Şiirde imgenin ne olduğunu belirgin şekilde ortaya koyabilmek pek mümkün görünmemektedir. İmge, birçoklarına farklı farklı anlamlar ifade etmiş bir kavramdır çünkü. İmge, şiir dilinde belki de en fazla kullanılan kavram olmakla birlikte, anlamsal bakımdan en anlaşılamaz durumda olan kavramdır da aynı zamanda. Şiirde bu kadar belirgin ve şiiri bu dereceden şiir yapabilme veya şiir değerine sahip kılabilme özelliğine sahip olan bu kavram o derecede de soyut, yorumsal bir kavram özelliği taşımaktadır.
Biz burada, imgenin tanımını yapmak hedefinde değiliz, sadece imgenin ne olabilirliğinin açıklamasını yapmak hedefindeyiz.

Sponsor Bağlantılar

İmge kavramı Latince imago sözcüğünden türemiş “image”den gelir. İmage sözcüğü taklit, öykünme, kopya anlamlarına gelmektedir. Zaman içinde anlam genişlemesiyle bireyin zihninde beliren bir resim, bir kavram, bir fikir, bir izlenim gibi anlamlar kazanmıştır. Daha sonra da yazın bağlamında; söz sanatları, eğretileme ya da benzetme için kullanılır olmuştur.

Doğrudan sözlüğe başvurmak gerekirse Image sözcüğü İngilizcede şu anlamları ifade eder: 1. İmge, hayal, düş, hülya; zihinde oluşturulan resim. 2. Benzerlik, biçim, şekil, suret, tasvir. 3. Bir insanın tıpatıp benzeri. 4. Put, tapılacak nesne. 5. Benzetme, mecaz, eğretileme; bir şeyi belirtmek için şiirsel biçimde kullanılan söz. 6. İzlenim, görüntü. 7. Görüntü, bir şeyin aynadaki aksi.

Meydan Larousse’ta ise imge “gerçekte var olmayan şeylere zihinde istenen şekli vererek canlandırma yetisi” olarak geçer.

İmge sözcüğünün sözlük anlamları bile bu kadar fazlayken ona tam bir tanım getirebilmek, hele de şiir gibi kişisel bir özelliğe bağlı bir tür için, imkânsız gibidir. Biz, imgenin bizim için en olabilir ve bizce en olası mümkün anlamlarına nüfuz etmeye çalışacağız.

“Sözcüklerle oluşturulmuş bir resimdir.” , “Şiirin kendisi de çok sayıda imgeden oluşturulmuş bir imge olabilir.” İmge, ön anlamıyla bizler için görünmesi zor olan bir anlamsal alanın veya görüntülenmesi güç olan bir görüntünün sözcükler yoluyla okuyucunun o alanı görmesini sağlar. Yani hayalin bir nevi birden maddi dünyaya girivermesi durumu. Bununla birlikte böyle bir görüntüyü ortaya koymak işi;  ya belirgin imgesel ifadelerle ya da şiirin bir bütün olarak bir imgesel bir bütünlük oluşturması yoluyla yapılır. Yani imge; kısa bir ifade -örneğin sadece bir kelime- de olabilir, şirinin bir bütün olarak bizde oluşturduğu görsel bir his de.

Bir görüşe göre imge, eğretilemeyle ilgili sözel verileri bulandırır. İmgenin gerçek bağlantıları, şiiri az çok “daha derin bir yapının içine yerleştirir”.

İmge için şiirleri vahiysel bir hale sokan, içinde bir nevi mucizevî bir sürecin olduğunu, sözcüğe can vermek türünden bir ‘şey’ olduğunu ileri sürenler de olmuştur.

İmgenin olduğu yerde gizli bir örüntünün aranması gerekir. İmgelerin incelenmesi, bunların sanatçının amaçladığı dışavurumlar değil, onun aracılığıyla iş gören daha büyük bir gücün, bir yüce zihnin, dışa vurulması olduğu varsayımını gerekli kılar.

