Genel anlamıyla varlık felsefesi olarak bilinen ontoloji, asıl olarak var olana, varlığa ulaşmaya ve bunları anlamlandırmaya çalışır.

Ontolojinin temel problematikleri, varlığın veya var olanın mevcudiyeti, biçimi ve tespitinin yöntemidir. Fiziksel olanla olmayan nesnelerin ilişkisinin olup olmadığı, varsa ne ölçüde olduğu, var oluşun bir özellik olarak algılanabilirliğinin doğruluğu ya da yanlışlığı, nesnenin yok olup olmayacağı yine ontolojinin cevap aradığı soruların başında gelir.
Ontolojinin felsefi bir disiplin haline gelmesinden sonra ontolojik bakış açısı ve tavır, gerek estetiğe gerek diğer bilimlere farklı bir boyut kazandırmıştır. Sanata ve esere yaklaşım konusunda ortaya çıkan farklı düşünce biçimleri, ontolojide de kendine yer bulmuş ve tarihsel gelişim süreci içerisinde farklılaşarak gelişmiştir.

Sponsor Bağlantılar

Ontolojinin tarihsel gelişim sürecinde değişimine değinecek olursak birbirine neredeyse taban tabana zıt iki ontolojik anlayışla karşılaşırız. İsmail Tunalı’nın yaptığı tasnifle: Eski (klasik) ve yeni (modern/çağdaş) ontoloji.

Eski (klasik) Ontoloji:  Cristian Wolff (1679-1754) tarafından sistematik bir felsefe bilimi haline getirilmiştir. Genel özelliklerine bakarsak, temeli Aristoteles’e dayanır. Varlığın özüne ulaşmayı amaçlar. Mantık ve dilin unsurlarını kullanarak varlığın var olduğuna ispata gider. Ayrıca bilimsel tavırdan uzaktır. Metafiziğe yakınlığı da belirgindir.

Eski Ontolojik anlayışının yetersizliğinin ya da başarısızlığının sebeplerine kısaca değinmek gerekir. Klasik ontolojinin belirli dogmatik kuralları vardır. Var olanı belirli kalıplara (formlara) sokmaya çalışır. Bu da her ontolojik yaklaşımın belli bir standartlığına sahip olmasını gerektirir. Hâlbuki Varlığın çeşitliliği düşünüldüğünde bunun yanlış olduğu da ortaya çıkmaktadır. Örneğin var olan veya varlık olarak soruşturulan iki şey ortaya koyalım: biri masa diğeri ise ruhun varlığı. Hem somut bir madde olan masanın hem de soyut olan ruhun incelenme yöntemleri, kuşkusuz ki birbirinden farklı olacaktır. Dolayısıyla belirli kalıplar içerisinde var olanı aramak klasik metot içerisinde kısır döngüye düşen bir arayıştan öteye gitmemiştir.

Tunalı’ya göre klasik ontolojinin en büyük yanılgısı ise mantık bilimiyle karıştırılmış olmasıdır. Keza eski ontolojik anlayışta var olan ve varlığın tespitinde düşünsel anlamda zıtlıklardan faydalanarak sonuca gitme amaçlanırdı. Bir başka ifadeyle var olan veya olmayan, zıtlıklar arasında bağlantı kurularak tespit edilmeye çalışılırdı. Bu yapılan da mantıksal bir yaklaşımdır. Mantık ise ontoloji değildir. Uzun süre mantık ve ontolojinin karıştırılması bu felsefi anlayışının ilerlemesi için büyük şansızlık olmuştur. Bunun anlaşılması ve soruların cevapsız kalması ise beraberinde yeni (çağdaş/modern) ontolojinin ortaya çıkmasını gerekli kılmış ve buna zemin hazırlamıştır.

Yeni (Modern/Çağdaş) Ontoloji: Nikolai Hartmann, çağdaş ontolojik anlayışın kurucusu olarak kabul edilir. Probleme yaklaşımı yönüyle Aristoteles’ten esinlenir. Ancak klasik tavra tamamen uzak ve zıttır. Varlığın özünü değil de direkt kendisini odağa alır. Metodolojik olarak bilimsel ve analitik yöntemler kullanılmıştır. Dolayısıyla disiplinler arasılık da kaçınılmazdır çağdaş ontolojik anlayışta.

Var olan, varlığıyla işlenmiş, her varoluş incelemesine de özelliklerine göre belirli standartlarla değerlendirilmeye çalışılmıştır. Bu noktayı biraz detaylandıracak olursak modern ontolojik anlayış, reel dünyayı tabakalaşmış bir yapı olarak görmüştür. Bu tabakalaşmayı ise alttan başlayarak üste doğru incelemeyi amaçlamıştır. Bu yaklaşım genel bir incelemeyi gerektiriyor gibi görünse de temelde yine var olana dayanır.

Modern ontolojide sanat ve dallarının varlığını-kıymetini incelenmesi de belirttiğimiz varlık katmanlarıyla tespit edilir. Bu noktada varlık katmanlarını açıklarsak dört farklı katman öne çıkar. Bu katmanlar aşağıdan yukarıya doğru sırasıyla şu şekildedir:

1- İnorganik (madde) varlık tabakası
2- Organik varlık tabakası
3- Ruhî tabaka
4- Tinsel tabaka

Bu tabakalar dışında Nicolai Hartmann’ın savunduğu ve edebi eserde yer alan farklı katmanlar da bulunur. Hartmann, bunları real ve irreal varlık katmanları olarak sınıflandırır. Bu sınıflandırma da edebi esere ontik bir yaklaşım kaygısından ortaya çıkmıştır. Örneklendirirsek edebi eseri meydana getiren kelime, harf ya da cümleler real varlığı, anlam derinliği ise irreal varlık tabakasını temsil eder.

Ontolojik Açıdan Sanat ve Estetik

Sanat eserinin ontik yapısının ve estetik değerinin belirlenmesinde yukarıda belirttiğimiz iki ontolojik yaklaşıma da değinmekte fayda vardır. Eski ontolojide estetik değer genel anlamı ile özde aranırdı. Somut olandan ziyade soyuta yönelim vardı. Yani metafiziksel bir yaklaşım söz konusu idi. Modern ontolojiyi eski ontoloji den ayıran esas nokta ise buradan gelir. İşin içinde bir gerçeklik olması yani tamamıyla bir “idea”dan ya da metafizikten meydana gelmemiş olmasıdır. Varlığın tespitinde en önemli etkenlerden olan ve modern ontoloji anlayışıyla gelen realitenin üstünlüğü düşüncesi, sanat anlayışında da kendini gösterir. Ontolojik anlayışta, sanat eserinin kıymetinin belirlenmesi de realitenin ne ölçüde eserde yer aldığıyla alakalıdır. Ancak bu realite tam anlamıyla fiziksel (maddî) değildir. -türü fark etmeksizin- bir sanat eserinin ontik açıdan kıymetinin belirlenmesinde esas husus, estetik değeri taşıyan bir obje ile onun arkasındaki mana derinliği, yani somut ile soyutun bir arada kazandıkları anlam bütünlüğünün tespitidir.

Kaynak: İsmail Tunalı, Estetik