Bir tane bile insan yetişmeyecek bir kurulu sistem her halde düşünülemez. Biz bu durumda güzel ahlaka tam tecellileri ile ulaşmış bir insanı kâmil görürsek onu örnek alabiliriz. Ama çevremizde yoksa ne yapmalıyız? Anlatıla gelen güzellikleri anlamaya çalışarak, kazanamayacak bile olsak savaşa devam etmeliyiz.
Nefsi emmareyi tanımaya gelince; Salih babanın şu dörtlüğü işaret veriyor gibi duruyor.
…
Nefsi emmarenin bilinmez fendi
Gönül şehri bahri Nil olmayınca
Bir kalbe dolmaz ledünni
Bütün azaların Nil olmayınca
…
Salih baba
Ne yazık ki buradan da bakıldığında, nefsin oyunlarının bilinemeyeceğini söylüyor. Yani ruh gibi gene ikinci bir bilinmez. Fakat ne kadar bilinmese de daha meydandadır. Burada ki oyunlar bize haklı imiş gibi görüntüler sunmasından kaynaklanıyor olabilir. Belki başka oyunları da vardır. Ama dörtlüğün sonunda bize biraz işaret veriyor. Kalbine her ne gelirse onları öyle uzaklaştır ki, Nil nehrine, Fırat nehrine düşen çer çöp gibi uzaklaşsın diyor. Mesela ellerin ayıbını gözetlemek gibi! Ya da bir belaya düşüldüğünde, şerrinde Allah’tan geldiğini hatırlayarak, iman pekiştirici olduğunu ve Allah’ın mutlaka yardım edeceğini ümit etmek ve o sıkıntıyı süratle gönülden atmak olabilir.
…
Nefsim bana yar ol, düşme teşvişe
Hep fasittir bu kurduğun endişe
Sürüsün yedirmez kurd ile kuşa
Piri Sami gibi sultanımız var
…
Salih baba
Salih baba başka dizelerde de bize korkma, Allah var, demiş. Bu dizelerde aynı zaman da nefsin oyunlarından birisini de görmüş oluyoruz. Bu da vesvesedir ya da teslimiyete engel olmaktır.
Nefsimizi yani karşı tarafı da tanıyalım dedik. Bütün nesnelerin bizler açısından görünmeyen bir tarafı vardır. En kolay örnek;
Benim hiç görmediğim sizinde çoğunuzun görmediği buzullardır. Denizin üstünde görünen bir tarafı ve altında görünmeyen daha büyük bir tarafı vardır, değil mi? Aslında biz yine çeşitli şartlanmalarla buzulun üstte kalan tarafını gördüğümüzü iddia ederiz. Oysa görenler buzulun kapladığı tabakayı görmektedirler. Buzun üstteki tabakasının altında yatan tarihi bilgiden uzmanları dışında hiç kimsenin haberi yoktur. Üstelik bizim bu bölgelerde yaşayanların görme oranı ise neredeyse sıfırdır. Yani biz o üstteki buzulun en üst tabakasını bile görmemişizdir. Ama bize ait bir şartlanma ile sadece buzulun denizin üstündeki kısmını görebiliriz deriz. Maalesef benim dedelerim göremeden öldüler.
Yinede çevremizde görebildiğimiz dağlar vardır. Nefsin en çok özdeşleştirildiğidir dağlar. Onlarında sadece üst tabakasını görebiliriz, ekseriyetle uzaktan. Hâlbuki onların üzerindeki ormanların nihayetsiz sırları olduğu gibi, toprağın altında da üstünde bulunan kısmının en az üç katı olduğunu söyler uzmanlar. Yani beş bin metrelik bir dağın, yerin altında devam eden en az on beş bin metre daha uzantısı vardır. Ve bu dağların görünen ve görünmeyen kısımlarındaki sırlar bütünü kelimenin tam anlamıyla nihayetsizdir.
Yüce Allah, bir hadisi kutside “bildiklerinizden çok, bilmedikleriniz, gördüklerinizden çok görmedikleriniz vardır” şeklinde buyurmaktadır. Tabi bu kibar kelamın doğruluğu da çok açık şekilde kendiliğinden malum olabilmektedir. Bu Yüce kelamın devamlılığı sebebi ile bizler bir gün çıkıp da, Ya! Rabbim artık oldukça öğrendim, şimdi bildiklerim, bilmediklerimden daha çok diyemeyeceğiz. Gözün görüşü içinde kalan dağların bile sırlarının değil tamamına, yarısına bile ermenin imkânsız olduğunu anlıyoruz. Aslında çok daha az, ne kadar az biliyoruz!
Yüce yaratan biz nefs yükünü dağlara verdik, fakat yarabbi biz bu yükü kaldıramayız diyerek kaçtıklarını buyuruyor. Bu nefs-i emmare nasıl bir dağdır acaba? Buradan da yine nefsi daha önce tanıyıp ruh ile vuslatını gerçekleştirmiş tecrübelere ihtiyaç baş göstermektedir. Basit bir buz ve dağ bile tek başına tanınamamaktadır. Ama yukarıda Salih baba’nın verdiği örneklerde düşmana karşı en önemli silahlardan birkaç tanesi sıralanmıştır. Hiç kimseyi kusurlu görmemeliyiz. Noksanlarımızı sürekli olarak hatırımızda tutmalıyız. Allah’tan gelen belaların ise aslında bize fayda için geldiğini ve mutlaka yardımının geleceğine inanmalıyız.