İmge, kaçınılmaz olarak şiiri bulandırma kabiliyetine sahiptir. Yalnız şunu ayırt etmek gerekiyor: Karışıklık oluşturmak için mi imge, imge olduğu için mi karışıklık? İmge, doğası gereği dışa saçılmaya meyyaldir. Şair, istemese de imgeyi kullanmış bulur kendini ve şiir de bu sebeple karışık, soyut denebilecek bir hal alır. Hâlbuki bilinen tanımıyla imge, soyut olanı görselleştirme, maddeye bürüme durumu değil miydi? İşte imge için asıl belirleyici bilgi de burada yatmaktadır. İmge, hiçbir zaman karşımızda yavaşça ilerleyen bir resim çizmez, onu görselleştirmez, maddeye bürümez; imge, içe doğdurur. Resim çizmez, resim çiziverir veya resim çizmektedir ama bizler o resmin çizilme aşamasının pek farkında olmayız, biz resmi birden görürüz, yani oradaki hissi bir anda tadarız.

Zihin, şeylere ilişkin nihai gerçekliği kavramak için imgelerden yararlanıyorsa; bunun nedeni, gerçekliğin çelişkili yollardan kendini göstermesi, bu yüzden de kavramlarla dile getirilememesidir… Dolayısıyla imge, imge niteliğiyle, bütün bir anlamlar kümesi olarak, doğru’dur.

İmge, benzetmeyle söylemek gerekirse, aynayı andırır; ne üzerindeki görüntüdür o, ne de arkasındaki sır: Görüntüyle sırrın birlikteliğini mümkün kılan, kendi de bu birliktelikle varlık kazanan aynadır. Burada dilin yol göstericiliğine başvurarak, “şiddetle arzulanan bir şeyin gerçekleşmemesi nedeniyle duyulan üzüntü” anlamındaki hayal kırıklığı sözüne bakalım. Bu deyim, birkaç niteliği bir araya getirir. İlk bakışta, deyimdeki hayal sözcüğü imgenin daha çok zihinsel yönünü, gerçeklikten bağımsız olarak zihinde yaratılan şeyi gösterir gibidir; ama özellikle kırıklığın devreye girmesiyle hayali neredeyse parçalanmış, bölünmüş, kırılmış bir nesne, şekil, biçim, görünüm anlamlarıyla bir suret, bir put, bir resim gibi düşünmek zorunda kalırız. Kırıklık, hayal imgesine ikonik bir somutluk kazandırır, ona son derece maddesel, elle tutulur bir nitelik verir ama tersi de doğrudur, bir başka deyişle hayalin elle tutulmazlığı son derece somut edimselliğin ürünü kırıklık’a bir tür uçuculuk bulaştırır, onu sanki nesnesi olmayan bir “kırılma”ya dönüştürür. Deyimi oluşturan iki sözcük, birbirini seven ama birbirine dışsal bir baskının zorlamasıyla birbirine dokunamayan iki sevgili gibi hem birbirlerine uzanır, birbirlerini çekerler hem birbirlerini uzaklaştırır, iterler. Hayal; kırıklığın ikonikliğine, edimselliğine, “gerçekliğine” öykünür. Kırıklık ise, “hayalin” düşselliğine, tasarımsallığına, “gerçek dışılığına”, sonuçta kavramsallaştırılması son derece zor bir bağıntı ortaya çıkar. Buradaki zorluk, içsellik-dışsallık etkileşiminin paradoksal doğasından kaynaklanır. İçsellikten bağımsız bir dışsallık olmadığı gibi dışsallıktan bağımsız bir içsellik de yoktur. İşte imge, bu etkileşimin en ele avuca sığmaz bir noktasında anında bulunur.

