Türkiye’de din kavramı yıllardır tartışılır. Aslında ülkedeki din anlayışı, değişen iklimsel özellikler gibi bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Bundan dolayı İslam dininin, gündelik yaşamlara etkisini, doğu ve batı sentezleri üzerinde işlemenin daha doğru olacağı kanısındayım.
Türkiye’nin doğusu ile batısı arasında farklılıklar, gündelik yaşamda seyrini her zaman uç noktalarda korur. Zaman ilerledikçe ‘gündelik yaşam’ adını, kültürel, sosyal ve siyasal geçmişe, yakın tarihe ve tarihe bırakır. Din tüm bu olgular arasında vazgeçilmezliğini her daim korumaktadır.
Son yıllarda Türkiye’deki din anlayışı denildiğinde, sağ ve sol, laik-anti laik, demokrat ve İslamcı gibi terimlerle siyasal bakış açısı gündemi meşgul etse de asıl kutuplaşmanın yöresel etkilerden beslendiğini bir gerçektir.
İki farklı açılım, doğudaki dini hayat ve din anlayışına karşın, batıdaki dini hayat ve din anlayışı olarak karşımıza çıkar.
Din; inanç ve kutsal değerler bütünü olarak algılanırken, manevi ihtiyaçları karşılamada yetersiz kalır. Ve hiç bir zaman tek başına toplumların değer yargılarına cevap bulamamıştır.
Doğudaki din anlayışı, daha çok gelenekleri, örf ve adetleri besleyen bir araçtır.
Toplumlar; belirtilen yöresel değerlerin kaybedilme korkusunu aşabilmek ve sürekliliğin sağlanması adına dindeki destekleyici karinelerden beslenir. Cemiyetler, tarikatlar gibi.
Doğuda özellikle ergenlik dönemi krizinde ya da gençlikten yetişkinliğe geçiş sürecindeki bireylerin, doruk noktaya ulaşan kimlik arayışında dini olgular, etki altındaki açılımlarla benimsemektedir. Genç kuşak içinde bulunduğu dönemde, kendini çevresine kanıtlayabilme çabasındadır. Edindiği rollerle psikolojik kimliğini ifaya yönelir. Amaç üslendiği rolün kendi sınırları içinde kaybolduğunu kanıtlama çabasıdır. Kişi aynı hissiyatla yaşamına devam etmek zorundadır. Yapılacak benzeri örneklemeler de aynı sorunsalla karşı karşıya kalmak kaçınılmazdır.
Örf, adet ve törelerde yaşanan ikilem ve sorunlarda, din her zaman bir çıkış yolu olarak benimsenmiştir. Katı ve kuralcı etkilerini meşrulaştırmak adına islamı yaşama ya da dindar olmak birinci basamaktır.
Kutsal olan dini inanışları değil bağlı oldukları örf ve töreleridir. Bu bağlılık zaman içinde onları asl olan dinden farkında olmadan uzaklaştırır. Örf, adet ve töreleri, toplumda uyulmadığı takdirde yargılanıp sorgulatan ağır meta halini almıştır. Değerleri onlara göre olmazsa olmazları ve yaşam kaynaklarıdır.
Din anlayışı doğudan batıya doğru kaydıkça, inanç sistemi de yavaş yavaş değişime uğrar. Sıkmayan, katı ve ağır şartlanmalardan arınmış popüler dindarlık söz konusudur. Yani din adamlarının ve dinde söz sahibi yetkili birincil kişi ve kurumların (Diyanet İ.B.) dindarlık hakkındaki bilgilendirmeleri dışında kalan, halkın kendi inanç sistemine yerleşmiş dindarlık. Bu popüler din anlayışının etkisiyle insanlar gündelik yaşamlarına yön verirler.
Dindarlıktaki bu kalıplarla, sınırlandırılmış din anlayışı ve inanç sistemi, batıya doğru ilerledikçe farklı argümanlardan beslenmeye başlıyor. Modernize olmuş toplumlarda Gelenek, örf ve adetler ile popüler dindarlığın yerini, batılılaşma, bilimde ilerleme gibi kavramlar alır. Tüm bu kavramların beslendiği ana tema laikliktir.
Modernize edilmiş yaşamlar içinde Avrupai, elit, çağdaş gibi kavramlar arasında din, yaşamlara vicdani bir sorumluluk olarak oturur. Dini vecibelerin yerine getirilmesinde toplum seçimini daha çok rahatlatıcı yaklaşımlarla içine sindirir. Verilen zekâtlar, yapılan bağışlar gibi insani/vicdani yaklaşımlar daha çok önem kazanır.
Türkiye’de din kavramı siyasi açıdan ele alındığında, inançların sömürülmesi, dinin amaçtan ziyade araç olarak kullanıldığı her siyasi dönemde belirgin şekilde gün yüzüne çıkar.
Çünkü ne kadar kavram kargaşası yaşansa da hiçbir konsept dinin yerini alamaz. Din, her daim önemini korumaya devam eder. Bu insanların, inançsız yaşayamayacağını bir göstergesidir. Din ve inanmak olgusu bir doğmadır. Yokluğu kişiyi dehlize sürükler. Yaradılış gereği, inançsız ve inanç kavramından uzak kalmak, kişinin içinde yerini dolduramayacağı boşluk hissi yaratır.
Dinde ana unsur kutsallık kavramıdır. Türkiye’de bu kavram, toplumlar arasında dini karmaşaya yol açmaktadır. Kutsallık modern-postmodernlik arasında uç noktalara takılır.
Gerçekte evrensel olan İslam dinini kutuplaştırmak, sorunun ana kaynağıdır. Orijinde tutulması gerekirken, diğer faktörlerle kement takılmışçasına çekiştirmek, istismar ve su istimal edilmesine yol açmaktadır. Din, her iki tarafa karşı konjonktür olarak kullanılır.
Siyasi geçiş süreci ve sonrasında yaşanan kaos ortamında, batıya doğru kaydıkça sayıları fark edilir derece de artan gelenekçi İslami kesim, laiklik anlayışına ters düşen tutumları ile toplumda endişe, korku ve gerilime yol açar. Ülke genelinde yaşanan her siyasi değişimle toplumlarda med-cezir yaşanır. Devamlı tekrarlanan süreç iki farklı kesimin, inanç, değer yargısı, laiklik, anti laiklik, gelenekçi, İslamcı, modernlik kavramlarını daha fazla sahiplenmesine yol açar. Daha kimlikçi, daha yargıcı, daha katı ve daha tavizsiz.
Konuya derin açıklık getirilmesi, sosyolog, din sosyologları ve aydınlarımızın üstüne düşen görevdir. Fakat ülkedeki siyasi kaos bu ve benzer grupların konuya objektif bakmasını engeller. Kendi dünyalarında var olabilmek ve güncelliklerini koruyabilme çabası kısmen de olsa bilimsel çalışmalarının önünü keser. Araştırma ve açıklamalarının önünü perdeler. Teraziyi dengede tutabilme çabasıyla yapılan seküler yaklaşımlar açıklayıcı olmaktan ziyade eleştirisel tutum sergilemektedir.
Onlara göre din, ideolojik bir konseptler bütünüdür.
Sonuçta muallakta kalmış bir dindarlık ve din anlayışı sürekliliğini korur.