Mainz, 22.02.2014

Türkçemize hangi dilden geçtiğini bilmiyorum ama yediden yetmişe hemen herkesin kullanımında bulunan ve tam da yukarıdaki başlığı anlatan “takiyye” diye bir kavramımız var. Takiyye kavramı bugünlerde yeniden gündeme oturmuş durumda. Bu kavram için başkaca tanımlamalar da yapılabilir. Meselâ, belli bir amacı gerçekleştirmek üzere başkaca bir grubun, yahutta kurumun içine “gizlenmek, saklanmak” da diyebiliriz.

Sponsor Bağlantılar

Ancak bu saklanma ve gizlenme kabiliyyetinin çok yüksek bir strateji gerektirdiği de açıktır. Yani öyle hemen herkesin yapabileceği bir eylem tarzı değildir. Takiyye konusunda ustalaşabilmenin en temel şartı amaca iman etmiş olmaktır. Elbette bu şart yeterli değildir. Sağlam bir imanın ardından genişçe bir mide ve amaç için herşeyi mübah gören laçka bir anlayış da şarttır. Zira bazı kurum ve kuruluşlarda saklanmak hiç de kolay değildir. Böylesi kurumlarda saklanabilmek için Nemrud gibi yaşamak şarttır.

28 şubatın kahırlı yıllarında özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinde “dindar” diye bilinen insanların “disiplin suçu” adı altında mağdur edildiklerini hepimiz biliyoruz. Cemaat denilen yapının yayın organları Ak Parti iktidarının ilk yıllarında bu konuyu propaganda etmekten bıkmak bilmemişti. Sonuçta temeli gayet sağlam olan ergenekon ve balyoz gibi davaları fırsat bilen “karanlık yapı” gizlemekte olduğu elemenlarına yol vermek için bir taşla birkaç kuş yerine “kuş katliamına” girişerek suçlu suçsuz ayırımı zahmetine girmeden torbaya koyduğu herkesi kodese tıkarak herkesi canbaza bak oyunuyla aldatarak vesayeti kaldırıyorum diyerek hem kendisini alkışlatmış ve hem de vesayetçilerin makamına kurulup güç zehirlenmesinin de etkisiyle memleketi yönetme hayali ile takiyyeciliğe son verip “eşkıyalığa” soyunmuştur. Selçuklu tarihini bu karanlık yapının ne kadar bildiği bilinmez ama Hasan Sabbah denen şer odağının “haşhaşin” örgütünü modern çağa uyarlayarak aynen devreye soktukları görülüyor.

Hamiyyetperver ve yardımsever insanımızın en samimi duygularını sömüren bu karanlık yapı mazlum Anadolu kadınımızın önce bilezik ve yüzükleri ile işe başlamış ve ardından papaz ve hahamların ağırlandığı “beş boynuzlu” otel iftarlarındaki milyarlık bağışların ardından devasa holdingleşmeler ve bankaların ardından dindar dinsiz hemen herkesin (kimisi gönüllü, kimisi kafeslenerek) büyük paraları ile korkunç bir mali güce erişmiş olan bu karanlık yapı bu stratejisi ile sadece paralel devlet yakıştırması değil  yeni bir “Din” uydurma anlamına gelebilecek hamleleri ile parallel bir din icat etmeye kalkışmıştır.

Kendilerini müslüman diye pazarlayan bu güruhun şimdilerde uydu yerine foseptik çukuruna bağlanmış kanallarından, dergi, gazete ve holdinglerine kadar hemen hepsinin adı hep yandan çarklıdır. Doğrudan İslâmı çağrıştıracak hiç bir ismi seçmezler.

Dizilerde Öğretilen Paralel Din

Samanyolu televizyonu denen kanalda bu zamana kadar daima bir “hızır” tiplemesi vardı. Hızır takım elbise ve kravat aksesuarıyla arz-ı endam ediyordu. Simokin giydirmediklerine şükretmek lâzım. Güzel bir sözümüz var Anadolu irfanından süzülüp gelen, “Bir sınır yoksa hiç sınır yoktur” diye. Önce hâşa Efendimiz (s.a.v)ì şarkı dinlemesi ve genç rakkaselerin Türkçe şarkı söyleyip dans etmelerini izlemesi için olimpiyatlara getirdiler. Olimpiyat ne demekse? Sonra Efendimiz elbette ki en büyük “twetter” kullanıcısı olurdu tezinden hareketle “twetleri ikiye katlayın” emrini ilettiler. Bununlada kalmadılar, karanlık dizinin karanlık kurulundaki görevliler pensilvanyadaki örgüt başından izin alarak efendimizi bir ışık hüzmesi halinde “kamyona” bindirdiler. Bu ne kadar aşağıık, ne kadar ayıp, ne kadar cesur ve edepsizce bir yaklaşım. Kendi emelleri için mübarek efendimizin bereketli hatırasına kastetmekten çekinmeyen bu zavallı güruh ipin ucunu iyice kaçırmış görünüyor. Behey gafiller madem ki böyle bir halt yediniz kendiniz mercedeslere binerken efendimize ancak kamyonet kasasını mı reva gördünüz.

