BU YAZIM ÇOK KISA
OKUMAYI SEVMEYENLER İÇİN
Hızlı hızlı geziniyorum çarşıda…
Bir de bakıyorum içerdeyim..
Yeni çıkanlar rafında dizilmiş birçok kitap. Elime alıp inceliyorum birkaç tanesini. Sonra ilgim dağılıyor birden gözüm dükkandaki kalabalığa kayıyor. Diğer kitapseverlere. Yani bir an ben öyle sanıyorum. Yüzünde beliren bir tebessümle, çaktırmadan inceliyorum hepsini. Gözlemledikçe yüzümdeki tebessüm dağılıyor. Yerini hüzünle karışık bir burukluk alıyor. Hal-i ruhaniyetimin o kadar vahim olmadığını düşünüp seviniyorum bir an. Bir adam sendecilik var üzerimde. Gördüğüm manzaraya alışkın oluşuma yoruyorum hemen. Müşterilerin %75’ini öğrenciler oluşturuyor. Dersleriyle ilgili kitap almak için gelmişler. Yoksa çoğunun uğrak yeri değil bu kitapçı dükkânı. Konuşmalarına kulak kabartınca anlıyorum durumu. % 20’si kitapçıda satılan diğer ürünlerle alakadar. %5 i ise… Evet, işte o kısım gerçek kitap dostları. Dükkânın içine dağılmış rafların önünde bir ya da birkaç gün ellerinden bırakamayacakları kitapları seçmekle meşguller. Dalıyorum ben de arkalarından dükkânın iç taraflarına doğru. Yüzümde yine aynı tebessüm. Üç genç kızın konuşması geliyor kulaklarıma. Uykusunu getirdiği için zevkle okuduğunu söylüyor birisi. Hafiften kafamı salladığımı fark ediyorum iki yana. Sonra kısıtlı zamanımda bende birçokları gibi çıkıp gidiyorum kitapçıdan eli boş. Eli boş ama zihni dolu bir vaziyette.
Okuma alışkanlığı nasıl kazanılır/kazandırılır soruyorum kendime. Sorguluyorum.
Sonra bir ortamda tanık olduğum konuşma geliyor aklıma. Çocuklarına okuyup özet çıkartmaları için verilen kitabın kalınlığından şikâyet eden, değiştirilmesi için ilgili öğretmene arz-ı ricada bulunan birkaç kişi. Daha sonra seyrettiğim bir filmden sahneler geliyor gözümün önüne. Filmlerin görsel manada verdikleri mesajların her zaman etkili olduğunu düşünmüşümdür. Filmin başrol oyuncusu Kate Winslet arkadaşının tavsiyesiyle bir gruba dâhil oluyor. Gruptakiler, önce seçtikleri bir kitabı okuyor, sonrada bir araya gelip kitabı tartışıyorlar. O gün,Winslet’ın yani filmdeki adıyla Sarah’ın gruba ilk katılışıdır. İşledikleri konu ise son zamanlarda yaşamında süre gelen bir değişimle alakalıdır. Tartışırken kendi duygularını ile getirir. Filmi pek beğenmesem de, bu bölümde kurgu olağan üstü.
İzlerken bir an konudan sıyrılıp, o an yapılan eyleme odaklanıyorsunuz. Kitabı tartışabilmenin verdiği hazzı, sizde izlerken yaşıyorsunuz.
Planlı ya da plansız aynı kitabı okuyan kişilerle bir araya gelip, bir anda kendinizi seviyeli fakat içten, duygusal bir boşluğa bırakıverirsiniz. Kendi düşünceleriniz, kendi duygularınız, kendi fikirleriniz, birikimleriniz çıkar su yüzüne. Hislerinizle konuşur, hiç kimseye, hiçbir şeye bağımlı olmadan yaparsınız yorumlarınızı.
Tabi ki bunların altında kitap okuma alışkanlığı ve sevgisinin yatması gerekiyor. Dile getirmek, bir gün bir yerde anlatırım diye düşünmek için değildir okumak. Ya da uyuya bilmek için değil. Gözünü farklı bir alem de açmak için okumak istemeli insan. Okurken düşünebilmeli. Sayfalardan beynine akana kulak vermeli.
“Kitapsız yaşayamam.” Demiş Thomas Jefferson….‘Abartmış’ diyenlerin seslerini duyar gibi oluyorum birden…. Duyuyor ve hafiften yine kafamı sallıyorum iki yana…
Bu yazıyı daha farklı yazmak isterdim. Bilimsel verilere dayalı, altında sayfalar dolusu belirtilen bir ‘Kaynakça’ ile. Ama mesaj ‘okumak’ ise son sözüm sadece parantez içindedir. (…)