İmge için çıkış noktası açısından da belirli ayrımlar yapılabilir. Örneğin şizofren imge ve sanatsal imge. Şizofren imge, dışsal kaynaklı ve bireysel dert tasa ve çelişkilerin dışavurumunda kullanılan imgedir. Böyle bir imgeyi algılayabilmenin yolu o kişinin yaşamına inmektir ancak. Bu tür imge, toydur, başkalarına bağımlı bir mekanizması vardır. Kişinin kendinden ortaya çıkar ama ortaya çıkan şeylerde kişinin kendi içsel durumları değil, başkalarının kendisine dıştan uyguladığı edimler vardır. Oysa sanatsal imge sessizdir; dokundurur, hissettirir.. Bazen bir sanat eseri için boş bir sayfa bile bir imge olabilir; çünkü okur, susmanın anlamlı olduğunu hisseder ve o boş sayfada birden bir resim görür, yani bir hissi aniden hisseder. Bu tür sanatsal imgelere, bilge kabarış da denebiir.

İmge ile ilgili olarak şunu da belirtmemiz gerekecek: İmge ile simge/sembol ayrımı. İmge ile simge arasında belirgin bir fark mevcuttur. İmgesel şiir ve simgesel şiir vardır. Simge, bir sözcüğü bir başka sözcüğe taşımak durumudur. Yani bir nevi saklanması gereken bir sözcüğün bir başka sözcük
kullanılarak perdelenmesi durumu veya sevilesi bir şeyin; bir başka sevilesi şey’le birlenmesi durumudur. Örneğin eski edebiyatımızda sıkça kullanılan gül, bülbül gibi sözcükler birer simgedirler sadece. Gül denilerek sevgili kastedilir. Sevgili, gül ile simgelenir, ona gül diye hitap edilir ve biz anlarız ki her gül sözcüğü geçtiğinde kastedilen aslında sevgilidir. Gül ile sevgili arasında içsel bakımdan ve kişisel deneyime dayanmayan, bir çıkarım sonucu olmayan türde bir bağ vardır. Burada kullanılan simge, genel bir kullanıma bürünmüştür. Ama imge için aynı şeyleri söyleyemeyeceğiz. İmge, kişisel deneyimler sonucu ortaya çıkan bir tür duygunun dışa vurumudur. Örneğin Âşık Veysel’in şu şiirine bakalım:

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldayım
Gidiyorum gündüz gece

Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece

Bu şiirde geçen “uzun ince bir yol” ve “iki kapılı han” ifadeleri birer imgedirler ve deneyime dayanırlar. Şair, yaşamını uzun ve ince bir yola benzetir ve bu yolun bir girişi bir de çıkışı vardır: iki kapılıdır. Handır sonuçta, yolculuğun kendisi değildir. Dünya, iki kapılı bir hana benzetilir. İki kapısı: Doğum ve ölüm. Birinden girersiniz, diğerinden çıkarsınız. İşte Âşık Veysel’in bu şiiri, imgesel bir şiirdir.

Yunus Emre’nin şu dizelerini ele alalım örneğin:

Çıktım erik dalına onda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

Bu dizelerde de simgesel bir çerçeveye bürünmüş bir imge görürüz. Her bir kavram başka bir kavramla karşılanmış, bu yönüyle bir simgesel şiirdir, ama aynı zamanda bu şiiri okuyan birisi, şiiri bitirdiğinde bütünsel olarak bir imgesel durum hisseder. Bu yönüyle imgesel şiirdir. Yalnız bu türden bir imge tasarımı için çatışma vardır: anlamsızlık ve yoruma başvurma gereği.

Son olarak İlhan Berk’in imge üzerine yazmış olduğu aforizmaları kaydedip kapatalım konumuzu:

İMGE

İmge sözsel olanı duymaz.
Bir dolaylı yollar yolcusu.
*
Sözcükleri sarsar, dumura uğratır,
Yadsır, dışlar.
*
İmgeler düşüncenin olduğu yerde susmayı yeğlerler.
Görünmeze doğrudur çünkü imgelerin yolculuğu.
Varlığın gölgesi mi diyordu Levinas?
*
Elma dediğimde usumda kalandır imge.
Gündelik, verili dile arkasını döner.
*
Anlamı bilmez imge.
Niçin bilsin.
*
İmadır imge.
Şiirde her şeydir.
(sevgili gölge)

MURAT KURUŞ tarafından “Makale Yarışması” için yazılmıştır…