Bu alçak yaklaşım gavurlar tarafından yapılsa kızılca kıyamet kopardı. Ama bu sahtekârlar işte böylece dini kendi alçak emellerine alet ediyorlar.

Şu kadarını ifade etmeliyim ki bu afilli “takiyye” kavramını bir kenara koyacak olursak Nemrud gibi yaşayıp İbrahime talip olmanın Kuràn dilinde adı düpedüz “münafıklıktır”. Münafıkların Allah nezdinde nasıl bir cezaya çarptırılacakları ise yüzlerce ayet ile açıkça anlatılmaktadır. Parelel bir din icat etmeye kalkışmak kendisini Allah yerine koymaya kalkışmaktır. Tevbe yolu açık olmakla beraber bunun çok büyük bir vebali vardır. Meselenin uhrevi boyutu konusunda fazlaca bir analiz yapmaya gerek yok. Böylesi garip ve karanlık yapılar yani Din üzerinden nüfuz ve statü elde etmeye çalışan kimseler ne ilk tir ve nede son gibi gözükmektedir. Daha efendimiz hayatta iken türeyen Müseylime ile bir asır önce İngiliz mandasını savunan ve Peygamberliğini ilan eden Gulam Ahmet Kadıyaniye bakmakta fayda var.

Pozitif Hukuk Açısından

Ülkemizde geçerli hukuk bakımından Nemrud gibi yaşamanın hiç bir müeyyidesi yoktur. Hatta çoğu zaman bir statü vesilesi bile sayılabilir. Bunu ister gerçekten böyle yapın isterseniz takiyye olarak yapın farketmez. Ancak devlet teşkilatında yer alıp takiyye yaparsanız yani İbrahime talipmiş gibi yaparak Nemrud gibi yaşarsanız bunun da hukuk da bir karşılığı yoktur. İnsanlar akıllarını ABD ve İsrail muhibbi birine kiraladı diye sorgulanamaz ve tutuklanamaz. Ancak devletin gücünü kullanarak o devleti kuran Milletin aleyhine faaliyet yürütürseniz, yani Milletin âli menfaatleri yerine ABD ve İsrail menfaatlerini öncelerseniz işte bunun adı tam anlamıyla “Casusluk”tur. Devletin verdiği yetkiyi kullanıp da sıralı amirleri yerine Pensilvanyadaki Müslüman görünümlü “Kardinal” bozuntularından talimat alanlar suç işlemişler demektir. Haklarında mutlaka görevi kötüye kullanmaktan işlem yapılmalıdır. Ancak örgütün liderinin beddua seansları dışında Türkiyemizin bütün düşmanları ile işbirliği içinde olduğu net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla başta örgüt lideri olmak üzere ülkemizdeki kukla ve taşeron yöneticileri hakkında “vatana ihanetten” dava açılmalı ve yargılanmaları behemahâl sağlanmalıdır. Yoksa bu tür rezillik ve kepazeliklerin önünü almak mümkün olmayabilir. Milletin selâmetine kasteden her eylemin mutlaka bir müeyyidesi olmalı ve ABD himâyesinde olmak bile buna engel teşkil etmemelidir. “İbrahimi din” ler gibi bir mazbut ve muğlâk bir ifadenin arkasına sığınarak yeni bir Din icat etmek üzere olanların İbrahime talip imiş gibi yapıp Nemrud gibi yaşamalarının cezasını zaten hesap gününün sahibi zamanı geldiğinde verecektir. Umarım vakit varken tevbe ederler…

Allah bütün müminleri, Yunus suresi 100. ayetteki ”Allah aklını kullanmayanların üzerine pislik boca eder”  tehdidinden uzak ve muhafaza eylesin. Amin.

Baki Selam ve Saygılarımla.

Ömer Erdem
Mainz/Almanya